Cilt 5 - Bölüm 18: Salderough 18 (1/2)

avatar
149 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 18: Salderough 18 (1/2)


Asaları kolayca alabilmek için bacaklarına bağlamıştı. Kemerinde iksirler vardı ve cebinde iki büyü taşı taşıyordu. Her biri önemli eşyalar olduğundan kırılmalarına karşı dikkatli olmalı, düşecek olursa hasar almamaları için özen göstermeliydi. Asaların ve iksirlerin kırılması ona doğrudan zarar vermeyecek olsa da büyü taşları üzerindeyken hasar görürse patlayacağı için ölümüyle sonuçlanacak yaralara sebebiyet verebilirdi.

 

Yu’nun daha fazla dikkat etmesi gerekiyordu çünkü Sivina’nın aksine üzerinde beş büyü taşı taşıyordu. Tek birinin patlaması bile diğer dört taşı tetikleyip çirkin bir ölüm elde etmesini sağlayabilirdi. Kötü düşünceler, tam da yumurta kapıya dayanınca aklını tekrar işgal etmişti.

 

“Tekrar söylüyorum, benim için endişelenmen benim senin için daha fazla endişelenmemi sağlar,” dedi Yu karısının üstüne bağladığı çeliklerin kayışlarını kontrol ederken. “Aklımda sen olursan rakibe odaklanamam. O yüzden aklın benimle meşgul olmasın, ben başımın çaresine bakacağım. Sadece karşına çıkacak kişiyi öldürmeye odaklan. Ne kadar çabuk öldürüp bana yardıma koşarsan o kadar iyi olur.”

 

Endişelenmesi gerekiyordu ve Yu’nun sözleri endişelenmesinin önüne geçmiyordu. Aksine onun kendine ne kadar güvendiğini gördükçe bu güvenin arkasındaki boşluğu düşünüyor ve duyduğu endişeler artıyordu.

 

“Senin için endişelenmeyi bırakmayacağım,” dedi Yu’nun zırhını kontrol etmeye başlarken. “Tekrar söyleyeyim, mesafenin önemini sakın unutayım deme. Kahraman olmaya çalışarak saçma sapan hareketlerde bulunmanı ve hayatını riske atmanı istemiyorum. Seninle oynamalarına, seni kontrol etmelerine izin verme. Rakibin kendine güveniyor ve seninle oynadığını düşünüyorsa bunu kendi avantajına çevir. Güçsüz olduğunu düşünmeleri işine gelir.”

 

Basit bir hata ve bileğin küçük bir açıyla yaptığı hareket büyük ve ölümcül sonuçlara yol açardı. Kendisinden daha güçlü bir rakiple dövüşürken rakibi onu hafife alırsa bu hatayı kolayca yapabilirdi ve Yu için kesinlikle kaçırmaması gereken hayati bir açık oluştururdu. En azından Herict Von Araka adına konuşursa Yu’yu hafife almaya müsait biri olduğunu söyleyebilirdi ve her ne kadar istemese de karşı karşıya geldikleri durumda bu açığı vermesi muhtemeldi.

 

“Yağmur bugün daha sert yağıyor.” Pencereden dışarı baktı. “İyi ki dün sular biraz çekildi. Yoksa yüzerek dövüşmek zorunda kalırdık.”

 

“Kötü şartlara alışkın olduğuma inanıyorum,” dedi Yu kılıcını kınına sokmadan önce son kez havaya kaldırdıktan sonra. “Yu Zao yağmurdan ve rüzgârdan daha sertti. Vermia’da yaşadığımız felâket de Salderough’ta karşılaşacağımız herhangi birinden daha zorluydu. Yine de bugün hâlâ yaşıyoruz.”

 

“Sahip olduğumuz güç sayesinde değil.”

 

Siyah kılıcı alnına dayayan Yu gözlerini kapadı ve anlamadığı birkaç kelime mırıldandı. Sadece bir saniyeydi, belki bir saniyeden de az ama onun gülümsediğini gördü. Yanakları kulaklarına doğru çekildi ve dudakları yukarı doğru kıvrıldı. O kadar güzel gülmüştü ki bunun şans getireceği içine doğuyordu.

 

“Güneş açtı sanki… Öyle gülmek mi olur?”

 

Yu eski surat ifadesine geri dönmeden hemen önce boynuna sarıldı ve gürleyen gök gri dünyayı bir kalp atışından kısa süreliğine beyaza boyarken dudaklarını öptü. Son öpücükleri olmaması için dua ediyordu ama son öpücükleri olma ihtimaline karşı birkaç öpücük daha almaktan zarar gelmezdi.

 

“Ölme.” Ve bir öpücük daha. “Ölü bir koca işime yaramaz.”

 

“Ölmek benim seçebileceğim bir şey değil.” Yu miğferini alıp başına taktı. “Görevimi tamamlayana dek ölme bahanesine sığınıp kaçamam. Bir süre ölmeyeceğimden emin olabilirsin.”

 

Bir süre yetersizdi. Sivina’nın ömrü ne kadarsa Yu’nun daha fazla yaşaması gerekiyordu. Aksi takdirde yüreği rahat etmez, ondan uzun yaşamayı kaldıramazdı.

 

“Öyleyse uzun süre boyunca kaçamayacaksın.” Miğferini takmamış olsaydı bir öpücük daha almak isterdi. “Ben seksen yaşında yaşlı bir kadın olana ve torunlarımın çocukları kırışmış yüzüm yüzünden benden korkana dek görevini tamamlamamış olacaksın benim ahmak cesaretli sevgilim.”

 

Geçmişe dönmeyi kendine görev edinmiş olabilirdi ama resmî görevi karısına karşıydı. Bir koca olarak karısını memnun etmeliydi ve Sivina, Yu ile birlikte yaşlanana dek görevi sona ermeyecekti.

 

Aşağı inmeden önce pencereden son kez dışarı baktı. Parlamentonun duvarında yol açtığı yıkım kendi gücü hakkında ona güven veriyor ve dövüşü rakibin ilk hatasında asalardan birini çekerek bitirmek için iyi bir şansının olduğunu söylüyordu.

 

Rüzgâr tokatlarcasına pencerelerine vurmaya başladı. Bardaktan boşalırcasına yağan dolu dışarı çıktıkları an sırılsıklam olacaklarının garantisini veriyordu. Gökyüzü, Rolderhelm’in kolezyumunda dövüşün başlamasını bekleyen sabırsız seyirciler gibi kükrerken yarım saat önceki sessizliğini geride bırakmıştı.

 

Karabaş kapının önünde onları bekliyordu. Uyandırmak için hazırlandığından köpeği ayakta görmek şaşırtmıştı.

 

Merdivenlerden inip su kaplı zemine adımını ilk atan Yu oldu. Dolu tekrar yükseltecek olsa da sular dün gece biraz çekilmişti. Hanın içindeki su bir karış yüksekliğindeydi ve dışındaki su en fazla dört karış yüksekliğinde olmalıydı. Dışarıda hareket etmesi yine zor olacaktı fakat dizlerine kadar gelen sudan iyi olduğu su götürmezdi.

 

“Soğuk henüz dışarı çıkmadan hissediliyor,” dedi Yu. “Sanki sonbaharda değil de kıştayız. Havanın bu kadar soğuması hiç normal değil.”

 

“Havanın kötüleşmesi umarım düşmanımız için uğursuzluk anlamına geliyordur.” Tanrıçasını kalbinde hissetmek için elini göğsüne götürdü. “Su tanrıçasına dua ettim ve duamı kabul ettiğinin işareti olarak bize suyundan bir parça göndermiş olabilir. Yu, şimdi benimle birlikte dua etmeni istiyorum.”

 

Tanrılar ve sonraki hayat hakkında düşündüğü şeyleri biliyordu ama eğer birlikte ibadet eder ve aynı ilaha dua ederlerse Yu’nun içinde tanrılara karşı bir sempati oluşturabilir ve günahkâr düşüncelerini bırakmasını sağlayabilirdi.

 

“Avuçlarını gökyüzüne doğru aç, tanrılar yukarıda.” Baltasını bir masaya koydu ve Yu ile birlikte avuçlarını açtı. “Tekrar et; Kutsal Suyun Efendisi Aqaera, bu denizci sadece sana yalvarıyor, işit dediklerimi ve azgın dalgaları düşmanlarımı alabora etmesi için gönder. Fırtınalar yelkenlerini parçalasın, tuzlu su ciğerlerini doldursun, duam yerini bulsun. Sadece sana güvenir ve senin yardımını bekleriz. Âmin.”

 

Hayatının büyük kısmı dindar bir insan olmayarak geçirmişti ama denizden uzak olmasına rağmen Yu ile birlikte dua etmek içinde dinin mistik duygularını canlandırdı. Heyecanlanmış, tanrıçasının adını bir kez daha haykırmak istemişti. Birlikte ibadet etmek insanı coşkuya getiriyordu.

 

“Sanırım ilk kez dua ettim.”

 

“İlk kez mi?”

 

“Daha önce de ettim ama bu dünyada ilk kez böyle bir dua ediyorum.” Ellerini ovuşturdu. “Tanrıların bizi izlediğini söylemişti ama bu duayı bir kez daha, üstümüzde bir çatı yokken etmek istiyorum. Bizi izleyenlerden biriyse sesimizi rahatça işitebilir ve belki gerçekten de yardım etmeye karar verir.”

 

Yu bile ihtiyaç duyduğunda dua etmek istiyordu. Onun bunu yapmak istemesini sağladığı için kendisiyle gurur duyuyor ve tanrıçasından beklentiye giriyordu.

 

Dışarıda yağmur yüzlerine saldırırken ve rüzgâr düşürmeye çalışırken bir kez daha dua ettiler. Aynı mistik hissiyat tekrar içine doğmuş, yaklaşan fırtınanın onların lehine olduğuna inanmaya başlamıştı.

 

Suyun yüksekliği tahmin ettiği gibi dört karıştı ama rüzgâr daha büyük bir sorundu. Kasırga kime yardımcı olmak için gelirse gelsin geliyordu ve rüzgârlar hedef ayırmayacaktı. Tanrıların aklındaki plan her neyse iyi bir plan olması için yalvarıyordu. Eğer çatılar uçmaya başlarsa dövüşmek imkânsız bir hâl alacaktı.

 

“Yu Zao ile dövüştüğümüzden beri bu kadar stresli bir dövüşe girmemiştim.” Yu’nun koluna girdi. “Tekrar söylemek istiyorum, kesinlikle mesafeni koru. Rakibin kılıcı ile senin vücudun arasında bir boşluk oluşursa zaman kaybetmeden boşluğu doldur ya da kaç. Sakın gardımı indireyim deme.”

 

“Çalışacağım.”

 

Çalışacağı yerine yapacağını söylese daha güven verici olurdu. Seçtiği kelime bir söz vermediği anlamına geliyordu ve yalandan hoşlanmayan kocasının söz vermekten kaçınması rahatlatıcı değildi.

 

“Çalışma, yap.”

 

Suda ilerlemek Karabaş için daha zordu ve bundan hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Suda bulunmaya yalnızca sahibinin hatırı için katlanıyordu.

 

“Karabaş’ı dövüştürecek misin?”

 

“Bir insanı parçalayabilir. Bu dünyaya gelmeden önce karşıma çıksaydı topuklarımı popoma vura vura kaçardım.”

 

“Ona alışmıştım,” dedi Yu ile birlikte ıslanmaya devam edip. “Umarım dişleri zırha, tüyleri çeliğe karşı etkili olur da ölmez.”

 

Köpekler sadık canlılardı. Onu beslemiş ve sevmişlerdi. Ölmesini istemiyordu ama onlara bir darbe vurabilmeleri için canını kullanarak şans tanıma imkânı varsa hayvanın bunu yapmasını bekleyecekti. Rakibin eline atlaması ve silahını düşürmesini sağlaması onlar için harika olurdu.

 

“Aman tanrım.”

 

Tapınağın yanından geçip de köprünün ağzına çıktıklarında Yu olduğu yerde durdu. Sivina onun baktığı yere baktığında neden durduğunu görmüştü.

 

“M… Marak…”

 

Pazar tezgâhlarının arkasında görebileceği kadar uzun olan üç kişi vardı. Biri başında örümcek bacaklarıyla süslenmiş bir miğfer taşıyan Herict Von Araka’ydı. Diğeri daha önce gördükleri aslan miğferli adamdı. İkisi de yaklaşık iki metre olmalıydı ama üçüncü şey… O bir insan değildi.

 

Teni yeşildi ve uzaktan görebildiği kadarıyla yüzü siyah lekelerle kaplıydı. Her biri hançer kadar uzun olan boynuzlara sahipti. Canavar onların geldiğini fark etmiş ve hareketlenmişti fakat bir şeyler onun durduğu yeri terk etmesine engel oluyordu.

 

“VALARFİN! VALARFİN! VALARFİN!”

 

Canavarın haykırışı Karabaş’ı dahi korkuturken Yu, Sivina’nın kolundan ayrılıp kılıcının kabzasına sarıldı. Mor gözleri ona kilitlenmişti.

 

“Kaçalım,” dedi Sivina kovalanacaklarını düşünmeden.

 

Yu hiç oralı olmadı. “Onu öldürdüğümü düşünmüştüm.”

 

Kocası kaçma sözcüğünü dikkate almadığı için bir kez daha tekrarladı. “Kaçalım,” dedi onu tutup çekerek. “Yaydığı karanlık sanki manamı zehirleyecek, kaçıp gidelim.”

 

“Kaçmayacağımızı sen de biliyorsun.” Yu ileriye doğru bir adım attı. “Bunu bilmeseydin kaçmaktan bu kadar sakin bahsetmezdin. Sadece kaçmayı önermiş olmak için konuşuyorsun.”

 

Tüyleri ürpermişti, korkmuştu ve kesinlikle kaçmak istemişti ama gerçek sakinliğini ancak Yu belirttiğinde fark etmişti. Gerçekten de vermesi gerektiği gibi tepki vermiyordu. Çoktan gözyaşlarına boğulmuş şekilde kaçmak için Yu’ya yalvarması gerekirdi ama bunun yerine dövüşmeyi kabullenmişti.

 

“O şey ne?”

 

“Melek ile savaşırken arkasından bıçakladığım Vazgeçilen. Ona, Ölüm Tanrıçası tarafından verilen mızrağı saplamıştım. Öldüğüne emindim.” Sesinin gitgide karardığına tanık oluyordu. “Yaşadığına göre bu benim başarısızlığım. Onu ortadan kaldırmak da benim görevim. Kader bizi yarım kalan işimi tamamlamam için burada durdurmuş olmalı.”

 

Onları durduran şey kader değil Yu’nun çıkarcı adalet duygusuydu. Köprüyü geçene dek bunun Yu’nun suçu olduğunu kendine söyleyip durdu fakat köprüyü geçince kocasını suçlamayı bırakmış, daha doğrusu yaşadığı ikinci şokla bırakmak zorunda kalmıştı.

 

“Bu şeyin dört kolu var!”

 

Ve zapt etmek için belini ve dört kolunu zincirlerle bağlamışlardı. Her zinciri iki muhafız tutuyordu. Buna rağmen ayakları kayıyor, Yu’ya doğru hareket eden canavarı kontrol etmekte zorlanıyorlardı.

 

“Bu şeyle mi dövüşeceksin?” diye sordu kocasının hiç korkmadığını görüp, hayretle bakarak.

 

“Bu şeyi öldüreceğim.”

-------------------------

23.03.2023 – 23:23






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr