Bölüm 1: Oh, Yüce Karanlık!

avatar
1015 1

The Zombie Knight Saga - Bölüm 1: Oh, Yüce Karanlık!


Birinci Cilt: Kan ve Demir

 Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 1: Oh, Yüce Karanlık!


“Merhaba, dostum.”

 

“…Neredeyim ben? Neler oluyor?”

 

"Sakin ol. Panik yapma. Her şey yolunda."

 

"…Neler oluyor? Neden hiçbir şey göremiyorum?"

 

"Sana anlatacağım, fakat beni dinlemen gerek. Söz veriyorum tüm sorularını cevaplayacağım, bu yüzden sakin ol tamam mı?"

 

"T-tamam."

 

"Dinle beni. Sen öldün."

 

“…Ne?”

 

"Sen ölüsün. Artık fiziksel bir bedenin yok. Bu yüzden hareket edemiyor ve göremiyorsun."

 

"…Bu ne biçim bir şaka?"

 

"Üzgünüm dostum, fakat şaka yapmıyorum. Şaka yapıyor olsam gülüyor olurdun. Baya komiğimdir."

 

"…Ne d..?"

 

"Biraz rahatla ve düşün. Ölümünü hatırlıyor olmalısın."

 

"…Ama... Ben..."

 

"Hatırlıyor musun?"

 

"…Ben... evet... Hatırlıyorum... Ben..."

 

"Endişelenme. Bu normal. Öldüğünde ben oradaydım. Neler olduğunu biliyorum."

 

"…Ben... gerçekten öldüm mü?"

 

"Evet."

 

"…Yani şimdi... bu... bir çeşit ölümden sonraki hayat mı?"

 

"Tam olarak değil. Henüz o noktaya ulaşmadın."

 

"…Ne demek istiyorsun? Neden ulaşmadım? Yoksa... ben...?"

 

"…Hayır, öyle bir şey değil. Her şey tamamen olması gerektiği gibi. Ben seni biraz erken uyandırdım, sebebi bu. Çünkü devam etmeden önce, sana bir teklifim var."

 

"…Teklif mi...? Sen kimsin?"

 

"…Benim bir çok ismim var, ama beni sen büyük ihtimalle azrail olarak tanırsın. Bilirsin, Ölüm meleği."

 

"…Ne?"

 

"Ruhları diğer tarafa geçerken yol gösterir ve korurum. Ya da cehenneme. Artık hangisiyse."

 

"…Bilmiyor... musun?"

 

"Tabii ki bilmiyorum. Ben sadece yolcuları uğurlarım."

 

"…Ah... hayal kırıklığına uğradım..."

 

"Hey. Bu beni de rahatsız ediyor. Aslında, kapa çeneni. Eksiklerimi bana hatırlatmana ihtiyacım yok."

 

"…Ah, üzgünüm..."

 

"Normalde, burada olduğumu asla bilemezdin, fakat sana bir soru sormak için seni rahatsız etmek zorunda kaldım."

 

"Bir teklif."

 

"Doğru, bir azrail olarak birini yanımda hizmetçi olarak tutacak gücüm var, bana çeşitli şeylerde yardımcı olacak biri."

 

"Hizmetçi mi? Benim senin hizmetçin olmamı mı istiyorsun?"

 

"Hizmetçi, ortak, dost, müttefik. Nasıl adlandırmak istersen artık, fakat evet, genel fikrim bu. Bedenini yeniden diriltebilirim ve böylece yeniden yaşayabilirsin, bana yardım ettiğin sürece tabii. Çok genç yaşta öldün. İkinci bir şans isteyebileceğini düşündüm, belki de seni daha da tatmin eden bir hayatı yaşamak için ikinci bir şans."

 

"Daha tatmin edici mi...?"

 

"Yanlış mıyım?"

 

"Yani... hayır... bunu gerçekten yapabilir misin?"

 

"Evet. Daha kimse senin bedenini bulmadı, bu yüzden bir problem olmaması lazım."

 

"Yani... beni yeni hayatımda bir tür milyarder veya öyle bir şey yapabilir misin?"

 

"Ne? Hayır, tabii ki. Bu o şekil bir şey değil."

 

"O zaman az önce ne hakkında konuşuyordun?"

 

"Şu şekilde oluyor: Bedenin şu anda ölü durumda fakat ben onu diriltip ruhunu yeniden bağlayabilirim. Sana yeni bir tür vücut verip tonla para sağlayamam. Bu tamamen saçma olurdu, ben bir azrailim, lanet olası bir cin değil."

 

"Oh... yani ben önceki hayatımı yaşamaya devam mı edeceğim?"

 

"Gibi. Yani demek istediğim işler biraz karışık olabilir."

 

"Bu da ne anlama geliyor?"

 

"Seni sebepsiz bir şekilde diriltemem tabii ki. Daha önce de söylediğim gibi bana yardım etmeni istiyorum."

 

"Ne konuda yardım?"

 

"Yaşamları kurtarmada."

 

"Ne?"

 

“Binlerce yıldır varlığımı sürdürüyorum, alemler arasındaki bu yarık boyunca ruhları taşıyorum. Yaşayanları gözlemleyebiliyorum, fakat sen ölmeden seninle etkileşim kuramam. Bu yüzden senin de tahmin edebileceğin gibi dünyanızda pek çok korkunç şeyin yaşandığını görüyorum, hakkında bir şeyler yapmak istediğim şeyler. Fakat açıkça bunu yapamıyorum. Kendi başıma değil. İşte bu noktada sen devreye giriyorsun. Ben ölmek üzere olan insanları bulacağım, sen de gidip onları kurtaracaksın.”

 

“Oh… Vay be…”

 

“Vay mı?”

 

“Yani… demek istediğim… ciddi misin?”

 

“Fakat… ah… Kulağa harika geliyor felan, ama… Birini kurtarabileceğimi sanmıyorum…”

 

“Tabii ki yapabilirsin. Benim yardımımla öldürülemez olacaksın."

 

“Ne…öldürülemez mi? Yani, ölümsüz mü?”

 

“Evet. Benim ölümsüz yardımcım olacaksın, bu yüzden doğal olarak eğer ölürsen seni dirilteceğim.”

 

“Vay… ölümsüz...”

 

“Denemek ister misin?”

 

“Ah… Bilmiyorum. Kulağa… çok delice geliyor…”

 

“Ah. Bu biraz kaba oldu.”

 

“Senin yardımcın olacağımı söyledin.”

 

“Evet.”

 

“…Dediklerine uymazsam ne olur?”

 

“Bana artık yardım etmek istemediğine karar verirsen, o zaman basitçe ruhunu serbest bırakacağım ve ölmene izin vereceğim.”

 

“Beni öldüreceksin yani…"

 

“Hey, sen zaten ölüsün. Kaybedecek neyin var?”

 

“…Öyleyse, kulağa gerçek olamayacak kadar iyi geliyor.”

 

“Temelli olmayacak. Daha sonra anlaşmadan hoşlanmadığına karar verirsen, başka birisini bulacağım ve rahatça ölmene izin vereceğim.”

 

“Yalan söylemediğini nereden bilebilirim?”

 

“Ah. Sanırım bilemezsin. Biraz risk alman gerekecek. Aynı benim senin üzerinde aldığım gibi.”

 

“Bilmiyorum…”

 

“Yani, seni acele ettirmek istemiyorum fakat biri senin ölü bedenini bulmadan önce karar vermek isteyebilirsin. Tekrar hayata dönmeden önce bedenin bulunursa sana sıkıntı çıkarabilir.”

 

“Daha evet demedim…”

 

“Farkındayım. Lütfen karar ver. Biraz sabırsızım.”

 

“Pekala… Bir deneyeceğim. Daha kötü olamaz sanırım…”

 

“Mükemmel. Hemen başlıyorum o zaman.”

 

“Ne yapacaksın?”

 

“Biraz bekle. Bu biraz sarsabilir.”

 

“Bekleyeyim mi? Neyi? Burada bir şey yok… Ne ol…? Ahh!”

 

-+-+-+-+--+-+-+-+-

 

Hector kıvrılarak uyandı. İçinde bir ağrı patlaması yaşadı, fakat bir an sonra o his kayboldu.  Bulanık bir görüşle gözlerini kırptı ve doğruldu.

 

Burası gördüğü banyoydu, hatırlıyordu. Burası onun öldüğü yerdi, bu küçük ve çok da temiz olmayan- banyoda. En azından düşündüğü buydu. Açıkça görülüyordu ki, o ölü değildi.

 

Tavandaki pervane aynı önceki gibi tıkırdıyordu. Sesi hatırladı, bunun duyacağı son ses olacağını düşündüğünü hatırladı, son anlarında nasıl acınası hissettirdiğini hatırladı.

 

Fakat şimdi, o sesi tekrar duyuyordu, monoton vınlamayı, ne düşüneceğinden emin değildi. Neredeyse değişmediğini bilmesine rağmen bambaşka bir ses gibiydi.

 

Gömleğinin ıslak olduğunu farketti ve üzerindeki kırmızı lekelere baktı. Ayağa kalktı ve zeminde kendi kanından bir havuz oluştuğunu gördü.

 

Kafasını kaşıdı, “Ha…”

 

Ardından onu bir ayna karşıladı, sabunlu bir buğunun içinden yüzü yansıyordu. Her şey aynı görünüyordu. Siyah ten, kazınmış kafa, kasvetli kararmış bir bakış. Hepsi onundu. Her nedense bir yanı başka birini görmeyi umuyordu. Bir yanı ise istiyordu.

 

Gözleri lavaboya, içindeki tıraş bıçağına düştü, Ansızın böyle küçük bir şey ile, ufacık bir bilenmiş metal parçasıyla ölmek garip bir yol gibi görünüyordu. Fakat sonra jiletin, hiç acıyormuş gibi görünmese de hala orada olan kollarındaki dikey kesikler kadar uzun olmadığını anladı. Aslında, onları hissedemiyordu bile. Onları normal bir şekilde hareket ettirebiliyor gibi görünüyordu, ama tamamen uyuşmuşlardı.

 

‘Tekrardan merhaba,’ bir ses geldi ve yanında ortaya çıkan sureti görmek için döndü, oturuyordu ve orada süzülüyordu. Bir iskelet, öyle görünüyordu, beyaz kemikleri şimdiye kadar gördüğü en zifiri siyah bir örtünün arkasından görünüyordu.

 

Hector genişçe açılmış gözlerle öylece izledi.

 

‘Selam almak yok, ha? Peki, öyle olsun.’Hector nasıl yaptığını anlayamasa da iskeletin çenesi sözleriyle birlikte hareket etti.

 

Bir an sonra sözünü ağzından çıkarmayı başardı. “Sen…”

 

‘Az önce konuşmuş olduğun Azrail, evet. Tanıştığıma memnun oldum. Resmi olarak yani.’

 

“Sen sen… tam da hayal ettiğim gibi görünüyorsun.” Birkaç kez göz kırptı. “Bu gerçekten yaşanıyor mu…?”

 

‘Ah, doğru. Görünüşüm.’ Azrail omuz silkti. ‘Şu an her ne görüyorsan, gerçekte öyle görünmüyorum. Aslında, hiçbir şey gibi görünmüyorum.’

 

“Ne?”

 

‘Beynin neye benzemem gerektiğine dair bir görüntü oluşturuyor ve onu varlığım üzerine yansıtıyor. Görünüm, varlığımın olmadığı fiziksel gerçekliğiniz için gerekli olan bir şeydir.’

 

“Anlamıyorum…”

 

‘Ah, neyse, önemli değil. Oh ve unutmadan…’Azrail uçarak yaklaştı ve ince bir el uzattı.

 

Hector biraz geriledi, fakat el omzuna ulaşmıştı bile. Ve aniden kollarının yanmaya başladığını hissetti. Aşağı baktığında yaralarının şiştiğini ve sıkılaştığını gördü. Yaraların kendi kendine kapanışını izlerken ağzından bir inilti kaçtı, geriye sadece hem ıslak hem de çoktan kurumuş kan izleri kaldı. Birkaç dakika sonra ağrı azaldı.

 

“Ne oluyor?” Kanı silerek kesiklerin bulunduğu kolunu inceledi. Bir iz bile kalmamıştı. Dahası kolları artık uyuşmuş değildi.

 

‘Tüm bu kanı temizlemek isteyebilirsin,’ dedi Azrail yeri işaret ederek. ‘Bedenini yenileyebilirim, fakat kan bir kez ayrıldı mı geri yerine koyamam. Aynısı uzuvların için de geçerli, eğer kesilirlerse felan. Bir şeyleri yeniden bağlayamam. Basitçe yeniden büyütürüm.’

 

Hector şaşırarak baktı. “Yeniden büyütmek mi?”

 

‘Yaralanmaların ne kadar kötü olursa olsun seni yeniden canlandırabilirim. ‘Tüm bedenin yok olsa dahi onu yeniden yaratabilirim. Gücümün çalışma prensibi bu. Ruhunla olan bağımı koruduğum sürece ona eşlik eden bedeni yeniden yaratabilirim. Yalnız ruh olmazsa hiçbir şey yapamam.’

 

Hector ne diyeceğinden emin değildi.

 

‘Bu gerçekten çok kötü. Yoktan bir beden yaratabilseydim kimsenin yardımına ihtiyacım olmayacaktı. Kendim için bir beden yapar ve bir süper kahraman felan olurdum.’

 

“Ah… A- Anlıyorum… Sanırım.”

 

‘Ama dünyayı veya başka bir şeyi kurtarmaya çalışmaya başlamadan önce açıklamam gereken çok daha fazla şey var ve sen de birisi görmeden bu pisliği temizlesen iyi olur. Tabii ki sırrını başka birine açıklamayı planlamıyorsan.’

 

“Hmm, haklısın…” Kapıya doğru ilerledi ve tuhaf bir şekilde duraksadı. “Ah…”

 

‘Belki bir paspas işini görür?’

 

“D-doğru…” Kapıyı açtı ve oradan ayrıldı. Kendisini dar bir koridor karşıladı ve bir an kendisini koridora bakakalmaktan alıkoyamadı. Böylesine basit bir yer. Kremsi beyaz duvar ve sade kahverengi halı. Burayı binlerce kez görmüş olmalıydı, ancak şimdi nedense farklı görünüyordu. Aslında her şey farklı görünüyordu. Eskimiş spor ayakkabıları, sarkık siyah pantolonu, başının üstündeki koridor ışığı ve etrafında çırpınan güve bile; her şey kendine, kim olduğunun, hâlâ aynı kişi olup olmadığını belirsizce hatırlatıyordu.

 

Banyo kapısını arkasından kapattığına emin olduktan sonra aşağı indi. Ebeveynleri uzun bir lambanın loş ışığında televizyon izlerken birlikte oturuyordu. Mutfağa geçerken ona bakmaya zahmet etmediler, ancak ayak seslerini duymuş olmaları gerektiğinden emindi. Ama sonra kendisini görmemelerinin daha iyi olduğunu düşündü. Üstündeki o kadar kanı açıklamak zor olurdu. Çabucak buzdolabının yanındaki paspası kaptı.

 

‘Kovayı almayı unutma,’ azrailin derin sesi ulaştığında Hector neredeyse paspası düşürüyordu, bir süre ellerinde sallandı. ‘Biraz havlu da işine yarar.’

 

Gözlerini kırparak etrafa bakındı. Mutfak hâlâ boştu. Fısıldadı. “Neredesin…”

 

‘Hâlâ banyodayım,’ cevap geldi. ‘Ne kadar uzak olursak olalım senle konuşabilirim. Seninle fiziksel bir sesle konuşarak değil de doğrudan beynine bağlı olduğum gerçeğiyle bir ilgisi olmalı.’

 

Bir duraksama oldu ve Hector olduğu yerde beklerken gözlerini kısarak baktı.

 

‘İkimiz için de çalışıyor. Kafanın içinde bir şey söyle, seni duyacağım,’ Başka bir duraksama. ‘Fakat gerçekten açık ve dolaysız bir şey düşünmelisin. Konsantrasyon zihnimizdeki düşünceleri pekiştiren ve onları anlaşılabilir yapan şeydir.’

 

“Ah… Oh.” ‘Böyle mi?’ Bakışlarını tavanda gezdirerek düşündü.

 

‘Evet. Kolay, öyle değil mi?’

 

‘Ee… Tabii…’ Azrailin bahsettiği diğer eşyaları da aldı, ebeveynlerinin dikkatini çekmeden yukarıya geri çıktı ve banyo zeminini paspaslamaya başladı. Her darbede kırmızılık çekildi ve kan havuzu kendi kendine geri toplanırken geride pembemsi bir iz bıraktı.

 

Kanın ne kadar süredir orada olduğundan emin değildi, ancak fayansı lekelemeye başlamıştı, bu yüzden en azından birkaç saat geçmiş olduğunu varsaydı.

 

‘Sessizleştin,’ dedi Azrail, Hector’u işinin başından kaldırıp baktırdı. ‘Daha soracağın soru çoktur diye düşünüyordum.’

 

Hector Bir süre uzun uzun kana baktı. “…Farketmediler.”

 

‘Ne?’

 

“Ebeveynlerim,” dedi  ve kovanın üstünde paspasın suyunu sıktı. “Onlar öldüğümü farketmediler.”

 

Farkedilebilir bir duraksama oldu. ‘Biliyorsun banyoda kilitli kalmıştın. Büyük olasılıkla cesedini bulmaları biraz zaman alırdı.’

 

“Acaba ne kadar sürerdi…”

 

Azrail bundan sonra sustu. Hector’un işlerini bitirmesine az kala konuşmaya devam etti.

 

‘Ben Garovel bu arada. Garovel benim adım yani.’

 

Hector banyo küvetinin kenarına oturdu ve havada süzülen iskelete tekrar baktı. “Tamam,” tüm söylediği buydu.

 

Garovel başını eğdi. ‘Çok konuşmaya hevesli değilsin, ha? Öldüğünde daha fazla konuşuyordun.’

 

“…Üzgünüm. Ben öyle… Ben… evet.”

 

‘Endişelenme. İşleri aceleye getirmeye gerek yok.’ Garovel aynaya yaklaştı, ve Hector aniden azrailin bir yansıması olmadığını farketti. ‘Meraklı bir insana benzemiyorsun, bu yüzden sanırım sadece açıklayacağım. Sorun olursa söyle.’

 

Hector bekledi.

 

‘Sen ve ben artık bağlıyız,’ Garovel konuştu. ‘Artık hayatını sürdüren benim. Biyolojik olarak bedenin tekrardan canlı, ama seni bedenine bağlı tutan tek şey benim. Ruhun, bilincin, kendi varlığın, nasıl adlandırmak istersen, bedeninin bu dünyayla bağlantısını sürdüren benim.’ Azrail bir an durakladı, belki de anlayış gösterdi. ‘Sanırım bu kulağa kötü bir şeymiş gibi geliyor. Ruhunun başka biri tarafından kontrol edilmesi yani, fakat aslında tüm bu durumun bayağı olağanüstü faydaları var. İlki, tabii ki bedeninin yenilenmesi ama çoktan ondan bahsettim . Ve ikinci büyük faydayı eminim farketmişsindir. Yani hareket etmeye devam edebilmek, bedenin teknik olarak ölü olsa da.’

 

Hector gözlerini kırptı.

 

‘Beyninle bir ilgisi olmalı.’ Garovel uzun bir falanks kemiğini yalın kafatasına yasladı. ‘Tüm enerjisi için et ve kemiğe güvenmek yerine beynin artık tamamen bana bel bağlamış durumda, büyük ölçüde bunun sebebi tabiri caizse beyninde ikamet ediyorum. Ancak dünyanızın tabirince beynin artık kendini idame ettirme kabiliyetine sahip. Diyelim ki ölümüne kanıyorsun ya da kalbin atmayı durdurdu ya da hatta nefes almayı bıraksan dahi, beynin normal bir şekilde çalışmaya devam edecek.’ Azrail tekrar duraksadı. ‘Tabii ki göründüğü kadar basit değil çünkü beyin oldukça karmaşık bir parça. Beynini kan, glikoz ve daha bilmem sorunlardan dolayı aksi takdirde kendini kapatmasını gerektiğini düşünmeye itebilecek her türlü sinyali uyuşturmak zorunda kaldım, fakat bunun hakkında hiç endişelenmen gerekmiyor. Her şeyi kontrolüm altına aldım.’

 

Hector bir şey söylemeye çalıştı ancak aradığı kelimeleri bulamadı, bu yüzden sadece kalkık bir kaşla bakınmakla yetindi.

 

Azrail kafasını ona eğdi. ‘Bu mantıklı geldi mi?’

 

Yalnızca başını salladı.

 

‘Pekala o zaman. Üçüncü fayda, tabii ki de bana ihtiyacın olduğunda olağanüstü şahsiyetimin yanında olması.’

 

Hector elinde olmadan biraz sırıttı.

 

‘Gerçi, şahsiyetimden fazlası,’Garovel devam etti. ‘Bir ölüm meleği olarak, biri kıyıda olduğunda bunu hissedebilirim. Ölümün kıyısı yani. Basitçe söylemek gerekirse, kişinin ruhundan yaklaşan bir ölümün aurasını alıyorum. Çok dramatik. Özellikle de onlara yardım etmek için hiçbir şey yapamadığımdan, Öte yandan sen yapabilirsin. Yani birinin etrafında bu aurayı hissettiğimde, senden gidip onları kurtarmayı denemeni istiyorum. Anlaşıldı mı?’

 

“Ah, evet…” Hector başını salladı.

 

‘Bununla beraber, senden bunu her daim isteyeceğimi bilmen gerekiyor. Seni diriltmemdeki tüm amaç başkalarını kurtarmama yardım etmen. Bu yüzden hayatın nasıl değişiyorsa değişsin- yeni iş olsun, evli ol, çocukların olsun, ya da başka bir şey- eğer bana yardım edemeyecek duruma gelirsen, o zaman senin ruhunu serbest bırakmak ve başka birini bulmak zorunda kalacağım.’

 

“T-tamam…” Şaşırarak baktı. “Fakat… ben nasıl “yardım edemeyecek” duruma gelebilirim ki? Yani… birinin hayatını kurtarmak için aşırı meşgul olacağımdan şüpheliyim…”

 

‘Bunu söylemen güzel, ancak bu her zaman sana bağlı olmayabilir. Örneğin, beynin bir kavanozun içine düşerse, birilerini kurtaramazsın. Ve ben de seni çıkaramam. Yani eğer zayıf bir kavanozsa. GERÇEKTEN zayıf bir kavanozsa. Çok emin değilim.”

 

Birkaç defa göz kırptı. “Ah… ne? Neden beynim bir kavanozun içine düşsün ki?”

 

‘Bilmem. Ben sadece bir örnek verdim.’

 

Hector bunun çok belirli bir örnek olduğunu hissetti. “Sen… benden çılgın bir bilim adamı ya da başka bir şeyle savaşmamı mı isteyeceksin?”

 

‘Ah. Şey. Planlamıyordum fakat bu olasılığı da reddedemem. Geleceğin neler getireceğini kim bilebilir, değil mi?’

 

“Ah… evet…” Hector’un bakışları bir anlığına yere sonra da kollarındaki kesiksiz deriye doğru kaydı. “Yine de bir sorum olacak…”

 

‘Nedir?’

 

“Eğer… eğer sen… insanları böyle kurtarabiliyorsan… o zaman… neden… bilirsin… bunu tüm herkes için… yapmıyorsun?”

 

Garovel durdu. ‘Ah. Ne? Seni anlayamıyorum. Konuşurken bu kadar duraksamayı kes.’

 

“Ahh…” Tekrar denedi. “Eğer insanları kurtarabiliyorsan, o zaman… neden… direkt tüm herkesi kurtarmıyorsun?”

 

‘Hala duraksıyorsun.  Sana bunu kesmeni söyledim.’

 

“Lanet olsun, Ben… deniyorum…”

 

‘Ah tamam. Seni ikinci seferde anlamıştım zaten.’

 

“O zaman artık cevap versene!”

 

‘Hey, bu sefer duraksamadın. Aferin.’

 

“Keşke bir bedenin olsaydı. Böylece seni boğazlayabilirdim…”

 

‘Yine de bu önemli bir soru. Tabii ki daha fazla insanı kurtarabilsem kurtarırım. Herkesi tanımıyorum fakat evet yapardım. Sorun şu ki bir seferde yalnızca bir ruhla düzgün bir bağlantı kurabilirim. İkinci biriyle bağlantı kurmayı denersem enerjim dağılmaya başlar. Bu da beni ya tüketir ya da yok eder Ve bu ikisinden herhangi biri benim başıma gelirse, bağlı olduğum insanların ruhları hala yaşayan bedenlerinden çıkar, bu da ya beyin ölümü ya da bir psikotik krizle sonuçlanır. Ayrıca, bozulmuş bilince sahip bir beden, en hafif deyimiyle oldukça korkunç olabilir.’

 

Kafasını tekrar kaldırdı. “Diyorsun ki, onlar… gelişigüzelce insanları… öldürmek… isterler?”

 

‘Diğer dehşet verici şeylerin yanında, evet.’

 

“Vay… tamam.” Zayıf kollarını katladı, yüzü biraz bozuldu. “Fakat eğer böyleyse, o zaman… neden bu iş için beni seçtin?”

 

‘Yani, birini seçmem gerekiyordu. Bir yardımcıya ihtiyacım vardı ve sen oradaydın.’

 

“Bu kadar mı?  Beni seçmen sadece bir tesadüftü yani…?”

 

‘Çoğunlukla.’

 

Hector azraile kuşkuyla baktı. “Yani bu ne anlama geliyor? ‘Çoğunlukla’?”

 

‘Bu iş için katil ve benzerlerini aramıyorum, yani evet, benim açımdan bazı kriterlerim var. Dahası seni seçmedim. Sana sordum. Kabul eden kişi sensin.’

 

“Fakat… böyle bir ikinci şansı… kim reddedebilir ki?”

 

‘Yalnızca ölmek isteyen biri.’

 

Haliyle Hector duraksadı. Bir süre yalnızca orada oturdu, bakışları Garovel’den yere doğru kaydı. “Fakat,” sonunda konuştu, “Ben kendimi öldürdüm…”

 

‘Biliyorum. Seni izliyordum.’

 

 

 

“O zaman… o zaman neden başkasına sormadın? Kazara ya da başka şekilde ölen birine?” Kısa bir nefes aldı. “Böyle bir şansı gerçekten hak eden birine…”

 

‘Eğer gerçekten böylece ölmek isteseydin sana sorduğumda bana yardım etmeyi kabul etmezdin.’

 

Orada otururken kafası iki elinin arasındaydı. “Ama…” İç çekti.

 

‘Ölümünden önce, uzun bir süre boyunca seni izliyordum.’

 

Başını kaldırdı. “Ne?”

 

‘İntihar etmeye karar verdiğin andan itibaren, senden ölüm aurasını hissedebildim.’ Garovel’in eksik gözlerinin gölgeleri aniden kendisine dikkat kesildi. ‘İşleme şekli bu. Ruh doğrudan tehlikeye girdiğinde ölümü hissediyorum. Eğer bir otobüs sana çarpacaksa, onun önüne çıkana kadar ölümünü hissedemem. Böyle durumlar gerçekten berbat. Fakat senin gibi insanlarda, kendini öldürmeye niyetli insanlarda, kararı zihninizde kesinleştirdiğinizde ölümü hissediyorum.’

 

Gözlerini kırptı. “O zaman… sen b…”

 

‘Evet. Yaklaşık yedi aydır bekliyorum. Bunu yapman bu kadar sürdü.’ Garovel hafifçe omuz silkti. ‘Gördüğüm en uzun süre değildi, fakat oralarda bir yerdeydi. Zaman zaman seni kontrol ediyordum, belki de haftada iki veya üç kez. Nihayetinde, neden bunların seni aşağı çekmesine izin verdiğini, neden bunları atlatamadığını merak etmeye başladım. Ve sonra anladım.’

 

Bakışları tekrar yere döndü. Dinlerken gözleri kapalıydı.

 

‘Son bir kaç haftadır seni epeyce izledim. O zaman fark ettim. Sen daima yalnızdın.’ Garovel duraksadı. ‘Okuldayken, neredeyse hiçbir sınıf arkadaşınla konuşmadın. Belki de bunun nedeni iletişim kurmada sorun yaşıyor olmandır. Hatta burada, kendi evinde dahi, ebeveynlerine çok uzak duruyorsun. Seni, onlara tek seferde birkaç kelimeden fazlasını söylerken gördüğümü hiç sanmıyorum.’

 

Gözlerinin ardından gelen ani gerilmeyi uzaklaştırmaya çalışıyorken sertçe gözlerini kıstı.

 

‘Kendini öldürmek için bu kadar uzun süre beklemenin sebebi, bunun sebebi birinin seni durdurmasını bekliyor olmandı, değil mi?’

 

Kendini saklamaya çalışırken nafile bir girişimde bulunmuşçasına eliyle gözlerini kapattı. “Fakat… kimse durdurmadı…” 

 

‘Hayır. Kimse durdurmadı.’

 

Gözyaşları artık orada birikmişti, yüzünden akıyordu ve ne kadar istese de onları engelleyemiyordu.

 

‘Sonra, sen öldükten sonra bana yardım edip etmeyeceğini sorduğumda, sen kabul ettin. Tüm duymam gereken buydu. Çünkü dediğim gibi, gerçekten ölmek isteseydin, bana evet demezdin.’

 

Başka bir şey söylemek istedi, ne olduğuna emin olmadan, fakat nefesinin kelimeleri oluşturmak için fazla boğulmuş olduğunu fark etti.

 

‘Böylece ikinci bir şansa sahipsin. Ve bu kez bana yardım etmeye çalışacaksın, aynı benim sana yardım etmeye çalıştığım gibi.’









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44300 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr