Bölüm 16: Şüpheye düşen o kalbine güven…

avatar
440 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 16: Şüpheye düşen o kalbine güven…


Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 16: Şüpheye düşen o kalbine güven…

 

 

Bugün Kraliçe Muhafızlarıyla olan görüşmenin son günüydü. Helen rahatsızca duran başka bir adamın karşısında sefil bir sessizlikte oturuyordu.

 

Mehlsanz’ın son birkaç gündür bilgi toplamak için kaleyi dolaşması çok işine yarıyordu. Helen’in kardeşlerinden yalnızca ikisi, Nathaniel ve David onunla beraber Belgrant Kalesi’nde yaşıyordu, ancak tüm yedi kardeşi de şu anda ziyaretine gelmişti. Onlar tabii ki suikast girişimini duydukları gibi onun yanına koşmuştu. Hatta, bu stratejiyi kullanmasının nedenlerinden biri aldığı ardı arkası kesilmeyen “tavsiyelerinden” aldığı barışı sağlamaktı.

 

Ona göre, en muhtemel suçlu, yükselişinden önce tahtın varisi olduğu varsayılan en büyük abisi, Prens Gabriel’di. Ancak Mehlsanz’ın dediğine göre Gabriel garip davranışlar sergilemiyordu. Eğer suçluysa, o zaman bunu göremediği birini kandırabilecek kadar iyi saklıyordu. Ne var ki Mehlsanz diğerlerini de izlediği için sürekli ona bakamıyordu.

 

Genç Lynnette Edith ise sadık olduğunu kanıtlamıştı. Mehlsanz, yoldaşları tarafından sorulduğunda bile kimseye Kraliçenin emirlerinden bahsetmediğini görmüştü, ancak tekrardan Mehlsanz olayların yalnızca bir kısmını görebilirdi.

 

Karşılama salonunun kapısı açıldı ve sarışın sakallı bir adam kafasını içeriye soktu. Doğrudan Helen’e baktı. “Rahatsız edilmek istemediğini biliyorum ancak seninle konuşmam gerekiyor.”

 

Helen müsaade istedi ve onunla beraber yandaki odaya girdi.

 

Bu adam William Belgrant’tı. Onun kocasıydı. Ve kendisinin ölümüyle tüm Kraliyet gücü ona geçerdi.

 

Mehlsanz’a göre suikastçıyı bulmak için herkesten daha fazla çalışıyordu, ancak nedense bu onu Helen’in zihninde daha şüpheli yapıyordu. Dürüst olması gerekirse, suikast girişiminden sorumlu tutmak istediği en son kişiydi, ancak burada sadece duygu konuşuyordu, nedenler değil ve bunun kendini kör etmesine izin vermedi.

 

Yine de onun ölümünü arzulaması neredeyse hiç mantıklı değildi. Evet o kraliçenin kocasıydı ve naif değildi, ancak siyasi görüşü iddia ettiğinden aşırı farklı değilse ikisi arasında müthiş bir farklılık yoktu. Elbette, on dört yıllık evlilik ona bu adamın kalbiyle ilgili bir şeyler öğretmişti. Adam onu öldürmek için en büyük nedene sahip olabilirdi, ancak onun böyle bir şey yaptığını hayal edemiyordu. En azından şimdilik.

 

Gözlerinin altındaki torbalarla uzun ve yavaş göz kırpışlarla, William onu L şeklindeki odanın sonuna götürdü ve orada oldukça geniş, yaşlı kadını—adamın teyzesini, Düşes Jezebel Belgrant’ı gösterdi. “Duyman gerektiğini düşündüğüm bir şey söyledi bana.” dedi William.

 

“Suikastçının amacını bildiğime inanıyorum,” dedi düşes.

 

Helen açıklamasını bekledi.

 

“Bazı konsey üyelerini görmezden gelme hareketlerinden dolayı. Çoğu üyeyi aslında.”

 

“Ne demek istediğini anladığımdan emin değilim.” Dedi Helen.

 

Jezebel kaşlarını çattı, tombul yüzündeki bir çok kırışıklık da hareket etti. “Yayılma hareketine yönelik kayda değer bir destek olduğunu biliyorsun, değil mi?”

 

“Saldırının bu harekete karşı çıkışından dolayı ortaya çıktığına inanıyoruz.” Dedi William.

 

“Ah.” Dedi Helen. Ona bilmedikleri bir şey söylemiyorlardı. Kardeşlerinden birinin onu öldürmesini teşvik edecek geride pek bir şey kalmamıştı. Ama bu ikili muhtemelen bunun sorumlusunun kardeşleri olduğunu bilmiyordu. Ancak yine de dilini tuttu. Gerçekten sadıklıklarından emin olana kadar onlara gereksizce bilgi vermek için pek bir neden göremedi.

 

“Bunu bizim söylememize ihtiyacın olmasına şaşırdım.” Dedi Jezebel. “Bir kraliçe kendi sarayını daha iyi tanımalı.” Kadın hiçbir surette eleştirmekten eksik kalmıyordu.

 

Helen gözlerini kısarak gülümsedi. “Bunu dikkate alacağım. Bu yayılma hareketini kimin yönettiğini bana söyleyebilir misin?”

 

“Maalesef ki hayır,” dedi düşes. “Bunu destekleyen en az bir düzine konsey üyesi var, hepsi de eşit derecedeler.”

 

Gözlerinin köşesinden Mehlsanz’ın duvardan geçtiğini gördü. Düşese ve Krala bilgiler için teşekkür edip ölüm meleğinin peşinden karşılama salonuna dönmeye karar verdi.

 

‘Gerçekten kocanın mı yaptığını düşünüyorsun?’ dedi Mehlsanz. ‘İyi birine benziyor.’

 

‘Kesin olarak emin olmak zorundayım. Daha önce üstüne çok düşünmemiştim. Belki de düşünmeliydim. Ancak William’ın ilk başlarda benimle evlenmekte isteksiz olduğunu hatırlıyorum.’

 

‘Oh? Ya sen?’

 

‘Ben… onun hayalini kurardım.’

 

‘Aha.’

 

‘Benimle çok fazla gönül bağı kurduğu söylenemez, tabii ben de onunla kurmadım.’

 

‘Biliyor musun, benim de ayarlanmış bir evliliğim vardı. Gerçi ben bir köleydim ve ailem de bu konu hakkında çok fazla söz sahibi değildi.’

 

Helen tekrardan yerine oturdu. ‘Bir köle miydin?’

 

‘Yalnızca doğum yapacak yaşa gelene kadar.’ dedi ölüm meleği. ‘Efendim kısır olduğumu bildiğinden beni doğrudan sattı.’

 

Odada muhafız olsa da Kraliçe Mehlsanz’a doğru baktı.

 

‘Her neyse, gerçekten biraz meditasyon yapmalısın.’

 

‘Hala neden seni korumam için bana ihtiyacın olduğunu anlamış değilim.’

 

‘Yani, dünya senin düşündüğünden çok daha büyük ve korkunç, Majesteleri.’

 

‘Lütfen beni öyle çağırma.’

 

‘Belgrant Sarayı’nın Helen’i?’

 

‘Basitçe Helen yeterli.’

 

‘Tamam, Basitçe Helen.’

 

‘Sen…’

 

‘Bir film ismi gibi. “Basitçe Helen. Gelin ve bir kadının kendini tanıyacağı bu yolculuğu yakından izleyin.” Eminim izlemeye de giderdin, üretken kocakarı seni.’

 

‘Gerçekten çekilmezsin…’

 

‘Evet, kesin izlemeye giderdin.’

 

‘Lütfen kaleyi izlemeye geri dön.’

 

‘İyi. Ama ben gitmişken sen de meditasyon yap.’

 

‘Tamam.’

 

Ölüm meleği ayrıldı ve Helen onun dediğini yapmaya çalıştı. Ancak bir yabancı onu izlerken meditasyon yapmayı inanılmaz derecede zor buldu. Elbette, muhafız onun uyuduğunu düşünmüş olmalıydı ve adamın gidip yoldaşlarına nasıl da Kraliçenin görev başında uyuduğunu gördüğünü anlattığı düşüncesi dikkatinin dağılması için yeter de artardı.

 

Ancak uzun süre sonra, Mehlsanz boş düşüncelerini böldü. ‘Olamaz…’

 

‘Ne oldu?’

 

‘Bodrumda başı boş dolaşan bir ruh buldum. Birisi burada ölmüş. Hem de yakın zamanda.’

 

‘Ne kadar yakın?’

 

‘En fazla birkaç saat önce.’

 

-+-+-+-+-

 

Hector otobandan çok fazla rahatsız olmadı. Dönüşler uzun ve yavaştı, üstelik sabahın bu erken saatlerinde çok fazla trafik yoktu. Tek sıkıntısı yoldaki döküntülerden kaçınmak zorunda kalışıydı. Öylece plastik bir bardağın veya patlamış bir lastiğin üstünden geçip, motorun kontrolünü elinde tutmayı bekleyemezdi.

 

Brighton’ın kuleleri azalıyor, o yolları aşarken yeşil tepeler tüm ufku kaplıyordu. Beyaz ve kara bulutlar mavi gökyüzünü kirletmeye başladı ve Hector kaskının vizöründe hafif bir çiseleme olduğunu gördü. Garovel daha önceden çarpışmaya karışmış bir kaskı kullanmaya devam etmenin güvenli olmadığını vurgulamıştı, Hector da çok güvenlik bilincine sahip olduklarından en kısa sürede yeni bir tane bulacağına söz vermişti.

 

Daha önce hiç Atreyan kırlarını bu kadar net gördüğünü hatırlamıyor, en sıradan şeyler bile ilgisini çekiyordu. Cüsseli, yalnız bir ağaç dallarıyla Brighton’da gördüğü her şeyden daha yükseğe ve daha geniş bir çevreye yayılıyordu. Bir tepenin üstünde şirin bir koyun sürüsü otluyor, çoban ve köpek ise çok da uzağında olmayan bir yerde duruyordu. Neyse ki doğu dağlarının hafif gölgeleri kendisi ve Sescoria arasında değil sağında yer alıyordu.

 

Sonra motorun altında titrediğini hissetti ve yolun ortasındaki sarı sırtın üzerinde durduğunu fark etti. Hemen rotasını düzeltti ve bön bön bakmayı sonraya saklamaya karar verdi.

 

‘Oraya ulaşmadan önce sana söylemem gereken bazı şeyler var.’ Dedi Garovel.

 

‘Şeyler mi?’

 

‘Tam olarak söylemek gerekirse, isimler var. Başkentte neyle karşılaşırız bilmiyorum ama bunun eninde sonunda karşımıza çıkacağını düşünüyorum. Bu yüzden şimdiden söyleyeceğim.’

 

‘Tamam.’ Hector sadece gözünü yolda tutmaya çalışıyordu.

 

‘Ölüm melekleri iki büyük gruba ayrılır: Fesih ve Öncü. Güç dengesi bu ikisi arasında dolaşır. Gerçi, bildiğim kadarıyla bugünlerde üçüncü bir büyük güç ortalıkta olabilir. Bu kadar alenen olduğundan biraz çemberin dışında kaldım.’

 

‘Hmm. Bu iki taraf savaştalar mı?’

 

‘Daima. Tüm dünyada. Asırlardır böyle.’

 

‘Aman ya… ne hakkında savaşıyorlar peki?’

 

Garovel konuştu. ‘Sana daha önceden bazı ölüm meleklerinin işleri kötüleştirmeye çalıştığından bahsettiğimi hatırlıyor musun?’

 

‘Evet?’

 

‘Fesih hakkında konuşuyordum. Onların yaptığı bu.’

 

‘Neden?’

 

‘Ana nedeni hepsinin öbür dünyaya geçmek istemesi. Ölüm meleklerinin insan ruhlarını öbür dünyaya taşımak için var olduklarına inanıyorlar; ve üstelik geriye taşınacak başka ruh kalmadığında, “görevimizin” yerine getirileceğine ve öbür dünyaya geçebileceğimize inanıyorlar.’

 

‘Ama… bu, yani… gerçek mi?’

 

‘Hayır, bu tamamen saçmalık. Eleg’deki herkes öldüğü için sihirli bir şekilde başka bir varoluşa geçirileceğimize inanmak için katiyen hiçbir neden yok.’

 

‘E-emin misin?’

 

‘Bunun gerçek olduğunu kabul etsek bile, hala bunu sadece insanlığı yok etmek için gerekçe olarak kullanmanın tamamen delilik olduğunu düşünüyorum.’

 

‘Ah… Gerçekten insan ırkını yok etmek mi istiyorlar? Yani… bu o kadar…’

 

‘Aptalca mı?’

 

‘Bu sadece… sizler de ölebilirsiniz değil mi? Yani, eğer bu Fesih’deki herifler öbür dünyaya bu kadar çok geçmek istiyorlarsa, neden… yani bilirsin… neden hizmetkarlarıyla birbirlerini öldürmüyorlar?’

 

Garovel iç geçirdi. ‘Çünkü “kader” denen o boktan şeye inanıyorlar. Daha yüce bir gücün bizi ölüm meleği yaptığını ve o ilahi sorumluluktan kaçmak için kendimizi öldürürsek, öbür dünyada cezalandırılacağımızı düşünüyorlar. Ya da öyle boktan bir şeyler işte bilmiyorum. Bunların hepsi çok rahatsız edici. Ayrıca bu heriflerin hepsi korkak, kandırılan piç kurusu.’

 

‘Ama… o yüce güç ya da her neyse… diğerlerini öldürmesinde bir sıkıntısı olmayacak mı?’

 

‘Sen öyle düşünüyorsun, onlar değil. Hey, sana bu piçlerin deli olduğunu söylemiştim.’

 

‘Peh…’

 

‘Bununla beraber, sanırım bazı ölüm melekleri daha önce gerçekten bunu yapmıştı, sadece kendi hayatlarını sonlandırmak amacıyla bir hizmetkar yetiştirmişti. Ama açıkça görülüyor ki, o ölüm melekleri artık öldü ve bizim için hiçbir sorun teşkil etmiyorlar.’

 

‘İyi bir noktaya değindin…’

 

‘Dürüst olmak gerekirse,’ Garovel devam etti. ‘Tüm Fesih üyelerinin buna gerçekten inandıklarını da düşünmüyorum. Bence bazıları bu yıkımdan zevk alıyor. Ki biraz anlayabiliyorum onları. Bir şeyleri yok etmek eğlenceli. Ama zalim sefalete ve ölümlere neden olduğunda değil.’

 

‘Bunu biraz… tanıdığımız birine benziyor…’

 

‘Bunu da fark ettin ha? Geoffrey’in bir şekilde Fesih’e bağlantısı var mı merak ediyorum. Ama öyleyse, bizle tanışmadan önce bile ölüm meleklerinin ne olduğunu bilmesi gerekirdi.’

 

‘Belki de yalan söylüyordu.’

 

‘Eh, yalan söylemek için garip bir konu. Ayrıca Geoffrey’in yalan söylemeyi bildiğinden dahi şüpheliyim. Kendi cinayetleri hakkında konuşurken aşırı mutluydu.’

 

‘Ah… yani o zaman, peki bu Öncü grubu ne? Dünyayı mı korumaya çalışıyorlar?’

 

‘Evet. Bununla beraber iki grubun da tonlarca daha küçük gruplara ayrılabileceğini, her birinin inançlar üzerinde farklı hedeflere ve varyasyonlara sahip olduğunu anlamalısın. Öncü’de müttefikler bulabilsek de, her zaman dostça yaklaşacaklarına güvenemeyiz. Gerçekten etraflarında olmak istemediğim birkaç ölüm meleği hatırlıyorum.’

 

‘Bekle. Sen öncü’nün bir üyesi misin?’

 

‘Eskiden öyleydim. Son hizmetkarım ve ben onlarla uzun bir zaman çalıştık, bu yüzden oldukça fazla kişiyi tanıyorum oradan.’

 

Hector’un bir kaşı kalktı. ’Son hizmetkarın… ne oldu o adama? Ya da… kadına?’

 

Bir süre beraber takıldık sonra o (adam) her şeyden sıkılmaya başladı. Ölmeye hazır olduğuna karar verdiğinden onu serbest bırakmamı istedi ben de öyle yaptım.’

 

‘Nasıl biriydi?’

 

‘Başka sefer konuşuruz. Şimdi, büyük isimleri yani dünyadaki en güçlü hizmetkarları bilmen gerekiyor. Kimsenin kafaya alamayacağı isimler, buna biz de dahil.’

 

‘Ah, ah—tamam…’

 

‘Özellikle dikkat etmen gereken dört isim var. Bunlar Dozer, Morgunov, Sai-hee ve Sermung.’

 

Hector şaşırarak baktı. ‘Dozer mi?’

 

‘Ayrıca Dozer adında bir ülke olduğunu biliyorsun, değil mi?’

 

‘Evet…?’

 

‘Bu bir rastlantı değil.’

 

‘Oh…’

 

‘Morgunov ve Dozer ikisi Fesih’i yönetiyor, birbirinden nefret ettiği söylense bile. Sermung tek başına Öncü’yü yönetiyor ve Sai-hee ise tarafsız.’

 

‘Bu Sermung kişisi ikiye bir mi savaşıyor?’

 

‘Unutma, sadece onlar değil. Onları destekleyen bir ordu dolusu ölüm meleği ve hizmetkarlar var ve üstelik kendileri en ünlü olsa da, en üst düzey astları da son derece güçlü. Ama evet, Sermung gerçek bir canavar.’

 

‘Anlıyorum…’

 

‘Yaş genelde belirleyici faktördür. Bu dört kişi insanlığın imparatoru oldular, bilmem, iki ya da üç yüz yıldır; ve bunun sebebi en uzun onların yaşamış olması. Sermung yaklaşık altı yüz yaşında ve sanırım diğerleri de o civarda.’

 

‘Ahh…’

 

‘Sermung hakkında biraz daha fazla şey biliyorum, çünkü aslında daha önceden onunla ve ölüm meleği Tenebrach ile tanıştım.’

 

‘Whoa, nasıllardı?’

 

‘Son derece etkileyici bir çifttiler. Onurlu, zeki ve… etrafa ezicilik yayan garip bir auraları vardı.’

 

‘Altı yüz yaşında olduğunu söyledin, ancak… bu biraz genç olmuyor mu? Yani en yaşlı hizmetkarlar en güçlüyse, ben onun yaşının… senin kadar vardır diye düşündüm. Bilirsin binlerce yıl felan.’

 

‘Ah, evet. Yani. Uzun ve karmaşık bir tarih var ama şunu söyleyebilirim ki dünyanın en güçlü insanları eninde sonunda öldürülmeye meyillidir. Bir imparatorluk ne kadar süre var olursa, o kadar çürümeye yatkındır ve bu böyle gider. Er ya da geç, yeni nesil yükselişe geçer; muazzam güçler yer değiştirir; ama şu da var ki yeni denge sağlanana kadar tam bir kaos vardır.’

 

‘Ama son birkaç yüz yılda olmadı diyorsun?’

 

‘Sanırım işler bir çeşit çıkmaza ulaştı. Güçteki büyük değişimler olması için bu yükselen yıldızların yani, büyük çatışmalara katıldığı için güçleri hızlı şekilde artan hizmetkarların olması gerekir. Bu da çok sık yaşanır zaten, ama bence bugünlerdeki sorun imparatorların buna çok dikkatli yaklaşmaları. Dünyada sorun çıkaran genç bir silah gördüklerinde, onu öylece görmezden gelmiyorlar.’

 

‘Ne yani, öldürüyorlar mı o kişiyi?’

 

‘Evet, ya da kendi ordularına alıyorlar. Bu bir hizmetkarın yaşayabileceği en amansız zaman aralığı. Aniden dört dev ensende soluyor ve tek bir seçme hakkın oluyor; bir taraf seç ya da kendi başına imparator olabilene dek hayatta kalmaya çalış. Bunun pek de eğlenceli bir durum olduğu söylenemez. Hedef alınmasınlar diye hizmetkarlarını bu eşiğe ulaşmalarından önce kasıtlı olarak serbest bırakan birçok ölüm meleği gördüm.’

 

Hector’un gözleri genişledi ve ellerini çevirdi. ‘B-bana da bunu yapacak mısın?’

 

‘Saçmalama. Tabii ki hayır.’

 

‘Öyleyse… Öncü’ye katılmamı istediğini mi söylüyorsun? Ya da… bir imparator olmalı? Çünkü ben gerçekten böyle bir şey planlamıyordum, ah… Yani, Ben…’

 

Garovel güldü. ‘Sadece hayatta kalmanı istiyorum, Hector.’

 

‘Y-yani, bu delice şeylerden bahsediyorsun ama … ben sadece insanları korumak istiyorum… bilirsin, eğer yapabiliyorsam…’

 

‘Bu benim için yeterli. Diğer şeyler için daha sonra endişeleniriz.’

 

Hector aniden ters yönden gelen bir otoyol polis kamyonunu fark etti. Duruşunu sertleştirdi ve yanından geçmesini beklerken nefesini tuttu. Geçtikten sonra aniden dönmediğinden emin olmak için dikiz aynasından kontrol etti.

 

Aradan birkaç dakika geçtikten sonra tekrardan rahatladı. Bunun üstüne sonraki dönüşü fazla geniş tuttu, yoldan çıktı ve motoru dar bir hendeğe soktu.

  

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44336 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr