Cilt 19: Bölüm 3-2

avatar
771 12

Terror Infinite - Cilt 19: Bölüm 3-2


Çevirmen: Starshollow

Editör: Mariposa




Şanghay'da yılın başından beri bir dip akıntısı vardı. Yüzeyin altında neler olduğunu çok az kişi biliyordu, çoğu insan tamamen habersizdi. Üst sınıfa ait ya da kolayca bilgi erişimi sağlayabilenlerin çoğu sadece Japon ordusunun bir başka katliam ya da Şanghay'daki Nanjin Katliamı'nın bir tekrarını planladığını tahmin ediyordu.

 

 

Tahminler ve dedikodular Şanghay'ı kaosa sürükledi. Savaşta efsanelere ait olanı ele geçirmek için yer alan bazıları, halkı korumak için çaba sarf etmedi. Daha da kötüsü, Şanghay'da konuşlanan yabancı güçler şehri kaosa itti çünkü onlar da o şeyi istiyorlardı. Kaosu durduracak kimse yoktu.

 

 

Jonathan pencereden caddeye baktı. Elinde hafif morumsu bir altın parçası vardı. Avucunda aşağı yukarı zıplatıyordu. Arkadan ani bir rüzgar yaklaştığında, iç çekti, "Dostum, kum şeklinde gelmeyi bırak. Ödümü patlatıyor."

 

 

Siyah kıyafetli kel bir adam arkasında belirdi. Omuz silkti, "DingLi öldü. Üzerine yerleştirdiğim mühür iki dakika önce onu birden yok etti. Belki de burası artık güvenli değil."

 

 

"Ah." Jonathan cevap verdi ve odanın köşesinde duran bir kutuya bakmak için arkasını döndü. Altını kutuya koyup kaldırdı. "Hala ne bekliyorsun? Kaçmamız lazım!"

 

 

Imhotep onun hareketlerine alışmıştı ve, "Sonunda herkes öldürülmüşken senin mezardan tek başına kaçtığına inanıyorum. Koşmak bir yetenekse, senin hediyen bir mucize kadar harika. Gidelim. Kalacak bir yer bulacağız."

 

 

"Bu arada, neden altın sevmiyormuşsun gibi duruyorsun?" Jonathan sırt çantasını takarken sordu.

 

 

Imhotep kaşlarını çattı. "Ben yüksek bir rahiptim. Hayal edebileceğin bütün servete sahiptim. Dilediğim sürece hiçbir şey uzakta değildi. Sadece bir altına bakmaya neden tenezzül edeyim?"

 

 

"Eğer öyleyse..." Jonathan'ın gözleri parladı. "Neden bana kendi payını vermiyorsun? Nasıl olsa ihtiyacın yok. Ağırlık benim için sıkıntı değil."

 

 

Imhotep, Jonathan'ın büyük sırt çantasına baktı. 400 kilo altın taşıyordu fakat anti-yerçekimi özelliğine sahip bir nesneden dolayı beş kilodan az çekiyordu. Birbirlerini uzun zamandır tanıyor olsalar da, aşağı seviyedeki kölelere ait bu isteğe söyleyecek bir kelime bulamadı.

 

 

"Hayır!" Koridordan bir kadın sesi geldi.

 

 

Muhteşem bir kadın Jonathan'a baktı ve "Ne yapmaya çalışıyorsun? Altın seni Çin'den çıkarmamız için bizim ücretimizdi. Ben sadece küçük, güzel bir şey seçtim. Ve sen hala tatmin olmadın mı?"

 

 

Kişiliği güzelliğine kıyasla şiddetliydi. Jonathan geveledi ancak cevap vermeye cesaret edemedi.

 

 

Imhotep kadının elini tuttu ve Jonathan'a, "Gidip kalkacak bir gemi bulalım. O beş sarı kıyafetli canavar her an canlanıp gelebilir. Gelecek sefere sizi kurtaramayabilirim. En kısa sürede gitmemiz gerek."

 

 

"Bir gemi bulmak zor değil mi sence?" dedi Jonathan. "Tanıdığım herkese sordum. Şanghay'daki en güçlü kişi bile bizi koruyamadı ve öldürüldü. Ve ona karşılığında Buda kafasını vermeyi planlıyordum."

 

 

Jonathan odadan çıkarken söylendi. Imhotep ve kadın el ele onun arkasından yürüdü. Jonathan'ın ölmesi hakkında hiç endişelenmiyorlardı. Bir hamam böceği niteliğinde biri, muhtemelen herkesten sonra ölürdü.

 

 

DingLi öldürülmüştü fakat Jonathan'ın kalacak yedek bir yeri vardı. Kimseden korkmasa da karanlıkta ortaya çıkan bilinmeyen yaratıklardan, Imhotep'e bile zarar verebilen yaratıklardan korkuyordu.

 

 

Çin Takımı Asya'ya vardığında saat gece yarısını geçiyordu. Takım karanlık gökyüzünün altında bir sokağa indi. Uçan Kaykayları kaldırdıktan sonra, her bir kişi sırtında uyuyan bir üyeyi taşıyarak ilerledi.

 

 

 

 

"Önce bir otel bulalım. Yarın mesajı yayınlamak için bir haber ajansı bulacağız. Tamam mıdır?” dedi Zheng.

 

 

Herkes 1940'ların Şanghay'ına merakla baktı. Aynı zamanda ana vatanının çektiği acıya, şehri delik deşik eden akıl almaz kötülüklere rağmen, bu çağdan beri dünyanın en büyük şehirlerinden biri olmuştu.

 

 

Sokaktan çıktıktan sonra takımı hemen yayalar karşıladı. Kıyafetleri ne Çinliler ne de batılılar gibiydi, bu döneme uygun görünmüyordu. Takımı caddedeki diğer herkesten ayıran görünmeyen bir boşluk vardı. Kadınlar dikkatle onlardan kaçındı. Dahası, uyuyan birkaç üye kaçırılma veya cinayet izlenimi uyandırdı.

 

 

"Tıpkı beklendiği gibi eski topluma benziyor. Asayiş neredeyse yok." ChengXiao mırıldandı.

 

 

Ekibin geri kalanı, baltalı birkaç düzine insanın daha küçük bir grubu silahlarla çevrelediğini görmek üzere onun bakışlarını takip etti. Sayı dezavantajı, silahları olmasına rağmen iki kişinin daha küçük gruptan çekilmesine neden oldu. Bu gruptaki diğer kişiler kaçıyordu. Tuhaf bir şekilde, polis üniforması giyen birkaç kişi orada öylece durup sigara içiyordu.

 

 

"Bu tanıdık görünüyor." ChengXiao heyecanla konuştu. "Mafyaların her zaman gece yarısında çatışmaları ilginç. Ama bu sahnenin direkt Kung Fu Sokağı'ndan alıntı olduğunu hissetmiyor musunuz? Genelde kavga bittikten sonra, liderleri bağırır, "Polisler, gelip temizleyin!" ve sonra bir galip gibi giderler. Polisler seslerini çıkarmadan sadece söyleneni yapar..."

 

 

Yüksek sesle konuşup polisleri işaret etti. Bu büyük şehirdeki sokak lambaları hareketlerini canlı bir şekilde aydınlattı. Siviller sessizce uzaklaştı ve polisler öfkeyle onlara doğru yürüdü.

 

 

''Ne yapıyorsunuz? Bu insanlar ne ayak?" Darmadağınık üniforma polisleri kabadayı gibi gösteriyordu, hatta belki holigan gibi. Polislerin başı elinde copuyla ChengXiao'yu süzdü.

 

 

ChengXiao şaşırmış gibi yaptı. Polis patlak verene kadar onu baştan aşağı inceledi. Ardından Zheng ve Xuan'a sordu, "Bu adamı öldürebilir miyim?"

 

 

Zheng daha ağzını açmadan Xuan gözlerini elindeki belgelerden ayırmadan cevap verdi. "Öldür gitsin. Fark etmez. Hedefimiz bu filmi tamamlamak değil, sadece bonus görevi yapmak. Bu dünya bizim eylemlerimizi pek kısıtlamaz. Planımı etkilemediği sürece, her tehditi öldürün."

 

 

"Ah." ChengXiao geveledi ve sonra gülümseyerek polislere döndü.

 

 

Polisler donakalmışlardı. Daha önce ulu orta yerde cinayetten bahseden böylesine kibirli birini görmemişlerdi. Mafyalar bile böyle bir konuyu güpegündüz konuşmazlardı. Tıpkı Qingbang'ın liderleri DingLi'nin öldürülmesinin intikamını almak istediğinde çıkan kavga gibi, çete de planlarını polise önceden bildirdi.

 

 

"Peki o zaman." ChengXiao bir kuş şeklinde dört metre yukarı zıpladı. Yere indiğinde, coplu polisin kafası uçmuştu. ChengXiao panik içinde Qingbang'in üyelerini çağıran diğer polislere gülümsedi.

 

 

Tam saldırmak üzereyken, Zheng'in sesini duydu. Zheng'in onu durdurmasını bekliyordu fakat duyduğu şey tamamen farklıydı.

 

 

"Hepsini öldürme. Birini bırak."

 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr