Bölüm 17: Karaağaç Kalesi’ne Savaş İlanı!

avatar
2309 0

Upgrade Specialist in Another World - Bölüm 17: Karaağaç Kalesi’ne Savaş İlanı!


 

Çeviri:8deathkid8 Düzenleyen: Tiantuga

 

Bai Yunfei ve Li Chengfeng buraya kadınları kurtarmak için gelmişlerdi, Nasıl o adamın amacına ulaşmasına izin verebilirlerdi ki?

 

 

Mavi bir ışık Tiger Li’nin yanından geçti ve birkaç saniye sonra bir sağ kol tok bir sesle yere düştü. Sol kolundan da soğuk bir his yayılmaya başladı. Herhangi bir acı bile hissedememişti, sadece hissizleşme derecesine kadar bir soğuk hissediyordu. Adımlarını durdurdu ve şaşkınlık içinde sol dirseğindeki yuvarlak deliğe baktı. Gözlerinde boş bir ifade vardı.

 

Tiger Li’yi yumruklayıp uçurduğundan beri Bai Yunfei, onun her hareketine dikkat ediyordu. O tarafta duran birkaç genç kadın vardı ve eğer aceleyle hareket edip düşmana saldırırsa onların yaralanma ihtimalleri vardı. Bu yüzden bütün bu savaş boyunca aceleci davranmadı. Yavaşça sağ elini arkasına götürdü. Elini sallamasıyla birlikte elinde bir Buz Dikeni belirdi.

 

Tiger Li’nin bedeni hareket ettiği anda, Bai Yunfei dikeni bir şimşek gibi fırlattı. Düşman kolunu uzatır uzatmaz, Buz Dikeni yıldırım gibi gelip onun kolunu deldi.

 

Buz Dikenini fırlattıktan sonra, Bai Yunfei hemen dikenin arkasından koştu. Tiger Li’ye tepki vermesi için fırsat bile vermeden, karın bölgesine bütün gücüyle tekme atıp onu havaya uçurdu!

 

Bai Yunfei hiç duraksamadan devam etti ve onu kovalamaya başladı. 10 metre kadar koştuktan sonra, elindeki mızrağı yere düşmek üzere olan Tiger Li’nin göğsünü deldi geçti.

 

“Güm!”

 

Tiger Li’nin tüm bedeni havada asılı kalmıştı. Bedeninin içinden kırmızı ışıklar parladı ve aniden kulakları sağır eden bir patlama sesi geldi. Küçük bir bölgenin tamamına çeşitli kemik ve et parçalarıyla birlikte yağmur gibi kan yağdı.

 

Vücudu paramparça olmuştu!

 

… … … …

 

Korkularını henüz üzerinden atabilmiş olan kadın grubunun birbirlerine destek olarak köy yolu yönünde kaybolmalarını izleerken, Li Chengfeng Bai Yunfei’ye sordu: “Yunfei, bundan sonra ne yapıyoruz? Bir yarım gün daha doğuya yolculuk edersek Karaağaç Dağı’nın eteklerine ulaşırız. Oraya hemen gitmeli miyiz?”

 

Bai Yunfei yerdeki cesetlere göz gezdirdi. Uzun bir süre konuyu kafasında tarttıktan sonra, kafasını sallayarak söyledi “Hayır, burada bekleyeceğiz. Daha fazla tavşan için kütüğün yanında beklemelisin!* Zaten Karaağaç Kalesi’nin iki konak ustasını öldürdük. Eğer yanılmıyorsam, bir tane daha var o bizim ayağımıza gelecektir.”

 

(Ç.N*: Bu bir deyim arkadaşlar. Deyimin kaynağı olan Çin hikâyesi şöyle: adamın biri günün birinde bir tavşanın koşarken kütüğe çarpıp öldüğünü görüyor. Sonra seviniyor böyle onu yemekte yiyorlar. Sonra bu adam her gün o kütüğün dibinde bekleyip tavşan gelsin de kafasını vursun beleşten av kazanıyım diye bekliyor. Çalışmayı bırakıyor. Yani bu deyim hiçbir şey yapmadan avın kendisine gelmesini beklemek anlamında kullanılmış. O kadar gittim o saçma hikayeyi okudum sırf bu çeviri notunu yazmak için :D)

 

Her ne kadar Li Chengfeng ‘Daha fazla tavşan için kütüğün yanında beklemek!’ sözünün ne anlama geldiğini anlamasa da Bai Yunfei’nin buraya daha fazla haydudun gelmesini beklemeyi ve onları pusuya düşürüp yok etmek istediğini anlamıştı.

 

“Tamam, dediğin gibi yapalım. Ama bir dahaki sefer, gerçekten de bir konak ustası gelirse, onunla benim kapışmama izin ver. Şimdiden orta seviye Ruh Çırağı âlemine ulaşmak üzere olduğumu hissediyorum. Savaş sırasında ruh gücüne dair anlayışımı arttırabilirsem, hızlı bir şekilde diğer âleme atılım yapabilirim. Eğer onun dengi değilsem, bana yardım etmek için müdahale edebilirsin.”

 

Bai Yunfei yüzünde oldukça mutlu bir ifadeyle söyledi “Oh? Yani atılım yapmak üzeresin? Güzel, o zaman sen orta seviye Ruh Çırağı âlemine ulaştıktan sonra Karaağaç Kalesi’ne doğru yolumuza çıkan herkesi öldüreceğiz!”

 

… … … …

 

Tu Dazhuang, Karaağaç Kalesi’nin dört konak ustasından biri, nispeten özel silahlarından dolayı ‘Kasap’ olarak adlandırılırdı. Sıra dışı bir şekilde silahları bir çift kasap bıçağıydı. Onu tanımayan birisi onun gerçekten de bir kasap olduğunu düşünürdü.

 

Şu anda dağ yolunda dörtnala ilerleyen 12 adamına liderlik ediyordu.

 

“Şu lanet olası Tiger Li, liderden habersiz gizlice adamlarını toplayıp dağdan aşağı inmeye dahi cüret etmiş. Yardımcı liderin izni olmasına rağmen bir gün ve bir gecedir geri dönmedi. Cidden ne oldu? Acaba kötü bir şeyler olmuş olabilir mi?” Tu Dazhuang atını sürerken sabırsız bir ifadeyle düşünüyordu. Yüzü çirkin, öfkeli ve sakalla kaplıydı.

 

Tian notu: Çirkin öfkeli ve sakalla kaplı ????

 

“Konak ustası, görünüşe göre ileride birileri var! Bu… bu… bunlar bizim kalemizin adamları!”

 

Bunu duyan Tu Dazhuang bakmak için kafasını kaldırdı. Doğrusu, görünüşe göre biraz ileride yerde düzensiz şekilde yatan birçok adam vardı. Durum uzaktan net görülmese de onların Karaağaç Kalesi’nin haydutları seçilebiliyordu.

 

“Oh? Bu serseri sürüsü sarhoş olup başından beri burada uyuyor olabilirler mi? İmkânsız! Çabuk gidip bir bakın!” Tu Dazhuang bir emir verdi. Onun atlılardan oluşan grup hızlandı bölgeye doğru hızla intikal etti.

 

Yerde yatan adamlara yaklaştıkları zaman pis bir kan kokusu burunlarına akın etti. Koku o kadar kötüydü ki haydutların burunlarının direkleri koku yüzünden kırılmıştı. Onların yanına geldiklerinde, yerin tamamen cesetlerle dolu olduğunu fark ettiler.

 

Üstelik bu cesetler öldürüldüklerinin belli olmaması için biri tarafından özellikle yerleştirilmişti…

 

“Bu kötü! Bu bir tuzak! Herkes hazırl…”

 

Bai Yunfei Tu Dazhuang’ın adamlarını uyarmasına izin vermeden atıldı. Tu Dazhuang ağzını açtığı an birden ceset yığının arasından iki siluet zıpladı ve doğrudan önlerindeki haydutlara koştular.

 

Bai Yunfei gücünün tamamını kullanarak saldırdı. Sıradan haydutlar onun gücü karşısında duramamıştı…

 

Li Chengfeng ve Tu Dazhuang arasındaki savaş ise oldukça uzun sürdü. Aslında Li Chengfeng rakibinden biraz daha zayıftı ama Bai Yunfei, kendi savaşını bitirdikten sonra Tu Dazhuang’ın zihnini savaşa odaklamasını imkânsız hale getirmek için, elinde mızrağıyla bir kenarda bekliyordu.

 

Tu Dazhuang eli kolu bağlıymış gibi hissetti ona nazaran Li Chengfeng dilediği gibi savaşıyordu. İki hançeri bir aşağı bir yukarı uçarak rakibinin vücudunda birbiri ardına yaralar açıyorlardı. Elbette kendi vücudunda da birçok yara vardı ama onun rakibine karşı bir üstünlüğü vardı: Yükseltilmiş bir hafif zırh giyiyordu.

 

Savaş devam ederken, Li Chengfeng’in hızı ve gücü aniden beklenmedik bir şekilde artış gösterdi. Li Chengfeng Bai Yunfei için oldukça mutluydu: “Bir savaşın ortasında orta seviye Ruh Çırağı âlemine ulaşarak bir atılım yapacağını hiç düşünmemiştim.”

 

Biri güçlenirken diğeri zayıflıyordu. Tu Dazhuang yaralarının git gide dayanılmaz hale geldiğini hissetti. Bir süre sonra iki hançerin ek etkileri sayesinde Li Chengfeng onu kan kaybından öldürdü!

 

Savaş bittikten sonra Bai Yunfei bilinçsiz bir haydutu kaldırıp bir kenara attı: Bu, öldürmediği tek hayduttu. Ardından bir ilaç şişesi çıkartıp Li Chengfeng’e fırlatırken söyledi “Bir süre dinlenelim. Ardından Karaağaç Kalesi hakkında bazı ayrıntıları öğreniriz…”

 

… … … …

 

Karaağaç Kalesi’ndeki geniş bir salonda, kibar ve eğitimli görünen orta yaşlı bir adam masanın başında oturuyordu. O adam Karaağaç Kalesi’nin lideri olan Han Xiao’dan başkası değildi. Solundaki ilk sandalyede sarı suratlı iri yarı bir adam vardı. Bu adam yardımcı lider Yang Tian’dı. Onun solundaki kişi ise sıradan görünümlü orta yaşlı bir adamdı. O adam kaledeki dört konak ustasından geriye kalan tek kişi Xiao Chen idi.

 

O sırada, bu adamların hepsi salondaki haydutun verdiği raporu ciddi bir ifadeyle dinliyorlardı.

 

“Pa!”

 

Han Xiao'nun ifadesi giderek daha da çirkinleşti. Sonunda oturduğu sandalyenin kol dayama yerini avuç içiyle ezmesine engel olamadı ve kızgın bir şekilde bağırdı: “Kim bana neler olduğunu söyleyebilir? Tiger Li dağdan izinsiz olarak ayrıldı ve geri dönmedi. Kasap onu aramak için gönderildi ama gittiğinden beri ondan da haber yok. Dahası durumu araştırmak için gönderilen birkaç grup adam bile kayıplara karıştı… Neler oldu? Dağın eteğinde azgın seller ve vahşi yaratıklar mı var? Hepsi hiçbir iz bırakmadan kayboldular. Birileri bizim Karaağaç Kalemizi mi hedef almak istiyor?”

 

Han Xiao’nun nazik görünümlü yüzü şimdi oldukça acımasızdı. Gözleri rapor veren adamın üstünden geçtiği zaman o adam aniden sanki kuzey kutbuna düşmüş gibi hissetti. Oldukça soluk bir yüzle yere oturdu. Bütün bedeni titriyordu: “Li… Liderim, ben… Ben de bilmiyorum…”

 

“Galeyana gelmeyin liderim. Eğer gerçekten de dışarıda güçlü bir düşman varsa o zaman soğukkanlılığımızı kaybetmemeliyiz.” Kaba görünümlü yardımcı lider Yang Tian şu an beklenmedik bir şekilde oldukça sakindi. Han Xiao’nun çılgına dönmesini engelledikten sonra devam etti: “Şu anki durum net değil. Bu yüzden dikkatsizce bir hareket yapıp, düşmanın avantajı ele geçirmesine izin vermemeliyiz.”

 

“Herhangi bir fikrin var mı?” Han Xiao biraz sakinleştikten sonra sordu.

 

"Konak ustası Li ve konak ustası Tu geri dönmediler. Sanıyorum ki düşmanla çoktan karşılaşmış olmaları muhtemeldir. Onlar son seviye Ruh Çırağı seviyesindeler ve birkaç düzine adamları var ama onların hiçbiri geri dönmedi. Sanıyorum ki düşmanlar da büyük ihtimalle ruh geliştiricileri ve zayıf olanlardan değiller. En önemli şey ise büyük ihtimalle onlar özel olarak bizim Karaağaç Kalemizi hedef almak için buradalar!”

 

“Ama yakındaki şehirlerdeki büyük güçlerin hepsi bizim arkamızda okulumuzun olduğunu biliyor. Hatta yerel güçler bile bize göz yumuyor. Kim bizi hedef almak ister ki?”

 

“Düşman, soruşturmak için gönderdiğimiz tüm adamları imha etti çünkü doğal olarak kimliklerini bilmemizi istemiyorlar ve aynı zamanda bizi zihinsel bir gerginliğe sokmak istiyorlar. Dağdan aşağı başka kimseyi göndermemiz bizim için daha iyi olur. Dağdaki savunmamızı güçlendirelim ve düşmanı buraya çekebilir miyiz görelim. Ama…”

 

“Ama ne?” Han Xiao, onun yüzündeki nahoş ifadeyi görmesi üzerine tedirginlikle sordu.

 

“Konak ustası Zhong haraçların okula götürülmesine eşlik ediyordu. Şimdiye çoktan kaleye gelmiş olmalıydı. Ama şu an korkuyorum ki…”

 

“Ne?!” Han Xiao o kadar şok olmuştu ki aniden ayağa fırladı, Yang Tian’a gözlerini dikti ve sordu: “Yani diyorsun ki, konak ustası Zhong bile düşmanın eline düştü?”

 

Yang Tian’ın kafasıyla onayladığını gördükten sonra Han Xiao keyifsiz bir tavırla geri yerine oturdu ve ellerini herkese sallayarak dedi: “Hepiniz ayrılabilirsiniz. Yardımcı liderin dediği gibi yapın. Dağdaki savunmayı güçlendirin ve gizlice giren biri olursa hemen rapor edin!”

 

… … … …

 

Karaağaç Dağı’nın eteklerindeki ormanda gizli bir yer… Buradan, dağa uzanan tek yolu görmek mümkündü.

 

Bai Yunfei mızrak teknikleri çalıştıktan sonra bir ağaca yaslanmış dinleniyordu. Li Chengfeng ona baktı ve biraz kuşkulu bir ifade ile sordu “Yunfei, bu haydutlar üç gündür herhangi bir harekette bulunmadılar. Dağın eteğinde bu şekilde yolu gözlemeye devam mı edeceğiz? Yanımızda bol bol yiyecek getirmiş olmamıza rağmen bu haydutların yiyeceğiyle karşılaştırıldığında herhangi bir anlam ifade etmiyor. Eğer bir ya da iki ay boyunca dağdan inmezlerse ne yapacağız?”

 

Bai Yunfei matarasını çıkartıp bir yudum su içti ve gülerek konuştu: “Endişelenme. Endişelenmesi gerekenler o haydutlar. Zaten dağdaki durum hakkında biraz bilgi edindik. Şu an dağda bulunan ruh geliştiricileriyle ilgili bilgimize göre, son seviye Ruh Kişiliği olan yardımcı lider bile tek başına ikimizi zor bir mücadeleye çekmek için yeter. Orta seviye Ruh Savaşçısı olan liderden bahsetmeye bile gerek yok. Bir de son seviye Ruh Kişiliği olan bir konak ustası var. Eğer aceleyle saldırırsak, büyük ihtimalle kendimizi tehlikeye atarız…”

 

"Peki, ele geçirdiğimiz bu bir miktar bilgi işe yarar mı? Ya kandırıldıysak?” Li Chengfeng tereddütle sordu.

 

“Onlara tamamen güvenemeyiz ama bu bilgilerin de tamamen yanlış olduğunu düşünmüyorum. En azından az çok dağdaki haydutların gücünü, genel arazi yapısını ve gözetlemek için birkaç gizli yeri biliyoruz. Görünüşe göre dağdan kendi istekleriyle inmeyecekler. Öyleyse bu gece dağa bir yürüyüş yapalım.”

 

Gecenin geç saatlerinde, horlaya horlaya uyuyan Han Xiao aniden bir bağırtı sesiyle sıçrayarak yerinden uyandı. Hızla ayağa kalktı. Henüz kıyafetlerini giymişti ki kapı çalındı. Kapının dışından bir haydut rapor verdi: “Lider, birileri gizlice dağa girmiş! Konak ustası Xiao çoktan olay yerine doğru gitti!”

 

Han Xiao kalenin salonuna vardığında, yardımcı lider Yang Tian da onunla aynı zamanda varmıştı. Han Xiao’yu gördükten sonra Yang Tian oldukça endişeli bir ifadeyle konuştu: “Lider, çabuk oraya gidelim. Bu kafasız Xiao Chen beklenmedik bir şekilde bizim komutlarımızı beklememiş ve izin almadan oraya gitmiş. Şimdi ancak biz gelene kadar işgalciyi oyalayabileceğini umut edebiliriz…”

 

O ikisi, bir grup haydutu toplayıp ardından çabucak kaleden dışarı çıktılar. Savaş alanını giderken önce belli belirsiz bir savaş narası ardındansa acınası çığlıklar duydular.

 

Karaağaç Dağı’na giden yalnızca bir yol vardı ve bu yol alt kısımlarda dar, üst kısımlarda genişti. Şu anda dar bir birleşme yerinde yüzden fazla hayduttan oluşan bir grup vardı ama onların çoğu arka tarafta yığılmışlardı. Ön tarafta gerçekten savaşan yalnızca birkaç düzine haydut vardı.

 

Li Chengfeng, hızlı ve çevik bir leopar gibi savaş alanında bir ileri bir geri atılmaktaydı. Elindeki hançerler her darbe vurduğunda biri yere düşüyordu. Yanına gelen bütün haydutlar onun tarafından öldürüldü.

 

Biraz arkada, Ateş Uçlu Mızrağı tutan Bai Yunfei, kendisi de mızrak kullanan başka bir adamla savaşıyordu. Onunla savaşan adam Xiao Chen’den başkası değildi.

 

Bai Yunfei, Xiao Chen’den daha güçlüydü ama açıkçası Yunfei’nin mızrak teknikleri rakibininki kadar iyi değildi. Yunfei rakibinin tekniklerinden bir şeyler öğrenebilmek için kendini tuttuğundan, ikisinin savaşı bir çıkmaza girdi.

(Ç.N: Bu son cümleden ben de bir şey anlamadım ama çok da sıkıntı değil herhalde sonraki paragrafta dövüşü anlatıyor.)

 

Bai Yunfei kendisine gizlice saldırmak isteyen bir haydutu mızrağıyla deştikten sonra Bai Yunfei Xiao Chen’in mızrağının yatay bir saldırısından eğilerek kaçındı. Aynı zamanda kendisi de bir yatay saldırı yaparak rakibini birkaç adım geri çekilmeye zorladı. Kafasını kaldırıp dağın tepesine bakınca akın ederek gelmekte olan büyük haydut grubunu belli belirsiz görebildi.

 

Bai Yunfei mızrağıyla durmaksızın Xiao Chen’e birkaç hamle yaptı, ardından kendisine gizlice saldırmak isteyen bir haydutu yakaladı ve onu rakibine doğru fırlattı. Li Chengfeng’e dönüp bağırdı: “Zamanı geldi. Geri çekilmeye hazırlan!” Aynı anda kaçmaya hazır bir şekilde arkasını döndü.

 

“Kaçmak mı istiyorsun? O kadar kolay değil!” O adama vurup atan Xiao Chen, Bai Yunfei’nin çekilmek istediğini duyar duymaz yüksek sesle bağırdı. Mızrağını Bai Yunfei’nin sırtına doğru sapladı.

 

Ama Bai Yunfei arkasını döndüğü anda sönük bir gülümsemenin ağzında ortaya çıktığını bilmiyordu!

 

Attığı adım üzerinde dönerek aniden arkasını döndü. Ellerindeki Ateş Uçlu Mızrak, gelmekte olan mızrağı yan tarafa saptırarak kızıl bir yay çizdi.

 

Mızrağın gövdesinden gelen devasa güç Xiao Chen’i korkuttu. Ardından yüzü şok oldu: Beklenmedik bir şekilde rakibi bütün bu zaman boyunca rakibi tüm gücünü göstermemişti! Tam geri çekilmek istediğinde, Bai Yunfei mızrağı geri çekip mızrağıyla saldırmak yerine ayağıyla yeri tepti onun yüzüne doğru atıldı.

 

Rakibinin korkmuş bakışları altında, Bai Yunfei sağ yumruğunu kaldırdı ve rakibinin tamamen savunmasız göğsüne yıkıcı bir darbe vurdu.

 

Çakışan Dalgalar Sanatı, Üç Katlı Yumruk Kuvveti!

 

Mızrak Xiao Chen’in ellerinden kaydı. Göğsündeki bir bölge garip bir biçimde içe doğru göçtü ve kan kusarak geriye doğru uçtu.

 

Son birkaç gündür Üç Katlı Yumruk Kuvvetinin pratiğini yapan Bai Yunfei, artık onu kullandıktan sonra kendine gelmek için bir zamana ihtiyaç duymuyordu. Uçurulduktan sonra hala havada olan rakibinin bedenine mızrağını defalarca saplayarak savurdu.

 

Xiao Chen’in vücudunda çeşitli kanlı delikler oluştu ama o hiçbir tepki vermedi. Belli ki çoktan ölmüştü ama Bai Yunfei hiç yavaşlamadı. Mızrağı altıncı defa sapladığında, gözleri parladı ve şiddetle bağırdı: “Patla!”

 

“Güm!!”

 

Bütün bir grup dili tutulmuş haydutun bakışları altında göz açıp kapayıncaya kadar Xiao Chen’in vücudu parçalara ayrılarak patladı. Ardından bir kan yağmuru bütün haydutların kafalarını ve yüzlerini ıslatarak küçük bir alana yağdı.

 

Bu, Han Xiao ve Yang Tian'ın savaş alanına varırlarken gördükleri ilk sahneydi.

 

Bai Yunfei görüş alanına az önce girmiş olan uzaktaki büyük haydut grubuna bir bakış attı ve ardından duraksamadan arkasını döndü. O ve Li Chengfeng birlikte dağın eteğindeki yolda gözden kayboldular. Tek bir haydut bile onları takip edip saldırmaya cesaret edemedi.

 

Dağa daha yeni varmış olan bütün haydutların kulaklarına dağın eteklerinden, uzaktan, yankılanan kelimeler tüm haydutları ürpertti.

 

“Bundan üç gün sonra, biz Karaağaç Kalesi’ni yok edeceğiz! Üç gün sonra hala dağda olan herkes… öldürülecek!”

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr