Bölüm 4.18: Aile Birleşmesi 

avatar
4541 4

Stellar Transformations - Bölüm 4.18: Aile Birleşmesi 


Çeviri: Pervane

 

Savaş çoktan başladı mı? Bu ne acele? Şu anda ne durumdayız? Kara Su haydutlarını nasıl hallettiniz? Shangguan klanı söz verdiği gibi yanımızda savaşa katıldı mı?” Qin Yu Yönetici Li’yi soru yağmuruna tuttu.

Qin De’nin savaşı erkene alma kararına belli ki çok şaşırmıştı. Babasının savaşı erken başlatacağını hiç mi hiç düşünmemişti. Qin Yu normalde Qin klanının Chu krallığını birleştirme hırsından ötürü endişeliydi. Çünkü Xiang klanı çok güçlüydü ve Qin klanının başında bir de haydut belası vardı.

Üçüncü Prens endişelenmeyin. Savaş başladığında her şey çoktan hazırdı. Emir verildiği anda ordularımız önüne geçilemez bir hızla ve neredeyse hiç kayıp vermeden ilerlediler. Şu ana kadar Chu krallığındaki 10 eyaletin kontrolünü ele aldık.” dedi Yönetici Li. Zhen Yang eyaletinin de düştüğünden henüz haberi yoktu. Sonuçta haberlerin o kadar hızlı yayılmasının imkanı yoktu.

Qin Yu afalladı. “Ne? 10 eyalet mi?

Babasının bu kadar kısa sürede Mu klanı ve Shangguan klanıyla nasıl başa çıktığını anlayamamıştı.

Ha-ha. Üçüncü Prens, majestelerinin savaş planları hakkında bilmediğiniz çok şey var. 300 bin Kara Su haydutu en başından beri Qin klanına sadıktı. Shangguan klanı bizi kandırmak istedi fakat majesteleri ustaca bir planla tek seferde 2 kuzey eyaletinin kontrolünü ele geçirdi. 3 güney eyaletine gelirsek… Orada ne olduğunu ben de bilmiyorum. Açıklaması güç ama bir sebepten onlar da majestelerine teslim oldular.

Kısa süre içerisinde Qin Yu savaşın bütün gidişatını anlamıştı.

2 kuzey eyaletini oyunlarla aldı demek?” Babasının 2 kuzey eyaletini aldığını duyduğunda suikast, tuzak veya benzeri yöntemler kullandığını tahmin etmişti.

Qin Yu kaşlarını çattı. “Li Amca, babam nerede? Abilerim nerede?” Şu anda en çok istediği şey yakınlarını görmekti. Neticede uzun zamandır onlardan uzak kalmıştı. Şu anki gücüyle onlara yardımı da dokunurdu.

Yönetici Li bir süre düşündükten sonra konuştuktan sonra konuştu. “Majesteleri Kara Su Sıradağlarındaki Xiyang kasabasında. Birinci Prens ordusuyla Lei Xue Eyaletinde. İkinci Prens ise Xiyang kasabasının yanındaki Wuxue kasabasında.

Xiyang kasabası…” Qin Yu’nun gözleri parladı.

13 yaşında Sisli Köşkten ayrılıp suikast görevleri aldığından Xiao Hei ile birlikte ülkenin dört bir yanının gezmişlerdi. Şehirleri ve hatta küçük kasabaları bile biliyorlardı. Xiyang kasabasını duyunca da nerede olduğunu hemen hatırlayabilmişti.

 

Xiyang kasabasındaki avlulu bir evde,

Majesteleri, Xiang Yang size vursaydı muhtemelen ölürdünüz. Ne olursa olsun hayatınızla bu şekilde oynamamalısınız.” Xu Yuan öfkeyle konuştu.

Yine de Qin De sağ salim döndüğünden içten içe rahattı.

Qin De’nin verdiği sırmalı kesede kendisi öldükten sonra klanın meselelerinde neler yapılması gerektiğini anlatıyordu. Kesenin içeriğini görünce Xu Yuan işleri iyi gitmediğini anlamıştı. Neyse ki Qin De sağ salim geri dönmüştü.

Xu Yuan, benim gibi Xiuzhenistler erken Yuanying aşamasındaki Xiang Yang’dan saklanamazlar. Jindan aşamasına erişen ben, ölümlü dünyanın karanlığında parlayan bir ışık gibiyim. Beni çabucak bulabilir.” dedi Qin De gülümseyerek.

Xu Yuan Qin De’nin ne demeye çalıştığını anlamıştı ama yine de sordu. “Majesteleri, bu Xiang Yang gerçekten de o kadar güçlü mü? Siz ve Feng Yuzi birlikte olsanız bile mi ona karşı koyamazsınız?

Xu Yuan olağanüstü zeki olsa da Xiuzhen dünyası hakkında pek bilgisi yoktu.

Qin De yapmacık bir gülümseme takındı. “Feng Yuzi ve ben el ele versek bile onu yaralamamız mümkün olmaz. Yuanying aşaması öyle basit bir şey değildir. Aramızdaki güç farkı çok fazla!” Qin De endişeliydi. Xiang Yang ile nasıl ilgileneceği konusunda büyük endişeleri vardı.

Xiang Yang’ın işini bitiremezse Qin klanı krallığın kontrolünü ele alsa dahi Xiang Yang bütün klanı katlederdi.

Şu an için sadece ordulara saldırıyı durdurma emri verebilirim. Eğer bu sorun çözülmezse ve yeniden saldırırsak Xiang Yang öfkelenecektir.” Qin De’nin yüz ifadesi çirkinleşti. Xiang Yang ayrıldıktan sonra ordulara haberci gönderip emirlerini iletmişti: Saldırıyı durdurun!

Xiang Yang!

Erken Yuanying aşamasındaki süper bir uzmanla nasıl baş edilir ki?

Qin De ne kadar kafa patlatsa da aralarındaki güç farkından ötürü düşündüğü bütün çözümler sonuşsuz kalıyordu.

Majesteleri, biraz önce Wu De mi buradaydı?” Berrak bir ses duyuldu. Qin De arkasına baktığında uçan kılıcının üzerinde gökyüzünden avluya yaklaşan Feng Yuzi’yi gördü. Gözlerinden kaygısı görülebiliyordu.

Wu De? Yalnız gelseydi eğer çok iyi olurdu ama Xiang klanının Ulu Ata’sı Xiang Yang da onunlaydı.” Qin De gülümseyerek başını salladı.

Feng Yuzi de meşhur Xiang Yang’ı duymuştu. “Xiang Yang? Xiang klanının ilk imparatoru? Eğer yaşıyorsa 1000 yıldır pratik yapıyor olmalı. Belki gücü Wu De’nin gücüne yakındır?

Yakın mı? Sadece yakın olsaydı böyle stres yapmazdım. Erken Yuanying aşamasında.” Qin De açık açık yanıtladı. “Xiang Yang erken Yuanying aşamasına ulaşmış.

Ne? Erken Yuanying aşaması mı? Bu nasıl mümkün olabilir? Aramızdaki fark çok fazla, gerçekten de çok fazla!” Feng Yuzi’nin ifadesi tamamen değişti. Erken Yuanying aşamasındaki bir uzman ileri Jindan aşamasındaki 3-4 uzmanla başa çıkabilirken, orta Jindan aşamasında olan kendisi ve erken Jindan aşamasındaki Qin De’nin onunla karşı karşıya gelmesi bile söz konusu olamazdı.

Xiang klanında böyle bir uzman olduğuna göre planınız başarısız mı oldu?” Feng Yuzi Qin De’nin planlarından haberdardı ama biliyordu ki erken Yuanying aşamasındaki biri ne bir orduyla ne de kendisi ve Qin De’nin saldırısıyla öldürülebilirdi.

Qin De hayal kırıklığını yansıtan bir gülümseme takındı. “Kardeş Feng, gel önce bir oyun oynayıp ardından konuşmaya devam edelim.” Qin De bir sorunu çözemezse önce onu bir kenara koyar, sonra zihnini boşaltır ve tekrardan düşünmeye başlardı.

Feng Yuzi başıyla onayladı. “O zaman bir oyun oynayabiliriz, Majesteleri.

Qin De ve Feng Yuzi oturup huzur içinde Go oynamaya başladılar.

 

Lei Xue Eyaletindeki Qin Feng’in odasında,

Mareşal, majesteleri saldırı yapmamamızı, yalnızca şehri savunmamızı emretti.” Haberci Qin De’nin emirlerini Qin Feng’e aynen iletti. Emri alan Qin Feng merak içinde sordu. “Öyleyse saldırı ne zaman başlayacak?

Haberci cevapladı. “Majesteleri yalnızca başka bir emir gelene kadar saldırmamanızı emretti.

Qin Feng elini sallayıp askere çıkmasını emretti ve düşünmeye başladı. “Babamın bu emri tekrar saldırmamızın önüne mi geçiyor? Yani, net bir zaman dilimi vermemiş. Zaferin eşiğindeyken babam neden…

Mareşal, majesteleri yeni emirler mi verdi?” Kırkını geçmiş orta yaşlı bir adam yaklaştı.

Qin Feng başıyla onayladı. “Evet. Babam yalnızca savunma yapmamızı ve katiyen saldırıya geçmememizi emretti. Ayrıca belli bir zaman dilimi de belirtmemiş.

Orta yaşlı adam yüzünü buruşturdu ama bir şey söylemedi.

Kardeş Ximen, şimdilik 100 bin askerimin başına seni geçiriyorum. Yalnızca savunma yapman gerektiğini sakın unutma. Babamla şahsen görüşüp neler döndüğünü öğrenmem gerek.” Qin Feng emri aldıktan sonra bir türlü zihnini yatıştıramamıştı.

Ayrıldıktan sonra bir şey olacağına dair endişesi yoktu. Neticede saldırı tekrar başlatılacak olsa babası haberciler gönderip ordulara emirleri iletirdi. O sırada kendisi de Xiyang kasabasında olacağından her şeyden haberdar olabilirdi.

Majesteleri mi? Yani gidip onunla görüşeceksiniz?” Ximen Xin şüphe içinde sordu.

Qin Feng onayladı. “Ben gidiyorum. Bu benim yetki kartım. Yalnızca şehirler savunulacak. Kardeş Ximen, yeteneğinden şüphem yok. Savunma konusunda ben bile senin kadar iyi değilim.” Ximen Xin gibi ihtiyatlı ve deneyimli bir askere gözünü kırpmadan ordunun kontrolünü verdi.

 

 Qin De ve Feng Yuzi zaman kavramını yitirmişler gibi 12-14 saattir aralıksız Go oynuyorlardı.

Xu Yuan kenardan sessizce onları izliyordu. İkisinin de ölümsüz olduğunun ve yeme içme ihtiyaçları olmadığının farkındaydı. Bu yüzden kendisi yemek yerken bile onları rahatsız etmedi.

Qin De beyaz bir taş alıp tahtaya yerleştirmeden önce uzun süre düşündü. Feng Yuzi de onu aceleye getirmeden yalnızca izledi. Uzun zaman sonra Qin De gülümseyerek taşı yerleştirdi.

Kardeş Feng sanırım sen…

İkisi de aynı anda ayağa kalkıp batıya baktılar.

Uzmanlar, ikimizden de çok daha güçlü uzmanlar.” Qin De ciddileşti. Xiang Yang’ın ortaya çıkışı yeterince başını ağrıtmıştı. Şimdi de 2 ezici aura hızla yaklaşıyordu. Hızları olağanüstüydü.

Feng Yuzi kaskatı kesildi.

Whizz!

Biri siyah diğeri gümüş renkte iki karaltı gökyüzünden müthiş bir hızla dalışa geçtiler. Avluya ulaşmaları bir anda gerçekleşmiş gibiydi. 2 uzmanın görünüşü artık netleşmişti.

Qin De’nin nutku tutuldu.

Feng Yuzi ve Xu Yuan da ondan pek farklı durumda değildi.

Üçü de birden önlerinde beliren genç adama bakarken gördüklerine inanmakta güçlük çekiyorlardı. O tanıdık aura, o tanıdık yüz ve o tanıdık siyah kartal…

Baba!

Qin Yu boğuk bir sesle konuştu. Yaban’da 10 aydan uzun süre kalıp 100 bin li yol teptikten sonra sonunda geri dönüp babasını görebilmişti. O tek kelime ise Qin De’nin tir tir titremesine sebep olmuştu.

Qin De hala gördüklerine inanmakta güçlük çekiyordu ama gözlerinde heyecan ve coşku doluydu.

Bir insanın gözlerinde bunca duygunun yansımasını görmek gerçekten de sıra dışı bir durumdu.

Yu… Yu’er!” Qin De’nin sesi titredi. “Sen misin? Sen… hala yaşıyorsun. Hayal mi görüyorum yoksa?” O gün oğlunun kalbinin delindiğini görmüştü ancak oğlu şu an karşısındaydı. Kalbinin delindiğini görmesine rağmen oğlunun öldüğüne inanmak istememişti.

Qin Yu başını sallarken gözleri doldu. “Baba, ölmedim, hala yaşıyorum.

Baba oğul tek kelime etmeden birbirlerine bakıyorlardı. Bütün duygularını gözleriyle birbirlerine gösteriyorlardı.

Bir insanın aurası yaşadığı iç aydınlanmayla veya güç kazanmasıyla yavaş yavaş değişebilirdi ama aşırı miktarda bir değişim söz konusu değildi. Feng Yuzi de önündeki Qin Yu’nun ve geçmişteki Qin Yu’nun auralarının benzerliğini fark etmişti. Tek fark bu Qin Yu’nun aurasının geçmiştekine göre daha stabil ve haşin olduğuydu.

Qin De hiç şüphe etmemişti bile. Bir süre bakıştıktan sonra gördüğü gözlerin oğluna ait olduğuna kanaat getirmişti. Ayrıca baba oğul arasındaki görünmez bağ sayesinde de karşısındaki kişinin oğlu olduğunu teyit etmişti.

Oğlunun nasıl hayatta kaldığıysa tam bir muamma idi.

Ama nasıl hayatta kaldığı önemli de değildi. Oğlunun yaşadığını gördükten sonra kendini çok şanslı hissetmiş ve bunun için şükretmişti. Neden oğlunun nasıl hayatta kaldığını sorgulasın ki?

 

Gecenin ilerleyen vakitleri olmasına rağmen Qin De emrindekilere hemen ziyafet hazırlanmasını emretti. Felaketini atlattıktan sonra hiç bu kadar mutlu hissetmemişti. Aklının ucundan yeme içme hakkında bir şey geçmeyen adam birden ziyafet hazırlanmasını emrediyordu.

Gece geç vakitlerde Xiyang kasabası ışıklardan ötürü gündüz gibiydi. Qin De’nin evinde, Qin De, Feng Yuzi, Xu Yuan ve Qin Yu taş bir masanın etrafında oturmuşlardı. Hizmetkarlar birbiri ardına yemekler getiriyorlardı. Nihayet 6 tepsi yemekle dolduğunda servisi geçici olarak durdurmuşlardı.

Taş masanın yakınlarında Xiao Hei için hazırlanmış kızarmış kuzu bekliyordu.

Xiao Hei, pişmiş yiyecekleri sevdiğini bilmiyordum. Yalnızca vahşi hayvanları çiğ çiğ yediğini düşünüyordum.” Qin Yu kutsal sezgisi aracılığıyla Xiao Hei’yle konuşuyordu. Taş masaya yemekler servis edilmeye başlandığında Xiao Hei kutsal sezgisiyle kızarmış kuzu istediğini söylemişti.

Qin Yu da tabii ki bunu babasına iletmişti. Qin De Xiao Hei’nin gücünün farkındaydı ve onu takdir ediyordu. Hal böyle olunca hemen aşçılara kızarmış kuzu hazırlamalarını emretmişti.

Xiao Hei açıklamak zorunda kaldı. “Abi, benim bir kabahatim yok. Felaketi atlatmadan önce zekam bu kadar gelişmiş değildi. Felaketten sonra ve hatta buraya gelirken bile sürekli pratik yaptım. Ve senin veya benim iç alevlerimizle vahşi hayvan pişirmeye çalışsak anında küle dönerdi.

Dokuzda dörtlük felaketten sonra Xiao Hei’nin zekası insanlarınki kadar gelişmiş hale gelmişti ve doğal olarak aklında binbir türlü düşünce vardı.

Yu’er, o felaket benzeri ışık huzmesinin ışınlanma düzeneği olması gerçekten ilginç. Yaban’da uzun süre pratik yaptıktan sonra 9’da 4’lük Felaketi atlatmışındır kesin. Kendimi geçtim Feng amcandan bile daha güçlü olduğunu hissediyorum.

Qin Yu gülümsedi. “Yaban’da çok sayıda şeytani hayvan var. Onları öldürüp Jindanlarını arıttığım için böyle güçlenebildim. Ne kadar güçlü olduğuma gelirsek, ileri Jindan aşamasındakiler benim için sorun teşkil etmiyor.

Qin Yu halen tevazu gösteriyordu. O ve Xiao Hei’nin gücü dışarıdan bakılarak anlaşılamazdı. Kendisi erken Nebula aşamasında ve Xiao Hei de erken Jindan aşamasındayken gizli teknikleri sayesinde ileri Jindan aşamasındaki Siyah Rüzgar leoparlarını öldürebilmişlerdi. Onların Jindanlarını arıttıktan sonra ise ikisi de aşamalarında bir adım yükselmişti.

Şu anda Qin Yu orta Nebula aşamasında, Xiao Hei de orta Jindan aşamasında olduğundan ileri Jindan aşamasındaki uzmanlar onlar için kolay lokmalardı.

Qin Yu sözünü bitirdikten sonra avlunun dışından tanıdık bir ses duydu.

Baba.” Bu sırada avlunun kapısı da açıldı. Gelen Qin Feng idi. Uzun süre yolculuk yaptıktan sonra Xİyang kasabasına ulaşmış ve kasabaya girer girmez de son hızda evin yolunu tutmuştu. “Baba, o emri neden verdin? Ha? Xiao Yu!?

Qin Feng Qin Yu’yu gördüğü an olduğu yerde donakaldı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43836 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr