Bölüm 22: Sessiz Muhafız, Biraz Soluklan…

avatar
452 2

The Zombie Knight Saga - Bölüm 22: Sessiz Muhafız, Biraz Soluklan…



Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 22: Sessiz Muhafız, Biraz Soluklan…

 

İlk olarak çene yeniden büyüdü. Kemik oluştu, atardamarlar ve kaslar, sonra tendonlar, kıkırdak, eksilen yağ ve koyu kahverengi cild bunu takip etti. Boynu omuzlarına kadar uzadı, sonra da göğsü ve kollar çıktı. Çok geçmeden Hector’un bedeni tamamen yenilenmişti.

 

Ancak hemen uyanmadı. Gözlerini tekrardan açmadan önce birkaç gün daha cansız bir şekilde yatmayı sürdürdü.

 

Oturdu. Bir yatakta olduğunu gördü ve bu yatak oldukça büyüktü. Oda zenginlik ve refah kokuyordu. Ancak yanındaki Garovel’e bakarken buna çok dikkat edemedi.

 

Ölüm meleğinin görüntüsü soluktu, neredeyse saydamlaşmıştı. Örgülerinin arasından parlayan ışığı geçirebilecek incelikteki gerilmiş bir giysi gibiydi.

 

‘Arkandaki sandalyede kıyafetler var.’

 

Bunlar tam olarak normalde giydiği şeyler değildi. Siyah kot pantolon yumuşak ve pahalı hissettirdi ancak fazla geniş olduğundan onu gösterişli bir tokaya sahip kemerle kullanmak zorunda kaldı.

 

‘Beni koruduğun için teşekkür ederim. Beni korumasaydın kesinlikle ölmüştüm.’

 

“Ö-önemli, ah… önemli değil…” Kolları biraz uzun olsa da ipek beyaz gömlek üstüne uydu, kollarını da dirseğe kadar büktü. “Gerçi pek yeterli olmadığını sanıyorum. Bizi kurtardılar galiba?”

 

‘Öyle görünüyor. Nerede olduklarından emin değilim. Bilincim sürekli gidip gidip geldi.’

 

Koyu gri yeleği de giymek istediğinden emin değildi. Fakat bir süre sonra giymeye karar kıldı. Ardından çorap ve ayakkabıyı da ayağına geçirdi. “Bu arada, çok iyi görünmüyorsun.”

 

‘Sadece biraz yorgunum.’

 

Aniden  sarışın bir kadın odaya girdi. Onu gördüğünde sıçradı. “Ah! Whoa! Tamam! Merhaba!”

 

“M-merhaba.”

 

“Sen Hector’sun değil mi?”

 

“E-evet..”

 

“Ben Gina. Tanıştığıma memnun oldum. Patronum Efendi Roman ile tanıştığınıza inanıyorum.”

 

“Ben, ah… evet.”

 

“Aç mısın?”

 

Çekinerek başıyla onayladı.

 

“Öyleyse beni takip et lütfen.”

 

Yıpranmış başlığını da yanına aldı ve onu bir dizi koridordan takip etti.

 

‘Ne kadar zamandır burada olduğumuzu sor.’

 

Konuşmaya çalıştı ama kekeledi, bir kelimeyi bile düzgün çıkaramadı.

 

‘Hadi ama Hector. Beni göremiyor. Soracak kişi mecburen sensin.’

 

“Şey… ne kadar, ah…”

 

Gina duraksadı ve döndü. “Evet?”

 

Hector aniden bakışıyla irkildi. “Ne kadardır ben, ah… Yani…”

 

Kaşını ona doğru eğdi. “Um. İki haftadır buradasın. Kafan buradaydı, yani.”

 

‘Diğerlerinin nerede olduğunu sor.’

 

“Nerede, ah…”

 

“Şu anda Walton’dasın. Sescoria’dan geldin değil mi? Haberin yoksa, orası doğu tarafı.”

 

“Ah. Peki diğerleri nerede? Roman ve…”

 

“Ah onlar ülkeden ayrıldılar.”

 

‘Ne?’

 

“Ne-neden?”

 

“Ah.” Gina cebine uzandı, küçük bir not defteri çıkarıp Hector’a verdi. “Efendi Roman bunu senin için bıraktı. Tüm sorularını yanıtlayacağına inanıyorum.”

 

Hector biraz karıştırdı. Birçok sayfanın yazılarla dolu olduğunu gördü. Gina onu mutfağa götürdü ve o okumak için oturduğunda biraz yemek hazırlamaya başladı.

 

İlk birkaç sayfada Atreya’nın aylar sonra savaşa gireceğine inandıklarını ve Öncü’nün yardımını almakla ilgili kararlarını detaylarıyla açıklamışlardı. Roman Hector’a takip etmemesini önermişti çünkü kendileri dahi yolculuklarının onları nereye götüreceklerini kestiremiyordu.

 

Sonraki sayfalar farklı bir el yazıyla, daha kadınımsı yazılmıştı ve çok geçmeden bunun Kraliçe’nin kaleminden Voreese’nin kelimeleri olduğunu açıkladı. Sapkınlar hakkında detaylı bilgiler vermişti.

 

‘Ah.’ Hector’un omzunun üzerinden okurken Garovel konuştu. ‘Voreese benim sorumu unutmamış. Beklediğimden çok daha düşünceli. Bir sonraki sefer tekrar karşılaştığımızda ona teşekkür etmem gerek.’

 

Ç.N: Voreese de Helen gibi “she” demiş yani benim anladığım ya şimdi de kadınlar ya da insanlarken kadındı.

 

‘Sapkınlar insan öldürdükçe güçleniyorlarmış demek.’ Hector özet geçti.

 

‘Sanırım bu Geoffrey’in neden daha güçlü göründüğünü açıklıyor.’

 

Hector kaşlarını çatarken ağzını büktü. ‘Gittikçe daha da fazla insan öldürüyor… durmayı da düşünmüyor.’

 

‘Bunca şeyden sonra Atreya’da şu anda Geoffrey’i öldürebilecek tek kişi olabilirsin.’

 

‘Yapabileceğimden o kadar emin değilim. İki hafta oldu. Muhtemelen şu anda daha da güçlü olmuştur.’

 

‘Fesih onu koruduğu sürece bunlar hiç önemli değil.’

 

‘Biraz antrenman yapmam gerek…’

 

‘İlk önce Brighton’a dönelim. Çok uzun süre yoktun gerçekten.’

 

Gina önüne bir tabak dolusu krep koydu. Ardından yumurtalar, sosisler, wafflelar, kızarmış patatesler, kızarmış ekmek, çilekler, kavun, buğday gevreği ve tek bir muz geldi.

 

Sanki ona katı külçe altın getiriyormuş gibi yemekleri getirişini izledi.

 

“Efendi Roman aç olacağınızı söyledi.”

 

“İnanılmazsın…”

 

“Biliyorum.”

 

Yemeklerine yumuldu.

 

Gina onunla beraber yemek için oturdu. “Her neyse, senin olayın ne peki?” bir waffle ısırırken konuştu.

 

“N-ne demek istiyorsun?”

 

“Efendi Roman seni çok tanıyor gibi durmuyor fakat yine de benden sana saygıdeğer bir misafir gibi davranmamı istedi.”

 

“Ah… yani… Ben de onu çok tanımıyorum.”

 

“Hmm. Nereden geliyorsun?”

 

Bakışını Garovel’e çevirdi.

 

‘Ona söylemelisin. Roman ve Kraliçe Atreya’ya döndüklerinde bizimle iletişime geçmek için buna ihtiyaçları olabilir. Gina bu konuda bize yardımcı olabilir.’

 

“Brighton’da yaşıyorum.” dedi.

 

“Orası oldukça uzak. Neden Sescoria’ya geldin peki?”

 

“Ben sadece… yardım etmek istedim…”

 

Başını ona eğerken duraksadı. “Kaç yaşındasın?”

 

“On altı…”

 

“Peki ne zamandır ölümsüzsün?”

 

Soruya karşı gözlerini kırptı.

 

‘Ona beş ay olduğunu söyle.’ dedi Garovel.

 

“Ah, beş aydır falan…”

 

“Anladım.”

 

‘Neden bana yalan söylettin? Yalnızca birkaç hafta oldu…’

 

‘Olman gerekenden çok daha güçlüsün. Kimsenin bunu bilmemesi daha iyi.’

 

‘Ben… ah—‘

 

“Efendi Roman istediğin kadar kalabileceğini söyledi.”

 

“Ah, aslında artık gitmem lazım…”

 

“Brighton’da işin mi var?”

 

“E-evet, bir nevi öyle…”

 

“Ne yapıyorsun orada?”

 

“Ö-özel bir şey değil…”

 

Gina ona dudak büzdü.

 

Hector çatalını bir krepe batırdı ve üzerinde oyalandı. “Ama, ah… kalemin var mı?”

 

Gina ona bir tane verdi.

 

Not defterinin bir sayfasına kendi telefon numarasını yazdı ve kağıdı koparıp ona verdi. “Bay Roman’ın yardımımı isteme ihtimaline karşı…”

 

Gina kağıdı aldı ve üzerine kendi numarasını yazdı. “Aynısı senin için de geçerli.”

 

Kızarmamaya çalıştı ancak başaramadı.

 

Yemeklerini bitirdiler ardından Gina onu evin altındaki garaja götürdü ve bir anahtar verdi.

 

Efendi Roman motosikletçi biri olduğunu söyledi.” Üzerinde siyah ve beyaz alevli boya olan kırmızı bir Cruiser’e doğru ilerledi.

 

Hector Gina’ya baktı. “Bay Roman bunu bana öylece veriyor mu?”

 

“Aynen.”

 

“Ah— vay be…”

 

“Bu arada kıyafetinde biraz benzin parası olacak.”

 

Yeleğine bakındı ve iç cebinde bir tomar para buldu. “Te-teşekkür ederim.”

 

“Hiç önemli değil.”

 

‘Bu herifin bu kadar cömert olduğunu fark etmemiştim.’ dedi Garovel. ‘Umarım bu motora çok fazla değer vermiyordur.’

 

‘Um. Üçüncüde keramet vardır?’

 

‘Tabii ki yani.’

 

‘Bu seferki Revenant değil.’

 

‘Sorunun imalatçı olduğunu sanmıyorum Hector.’

 

‘O zaman ben de seni suçlarım.’

 

‘Kendini kandırmaya devam et.’

 

Gina onun için garajın kapısını açtı.

Kaskı başlığına tercih etti ve motora atladı. Marşa bastığında motorun sesi tüm odayı doldurdu. Gina ona el salladı, o da kendi eliyle karşılık verdi ve dışarı çıktı.

 

Trafiğe çıkmadan önce ilk kavşağa çok yaklaşmadan durdu ve gözlerini kırptı. ‘Bir şey fark ettim.’ konuştu. ‘Hiç acı hissetmiyorum.’

 

‘Seni uyandırmadan çok evvel vücudunu yeniledim.’ dedi Garovel. ‘Ekstradan dinlenmeye ihtiyacım vardı, ben de bu fırsatı ağrılardan kurtulman için de kullandım.’

 

Ellerini yüzünün önünde çevirdi. ‘Bedenim çok rahat hissettiriyor…’ Kaskın içinde gülümsedi. ‘Bu çok iyi! Harika! Bunun nasıl hissettirdiğini dahi unutmuşum!’

 

‘Rica ederim.’

 

Yoldaki dönüşe girdi ama sonra tekrar durdu. ‘Bu arada, ah… ne cehenneme gidiyorum ya ben?’

 

Garovel onu yönlendirdi ve kısa bir süre sonra güneye giden otoyolu buldu.

 

Dağlar ufuk boyunca uzanıyordu, bunlar Sescoria’ya giderken gördüğü aynı dağlardı. Bununla beraber, bu uzaklıktan arada sırada karla kaplı zirveyi görebiliyordu.

 

‘Şunların etraflarından dolaşalım.’ dedi Garovel. ‘Uçurumdan aşağı sürdüğünü görmek istemiyorum.’ Aradan bir saniye geçti. ‘Tamam, evet. Bunu görmek isterim ancak bu gerçekten zahmetli olurdu.’

 

Hızla otoyola girdi. Trafik öncesinden biraz daha yoğundu ancak kesinlikle şehirdeki kadar rahatsız etmiyordu. Bir süre sonra başka bir şeyi hatırladı.

 

‘Desmond’un yeteneği.’ dedi Hector. ‘Açıklayacağını söylememiş miydin?’

 

‘Ah, evet. Desmond’un yeteneği başkalaşım kategorisine giriyor. Sanırım iri adamınki de öyle.’

 

‘Bu da şu anlama geliyor…’

 

‘Başkalaşım yeteneği kullanıcıya kendi vücut parçalarını belirli bir element ile değiştirmesini sağlar. Desmond’un durumunda bu elementin sodyum olduğunu tahmin ediyorum.’

 

‘Sodyum mu? Patlayan bir şey değil ama… değil mi?’

 

‘Biraz su ile karışınca patlar.’

 

‘Oh, Yani şey kullanıyordu o zaman… hmm.’

 

‘Teknik olarak patlamasını sağlayan şey sodyumun kendisi değil. Kimyasal reaksiyondan çıkan ısı sonucunda atılan hidrojeni tutuşturuyor.’

 

‘Tamam.’

 

‘Sodyum ve su oldukça şiddetli bir patlama yaratabilir, ama öyle bile olsa, Desmond’un patlamaları çok daha güçlüydü. Sanıyorum ki şiddetlerini arttırmak için bir ruh-güçlendirme tekniği uyguluyordu.’

 

‘Ruh-güçlendirme… bu kulağa… kullanışlı geliyor.’

 

‘Bu iş temelde zihinsel güç kullanarak fiziksel niteliklerini arttırmaya yarıyor. Yalnızca hayali güçlerin daha da güçlendiğinde yapabileceğin bir şey.’

 

‘Bunun ilk adım kadar kolay olmayacağını tahmin ediyorum.’

 

‘Aslında bunun kolay ya da zor ile ilgisi yok. Demir yeteneğinin aksine zihinsel stresle aniden gelişemez. Hayali güç ruhunu ne kadar kontrol edebildiğine bağlıdır.’

 

‘Ne peki? Daha fazla mı meditasyon?’

 

‘Hayır. İlk adımı aştıktan sonra hayali güçleri arttırmanın tek yolu zamandır.’

 

‘Ne?’

 

‘Bak, benim senin ruhun üzerinde kontrolüm var. Senin de bunu kontrol edebilmen için birlikte daha fazla zaman geçirmemiz gerekiyor. Yavaş yavaş senin ruhun ve benimki daha fazla senkronize olacak.’

 

‘Demek istediğin, yani… dostluğun gücünden falan mı?’

 

Garovel güldü. ‘Hayır. Ne yazık ki dostluğun buna gerçekten hiçbir etkisi yok. Zamanla gerçekleşen bir tür doğal ozmoz sadece.’

 

‘Ha. Yani… eğitime gerek yok mu?’

 

‘Aynen. Öylece kendiliğinden gelişecek.’

 

‘Sanırım böylece endişeleneceğim şeylerden biri azalıyor.’

 

‘Evet.’

 

‘Peki, şey. Roman’ın yeteneği? Ne olduğunu biliyor musun?’

 

‘Onunkinin bir tür değişim yeteneği olduğuna inanıyorum. Başkalaşım ve maddeleşme elementlerle alakası yönünden benzerdir ancak değişim yetenekleri farklıdır. Değişim bir şey yaratmak veya bir şeyi değiştirmektense diğeri yalnızca bir miktar güç kullanarak maddenin fiziksel durumunu değiştirir. Gerçek bir güçtür yani. Hayali bir şey değil. Ayrıca güç kullanıcıdan kullanıcıya değişir. Roman’ın gücü sanırım parçacık titreşimi.’

 

‘Bu, ah… kulağa oldukça… karmaşık geliyor.’

 

‘Yani, şok dalgaları yaratma ve ısı üretme becerisine baktığımda tek açıklaması bu gibi görünüyor. Eğer haklıysam, böyle bir şey inanılmaz derecede güçlü bir yetenek.’

 

‘Gerçekten mi?’

 

‘Elbette. Daha da güçlenirse dehşet verici bir korkunçluğu olurdu.’

 

‘Düşmanımız olmaması iyi bir şey o zaman…’

 

‘Kesinlikle. Hmm. Kenara çeksene biraz.’

 

Hector yavaşlayarak yolun kenarına geçti. ‘Sorun ne?’ Motoru durdururken sordu.

 

Garovel sağa doğru süzüldü, Hector da gözlerini kısarak onu izledi. ‘İşte buradasın.’ Ölüm meleği hafifçe konuştu. ‘Sorun değil, yakaladım seni artık.’

 

‘Kiminle konuşuyorsun?’

 

‘Başı boş bir ruhla.’ dedi Garovel. ‘Birisi burada ölmüş.’

 

Hector gözlerini kırptı. ‘Ne? Burada mı? Nasıl?’

 

Garovel arkasını gösterdi. ‘Arkana bak.’

 

‘Neresi? Ben bir şey…” Sonra yoldaki teker izlerini gördü. İki set. Kesişiyordu.

 

‘Bu ruhun durumuna bakılırsa, olay birkaç gün önce olmuş.’

 

Hector kaşlarını çattı.

 

‘Sonraki benzincide biraz mola verelim. Bu ruhu yarığın karşısına geçirmek için birkaç saate ihtiyacım var. Sen de bu zamanı meditasyon yaparak kullanabilirsin.’

 

‘Tamam…’

 

Dedikleri gibi yaptılar ve görüşlerine bir benzincinin girmesi uzun sürmedi. Garovel Hector’a geri döneceğinin sözünü verdikten sonra havada kayboldu.

 

Yakıtı doldurduktan sonra motoru kimsenin etrafta olmadığı binanın yan kısmına götürdü. Kaldırıma oturdu ve gözlerini kapattı, otobandan geçen arabaların seslerinin arka plandaki gürültüyle karşılaşmasına izin verdi.

 

Demir şekillere odaklandı. Başka ne düşünmesi gerektiğinden emin değildi. Yalnızca bir şeyleri kaplamak dışında aklına hiçbir şey gelmedi ve kendini gücünün hangi derecelere kadar güçlenebileceğini düşünürken buldu. Bu düşünceleri uzaklaştırdı ve konsantre oldu.

 

Bir süre sonra gözlerini tekrar açtı, Garovel hala geri dönmemişti. Demir yapmayı denedi, gümüş bir yumru avucunda ortaya çıktı. Şaşırtıcı şekilde bir küreye çok benzemişti ancak yine de hayal ettiğinden çok daha küçüktü. Meditasyona geri döndü ve gözlerini tekrar açtığında Garovel’i gördü.

 

Tekrardan yola çıktılar ve yeni konunun açılması çok fazla sürmedi.

 

‘Bilmek istediğim bir şey daha var.’ dedi Hector.

 

‘Evet?’

 

‘İlk, um… ilk tanıştığımızda… bilmediğini söylediğini biliyorum, fakat… ölümden sonra yaşamın olduğuna inanıyor musun? Yani, herhangi bir yaşam?’

 

Garovel soruya cevap vermekte yavaştı. ‘Hayır.’ söyledi. ‘İnanmıyorum.’

 

‘Neden peki?’

 

‘Beni ikna edebilecek bir şeyle karşılaşmadım. Sen inanıyor musun?’

 

‘Y-yani, ah, pek değil… Demek istediğim bilmiyorum. Sen şu anda… bir çeşit ölümden sonraki hayatı yaşamıyor musun? Öldün, değil mi? Fakat hala yaşıyorsun, bir şekilde…’

 

‘Ha. Sanırım bu senin ölümden sonraki yaşamı nasıl tanımladığına göre değişir. Kesinlikle cennet ve cehenneme inanmıyorum. Reenkarnasyon en azından daha cazip geliyor fakat şu anda buna inanmak için bir neden göremiyorum.’

 

‘Yani… öldüğümüzde, sence olacak şey yalnızca… hiçlik mi?’

 

‘Evet.’

 

‘Öyleyse neden, um… neden ölüm melekliği yapmakla uğraşıyorsun ki? Yani sadece ruhları yarığın ötesine taşıdığını düşünüyorsan… neden onları öylece bırakmıyorsun?’

 

‘Çünkü bu çok büyük bir acımasızlık.’

  

‘Ne demek istiyorsun?’

 

‘Ruh kendi başınaysa çok geçmeden çürümeye başlar.’ dedi Garovel. ‘Bir günde, kafası karışmış yarı bilinçli bir kütle haline gelir. İki günde ise, tamamen acıyla dolu bir hapishaneye dönüşür.’

 

‘Oh.’

 

‘Ruhları götürmek kendimize edindiğimiz bir görev fakat bunu bize üstün bir güç emrettiği için yapmıyoruz, yapıyoruz çünkü doğru olan bu’

 

‘Anlıyorum.’

 

‘Üstelik, zaman geçirmek için başka ne bok yiyebiliriz ki? Sıkıntıyı atmak için güzel bir yöntem.’

 

‘Wow, Garovel…’

 

‘Hey, bu doğru ama.’

 

Hector manzaraya karşı ilerlerken güneş gökyüzünde yükseldi. Garovel sonraki konuyu açana kadar yolculuk bir süre boyunca sessiz devam etti.

 

‘Bu gezinin bu kadar kaotik hale gelmesinden dolayı üzgünüm.’ Ölüm meleği konuştu. ‘Kesinlikle bu kadar uzun süreliğine uzaklaşmanı istememiştim. Yokluğunu ailene ve okula nasıl açıklayacağımızdan emin değilim.’

 

Hector çekindi. ‘Ben… ailemin bunu fark edeceğinden o kadar emin değilim…’

 

‘Hadi ama. İki hafta oldu bile. Nasıl fark etmeyebilirler.’

 

Bir süre boyunca, yalnızca motorsikletin sesini ve yanında kükreyen rüzgarı dinledi. ‘Ben daha küçükken, ah… ebeveynlerimin ikisi de iş bulmakta zorluk yaşıyordu. Genellikle ayrı şehirlerde iş bulmak zorunda kalıyorlardı. Faturaların birikmesinden dolayı falandı sanırım. Sürekli olarak, aynı yerde aynı anda çalışabilmek için düzenlemeler yapmaya çalışıyorlardı. Yani… sonuç olarak çok fazla taşındık. Bir gün… ben yaklaşık on yaşındayken… umm… ah… e-esasında, onlar, ah… beni arkalarında bıraktılar.’

 

Ortama bir sessizlik çöktü ve Garovel Hector’un  devam etmesini bekledi.

 

‘Ben, yaklaşık bir ay falan koruyucu ailede kaldım sanırım… sonra polis beni buldu. Ailem beni gittiğimiz yeni şehirde bir yerlerde kaybettiğini sanıyordu. Onlar, ah… onlar taşındıktan sonraki bir haftaya kadar kaybolduğumu fark etmediler…’

 

‘Bir hafta oldukça belirli bir sayı.’ dedi Garovel. ‘Bu kadar uzun süre fark etmediklerinden nasıl emin olabiliyorsun?’

 

‘Geri döndüğümde, polisler çok mutluydu. Um… Bunun harika olduğunu söylediler, çünkü üç haftadır kayıptım ve ben bu sürenin çok daha uzun olduğunu biliyordum.’

 
Garovel tekrar kısa bir süre sessiz kaldı. ‘Siktir, Hector. Özür dilerim. Durumun bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum.’

 

‘Ben… öyle değil. Yani… koruyucu aileye açıklayabilseydim, o zaman belki… ama ben…’

 

‘Hayır, kes şunu. Bu kesinlikle senin hatan değil. Benim bilmek istediğim şey, Çocuk Hizmetleri seni ailenin yanından nasıl almadı.’

 

‘Çocuk Hizmetleri mi? Ben, ah…  bilmiyorum.’

 

‘Hah. Bunun bir ihmal durumu olduğunu nasıl anlayamadılar? Olay çocuk kaçırma olarak rapor edildi mi? Ya da senin sadece kaçtığını mı düşündüler?’

 

‘Bunların hiçbirini bilmiyorum, um… Yani, i-ihmal? G-gerçekten, öyle değil… ah…’

 

‘Hector. Ailen sana karşı biraz uzak olabilir ya da bir genç olarak hayatına karışmayabilirler. Ancak sikeyim kesinlikle on yaşındaki oğullarını başka bir şehirde unutmaları tamamen başka bir mesele.’

 

Motor yolun kenarına doğru kaymaya başladı, Hector yolunu düzeltmek zorunda kaldı. ‘Yine de sorun değil. Yani, hiç böyle düşünmemiştim…’

 

‘Tabii ki düşünmezsin. Çünkü bu şekilde büyüdün. Ancak bu olanları haklı çıkarmıyor.’

 

Hector bir cevap veremedi.

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44329 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr