Bölüm 316: Jun Yue

avatar
10746 26

True Martial World - Bölüm 316: Jun Yue


 

Çeviri: bebebikusvisi Düzenleme: Fullbringer

 

 

“Kıdemli Yi, az önce ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ni mi kullandınız?”

 

Yi Yun arenadan indiğinde takım arkadaşları etrafını sarıp sordu.

 

Tai Ah Kutsal Krallığı’nın en iyi yetiştirme tekniği olan ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ çok ünlüydü.

 

Birçok çaylak bu tekniğin adını duymuştu ama daha önce hiç görmemişti.

 

“Elbette öyle, sormanıza gerek var mıydı ki?” dedi başka bir genç. “‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ çok güçlü. Bir saniye içinde tüm o zehri yakıp kül etti.”

 

Bu gençler, daha önce ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ni öğrenmenin çok zor olduğuna dair söylentiler duymuşlardı. Duyduklarına göre, birçok dahi öğrenmeyi denemiş ama başarısız olmuştu.

 

Wen Yu gibi, çaylaklar arasında öne çıkan figürler, ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ni kendilerine hedef olarak bellemişlerdi. Ama şu an için bu hedeflerinden fazlasıyla uzaktılar.

 

Yi Yun, ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’ni ustaca kullanabiliyordu. Bir silah olarak metal bir tuğla bile kullanabiliyordu. Ve onlardan çok da büyük değildi, yine de ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’nde onları hem hayran bıraktıracak hem de kıskandıracak bir seviyeye ulaşmıştı.

 

“Hehe, Yi Yun veledi durumu iyi idare etti!” Yakında duran Cang Yan memnun bir ifadeyle sakalını ovuşturuyordu.

 

Cang Yan dışında, Jian Ge de tüm karşılaşmayı izlemişti. “Yi Yun’un ‘Tai Ah Kutsal Tekniği’, kayıp olduğu bir yılda çok ilerleme kaydetmiş!”

 

Yi Yun sadece yetişim seviyesini arttırmakla kalmamış, her yönüyle etkileyici bir ilerleme katetmişti.

 

“Elbette öyle olacak, ona kimin öğrettiğini düşünüyorsun?” Cang Yan oldukça keyifliydi.

 

Jian Ge bu sözlere cevap vermedi. Bu ihtiyar utanmadan bu konu hakkında övünüyordu.

 

Yaşlı adam Cang elbette Yi Yun’a çok yardımcı olmuştu ama ona bir şey öğretmemişti.

 

Ama Jian Ge bu konuda Cang Yan ile tartışmak istemedi. Yi Yun’u ilk keşfedenin Cang Yan olduğunu biliyordu. Ve başlangıçta onu sabre mezarına götüren de Cang Yan idi.

 

“İki koltuk kazandı bile. Yi Yun’un dönemi, Tai Ah Kutsal Şehri’nin son yıllarda gördüğü en güçlü dönem. Qin Haotian’ın dönemini bile aşıyor hatta. Ne yazık ki, hâlâ gençler. Yuan Tesisi Âlemi’ne girmiş olsaydılar daha iyi olurdu.”

 

Yarışma kuralları, sınırı on beş yaş olarak belirlemişti. Ve bu da Yi Yun, Qiuniu ve Chu Xiaoran için büyük bir dezavantaj yaratıyordu.

 

Bu turnuvada, üçüncü yıllarında olan yetişimciler, en önemli olanlardı. Ama ne yazık ki, Tai Ah Kutsal Şehri’nin üçüncü yıllarında olan yetişimcileri arasında bahsetmeye değer tek kişi Li Hong idi.

 

Ve ne yazık ki, Li Hong tek başına bir şey yapamazdı.

 

Karşılaşması sona erdikten sonra, Yi Yun’un yapacak bir işi kalmamıştı. Kalan karşılaşmaların bitmesine de hâlâ zaman vardı.

 

Yi Yun bu nedenle yerine oturup meditasyon yapmaya başladı.

 

Kılıç mezarındaki kılıç gerçeklerini anlamaya çalışıyordu.

 

Gençlerden birkaçı, Yi Yun’un meditasyon yaptığını gördükten sonra birbirlerine baktı. Yi Yun’un hâlâ çıkacağı karşılaşmalar vardı.

 

Diğer takımların maçlarını izlemek ve rakiplerini gözlemlemek zorundaydı ama orada öylece oturup meditasyon yapıyordu.

 

On beş dakika önce olsaydı, Wen Yu, Yi Yun’un bu davranışını hor görürdü ama Engerek’i kolayca alt ettiğini gördükten sonra diyecek bir söz kalmamıştı.

 

Aynı şeyi yapan farklı insanlar, tamamen farklı sonuçlar elde ederlerdi. Zayıflar bunu yapsa geri zekalılık olarak adlandırılırdı ama bunu yapan kişi güçlü olursa, onun uzmanlığının bir göstergesi olarak addedilirdi.

 

“Ne diye sersem sersem duruyorsunuz! Biraz bilgi edinelim!” Wen Yu, diğer gençlerin kafalarına hafifçe vurdu. Şimdiye kadar bir şey yapamamışlardı, kendilerini en azından bunu yapmak zorunda hissediyorlardı.

 

Dört oluşumun ittifak yarışması, eş zamanlı olarak bu küçük takımların savaşlarıyla başlıyordu.

 

Daha sonra, önce on beş yaş altı grubun, sonra on beş yaş üstü grubun tüm üyelerini kapsayan müsabakalar yapılacaktı.

 

Yi Yun’un grubundakiler, çeşitli takımların savaşlarını izlemek için ayrıldı.

 

Hâlâ meditasyon yapmakta olan Yi Yun ise, Wen Yu ve diğerlerinin ayrılışıyla ilgilenmedi. Birkaç kişinin onu izlediğini hissediyordu. Ona yönelik bakışlar hem korku hem de düşmanlık içeriyordu.

 

Yi Yun’un onların kim olduğunu anlaması için gözlerini açmasına gerek yoktu.

 

“Bu velet düşük seviyesine rağmen Engerek’i yenebildi…”

 

Uzakta olmayan Yang Haoran, tek yumruğunu öyle bir sıkıyordu ki, tüm kolu titriyordu.

 

Yi Yun ile Engerek’in savaşının sonucu onun için beklenmedikti. Yi Yun’dan kurtulmak için, acımasız ve güçlü olan Engerek’i dikkatle seçmişti.

 

Peki, Yi Yun’un gücü… Nasıl bir seviyeye ulaşmıştı?

 

Aniden tamamen başarısız olma ihtimali olduğunu fark etti. Yang Haoran tek koluyla, şu anki hâliyle bile Yi Yun’un dengi olamayabilirdi!

 

Bu düşünce, onun kendine olan güvenini iyice sarstı.

 

“Haoran… Ona zarar vermekten… Vazgeçsek daha iyi…”

 

Yang Haoran’ın yanındaki Li Hong da kendine güven eksikliği hissetmeye başlamıştı.

 

Li Hong kindar biriydi. Onu kızdıran herkese yaptığının on katını ödetme yollarını düşünmeden duramazdı.

 

Ama bunu yaparken karşısındakinin kim olduğuna bakmayı da ihmal etmezdi. Karşı tarafın ondan daha güçlü olduğunu bilirse intikam almaya çalışmayı da aptalca görürdü.

 

Başlangıçta Yi Yun’a diklenmişti, çünkü ona kolayca zulmedebileceğini düşünmüştü.

 

Ama şimdi, Yi Yun’un gücü de yetenekleri de onu aşmıştı. Bazı ölçütlerden onu aşalı çok olmuştu hatta. Sahip olduğu tek avantaj arkasındaki aşiretiydi. Ama artık bu da, Yi Yun’a tüm desteği sunan Tai Ah Kutsal Şehri’nin bilgelerine kıyasla önemsizdi.

 

Yi Yun ileride Tai Ah Kutsal Krallığı’nda önemli bir figür hâline geldiğinde ona dokunamayacağı gibi trajik bir sonla da karşılaşabilirdi.

 

Li Hong tüm o öfkesine rağmen, vazgeçmeyi bir süredir düşünmekteydi zaten.

 

“Korkuyor musun?” Yang Haoran öfkeyle Li Hong’a baktı.

 

Li Hong başını salladı. Yi Yun’dan korkuyordu ama Yang Haoran’la da zıtlaşmak istemiyordu. “Onun dengi olamayabileceğimizi hissediyorum sadece…”

 

“Dengi ola…” Yang Haoran dişlerini sıktı. Li Hong’un sözlerinin doğru olduğunu itiraf etmek zorundaydı.

 

Yi Yun, ittifak koltuk yarışmasında parlak sonuçlar alarak kendini göstermiş biriydi ve Büyük Usta Yuehua’nın öğrencisi olmasının yanında Tai Ah Kutsal Şehri’nin Kıdemlilerince de takdir ediliyor, kollanıyordu. Aileleri, sırf onlar istiyor diye böyle birini rahatsız etmezdi.

 

Ve asıl konu ise, aşiretin bu konudaki artıları ve eksileri değerlendirecek olmasıydı. Bir kolunu kaybetmişti neticede. Ondan bile vazgeçebilirlerdi.

 

Bu büyük aşiretlerin gerçekliği ve zalim dünyasıydı.

 

Yang Haoran bunun hakkında düşünürken kedere boğuldu.

 

“Yi Yun kolumu kopararak dövüş sanatları kariyerimi mahvetti. Ama yine de ben, Yang Haoran buna göz yummak zorundayım… Daha öne böyle bir aşağılamaya maruz kalmış mıydım…”

 

Savaşçıların dünyasında güçlü olan saygı görürdü. Yi Yun gücünü ispatladığı zaman, önemli bir aşiretin oğlu bile önünde eğilmek zorundaydı.

 

Li Hong, Yang Haoran ile Yuan Qi kullanarak ses iletimi ile konuşurken arkasındaki arenadan nahoş bir çığlık duyuldu.

 

Li Hong arkasını döndü ve takım üyelerinden birinin kolu kırılmış bir şekilde arenada yatmakta olduğunu gördü.

 

Bu takım üyesi de bir çaylaktı. Yüzü solmuştu ve yerde sarsılarak yatıyordu. Sonuç barizdi.

 

Yi Yun’unki dışında en hızlı ilerleyen grup Li Hong’unkiydi.

 

Bunun nedeni de, Li Hong’un takımının bir sürü beceriksizle dolu olmasıydı. Yi Yun’un takımıyla aynıydı neredeyse.

 

Aynı şekilde beceriksiz takım arkadaşlarıyla dolu bir gruba sahip olsa da Yi Yun parlamış, on beş dakikadan kısa bir sürede iki koltuk kazanmayı başarmıştı. Ama Li Hong’un grubu, neredeyse yok olmuştu.

 

Onu koruması gereken öncülerin birbiri ardına yenilmesinden sonra rahat bir şekilde oturamazdı artık.

 

Fark, çok büyüktü!

 

“Gerçekten de çok güçsüz!”

 

Arenada iri yarı bir genç vardı ve gülüyordu. “Siz vazgeçilmiş grupsunuz, değil mi? Bu grubun lideri olmanın senin için bir aşağılama olduğuna eminim.”

 

Bu gencin sözleri Li Hong’u sinirlendirdi.

 

Li Hong’un ifadesi, uzun asasıyla arenaya çıkarken buz gibiydi. Takımında onun dışında kimse kalmamıştı, bu yüzden arenaya çıkmak zorundaydı.

 

Asasını sallayıp iri yarı gence doğrulttu. “Saçmalıklarını kes. Görelim bakalım daha ne kadar kibirli kalabileceksin.”

 

Li Hong, Tai Ah Kutsal Şehri’nin üçüncü yılında olan en iyi yetişimcisiydi. Sıradan bir öncü tarafından kışkırtıldıktan sonra nasıl sakin kalabilirdi ki?

 

“Ah Jun, aşağı in. Onu bana bırak.”

 

O an karşı taraftan kayıtsız bir ses geldi ve uzun ince bir adam arenaya doğru yürüdü.

 

Bu adam bir genç gibi görünmüyordu. Yetişkin gibi görünüyordu, gözleri kısıktı ama içinde savaşma ruhunun parıltıları vardı. Farklı bir tür aura yayıyordu.

 

Az önce kibirli davranan genç, bu adamı görünce hemen saygılı davranmaya başladı.

 

“Kıdemli Jun Yue, siz lidersiniz. Neden küçük bir balıkla uğraşmanız gereksin ki?”

 

Jun Yue gencin söylediklerine aldırmadı ve gülerek cevapladı. “Aslında hiçbir şey yapmamayı düşünüyordum, ama… Sekizinci arenada Engerek’in yenildiğini gördüm. Engerek’i yenen eleman oldukça ilginç görünüyor. Bu nedenle ellerim kaşınmaya başladı. Ona karşı savaşmak istiyorum, ama önce bunda biraz ısınmam gerek!”

 

Jun Yue’nin davranışları çok rahattı. Konuşurken, gözlerini kapatmış olan Yi Yun’a bakmaya devam ediyordu. Dudaklarında bir gülümseme oluşmuştu.

 

Arenada duran Li Hong’un yüzü ise yemyeşil kesilmişti.

 

Jun Yue ona zorbaca davranıyordu!

 

Sadece Yi Yun’u rakibi olarak görüyor, onunla olan savaşını ‘ısınma’ olarak değerlendiriyordu.

 

Ölümüne susamışsın!

 

Li Hong yumruğunu sıktı. Elindeki damarlar solucan gibi kıvrılmaya başladı. İtibarını geri kazanmak için savaşmak zorundaydı!

 

O da Cennetin gururlu bir oğluydu. Onu görmezden gelen bir rakibi dişleriyle parçalamayı arzulardı.

 

Bu savaş, liderler arasındaki bir başka savaş olduğu için Tai Ah Kutsal Şehri’nden bir yasa uygulayıcı, hakem olarak öne çıktı. İki tarafa da hazır olup olmadığını sorduktan sonra bile Jun Yue’nin elleri hâlâ boştu. Bir silah çıkarmamıştı.

 

“Bir silah çıkarmayacak mısın?” Li Hong’un ifadesi iyice karardı. Ama rakibine silahını çekmesi için de bağırmadı.

 

Rakibinin çok güçlü olduğunun farkındaydı. Silahını çekmese bile elinden gelenin hepsini yapmak zorunda kalacaktı. Zafere ulaşmasının tek yolu, düşmanının onu küçümsemesinin avantajını kullanmaktı.

 

“Karşılaşma başlasın!”

 

Yasa uygulayıcının duyurusuyla birlikte, Li Hong asasıyla ileriye atıldı.

 

Aynı anda, arkasında da bozayı şeklinde bir ‘Görünüş Totemi’ belirdi!

 

Li Hong, geçtiğimiz yıl kendi ‘Görünüş Totemi’ni yoğunlaştırmıştı. Oldukça güçlü olan Jun Yue’ye karşı, en baştan itibaren her şeyini ortaya koymak zorundaydı!

 

Ama Jun Yue, Li Hong ona doğru gelmekte olsa bile bir kılıç gibi arenanın ortasında dikilmekle yetindi.

 

Li Hong otuz metre kadar yakınına geldiğinde göz bebekleri daraldı ve soğuk bir parıltı yaymaya başladı.

 

“Cha! Cha! Cha!”

 

Li Hong’un ayaklarının altındaki metal fayanslar, inanılmaz bir değişim geçirdi. Başparmak kalınlığındaki metal ok mermileri yerden ayrılarak Li Hong’a doğru ilerlemeye başladı!

 

Ne?

 

Li Hong’un ifadesi değişti. Ne tür bir saldırıydı bu?

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44254 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr