Bölüm 158: Merkezi İlahi Kule

avatar
11075 29

True Martial World - Bölüm 158: Merkezi İlahi Kule


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35


“Bu devasa alev renkli kuş ne?” Yi Yun arkasında duran kişiye sordu. Son birkaç günde, beraber yolculuk ettiği insanlardan birkaçıyla arkadaş olmuştu.


“O, Vahşi Ateş Kuşu. İlkel bir metruk hayvan olan Kızıl Kuş ile kan bağı vardır. O da Çatırdayan Alev Hayvanı da ateş temelli metruk hayvanlardır. Başka bir ateş temelli hayvanı tüketmek, gelişmelerine fayda sağlar. İkisi de metruk hayvan olsa da aralarındaki fark muazzam!” dedi kısık sesle yanındaki tombul genç.


Bu gencin adı Xu Zheng idi. Yi Yun’un yolculuk sırasında edindiği yeni arkadaşlarından biriydi.


Xu Zheng tombul çenesine dokundu ve dudaklarını yaladı. “İlkel kan bağına sahip metruk hayvanlar, tsk tsk. Onlar insan bedeni için çok faydalıdır. Vahşi Ateş Kuşu’nu ele geçirebilir ve kemiklerini arıtabilirsen ederi paha biçilemez olur. Onu alabilmek için aç kalmaya bile razı olurlar.”


Yi Yun yolculuk sırasında farklı metruk hayvanların güç tasnifini öğrenmişti.


En güçsüzü normal metruk hayvanlardı. Azgın hayvanlardan tek farkları Yer ve Gök Yuan Qi’sini işleme kabiliyetleriydi. Azgın hayvanlar Qi Gatherer’a ulaşmamış Ölümlü Kan savaşçılara benziyorken bu normal metruk hayvanlar Qi Gatherer’a veya daha yukarıya ulaşmış savaşçılara benziyordu.


Normal metruk hayvanlardan sonra gelenler, elit seviye metruk hayvanlar, general seviye metruk hayvanlar, kral seviye metruk hayvanlar…


Daha da ötesinde ilkel seviye metruk hayvanların ve ilk metruk hayvanların geldiğine dair söylentiler de vardı, ama bunlar, Yi Yun’un idrak kabiliyetinin ötesinde şeylerdi.


Bir metruk hayvanın güçlü olması için gereken en önemli kriter kan bağıydı. İlkel metruk hayvanlara uzanan bir kan bağına sahip olanlar doğal olarak daha güçlü olmaya yatkındı.


Biri kadim bir türü öldürebilir de kanını ve kemiklerini elde edebilirse, onunla iksir veya kalıntı yapabilirdi ve bunların da değeri ölçülemez olurdu.


Elbette, Yi Yun için çok uzak bir ihtimaldi bu. Normal bir metruk hayvanı yenmek için dahi ne kadar zorlanacağının farkındaydı, kadim bir türe karşı ne yapabileceğinden bahsetmeye bile gerek yoktu.


Hava kararmaya başlarken hava gemisinin içinde de bir patırtı koptu. Yi Yun sesleri duyunca pencereden dışarı baktı. Gördüğü şey, onu tamamen afallattı.


Kutsal yaban kampının bir şehrin içinde olduğunu daha önce duymuştu. Bu şehir, kutsal yabanın içinde bulunuyordu ve Tai Ah Kutsal Krallığı’nın Kutsal Şehir’i olarak biliniyordu!


Kelimeler rüzgar gibidir ama görmek, inanmaktır. Yi Yun şimdi, şehri gördükten sonra neden buraya Kutsal Şehir dendiğini anlamıştı!


Sonsuz boz ovalardan oluşan milyonlarca millik düzlüğün içinde bir şehir duruyordu. Yer altından yükselmiş devasa bir kayanın üzerine inşa edilmişti!


Bu şehir, siyah renkli bir hisardı. Altında taştan temel sütunları vardı. Yarıçapı düzinelerce mil, yüksekliği on binlerce metreydi ve tepe noktası tıraşlanmıştı!


On binlerce metre yüksekliğindeki kaya sütununun tepesine kurulmuş şehir, uzaktan bakıldığında siyah bir ejderhayı andırıyordu!


Tai Ah Kutsal Krallığı’nın kutsal yabanda böyle bir şehir inşa etmiş olduğunu düşünmek dahi zordu. En becerikli insan bile bunu gördüğünde iç geçirirdi!


Yi Yun, hava gemisi yaklaştıkça şehir silüetinin yavaş yavaş seçilmeye başlandığını gördü. Bu manzara, ona heybetli bir aura hissettiriyordu, Öyle heybetliydi ki, sanki tanrıların kralı onun hem zihnine hem de bedenine saldırıyordu.


Yi Yun’un göğsü, kanı ateşe verilmiş gibi meçhul bir enerjiyle dolmaya başlamıştı.


Böyle bir şehri tarif etmek için muhteşem kelimesi yetersiz kalırdı.


Şehrin dayandığı kaya on binlerce metre uzanıyordu zaten. Şehrin içinde de uzun binalar vardı, hatta bazıları bulutları bile delip geçiyordu.


Şehrin etrafındaki duvarlar, gökyüzüyle birleşikmiş gibi görünüyordu, sanki sonsuza dek yükseliyorlardı.


Şehrin önünde devasa, koyu kahverengi renkli bir meydan vardı. Kanla kaplanmış gibi görünüyor, sonsuz bir enerjiyle öldürme niyetinin mevcudiyetinin hâlâ bu topraklarda hüküm sürdüğünün sinyalini veriyordu.


Meydanın yanında, yeşil devlere benzeyen kalın ve uzun, yaşlı ağaçlar vardı.


Tüm şehir, duvarlarının ayna gibi pürüzsüz olduğu keskin bir uçurumun üzerinde duruyordu. Uçurumu on binlerce metre aşağıdaki ovalara bağlayan hiçbir yol yoktu, sadece su kovası büyüklüğünde siyah, metal zincirler vardı.


Aşağıdan bakıldığında alttaki zincirler devasa, yukarıdakiler ise incecik görünüyor ve yukarıdaki zincirler en sonunda bulutların içinde kayboluyordu. Korkunç bir görünümdü.


Bu zincirler boşluğa asılan köprülerdi ve kutsal yabanın ovalarından şehre tek giriş yoluydu.


Böyle yapılması şehre giriş çıkışları zorlaştırıyordu ama savunmayı kolaylaştırdığından büyük bir avantaj teşkil ediyordu.


Kutsal yabanda bazen hayvan sürüleri görülürdü. Gerçi hayvan sürülerinde kral seviye metruk hayvanlar olmazdı ama yine de bu sıradan bir şehir olmuş olsaydı, uzun zaman önce hayvan sürülerinin ayaklarının altında çiğnenmiş, istila edilmiş olurdu!


Yer altından çıktıktan sonra on binlerce metre yükselmiş bir kayanın üzerine inşa edilmiş şehir zirvede tek başına duruyorken ve bir de zincirler çekilmişken, sıradan metruk hayvanlara karşı tamamen savunulmuş oluyordu.



Hava gemisi, şehrin önündeki meydana indi.


Meydanda park hâlinde duran, içinde bulundukları gemiyle aynı büyüklükte olan düzinelerce gemi vardı.


Ve yine meydanda, güçlü görünüşlü pek çok muhafız duruyordu.


Yi Yun, Song Zijun ve hava gemisinde bulunan yüz kişi daha, yere ayak basan ince, kel adamı takip etti.


Yi Yun, gemiden yere indiği an, aşırı yoğun ve baskıcı Yer ve Gök Yuan Qi’sini hissetti.


Yer ve Gök Yuan Qi’si, Bulut Çölü’ne kıyasla on kat daha yoğundu. Yer ve Gök Yuan Qi’sinin yoğunluğu bir savaşçının yetişimi için çok önemliydi, bu yüzden de kutsal yaban, birçok savaşçı için mukaddes bir yetişim cenneti olarak kabul edilebilirdi.


Sonunda meydana gelen Yi Yun, şehrin görkemli aurasını hissetti.


Tai Ah Kutsal Krallığı’nın bir numaralı şehri, Tai Ah Kutsal Şehri!


Zhong Eyaleti’nin kraliyet şehri olan Tai Ah Kutsal Krallığı’nın başkenti, muhteşemdi ve görkemli bir atmosfere sahipti. Ama yine de Tai Ah Kutsal Krallığı’nın savaşçıları için kutsal yabanın içinde bulunan bu şehir, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın gerçek başkentiydi!


Tai Ah Kutsal Şehri onlarca milyon yıl boyunca, Tai Ah Kutsal Krallığı için sayısız savaşçı yetiştirmişti! Burada yetişmişler, burada güçlenmişler ve burada ölmüşlerdi!


“Nasıl hissettiriyor?” diye gururla sordu keltoş lider. Bu şehir, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın gururuydu.


On binlere metre yükseklikte şehir surlarının üzerinde durup, aşağıdaki kutsal yaban ovalarının manzarasını izleyen Kutsal Krallık savaşçılarının gurura kapılmaması mümkün değildi zaten!


“Hadi, şehre girelim!” Kel adam bir el hareketi yaptı ve beraberindeki tüm genç savaşçıları şehre götürdü.


Gökyüzü karanlığa gömüleli çok olmuştu.


Şehir surları teker teker aydınlanmadan önce yazıtlardan dolayı belli belirsiz bir parlaklık yayıyor, Yi Yun’a güçlü bir enerji dalgalanması hissettiriyordu.


Bu yazıt düzenleri, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın düzen ustalarınca yüzlerce milyon yılda yapılmıştı. Yer ve Gök Yuan Qi’si şehir surlarının her santimine enjekte ediliyor ve surları daha dayanıklı bir hâle getiriyordu.


Şehir surlarının mazgallarında üzerlerine hassas düzenler işlenmiş ve ağızları her yöne doğrultulmuş mancınıklar vardı. Mancınıkların donuk ok başları, mor bir enerjiyle parıldıyordu. Şehir surlarındaki tüm düzenlerle beraber hoş bir titreşim çıkarıyordu.


Bu mancınıklar, gece karanlığında hayvanlara benziyordu. Yi Yun’a doğrultulmuş olmasalar da yine de onun tüylerini ürpertiyorlardı.


Bir hayvan sürüsü ortaya çıkacağı zaman, en büyük tehdit uçan metruk hayvanların saldırılarıydı. Bu mancınıklar da uçan metruk hayvanların can düşmanıydı!


Bu nedenle, bu şehrin sayısız Tai Ah Kutsal Krallığı savaşçısının etinin ve kanının yanı sıra bilgeliğinin de harmanlanmasıyla oluştuğu ve ayakta kaldığı söylenebilirdi.


O sırada şehir kapıları açıldı. Yi Yun, kel adamı Tai Ah Kutsal Şehri’nin içine dek takip etti. Sokaklarda pek insan olmadığından şehir boş görünüyordu.


Şehre girildiğinde göze en çok çarpan yapı, şehir merkezindeki büyük kuleydi. Bu kule kare şeklindeydi ve yarısından itibaren bulutlarla kaplıydı. Tepe kısmı, bulutların içinden bulanık bir şekilde görülebiliyordu.


Devasa bir piramit gibi görünüyordu.


Yi Yun kuleyi çevresindeki binalarla kıyasladığında, etrafındaki tüm binaların bu piramidin büyüklüğünün daha abartılı görünmesini sağladığını ama yine de kulenin kendi başına bir dağı andırdığını keşfetti.


Piramidin dış tabakaları bir arı kovanını andıran çıkıntılarla doluydu. Uçan hayvanların ve hava gemilerinin bu çıkıntılara girip çıkabildikleri görülebilirdi. Bu devasa piramide kıyasla, uçan hayvanlar da hava gemileri de sivrisinekler gibiydi.


“Bu, Merkezi İlahi Kule’dir. En üst katı, kutsal yaban şehrinin şehir lordu ile üç kıdemlinin konutudur. Tai Ah Kutsal Şehri’nin elitleri de alt katlarda yaşıyorlar.” Kel adam, onları şehrin içine götürmeden önce kısaca kuleyi tanıttı.


Yi Yun, şehrin içine doğru ilerledikçe şaşkınlığı da arttı.


Şehrin içindeki binaların çoğu zarif görünüşlü değildi. Ama sağlamlıkları ve görkemleri, güçlü ve güvenilir bir aura yayıyordu. Bu dayanıklılık nefes kesiciydi.


Yapılarda kullanılan malzemeler arasında kadim metruk hayvan kalıntıları bile vardı. Yi Yun bu hayvanların dalgalanan ruhlarını hissedebiliyordu.


Bu binalar sağlam ve büyüktü. Bir metruk hayvan şehre girse bile bu binaları yok edebilmesi inanılmaz zor olurdu.


Sokaklardaki sıradan evler bile koruyucu düzenlerle kaplıydı. Çok eski ve basit görünüyorlardı. Bazı sıradan insanların evlerinde bilinmeyen hayvanların bacak kemiklerinden kirişler görünüyordu.


Kemikleri kiriş olarak kullanmak şaşırtıcıydı.


“Oh? Bunlar ne?” Genç bir savaşçı, sokağın her iki yanındaki siyah, yuvarlak, metal platformları işaret etti. Bu yuvarlak platformlar nizami bir şekilde hizalanmıştı ve her birinin üzerinde insan büstü şeklinde bir taş heykel vardı.


Taş heykellerin alt kısmında bazı yazılar yazılmıştı.


Yuvarlak platformlardan birinde şunlar yazıyordu: “2164 W.D.’de Gao Zhi Dünya-Cennet sahnesinde durdu ve üç dakika yirmi dört saniye boyunca dayandı. Ataların rekorlarını kırdı. Bu kayıt, gelecek nesilleri teşvik etmek için bırakılmıştır!”


Dünya-Cennet arenası mı? O da ne?


Yi Yun’un kafası karışmıştı. ‘Gao Zhi’ elbette bir insanın adıydı. Yanılmıyorsa büstü yapılan kişiydi.


Bu yarım adam heykeli, cesur olduğu anlaşılan bir delikanlının heykeliydi.


2164 W.D. ise, Tai Ah Kutsal Krallığı’nın kutsal imparatorlarının ilki olan, Wan De’yi işaretleyen yıldı. Wan De, elli bin yıl önceden bir kutsal imparatordu.


Demek ki, bu metal, yuvarlak platform ve üzerindeki büst elli bin yıldır burada duruyordu. Gao Zhi denen kişi de büyük ihtimal ölmüştü.

 

“Bunlar, kutsal yabanda eğitim gören savaşçıların ardından kalan kayıtlar mı?” Yi Yun, bu sokaktaki metal platformlarda ve heykellerde, Kutsal Şehir’de ortaya çıkan tüm dahilerin kaydedildiğini anladı. Bu insanlar, Kutsal Şehir’de olağanüstü kahramanlıklar yapmış ve onların kaydını düşen bu heykeller de onlara tarihte kalıcı bir yer vermişti.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr