İlk Temas

avatar
133 0

Tandan Önceki Gece - İlk Temas


Günün ilk ışıklarıyla yere indi. Şu hıza bak! Geliştikten sonra yenilenme hızı inanılmazdı. Her şeye çok daha yakın gibiydi. Aslında çok basit. Kırmızı olan daha saldırgan, mor asil ve korkutucu, toprak sert ve güvenilir. Sınıflandırmak basitti. Eskiden onların böyle olduğu aklının ucundan geçmezdi.

O zaman büyü mantığında düşünecek olursak, kırmızı için ateş daha mı uygun? Bilemedi. Dizginlenmesi zor, saldırgan bir enerjiydi. Ateş buna daha uygun gibiydi.

“Doğru mu düşünüyorum Ay?” Anlık düşündüğü her şeyi görebildiğini biliyordu. “Şimdilik haklısınız diyebilirim. Fer kullanımı çok detaylıdır. Kırmızıyı ateş için kullanmanız uygun olsa bile bu her zaman geçerli değildir. Tecrübe ettikçe anlayacağınızı biliyorum.” Benim keşfetmemi istiyor. Nasıl yapılacağını biliyordu. Tam hayal edecekti ki durdu.

Çok daha farklı bir şey denerse ne olacaktı? Yani, anladığı kadarıyla Fer çok detaylı bir konuydu ve böyle düz düşünmesi mantıksızdı. Denemekten zarar gelir miydi? Deney yapmalıydı.

Etrafındaki feri çekti. Şu an ayrı ayrı alamıyordu. Avucuna konan her bir kırıntıyı deposuna aldı. Sonra, sadece mavi olanı kullanarak bir su küresi oluşturduğunu hayal etti. Gerçekse eğer anne babam haklıydı! Karıncalanan parmaklarından dışarı çıkan fer gözle görülür bir hale büründü. “Cidden haklılarmış.” Saydam, akışkan su karşısındaydı. Küre istese de yapamamıştı. Çarpık, dağılmaya mahkûm bir forma sahipti. Zaten birkaç saniye sonra patlayarak dağıldı.

O zaman şöyle denersek daha farklı olur.

Acele etmeden tekrar enerji topladı, yetecek kadar. Önce yeşil ve beyaz rengi topladı. Parmaklarının ucuna gelince bekledi. Hayal et. İşin sırrı betimlemek. Detaylandırması lazımdı. Birleşik yeşil ve beyaz enerjinin çeşitli yerlerini boşalttı. Sonra, mavi enerjiyi bu boşluklarla doldurdu. İlk başta canı yandı ama sadece anlıktı. Hiç zaman kaybetmeden hepsini dışarı çıkardı ve bir su küresi hayal etti.

Ama beklediğinden çok daha farklı bir şey olmuştu.

Kuvvetle geri itildi, birkaç takla attı ve yerde kaldı. Acıyan eli ve bileğini umursamadan önündeki manzaraya baktı. “İşte bunu beklemiyordum.” Sadece bir su küresi bekliyordu, düzgün ve kararlı. Lakin, ortaya çıkan şey çok daha yıkıcıydı.

Ağacı ortadan parçalayıp yıkacak kadar güçlü bir basınç ortaya çıkmıştı. Emin olmak için ayağa kalktı, az önce fırladığı yere geldi ve süreci tekrarladı. Bu sefer sonucu bildiği için kendini sıkıca tuttu ama işe yaramadı. Yine geriye fırladı, takla attı ve yeri boyladı. “Demek ki olay kutsanmakla alakasızmış. Herkes, odaklandığı her alanda güçlenebilirmiş. Kendimizi kısıtlamışız.” Buruk bir sevinçle kalktı. O zaman tüm olay hayalgücümüzde mi bitiyor?

“Yine kısmen haklısınız Efendi Altemur. Bir yere kadar her şey betimlemeye ve kontrole bağlı. Sonrasıysa sonraya kalsın. Şimdilik, dövüş yeteneğinizle beraber öğreneceğiniz bu yeni yetenek işinize yarayacaktır. İsterseniz birkaç deney daha yapalım. Bu sefer size yardımcı olacağım ki ilk yerleşkeye kadar ölmeyin.”

“Beyaz ile maviyi birleştirmeyi deneyin. Beyaz maviyi kaplamalı ve daha fazla olmalıdır. Sonraysa onları damarlarınızda küçük parçalara bölün. En sonundaysa, bu parçalara karışmayacak şekilde aralarına yeşil rengi yerleştirin. Hızla çıktığını düşünün avuçlarınızdan.”

Renklerin hal ve hareketlerinden ne için kullanılacağını çoktan çözmüştü. Geriye kalan tek şey pratikti. Avucunu açtı ve bu sefer tüm deposunu doldurdu. Sadece 10 dakika içinde mi yeniledim? “Ay, bu normal mi?” “Fer tarafından yaralandığınız için Fer sizi tanıyor. Üstelik Fer boyutuyla özel bir bağınız olduğu için daha özel, kaliteli kaynaklarla vücudunuzu yenilediniz keza aldığınız fer de en iyisi. Evrenin tamamına bakınca sadece nadir sayılırsınız ama bu gezegen için öemli birisi olacaksınız.” Anlıyordu ama içinde kötü bir his vardı. Yaralanmanın kötü olduğunu biliyordu lakin şu an bir çaresi yoktu. Yoluna bakmalıydı.

Ay’ın dediği her şeyi yaptıktan sonra elinden çıkan küçük, şekilsiz buz parçacıkları ağaçları apramparça etmişti. Üstelik çok az enerjimi yiyor. “Tahmin edeceğiniz gibi sırada en yıkıcı ve kontrolü zor olan kırmızı rengimiz var. Kırmızı ile şu an diğerleri gibi uğraşmanızı istemediğim için basit bir formül vereceğim. Kırmızı renginizi kullanmak isterseniz tek seferlik kullanmanız lazım aksi halde sizi şu an tüketir.” Ay bir an sessizleşti. Altemur bir şey demedi.

“Kırmızının tamamını tek seferde, yaklaşık 10 saniye boyunca avucunuzda sıkıştırarak kullanmanız lazım. Bunu, tamamen yıkıma odaklı bir anda yapmanızı tavsiye ederim. Ortaya ne çıkacağını tahmin ettiğinizi biliyorum ama bir deneyelim.”

Altemur sol koluyla sağ bileğini tuttu. Tüm kırmızı enerjisini avucuna yöneltti. Yükselen sıcaklığı avucunda hissediyordu. Peki ateşten kaynaklanan bir patlama dışında bir şey düşünürsem ne olur? Bilemedi ve şu an Ay’ın sözünden çıkmayacaktı. Kırmızının sıkıştığını, kızgınlaştığını hissedebiliyordu. Bıraktığı anda tüm öfkesini dışarı gösterecekti.

“Gelsin!” Gökyüzüne doğru serbest bıraktığı enerji bir an için kulaklarını sağır edecekti sanki. Omuzlarına, ayaklarına binen baskı muazzamdı. Ortalığa yeni bir güneş gelmiş gibiydi. Lakin bu şey ateş değil. Yıkıcı, kırmızı bir enerji sadece. Onu ateşe bile dönüştüremedim demek. Bu güçsüz haliydi. Saniyeler saniyeleri kovaladıktan sonra tüm bu hengame soan erdi. Nefes nefeseydi. Hala enerji doluydu ama az önceki sekans onu yormuştu. Cidden bunu kolay kolay kullanmamak lazım.

Artık yola koyulmalıydı. Az önceki patlama buraya yakın her yerden görülmüş ve duyulmuş olmalıydı. Akıllı bir canlı, güçlü bir canlı buraya gelmekte gecikmezdi.

Patika bulma umuduyla harekete geçtiği anda dünyası ters döndü. Hemen zıpladı ve kendini kurtardı. Gard aldı. Silahı olmadığına küfretti. Tehdidi göremiyor ve hissedemiyordu. O da neydi Ay? “Tespit edemediğim biri Efendim. Ortaya çıkıncaya dek yorum yapamam.” Sağlam bir darbeydi. Dudağı patlamıştı bile.

Sol elinde buz parçacıklarını, sağ elindeyse basınçlı suyunu hazır tuttu. Yakalayabilirse eğer dipten saldıracaktı. Ölümcül darbe ancak böyle verilebilirdi lakin saldırı göremeden bir kez daha ayakları yerden kesildi.

Ananı sikerim ama. Ne görebiliyor ne hissedebiliyordu. Savaş tecrübesi bir hiçti sanki. Yakınında olan tek ağaç devrikti, orada olamazdı. Çalılıklar yoğun değildi, aceleyle saklanılacak kadar gizlilik sağlayamazlardı. Yerin altına mı girmişti? Güldü, imkansızdı. Bu hızda ve gizlilikle yerin altına kimse giremezdi. Girebilen birisi varsa da onunla böyle oynamazdı.

Peki ya... Bakmadan iki büyüsünü de tam kafasının üstüne attı. Arasında bir kol mesafe kalan hedefini nihayet gördü. Tam kafasına isabet ettirdiği büyüleri hiç umursamadan kafasını kavradı ve yere çaldı. Zemin ağlayarak çatladı.

“Orospu çocu...” Hala konuşabiliyordu. Kafasını kavrayan şey her ne ise çok güçlüydü. Bileğini santim oynatamamıştı.

Bir insana benziyordu ama sadece benziyordu. Mosmor gözleri vardı, akı yoktu. Kulakları bir uzundu, sivriydi. Saçları bağlanmıştı, beyaza çalıyordu. Yüzünün her detayı harikaydı. Dünyasında insanlar bu surata her şeylerini verirlerdi. Üzerinde sadece pelerin var gibiydi. Üstelik eleman uçuyordu.

Şimdiye kafamı ezmediğine göre düşünüyor. Adamın anasına sövdük ama takmadı. Belki de ne dediğimi anlamıyor. “Anlıyor Efendi Altemur. Fark etmediniz ama bu gezegenin her ırkının dilini size öğrettim. Geceleyin uyuyakaldığınızı düşündüğünüz anlarda aslında bunu yapıyordum. Dikkat edin, kendi dilinizde sövmediniz az önce.”

Altemur hiçbir şey demedi ve elini ansızın adamın kafasına koydu. Güçlüydü, belli ki onu merak ediyordu. O halde daha fazla merak et. Zarar görme pahasına tüm kırmızı enerjisini patlattı.

Beklediğinin aksine az bir acı duydu, Tüm patlama bitince adamın saçı bile dağılmamıştı. Üstünde toz bile yoktu. “Bu...” Bir şey diyemedi. Mevcut haliyle çok güçsüzdü. Pes edecekti ki Ay’ın sesini duydu. “Şu an sizin için iyi bir fırsat Efendi Altemur. Kalan tüm gücünüzü deneyebilirsiniz.” Doğruydu. Bu adam onu öldürmek istediği zaman öldürebilirdi ama gözlerinde merak doluydu. Savaşa o kadar odaklanmıştı ki bunu fark edemedi. Aynı ustam gibi bakıyor. Gülümsedi ve tüm mavi enerjiyi topladı. Hemen ardından yeşil enerjisini küçük topçuklar haline getirdi. Eğer böyle yaparsam...

Adam görünmez bir güçle kollarını ve bacaklarını da tutuyordu. Bu yüzden farklı bir şey denemeliydi. Ağzını açtı, bir baraj gibi her şeyini tükürdü. Grimsi toprak hem adamı hem Altemur’u kapladı. Adam  ne olduğunu anlayamadığından geri çekildi ve tüm suratını kaplayan şeyi inceledi.

Bu andaysa Altemur kendi üstünü  suyla temizledi ama enerjisinin yarısını tüketmişti. Mor olanı bir türlü kullanamadım. Ellerini birleştirdi ve kalan azıcık yeşil enerjiye yeni topladığı az kırmızı enerjiyi ekledi. Düşünerek toplamak zor oluyor. Sadece kırmızıyı ve yeşili düşünmek işe yaramıyor. Spesifik olarak onları betimlememse uzun sürüyor. İsim vererek işe yarar mı acaba? Bilemedi, birazdan deneyecekti. Şu an ellerinde bir mızrak oluşturmuştu. İçten içten yanan bu mızrak kendisi kadardı.

Adam hala çimentonun etkisinde. O zaman deneyebilirim. Mızrağı bir silah gibi doğrulttu. Ateş! Küçük bir patlamayla mızrağın pek de keskin olmayan ucu dağıldı. Gecikme bile olmuyor, cidden işe yaradı ama fırlamadı. Nereye gideceğini düşünmem gerekiyor o zaman. Ateş! Bu sefer sonuç farklıydı. Kısa bir ip fırladı, ateşten bir ipti. İnceydi aynı zamanda. Adamın incelediği yoğun sıvı kaplı suratına çarptı ve her şey farklılaştı.

Beklediğim gibi, içten yaktı. Beton yok oluyordu. Ateşe dayanıklı değildi. Ayrıca ip gibi gitti, dalgalandı üstüne. Fer cidden garip bir şeymiş. Cahilliğim beni epey zorluyor.

Adam tüm suratını öylece temizlediğinde gülüyordu. “Nadir bir canavara benzemiyorsun. Fer kullanıyorsun ama çok farklı bir şekilde. Kullanma biçimin çok eski gibi.” Konuşma tarzı çok çekiciydi. Etkilenmeden edemedi. “Şey, ne yaptığımı ben bile bilmiyorum.” Dürüsttü. Sadece betimleyerek bir şeyler yapıyordu. Daha önce dümdüz dövüşüyordu sadece.

“Bilerek yaptığın bir şey var mı? Bir mızrak yapabildiğine göre medeniyet sahibisin. Üstelik daha önce görmediğim garip bir sıvı yapabildin toprak ve su enerjisiyle.” Tahmin ettiği gibiydi. Renklerine göre isimlendirmek en mantıklı olanıydı. Davranış biçimleride benziyordu. “Aslında var. Bir mızrağın var mı?” Heyecanlandı. Adamın bir tehdit olduğu aklından çıkıverdi. Rakibinden silah mı istemişti?

Sivri kulaklı şaşırdı. “Var. Al bakalım ama geri alacağım.” Sade, düz bir mızraktı. Üzerinde hiç işleme yoktu. Her şeye rağmen mükemmel. Bu kadar sade bir mızrak nasıl çok iyi olabilir? Bilemedi ama hemen saldırıya geçti. Eksik parmaklarına ve gözüne rağmen hala iyiydi. Her darbesinde kendine geliyordu sanki. Mızrak, hatta kullanabildiği her silah onun için bir hazineydi.

Rakibi düz bir sopa kullanıyordu, odundandı. Sadece Altemur’un hamlelerine karşılık veriyordu ama kısa bir süre sonra o da saldırmaya başladı. Dövüş ilerledikçe kızışıyordu.

Altemur yorgundu. Bir kere bile vuramamıştı, üstelik kaç defa darbe yediğini bilmiyordu. Vücudunun sağlamlığından ötürü dövüşü uzatmak sorun değildi ama her şey anlamsız gibiydi. Adamın bir dövüş tarzı yoktu, hep değişiyordu. “Kaç tane dövüş tarzına sahipsin?” İstemsizce sordu. Siniri bozulmuştu. Tembelliği bir kez daha yüzüne vurdu. “Demek fark ettin? Ben bile sayamam. Yaşadığım hayatta sayısız tarz öğrenmişimdir ve birini bile unutmam. Buna seninki de dahil. Az önce dövüş tarzını çözdüm.” Tek darbeyle Altemur’u devirdi ve üstüne çullandı.

“Eksik uzuvlarına rağmen çok iyi dövüştün. Bilmediğim kadim varlık yoktur. Tanımadığım ırk görmemişimdir. Hatta birçok işgalci ile karşılaşmışımdır lakin senin gibisini görmedim. Bu gezegene hakim canlıların anatomisine benzer bir vücudun olsa da birçok farklılığımız var. Üstelik halen... çok farklı. Sen bir Ötediyarlı mısın?” Altemur ne cevap vereceğini bilemedi. Kimliği ortaya çıkmak zorundaydı ama bu şu an olmak zorunda mıydı?

“Söylemekten başka çareniz yok Efendi Altemur. Bu gezegenin canlıları işgalcilere karşı çok temkinli ama bu adam pek temkinli gibi değil ya da kendine çok güveniyor. Kendisine olan güvenini anlayabiliyorum çünkü o bir Ölümsüz. Orijinal ismiyle Lâyemut.”

Derin bir nefes aldı. Hala sakince cevap bekleyen adama baktı. “Diyar ile gezegeni aynı anlamda kullandıysan evet, başka bir diyardanım.” Savaş çığlığı duyar gibi oldu, kulakları sağır olacaktı. “Pardon, bir an heyecanlandım. Asırlardır gezmeme rağmen gerçek bir Ötediyarlıyla karşılaşmamıştım. Demek başka bir gezegendensin.” Adamın heyecanı artık mimikleriyle görülebiliyordu. Hiç kazanmadığı o düşmancıl havası gelmemek üzere gitmişti. “Gerçek bir Ötediyarlı derken?” Sahtesi mi vardı? “Şey, bu garip bir durum. Gezegenler ve içine aldığı boyutlar vardır. Boyutlardan gelenler gerçek birer gezegende olmadığı için onlara Ötediyarlı demeyiz.”

Daha fazla bir şey açıklamadı ve omzundan tutulduğu gibi uçmaya başladı. Adam ona bir fırsat bile vermemişti. Midesiyle ağzı yer değiştirir gibi oldu ama düzeldi. Rüzgardan ötürü gözlerini açamıyordu. “Manzarayı kaçırmanı istemem.” Görünmez, hissedilemez bir şeyle sarıldı vücudu. Rüzgar eskisine nazaran tüy gibiydi. Gözlerini açtı, altında serilmiş olan tüm bu kara parçasına baktı. “Harika.” Yutkundu, zorunda kaldı. Daha önce yukarıdan manzara görmediği için değildi bu. Çok... fantastikti. Gerçekten masallardan fırlamış gibiydi her şey. Görüntüsü dünyası gibi olsa bile hissettirdiği her şey farklıydı. Yine de, hepsinden ötesi vardı.

“O şey de ne?” İleride, ufuk noktasında bir şey vardı. Görüyordu, tüm görüşü boyunca uzanmıştı. Yavaşça, bir kaplumbağa gibi ilerleyen şeyi izliyordu. “O, Atalardan biri. Dede gibi düşünebilirsin. Gezegenimizin düzen kurucularının en büyüklerinden biri. Kudretin vücut bulmuş hali diyebiliriz. Yukarıda, bulut gibi gözüken büyüsünün içinde her zaman dolaşır. Yukarıdan, yıldızlardan gelecek tehditlere karşı hep nöbettedir. O bizim muhafızlarımızdan sadece biri.” Altemur sadece büyüklüğünden bile etkilenmişti, göz alabildiğince vardı boyutu. Ne baş ne de kuyruk vardı. Gördüğümden daha büyük yani. Böyle bir varlığın bilimsel olarak yaşayamayacağını bilse de sustu. Artık her şeyi bilimle açıklayamazdı.

Bildiği bilimle.

“Öyleyse nereye gidiyoruz?” Çaresizce söylendi. Tanrısal bir yakışıklılığa sahip adama baktı, belki de güzelliğe. “Sadece manzaranın keyfini çıkar. Senin başını ağrıtacağım.” Keyifsizce kaldı. Kendini düşüncelere kaptırdı. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44749 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr