Bölüm 132: Yi Yun Erzak Dağıtır

avatar
10256 34

True Martial World - Bölüm 132: Yi Yun Erzak Dağıtır


 

Çeviri: bebebiskuvisi Düzenleme: bezald35

 

Jiang Xiaorou ile Yi Yun, ayrılmadan önce uzun bir süre birbirlerine sarılı kaldılar.


“Yun’er, seçmeler nasıl geçti?” Jiang Xiaorou, Yi Yun’un sonuçları hakkında endişeliydi. Başarısız mı oldu? Başarısızlığı Lian Chengyu’nun gelecekte başına bela olmasına neden olur mu?


Sonuçta Jiang Xiaorou’nun görüşüne göre, Yi Yun sadece kısa bir süredir dövüş sanatları çalışmaktaydı ve seçmeleri geçme yeterliliğine ulaşması zor olacaktı.


Ama Yi Yun’a soru sorduğu an aklına bir şey geldi. Elleri Yi Yun’un omuzlarındaydı ve onun kıyafetinin dokusunu hissetmişti.


“Uçan balık elbisesi!” Jiang Xiaorou’nun böyle giysiler hakkında bilgisi vardı doğrusu.


Tai Ah Kutsal Krallığı’nda soyluların kıyafetleri kendine özgü detaylara sahipti.


Uçan balıklarla süslenenlere uçan balık elbisesi denirdi. Bu uçan balıklar, biçimsiz ejderhalara benzerlerdi. Uygun koşullar altında bir ejderhaya dönüşebilirlerdi.


Bir üst seviyesi, piton elbiseleri olarak bilinen piton süslemesi; onun da üstü, Quiniu elbisesi olarak bilinen Quiniu(Ejderin İlk Oğlu) süslemesi; turna elbisesi olarak bilinen kutsal turna süslemesiydi.


Ç.N.: Asil sınıfların kendine özgü, sınıfını belirten işaretleri var. Onlardan bahsediyor. Tüm desenler ejderha ile ilişkili ve seviye yükseldikçe biçimi ejderhaya daha çok benziyor.


Kraliyet ailesini belirten süslemeler ise Qi Lin; uçan ejderhalar, beş pençeli ejderha simgeleri gibi çeşitli ejderhalardı.


Rütbe değiştikçe kıyafet de değişiyordu.


“Yun’er...böyle kıyafetler giyemezsin. Biri fark ederse sürülürsün! Bunlar yalnızca asillerin giyebileceği kıyafetler! Çabuk çıkar!” Jiang Xiaorou, Yi Yun’un yakasına dokunurken söyledi. Yi Yun’un başka birinin kıyafetlerini giydiğini düşünmüştü.


Jiang Xiaorou’ya göre soylular ile sıradan insanlar arasında çok büyük bir fark vardı. Sıradan insanların soylu olması inanılmaz zordu!


Jiang Xiaorou, Yi Yun’un soylu olabileceğine inanamıyordu.


Ama hemen ardından bunu fark etti. Eli havada dondu ve inanamamazlık içinde Yi Yun’u tepeden tırnağa süzmeye başladı.


Yi Yun’un sadece uçan balık elbisesi giymediğini, Yanchi kılıcı da taşıdığını gördü.


Üstelik buraya devasa hayvana binerek gelmişti.


Bu hayvan, Jin Long Wei’nin bineğiydi. Çalmak imkansızdı, biri çalabilse bile onu idare edemezdi!


Bu şeyler başka birinin olamazdı.


Jiang Xiaorou tüm bunları göz önüne alarak tek ve şaşırtıcı bir sonuca ulaşabilmişti…


“Yun’er, sen...sen bir soylu mu oldun?” Şaşkın bir hâlde sordu.


Yun’er sadece Krallık Seçmeleri’ne katılarak asil oldu! Bu nasıl oldu peki?


Yun’er olağanüstü bir performans sergilemiş olabilir mi? Böyle bir performans on iki yaşındaki bir çocuğun asil olmasına neden olabilir mi?


“Xiaorou Abla, Krallık Seçmeleri’ni geçtim ve Ölümlü Kan savaşçılar arasında birinci oldum! Jin Long Wei’nin elitlerinden biri oldum. Jin Long Wei Binbaşısı beni Krallık Şövalyesi yaptı. İleride, merkez bölgelerde kendi topraklarım olacak ve Xiaorou Abla’yı iyi bir hayat sürmesi için oraya götüreceğim!” dedi Yi Yun mutlulukla.


Mutluluk genellikle basit şeylerden meydana gelir. İstediğin şeyleri elde ettiğinde ve sonrasında bunu birileriyle paylaşabildiğinde, hissedilen şeydir mutluluk.


Yi Yun’un tutkulu hedefleri göze alındığında Krallık Şövalyesi olmak önemsizdi. Bu daha başlangıçtı.


Ama Yi Yun şimdi bu unvanı kazandığından dolayı kalbinin en derin yerlerinde bile memnuniyet hissediyordu. Çünkü bu unvan, Jiang Xiaorou için çok şey demekti!


Krallık Şövalyesi ihtişam demekti!


Jiang Xiaorou bir rüyadaymışçasına şaşkınca Yi Yun’a baktı.


Ölümlü Kan’ların birincisi...Jin Long Wei eliti...Krallık Şövalyesi…


Yun’er seçmeleri geçmekle kalmadı, olağanüstü sonuçlar alıp bir Krallık Şövalyesi mi oldu?


Yi Yun’un bazı tesadüfi olaylar yaşamış olduğunu, yaşlı adam Su’nun yardımını aldıktan sonra gücünü inanılmaz bir şekilde arttırmış olduğunu bilmiyordu. Yi Yun’un bir asil olabileceğini asla düşünmemişti.


Jiang Xiaorou’nun bu şaşırtıcı haberleri kabullenebilmesi biraz vakit aldı.


“Xiaorou Abla, uçan balık elbisesi hakkında bile bir şeyler biliyorsun…” Yi Yun onun bilgisinden dolayı şaşkındı. Aşiretinden ayrıldığında yedi yaşında olduğunu söylemişti.


Yedi yaşındaki bir çocuğun bu kadar çok kitap okuması, bu kadar çok şey bilmesi, ortalama bir çocuğun yapabileceği bir şey değildi.


Yi Yun, Jiang Xiaorou’nun arka planını merak etti.


“Xiaorou Abla, benimle dövüş sanatları çalışmanı istiyorum.” Yi Yun uzun zamandır bunu düşünmekteydi.


Ölümlülerin ömrü çok kısaydı. Onun genç ölmesini istemediğinden dövüş sanatları çalışmasını istiyordu.


Geçmişte yiyecek yemek bile bulamadıklarından bunu Jiang Xiaorou’dan isteyemezdi.


Ama artık bir Krallık Şövalyesi idi. Bir sürü kaynağa sahip olduğundan Jiang Xiaorou’nun dövüş sanatları çalışmasına destek olmak imkansız değildi.


Yi Yun, Mor Kristal’e sahipti. Onunla enerjiyi özümseyebilirdi ama Mor Kristal vücudunun içerisindeydi. Mor Kristal’in özümsediği enerjiyi Jiang Xiaorou’ya aktarmak onun için zor olurdu.


Jiang Xiaorou’nun yetişimi için başka kaynaklar da kullanmak zorundaydı.


“Xiaorou Abla’nın yetenek seviyesi ne acaba…” Yi Yun, onun olağanüstü bir arka plana sahip olduğunu biliyordu, ondan daha yetenekli olabilir miydi?


Gelecekte Jiang Xiaorou kendini koruyabilecek yeteneklere sahip olursa Yi Yun biraz rahatlardı.


“Yun’er, isteğine uyacağım.” Jiang Xiaorou başını salladı ve yumuşak bir sesle cevap verdi. Geçmişte Yi Yun hakkındaki kararları o veriyordu. Şimdi Yi Yun yavaş yavaş büyümeye başlamış, Jiang Xiaorou da onun kendisi hakkında karar vermesine alışmaya başlamıştı.


“Ama bu isteğinin senin yetişimini etkilememesine dikkat et.” diye ekledi Jiang Xiaorou. Yetişim için fazlasıyla kaynak gerektiğini biliyordu. Eğer o da dövüş sanatları çalışmaya başlarsa, Yi Yun’un kaynaklarının bir kısmını kullanmak zorunda olacaktı.


Yi Yun gülerek, “Bana engel olmayacak.” dedi. “Xiaorou Abla, gidelim hadi. Seni köye geri götüreceğim!”



Yi Yun bir saatliğine ayrılmış olduğundan Lian kabilesi insanları Yi Yun geri dönene dek köyün girişinde beklemişti.


Jiang Xiaorou bineğin üzerinde otururken Lian kabilesinin beş bin kadar insanının orada olduğunu gördü. Bir an için şaşırdı.


Törenlerde bile böyle bir sahne pek görülmezdi.


Kabilenin tüm insanları, kabile insanlarının yaşamlarına yön veren kıdemliler de dahil, karmaşık duygularla Jiang Xiaorou’ya baktılar.


Kızlar, Jiang Xiaorou’yu kıskandılar. Neden onların böyle bir küçük kardeşleri yoktu ki?


Jiang Xiaorou gelecekte Yi Yun’u takip edecek ve yiyecek veya giyecek konusunda endişelenmeyecekti. Abla kardeş, sosyeteye dahil olacaklardı. Böyle bir hayatı düşünmeye bile cesaret edemediler.


Daha önce Jiang Xiaorou’ya zorbalık etmiş olanlarsa korku içindeydiler. Jiang Xiaorou’nun önünde, kedi önündeki fareler gibiydiler.


İnek gübresi atan çocuklar kalabalıkta kaybolmuştu. Jiang Xiaorou’ya bakmaya cesaret edemiyorlardı. Patronları hâlâ yerde kan kusuyordu. Yaptıklarından dolayı büyük bir pişmanlık hissediyorlardı. Nasıl Jiang Xiaorou’ya bakabilirlerdi ki?


“Ai, Hanım geri döndü. Hanım için zor olmalı!” Liu Tie nazik olmak konusunda dikkatliydi. Jiang Xiaorou’ya olan hitabını derhal ‘Hanım’ olarak değiştirmişti. Jiang Xiaorou’nun bu hitabın kendisine yönelik olduğunu fark etmesi biraz zaman aldı.


“Xiaorou Abla!” Zhou Xiaoke, Jiang Xiaorou’nun kollarına atladı.


Zhou Xiaoke ile Jiang Xiaorou’nun ilişkileri her zaman iyi olmuştu. Yaşamış oldukları ayrılık, neredeyse ölüm sebebiyle yaşanan mecburi ayrılıklar gibiydi. Jiang Xiaorou’nun evden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra evi yakıldığında Zhou Xiaoke onun bir daha asla geri dönmeyeceğini düşünmüştü.


Engin yabanda bir başına kalan bir kızın durumu, intihar eden birinin durumundan farksızdı.


Jiang Xiaorou’nun sağlıklı bir şekilde karşısında durduğunu gören Zhou Xiaoke ağlamasına engel olamadı.


Şimdi ikisi de geri dönmüştü. Kardeş Yi Yun da Xiaorou Abla da güvendeydi ve gelecekte her şey daha iyi olacaktı.


Jiang Xiaorou’nun da gözleri kızardı. Zhou Xiaoke’nin başını okşadı ve mutlulukla doldu. Onun için önemli olan şeyleri yitirmemişti. Ve bu da çok güzel bir duyguydu.


İki kız uzun bir süre birbirlerine sarılı şekilde kaldılar. Ayrıldıktan sonra Jiang Xiaorou kalabalığa baktı ve Yi Yun’a sordu. “Yun’er...ne oluyor?”


Yi Yun gülerek, “Yiyecek dağıtacağız!” dedi.


Yiyeceği Jin Long Wei getirdiğinden, onları kendisinin dağıtması doğaldı.


Bineklerle getirilen erzak sınırlıydı. Çokmuş gibi görünüyordu ama Lian kabilesinde yaşayan herkes hesaba katıldığında yetersizdi. Bin hane ve binlerce insan vardı. Tüm bu insanları doyurmak için gerekli olan miktar az değildi.


Yi Yun’un yanında getirdiği erzak yetersizdi.


Bu yüzden Yi Yun’un erzakları dağıtma yolu aşikârdı. Karakterlerine göre dağıtacaktı. İyilere daha fazla verilirken kötüler yan tarafa geçip ağlayabilirdi!


Meydanın ortasındaki tahıl ve et dağının yanında duran Yi Yun’u gören kıdemlilerin gözleri seğiriyordu.


Hayat, inişler ve çıkışlarla doluydu!


Erzağı kabile dağıttığı zamanlar, Yi Yun küçük bir tahıl torbası için savaşçı hazırlama kampı üyeleriyle münakaşaya girmiş, dayak yemekten zor kurtulmuştu. Lian Chengyu gelip gizlice ona zarar vermişti. Mor Kristal’e sahip olmasaydı ölmüş olurdu.


Ama bugün…


Yi Yun’a saldırmak isteyenler artık sakattı, daha fazla yaşamayabilirlerdi. Erzak dağıtma gücü artık Yi Yun’daydı. Kesinlikle kaprisli davranacaktı.


Kıdemlilerin yüzleri ekşidi. Yöneticiler olarak fazla bir şey alamayacaklarından emindiler…


“Wang Teyze, Zhou Amca, Xiaoke!” Yi Yun onları çağırdı ve, “Bu yiyecekler sizin.” dedi.


Beş ağır torba tahıl, üç torba sebze ve biraz da temizlenmiş hayvan eti seçerek Wang Teyze’ye verdi.


Onlara bu kadar çok yiyecek verilmesi, insanları kıskandırdı. Wang Teyze’nin ailesinin artık lapa yemesi gerekmeyecekti. Güzel kokulu pirinç, pişmiş et ve kızarmış sebze yiyebilirlerdi. Dünya üzerindeki cennet böyle bir şeydi.


Wang Teyze gülümsemekten kendini alamadı. Zhou Xiaoke’nin yüzü kızardı ve Yi Yun’un elini tuttu.


“Sun Amca, bu senin…” Onlara erzak verme sebebi, anılarında yardımsever bir aile olmalarıydı. Bu insanlar, erzak aldıktan sonra neşelendiler.


Ama Yi Yun bu dünyaya geçtiğinden beri, on iki yaşından önceki anıları yoktu. Lian kabilesi insanlarının çoğunu tanımıyordu. Kimlerin iyi kimlerin kötü olduğunu bilmediğinden Zhou Xiaoke ile Jiang Xiaorou’ya sormak zorundaydı.


Onların iyi dediklerine erzak verdi. Kötü dediklerine siktir olup gitmelerini söyledi.


“Peki bu adam?” Yi Yun erzak almak için hazırlanan bir adamı gösterdi. Bu soru üzerine adam gerildi.


“Kardeş Yi Yun, o iyi biri.” dedi Zhou Xiaoke.


“Oh.” Yi Yun başını salladı, parmağını hareket ettirmesine bile gerek kalmadan Liu Tie adama erzağını vermişti.


“Peki ya bu?” diye sordu Yi Yun tekrar. Gösterdiği kişi sırık gibi bir adamdı. Adam yüzüne zorla bir gülümseme yerleştirip dalkavukça Zhou Xiaoke’ye baktı.


Ama Zhou Xiaoke bunu görmezden geldi ve tiksintiyle konuştu: “Kardeş Yi Yun, bu adam Zhou Chang. Çok kötü biri. Sık sık insanlara zorbalık yapar, hatta kendi ablası Büyük Abla Zhao’ya bile zorbalık yapıyor!”


Zhou Xiaoke açık sözlüydü. Zhou Chang’ın yüzü morardı ve ağzı açık kaldı. Yalanlamaya cesaret edemedi.


Her şey nasıl da değişiyor! Bu küçük kızın idaresi altında kalacağını hiç düşünmemişti.


“Lan piç, ne diye orada bekliyorsun hâlâ? Sopa mı istiyorsun? Kaybol!” Liu Tie elini kaldırıp kalayı bastı.


“Genç Efendi Yi, ben...birazcık bile...çok azıcık?” Zhou Chang yüzünü buruşturup kendini acındırmaya çalıştı.


“Allah’ın belası! Genç Efendi Yi konuşabileceğin biri mi de konuşuyorsun. Kaybol. İyi insanlar için bile yeterli yiyecek yokken senin gibi hayvanın tekine mi verelim bir de? Daha çok beklersin!” Liu Tie, Zhou Chang’ı tekmeledi. Küçümseme doluydu. Bir zamanlar kendisinin de iyi bir insan olmadığını tamamen unutmuştu.


Zhou Chang, Liu Tie tarafından acımasızca tekmelendiğinde Yi Yun bir şey hissetmedi. Zorbalık yapanların, haraçla hayatını idame ettirenlerin evlerinde hâlâ stoklanmış yiyecek vardı. Olmasa bile, çimenlerle, yabani sebzelerle açlıktan ölmezlerdi.


Sıradaki köylüler endişe içindeydiler. Daha önce Yi Yun’un yanındaki bu iki kızı gücendirmiş olanlar korkuyorlardı. Onlara da böyle davranırlarsa kaderlerine mahkum olacaklardı.


Bu iki kız, insanların kaderlerini kontrol etme gücüne sahipti şimdi. Kızlar başlarını yukarı aşağı doğru salladıklarında etrafa mutluluk saçılıyor, başlarını yanlara doğru salladıklarında hüzünle doluyor, işi yapan yalaka Liu Tie’nin insafına kalıyorlardı.


Arkalarında Yi Yun’un desteği varken, bu iki kız artık köyün prensesleriydi. Herkes onlara korku ve saygıyla bakıyordu. Köyün zorbaları da savaşçı hazırlama kampı üyeleri de itaatkâr civcivlere dönmüştü. Yi Yun’un önünde ejderhalar bile eğilmek zorundaydı, kaplanlar bile kedi gibi onun ayaklarının önüne yatmak zorundaydı. Üstelik onlar ne ejderha ne de kaplandı, olsa olsa zıplayabilen maymunlardı.


Erzak dağıtıldıktan sonra bazıları ızdırap içindeyken bazıları da mutluluk içindeydi.


O akşam birkaç evden duman yükseldi. Batmak üzere olan güneşin altında bu dumanlar mavi göğü gölgeledi.


Uzun zamandır özlemini çektikleri pilav ile kızarmış et, erzak alan aileler tarafından iştahla yendi. Duman yükselen evlerde kahkahalar ve sevinç vardı. Mutlu çiftçi aileler gibiydiler.

 

En eski keyif buydu ve insanları mutlu ve tatminkâr yapan şey de buydu.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44309 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr