Cilt 5 - Bölüm 27: Maceracının Kılıcı (1/2)

avatar
131 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 27: Maceracının Kılıcı (1/2)


“Anadilim gibi anlayamam ve üstünden iki sene geçtiği için unuttuğum pek çok kelime olmalı, tamamen doğru bir çeviri yapamam.” Kitabın sayfalarını karıştırıyor ve bazı yazıları okumaya çalışıyordu. “Ama ana hatlarıyla yazılanları anlayabileceğimi düşünüyorum. Zaten bazı kelimeleri yanlış yazmış ve kitabı Türkçe değil de İngilizce gördüğüme göre onun için de yabancı bir dil. Yani çok karışık olmamalı.”


Yu okumaya devam ederken Sivina’nın kocasına olan hayranlığı artıyordu. Yuzarsef Bacıyakalayan ile ilgilenmiyordu, Yu Valarfin’in yabancı bir dili okuduğunu görmek çok havalıydı. Rolderhelm’de nasıl davranıyorsa şu anda da öyle davranıyordu, bir şeyler bildiğini hissettiriyordu.


“Gerçekten ne yazdığını anlıyor musun?” diye sordu Meryu kitabı Yu’nun önünden alarak. “İnanılmaz! Yuzarsef’in kendisinden daha inanılmaz! Bana da öğretsene! Nasıl okunduğunu öğrenmek istiyorum!”


Geceleri kitabı önlerine koyacak ve mum ışığında Yu’nun ona okumasını isteyecekti. Onu dinlerken gözlerini kapatabilir, bir maceracının maceraları aklında canlanırken kocasının yanı başında uykuya dalabilirdi. Çok romantik olacaktı.


“Öğreteceğim dilin herhangi bir işine yarayacağını zannetmiyorum, şifrelemek istediğin bir şey varsa bunu kendi dilinde başka bir alfabe üreterek yapman daha kısa sürer.”


Yu dünyasında iki yüz kadar ülke ve binlerce dil olduğunu söylemişti. Sivina hepsinin nasıl birbiriyle iletişim kurduğunu sorduğundaysa ortak bir dille bunu yaptıklarını belirtmişti. Meryu’nun önünden kitabı aldı ve Yu’ya okutacak bir şeyler aramaya koyuldu.


“Yuzarsef bu dünyanın insanlarının kitabı okumamasını istemiş olmalı, kendisi gibi birinin gelmesini beklemiş ama ana dilinde yazmak yerine İngilizce yazması belki de okuyacak kişinin biraz zeki birisi olmasını istemesinden kaynaklıdır.” Yu, Sivina’nın çevirdiği sayfalara bakıyordu. “Ama İngilizceyi ana dili olarak konuşan biri kitabı bulsaydı bu isteği gerçekleşmeyebilirdi. Yanlış anlaşılmak istemem, kendimi övmeye ya da zeki olduğumu söylemeye çalışmıyorum. Tek yaptığım neden başak bir dilde yazdığına açıklama getirmeye çalışmak.”


“Sen zeki bir adamsın,” dedi Sivina. Sonra içinde bir küre resmi olan sayfaya geldi. “Bu sayfada ne yazdığını okuyabilir misin?”


Kürenin üstünde bir dünya haritası vardı, sayfa alt kısımdaki asıl yazı haricinde pek çok farklı notla doldurulmuştu ve notlar yeterli gelmediğinde başka kâğıtlar yapıştırılmıştı.


“Genel olarak kürenin hikâyesini anlatıyor. Nehir Krallığındaki bir soyludan karısını iyileştirmesi karşılığında almış. Adam ilk başta vermek istememiş fakat ufak bir sürtüşmeden sonra vermek zorunda kalmış.”


Sivina’nın üstüne düşerek kırdığı küreye baktı. Hassas bir şey olmalıydı ki bir sürü parçaya ayrılmıştı. Yu parçalardan birini eline aldı ve sayfanın üstüne getirdi.


“Sanırım bu küreden bahsediyor. Nerede olduğunu bilmek istediğin kişi ya da yerin adını söylüyorsun, küreyi döndürüyorsun ve dönerken parmağını üstüne bastırıyorsun. Parmağın aradığın yerin üstüne denk geliyor.”


İşe yarar olabilirdi fakat parmaklarını koyacakları alan binlerce hektara tekabül edeceği için sadece aradıkları şeyin nerede olduğunu kabaca bulmalarına yarardı. Tabii kırıldığı için artık o da olmayacaktı.


“Bu büyüteçle ilgili bir şey yazıyor mu peki?” diye sordu Meryu. “Manasını hissedebiliyorum.”


Masanın üstündeki büyüteci Yu’ya uzattı. Yu büyüteci eline aldığında kitabın sayfalarına doğrulttu, baktıktan sonra Sivina’ya da bakmasını söyledi ve Sivina bazı sayfalarda normalde gözükmeyen yazıların yazdığını gördü.


“Bazı şeylerin ne olduğunu anlamak için bilmeye gerek yok,” dedi Yu büyüteci Meryu’ya geri uzatırken. “Özel ışıkla gözüken gizli yazılar klişe bir ajanlık taktiğidir. Mor ışıktı sanırım. Aynı teknoloji burada olmadığı için klişeyi büyüteci kullanarak gerçekleştirmiş.”


Meryu büyüteci geri aldığında gözünün üstüne koydu ve her şeye onunla bakmaya başladı. Tüm kitapları, duvarları hatta dolapların kapağını bile inceliyordu.


“WOAAHHH! HARİKA! HER YERE YAZI YAZMIŞ!”


Meryu’nun geçmişi belliyken bugün böyle gülebilmesini sağladığı için gurur duyuyordu. Kız eline oyuncak geçmiş ufak çocuklar gibi büyüteciyle keşfedecek şeyler ararken insanlara yardım etmenin önemini bir kez daha anladı. Birilerinin yüzünde gülümseme yaratabilmek, gerçek kahramanlıktı.


“YETER BE!”


Meryu büyüteciyle birlikte yere çivilenirken Sivina ve Yu ellerini kılıçlarına attı. Ses evin içinden geliyordu, bulundukları odanın dışından.


“HAYIRDIR NE BU TANTANA! DAN DAN DAN DAN DAN! BİR RAHAT VERMEDİN!”


Evde bir başkasının olacağını düşünmemişti. Olsaydı dünkü gürültünün ardından evin içinde bir şeyler döndüğünü anlayıp kendini göstermemek etmezdi. Dışarıdan bir tehdit gelmiş olabilir miydi? Sözleri dışarıdan geliyormuş gibi gözükmüyordu.


Kılıçlarını sessizce çektiler, yavaş adımlarla ilerlemeye başladılar. Onlar kapıya doğru yürürken sesin sahibi konuşmaya ve homurdanmaya devam ediyordu.


“SUSARSIN TABİİ! SUS TABİİ! HEP BÖYLEYDİN ZATEN!” Ses bir erkeğe aitti. Doğal değil de yapmacık bir ses gibiydi. “KIZDIĞIMDA SUS! KALKIP ÖZÜR DİLERİM DEMEK YOK! DAHA KAÇ GÜN BEKLEMEYİ PLANLIYORSUN ACABA? BENSİZ BİR HALT YAPABİLECEĞİNİ Mİ KANITLAMAYA ÇALIŞIYORSUN?!”


Sesi koridorda takip ettiler ve dün karşılaştıkları iskeletin önüne vardılar. Konuşan kişi iskeletin yanındaki kapının arkasındaydı. Hararetli sözleri devam ediyor, karşısındakini küçümsüyordu.


Sivina başıyla diğer ikisine çekilmesini söyledi ve ayağını kaldırıp kapıya vurdu. Kapı tekmesinin gücüne biraz bile dayanamayarak yere düşerken Sivina kapının aradan kalkmasıyla birlikte içeri hücum etti.


“KALDIR ELLERİNİ! ANİ BİR HAREKET YAPMA DEŞERİM!”


Yu hemen ardından içeri girdi ve siyah kılıcını önüne doğru tutarak Sivina’nın önüne geçti. Meryu da ikisinden aldığı gazla fırladı fakat üçü de kılıçlarını doğrultacak birini göremiyordu.


“ELİM Mİ VAR LAN!” Ses aniden alçaldı. “Hmm? Siz kimsiniz? Yuzarsef nerede?”


Konuşanın kimliğini bulmaya çalışsalar da gözleri onlara yeterince iyi hizmet etmiyordu. Mutfakta göze batan ilk şey parlak kırmızı bir sandıktı, sandığın önünde aynı renkte iki parlak yumurta vardı. Cansız bir ayı başı duvarı süslüyordu ve üç sandalye mutfak masasının önüne konulmuştu. Perde kapalı olmasına rağmen ışığı sızdırdığı için tezgâhın üstüne dizilen çürümüş meyveleri ve mutfak aletlerini görebiliyorlardı.


Ama konuşan kişi ortada yoktu. Perdeyi çekip odaya dolacak ışıkla daha iyi bakmak için tezgâha yaklaştı ve gözü tanıdık bir nesneye kaydı. Perdeyi çektiğinde ve oda aydınlandığında yalnızca nesnenin ucunu görse de ne olduğunu anlamıştı.


Altın kabzası kırmızı deriyle sarılmış tozlu bir kılıçtı. Sivina kılıca yaklaşırken Meryu parlak sandığa doğru ilerledi fakat Yu onu tutup “Yapma,” diye uyardı. “Sivina, sandığa yaklaşma.”


Yaklaşmayacaktı, hedefi tahta zemine saplanmış kılıçtı.


“Evet, uzak durmanız gerekiyor.” Sesin kılıçtan yayıldığını duyabiliyordu. “Hanımefendi, sanırım benimle ilgileniyorsunuz lakin-”


Ev emin oldukları üzere Yuzarsef Bacıyakalayan’a aitti. Yu’nun aşırı havalı olması sebebiyle bunun heyecanını yeterince yaşayamamıştı fakat kılıç içini kıpır kıpır ediyordu. Yüzünde kulaklarına varan devasa bir gülümseme belirdi.


“Bacıyakalayan?” dedi kılıca elini uzatarak.


“Nahoş bir isim,” diye karşılık verdi kılıç. “Ama namımı duymuşsun. Şaşırmadım, hanımlar arasında daima popüler olmuşumdur lakin kabalığımı bağışlamanızı rica edeceğim; şahsıma dokunmanıza izin vermeyi planlamıyorum.”


Kılıcın etrafında beliren hava dalgası Sivina’ya engel oldu ve elini nazikçe geri itti. Tekrar bir kılıç tarafından reddedilmişti fakat onun büyü yapabildiğini görmek ilgi ve sevincini arttırıyordu.


“Yuzarsef’in nerede olduğunu sorabilir miyim?” Az önce bağıran sanki kendisi değilmiş gibi sakince konuştu. “Benimle barışmaya gelmedi mi?”


Yani ölmeden önce maceraperest ve kılıcı küsmüştü. Yu, Yuzarsef’in ölümüne daha fazla üzülecekti fakat tüm insanlar öyle ya da böyle ölürdü. Sivina ölü bir adam için kederlenmeyecekti.


“Başın sağ olsun,” dedi acı haberi veren Yu. “Yuzarsef öldü. Dün gece evin önüne gömdük.”


Bacıyakalayan’ın hüznünü insanların ruhlarını görmesini sağlayan özel güçleri olmasa da anlıyordu. Sivina’nın elini engellemek için oluşturduğu hava duvarı kaybolmuş ve kılıç konuşamayan sıradan silahlar gibi sessizliğe gömülmüştü.


Bir süre boyunca durumu kabullenmesini beklemek zorunda kaldılar. Süre anormal denecek kadar uzadığında sandalyelere oturdular ve Sivina masanın üstündeki çürümüş muzu alıp eliyle oynamaya başladı. Sessizlik uzadıkça sabırları daralıyordu ama sayısız macera yaşadığı sahibinin ölümünü üç yabancıdan duyduktan sonra Bacıyakalayan’ın hemen toparlanmasını beklemek haksızlık olurdu.


“Bunu bir şeytandan duymak pek inandırıcı değil,” diyerek sessizliğini bozdu kılıç. “Ama ne zaman öldüğünü soracağım.”


Meryu oturduğu yerden cevapladı. “Bilmiyoruz. Ağaç ondan yardım almamız için bizi buraya yolladı ve geldiğimizde Yuzarsef’in şey olmuş vücuduyla karşılaştık.”


Bacıyakalayan sanki olmayan kaşlarından birini havaya kaldırmıştı. “Şey olmuş?”


“Vücudu siyah ziftle kaplanmıştı,” diye cevap verdi Yu. “Cesedi sanki içeriden çürümüştü ve dışarıda mumyalamak ister gibi kaplanmış zift vardı. Şeytanlar öldüğünde dönüştükleri şeye benziyordu.”


Yuzarsef’in nasıl öldüğüyle ilgili gizemi çözmeleri gerekecek miydi? Eğer avlamak istedikleri şeytanla bağlantısı yoksa çözebileceklerine emin değildi. Gerçi adamın ne kadar not aldığını gördüğünde bir şeyler yazmış olması kesindi.


“Yu, günlüğü alıp son sayfalarına bakar mısın?” diye sordu Sivina.


Aklından geçenleri söylememiş olsa da Yu ne düşündüğünü anlamıştı. Günlüğü getirdi ve tezgâhın üstüne koyduktan sonra yazıldığı dilde günlüğü okudu. Sonra da çevirmeye başladı.

-------------------------

10.05.2023 - 20:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr