Bölüm 3: Eğer Bir Uzman Olsaydım

avatar
14887 46

True Martial World - Bölüm 3: Eğer Bir Uzman Olsaydım


 

Jiang Xiaorou’yu takip ettikten sonra,Yi Yun,karşısına böyle bir “ev” çıkacağını hiç düşünmemişti.Koca canavara binen biniciyi gördükten sonra Yi Yun bu dünyanın uçabilen dövüş sanatları uzmanlarıyla,büyük klanların elitleriyle dolu olacağını düşünmüştü.

 

Gizemli bir şekilde bu dünyaya girdikten sonra,eğer büyük bir klana yada tarikata girebilirse,dövüş sanatlarını öğrenebilirdi.Yeteneği sınırlı olsada hiçbir endişesi olmadan hayatta kalabilirdi.

 

Ama karşısında bu yıkık dökük evi görünce,Yi Yun kelimenin tam anlamıyla yıkılmıştı.

 

Geçmişte kırsal alanlara gitmişti ve ordaki evleri görmüştü.O evler şuan karşısında duran evden 100 kat daha iyiydi.

 

Bu basit ev çamur ve taşlardan yapılmıştı Ve içinde 1 masa 2 oturak 2 eski yatak ve 1 sobadan başka birşey yoktu.

 

Jiang Xiaorou sırtında Yi Yun’la eve girdi.Yi Yun genç bir kız tarafından sırtlanmaya alışık değildi.Gelirken Yi Yun birkaç kez inip yürümeye çalışsada vücudu çok zayıf olduğundan birkaç adımda yorulmuştu ve Jiang Xiaorou onu tekrar sırtına alıp devam etmişlerdi.

 

Yi Yun genç bir kız tarafından sırtta taşındığı için gerçekten çok utanmıştı.

 

Jiang Xiaorou onu tahta bir yatağa yerleştirdikten sonra “Yun’er,aç olmalısın…” dedi.Çok terlemesine rağmen yüzü hala enerjik görünüyordu.Öldüğünü sandığı küçük kardeşine tekrar kavuştuğunu düşününce bu normaldi.

 

Yi Yun kızın terli elbisesine baktı.Vücudu ince ve hafif olmasına rağmen Jiang Xiaorou,15 yaşlarında bir kız,sırtında Yi Yun’la 3-4 millik yolu yürümüştü ve bu hiç kolay değildi.

 

Eğer modern dünyada 15 yaşlarında bir kız 3-4 mili boş ellerle yürüseydi bile bundan daha çok yorulurdu diye düşündü.

 

“Evet… biraz.” Yi Yun kavrulmuş dudaklarını oynattı.Bu dünyaya geldiğinden beri, bunlar ağzından çıkan ilk sözcüklerdi.Başta yabancı olduğu bu dili konuşmasının zor değil imkansız olduğunu düşünüyordu ama bu yerel dili kolay bir şekilde konuşmuştu.

 

Jiang Xiaorou yüzünde gülümsemeyle “Yemek hazırlayacağım.” dedi.Yi Yun’un yüzündeki çamuru dikkatlice sildikten sonra başının altına dayanması için bir yastık çekti ve üzerini ince bir battaniyeyle nazik bir şekilde örttü.Yi Yun büyülenmişti.

 

Bu kız açık bir şekilde onun ablası değildi ama onu o kadar yol boyunca sırtında taşıması ve onunla böylesine titizlikle ilgilenmesi,kıza karşı yavaş yavaş hassas duygular hissetmesine neden oluyordu.

 

Yi Yun ateşi yakmasına yardım etmek istesede, kız onun yatakta kalmasında israr etti.

 

Biryandan nerdeyse boş olan bir tahıl torbasını kaldırarak “Çok ciddi bir hastalık atlattın.Üşütmemeye dikkat etmelisin.Burda uzan ablan birazdan gelecek.” dedi.

 

15 dakika sonra Jiang Xiaorou, kırık tahta masayı yatağın önüne çekti.Masada büyük bir kase pirinç lapası,2 tane bilmediği yabani meyve ve bir kasede haşlanmış sebze vardı.

 

Yi Yun günlerdir hiçbirşey yememişti ve yemeği görünce midesi guruldamaya başlamıştı.

 

Yi Yun’un arzuladığı şey kızarmış tavuk, ördek yada balıktı.Sadece düşüncesi bile midesini hareketlendirmişti.

 

Aşırı açlığımı bununla nasıl dindirebilirim?

 

Hemen lapaya yumuldu.Sanki yedikçe daha çok acıkıyor gibiydi. Lapadan ve haşlanmış yağsız sebzeden yedi.Sebzeler çok acıydı,aşırı açlığına rağmen çiğnemekte zorlanıyordu.

 

Yi Yun bu nahoş yemeği çiğnemekle uğraşırken birden Jiang Xiaorou’nun yemediğini sadece kendisini seyrettiğini farketti ve merakla sordu “Sen neden yemiyorsun?”

 

“Seni bulmadan önce yemiştim.” derken kekelemişti Jiang Xiaorou.

 

Yi Yun duraksadı,Jiang Xiaorou öğlenleyin 3’te mezarlıktaydı,nasıl yemiş olabilirdi ki?

 

Böyle yiyeceklerin bile kolay bulunamadığı o an kafasına dank etmişti.

 

Ne tür bir dünyaydı bu,canavarlara binen güçlü uzmanlarla birlikte açlık çeken fakir insanlarda mı vardı?

 

Yi Yun önündeki kaseyi itti ve ayağa kalkıp evin köşesindeki tahıl torbasını kontrol etmeye gitti.Düşündüğü gibi,tahıl torbası boştu.

 

Miktar olarak herzaman daha az lapa yapmasına rağmen onun dirilişi ve zayıf olmasından dolayı bu sefer fazla yapmıştı.

 

Yi Yun kaseyi Jiang Xiaorou’nun önüne iterek “Ben doydum.Sen ye.” dedi.İştahı kaçmıştı,Bir kızın onu beslemek için yemek yememesini kabul etmiyordu.

 

İçinden hayıflanarak kendi dünyasına dönüp dönemeyeceğini düşündü.Eğer dönemezse bir fırsatını bulup,kendini geliştirip yüce bir uzman olması gerekiyordu.

 

Ama duruma bakılırsa hayatta kalmak bile başlı başına bir meseleydi.Hatta hiçbir araştırma yapma fırsatı bulamadan ölüp gidebilirdi.

 

Jiang Xiaorou inatçı bir şekilde “Aç değilim.Yarın yiyecek payı dağıtım günü.Et parçası alabiliriz.Onu senin için hazırlayacağım.” dedi.

 

Jiang Xiaorou’nun yüzü yiyecek payı dediği an kızarmıştı.Dağıtılmasını umduğu çok açıktı.

 

Yi Yun sessiz kaldı.Kendi dünyasındayken hayatın zor olduğunu düşünürdü.Bu alternatif dünyayla kıyaslayınca cennet gibi olduğunu farketti.Yetersiz yiyecek ve daimi açlık tehhlikesiyle burası gerçekten çok çetindi.Açlığa dayanmak acı vericiydi.

 

Gecenin ortasında,Hafifçe esen meltemle birlikte su birikintilerinin içindeki gizlene kurbağalar vraklıyordu.Yi Yun hala uyanıktı.Yatağa uzanmış mehtaba dalmıştı.Silkelendi ve döndü.Elinde mor kristali tutuyordu.Olanların hepsi bu mor kristal’in yüzündendi.Bu küçük kristal kart şüphesiz bir hazineydi.Eğer bu şeyi anlayabilirse çok işe yarayacağını biliyordu.

 

Bu alternatif dünya normal insanlar için tehlikelerle doluydu.Komutan edasıyla dev canavara binen orta yaşlı adamla eziyet çeken halktan insanları karşılaştırınca fark cennetle dünya kadardı.

 

“Eğer bir uzman olsaydım,özgür oludum.En azından açlık çekmezdim…”

 

Yi Yun karnına dokununca yemeğinin birazını zar zor Jiang Xiaorou’ya kabul ettirdiğini hatırladı.Büyüme çağında bir çocuk olduğundan yediği lapayı sindirmişti bile ve tekrar acıkmıştı.

 

Kanının boş olduğunu hissettiği anda,elindeki pürüzsüz ve soğuk mor kristal zayıf bir serinlik yaymaya başladı.Tıpkı…

 

Oh?

 

Yi Yun aniden birşey farketmişti.Hemen yataktan doğruldu ve mor kristale dikkatle bakmaya başladı.Mest olmuş bir gülümseme yüzünü kaplamıştı.

 

Dikkatlice incelediğinde,mor kristalin ufacık,zayıf mor ışık noktalarıyla çevrelendiğini farketti.

 

Bu ışık noktaları aniden ortaya çıkıyor yavaşça mor kristalin içinde yüzüyor ve kayboluyordu.Tıpkı mor kristal onları absorbe ediyor gibiydi.Bu işlem devam ettikçe mor kristalin parıltısı daha da yoğunlaşıyordu.

 

Bunun anlamı ne?

 

Bu keşif Yi Yun’un nefesini hızlandırmıştı.

 

Mor kristalin ışığı parlaklaştıkça,Yi Yun kristalin dahada soğuduğunu farketti.Bu eşsiz serinlik kollarından bacaklarına doğru hareket ediyor tüm vücudunu adeta arındırıyordu.Bu kesinlikle onu canlandırıyordu.

 

Yi Yun bu hissi hatırlamıştı.Mağaradan tünel kazarken ne zaman nefesi kesilse bu serinliği hissediyordu.Vücudu her yorgun düştüğünde Yi Yun’un gücünü yenilemişti.

 

Yi Yun bir insanın yaşamasının ve hareket etmesinin vücutta üretilen enerjiyle olduğunu biliyordu.

 

Birşeyler yemessen beslenme olmaz ve beslenme olmazsa enerji üretimide olmazdı ve sonuç açlıktan ölümdü.

 

Günlerce hiçbirşey yiyip içmeden böyle bir tünel kazmak,bu yoğun çalışma şartlarında bir enerji kaynağı lazımdı.Bu serinlik mor kristalin ona temin ettiği hayat-veren enerji olmalıydı.

 

Dikkatlice düşünüce,en başta mor kristali bulduğunda kristalin tıpkı karanlıktaki bir inci gibi zayıf bir ışık yaydığını hatırladı.

 

Fakat tünelin sonunda bu tuhaf dünyaya çıktığında kristalin ışığı zayıflamıştı.Bu enerji tüketiminin sonucu olmalıydı.

 

Şimdi,mor kristal yeniden şarj oluyor ve parıltısı giderek artıyordu.Acaba kristali şarj eden enerji kaynağı neydi?

 

Yi Yun dikkatlice izlediğinde bu ufak kararsız noktaların pencere tarafındaki yüzeyden şekillenmeye başladığını farketti.Sanki… yıldızların ışığından geliyor gibiydi.

 

Mor kristali yeniden dolduran enerji kaynağı acaba yıldız ışıkları mıydı?

 

Yi Yun bir süre düşündü ve ardından yataktan fırladı.Sobaya gitti ve külleri deşerek yanan bir kömür ortaya çıkardı.Biraz kuru otu üstüne atarak otları yaktı ve sarı alevlerin dans edişini izledi.

 

Yi Yun mor kristali dikkatlice yanan ateşe tutuyordu.

 

Teorisi basitti,mor kristal yıldız ışıklarından enerji absorbe edebiliyorsa diğer enerji kaynaklarından da absorbe edebilir mi?

 

Yin Yun’un bildiğine göre ateş,yıldız ışıklarından daha güçlü bir enerji formuydu.Eğer ateşten enerji absorbe edebilirse daha hızlı şarj olurdu.

 

Ateşin kristali tahrip etme olasılığını hiç dikkate almamıştı.

 

Yi Yun kristali ateşe tutmaya devam ediyordu ama kristal ne ısınıyordu ne de herhangi bir değişiklik gösteriyordu.

 

Mor kristal sanki erimeyen bir buz kütlesi gibiydi.Ateş sönmüştü ama kristal hala soğuktu.

 

Yi Yun kafasını salladı ve deneyi bıraktı.

 

Dışarı çıkmaya karar verdi.Dışarıda yıldız ışıkları daha yoğundu ve kristali daha fazla şarj edebilirdi.

 

Kristal tamamen enerjiyle dolunca neler olacak?

 

Yi Yun gerçekten çok meraklanmıştı.

 

Evin ve avlunun kapısını dikkatle kapatarak çıkmıştı.Yan odadaki ablasını uyandırmaktan korkuyordu.Avluya çıktığında hafifçe irkildi.

 

Ağacın altında oturan yeşiller içinde bir kız gördü.Dikkatlice bir ok ucunu parlatıyordu.

 

Soğuk ay ışığı parlak ok ucundan kızın narin yüzüne yansıyordu.Sanki gümüş iplikten bir peçe sarmış gibiydi.Etrafındaki düzinelerce ateş böceği onu sanki bir tanrıça gibi gösteriyordu.

 

Jiang Xiaorou?

 

Yi Yun kızın hemen yanında bir deste parlak ok olduğunu farketti.Her okun ucu oldukça iyi yapılmış ve sivriydi.

 

“Bu…”

 

Silahlarla ilgili hiçbirşey bilmesede,o bile okların zarafetini beğenmişti.

 

Jiang Xiaorou onu yatağa geri göndermek için hızlıca ayağa kalktı ve “Yun’er niçin kaltın? Geceleri hava kötü oluyor daha yeni iyileşmeye başladın.Hemen yatağına git.” dedi.

 

“Abla,niye bu kadar ok var?” merakla sordu.Jiang Xiaorou’nun onları kullanmak için bir yayı yoktu.

 

“Bunlar yarın ki payla takas için.Bunu zaten biliyor olmalısın…”

 

Jiang Xiaorou ona tuhaf tuhaf bakmaya başladı.

 

“Oh…” Yi Yun besbelli bunun farkında değildi.Gizemli bir şekilde bu dünyaya düşmüştü.Kelimeleri ve dili anlayabiliyordu ama “Yi Yun”un hayatı hakkında hiçbir fikri yoktu.Hafızası tamamen kendine aitti.

 

Bu kafaya alınan bir darbe sonucu hafıza kaybına benziyordu.hafıza kaybı durumlarında anılar unutulsada dil becerileri aynı kalıyordu.

 

Yi Yun biraz düşündükten sonra “Abla,ben bir kere öldüm,Bu yüzden hatırlayamadığım şeyler var…”

 

Jiang Xiaorou irkilerek “Hatırlamıyormusun?” diye sordu.Yi Yun dağda bitki toplarken düşmüş ve kemiklerini kırmıştı.Bir süre yatalak kaldıktan sonra yaralarına yenik düşmüştü.Kafasına hasar almış olabilirdi.

 

Bunu düşününce Jiang Xiaorou’nun kalbı sızladı ve endişelendi “Yun’er,sen…”

 

Yi Yun “Ben iyiyim.” diyerek hemen onu durdurdu.Onun endişelenmesini istemiyordu“Abla,yaşadığımız bu dünya hakkında,dev canavara binen orta yaşlı adam hakkında herşeyi anlat.Neler oluyor,hatırlayamadığım çok şey var…”

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44247 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr