Cilt 5 - Bölüm 7: Salderough 7 (1/2)

avatar
173 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 7: Salderough 7 (1/2)


Onların bekâr olduğu düşünülerek iki ayrı oda sunulmuştu fakat yüzüklerini gösterip evli olduklarını söylediklerinde sundukları ilk odalardan daha büyük, daha konforlu başka bir odayı vermişlerdi.

 

Aslında evli olmasalar bile herhangi birinin onlara karşı geleceğini düşünmüyordu, Yu dışında. Neyse ki evlilerdi ve yüzükleri arkalarından ahlaksız insanlar olarak bahsedilmesinin önüne geçiyordu. Şerefine dil uzatılmaması da Sivina’yı memnun ediyordu.

 

Gerçi arkalarından kötü konuşsalar bile ne önemi vardı ki? Yu ile birlikte olduğu sürece insanların ne dediği umurunda olmazdı. Önemli olan tek şey sevdiği adamın yanında durup mutlu bir şekilde yaşamaktı. Dünyanın kalanı yansa, tüm insanlık birbirlerini sevdiği için onlara düşman kesilse dahi önemsemezdi.

 

Karşılaşacağı tüm belaları, tüm musibetleri Yu’nun yanında durup onun adını taşımanın bir bedeli olarak yorumladığı için her şeye göğüs germeye hazırdı. Sırf onun karısı olabilmek için geçmiş ahlaksızlıklarına göz yummaya bile razı gelmişti.

 

“Bana şu hayaletten bahset,” dedi Yu’nun yanına oturup. “Şu anda burada mı? Korkmamız gereken bir şey mi?”

 

İlk kez birini öldürdüğünde hayaletlerden korkmayı da bırakmıştı. Ara sıra annesi aracılığıyla kendini içinde bulduğu kız grupları erkekler hakkında konuşmaktan sıkılıp hayalet hikâyeleri anlatmaya başladığında hiçbir şey hissetmeden onları izler, babasının veya erkek kardeşlerinin dönmesini ve eline tekrar kılıç almayı beklerdi.

 

Korkulması gereken şeyin hayaletler değil de kılıç olması gerektiğini düşünürdü. Bir hayaleti göremezdin, göremiyor oluşun varlığından da emin olamayacağın anlamına gelirdi ki muhafazakâr insanlar hayaletler hakkında düşünmezdi bile. Diğer yanda duran kılıcın ise varlığı sorgulanmaya açık değildi. Ölüm Tanrıçası ruhları yanına alıp dünyada hayalet kalmadığından emin olabilirdi fakat kılıçları yanına alamazdı. Bir kılıç, bir hayaletin aksine korkutmakla uğraşmaz, kesinlikle öldürebilirdi.

 

“Odanın içinde onu göremiyorum,” diye cevap verdi Yu. İkisi de yatağın üstündeydi. “Duvarların arkasından bizi dinleyip dinlemediğini söyleyemem. Lütufları miras aldığım Rie bile duvarların arkasını görmek gibi bir yeteneği olmadığını söylemişti.”

 

Yu’nun onu kurtarmak için Yurine ile birlikte yola çıktığını biliyordu fakat adını duymaktan rahatsız oluyordu. O ismin anılmasını yasaklasa Yu çok üzülür müydü?

 

“Yeteneği kendi isteğimle kullanamıyorum. En son aktifleştiğinde öldürdüğüm mahlûkatın yanındaki hapis ruhların kurtuluşunu görmüştüm. Ondan önce goblinleri üstüme salan şeytanla dövüşürken aktifleşmişti. Mağara karanlıktı, meşalelerimiz sönmüştü ve karanlıktaki düşmanlarımızla baş başa kalmıştık. Sonra ruhları görebildiğimi fark ettim; hiçbiri saf değildi ama kimininki beyazdı, kimininki gri ve kimininki tamamen karanlığa bulanmıştı. Belki benim ruhum da tamamen karanlıktır.”

 

“Eğer suçlarının pişmanlığını çekiyorsan karanlık olduğunu düşünmüyorum,” dedi Sivina elini tutarken. “Benim ruhumu da görebiliyor musun peki?  Seni ne kadar çok sevdiğim ruhumda gözüküyor mu? Eminim görebilseydin beni daha çok severdin.”

 

Sevginin samimiyetini anlamak zordu, duygu manipülasyona çoğu zaman açıktı ve sadece sözlere inanmak gerekiyordu. Elbette kanıtlamanın pek çok yolu vardı; fedakârlık, gülümsemesi, kendini sunuşu fakat eğer bunu direkt olarak ruhunda görebilseydi çok daha farklı hissedeceğine emindi.

 

“Seni zaten çok seviyorum.” Saçlarını iki parmağının üstünde kaldırıp kokladı ve yanağını öptü. “Seni sevmek için herhangi bir şey görmeme gerek yok. Seni daha çok sevmem için bir şey yapmana da gerek yok. Yanımda durduğun, bana gülümsediğin, benimle konuştuğun her an sevgim katlanarak artıyor. Seninle geçen her saniye eksikliğinde sensizliğe dayanamayacak kadar çok alışıyorum sana. Birlikte geçirdiğimiz her gün senden ayrı kalmanın korkusu daha çok sarıyor içimi. Sensiz yürüyemeyecek kadar muhtacım sana ve yokluğunun fikri bile yüreğimi korkuyla dolduruyor. Yanında durmak, saçlarını koklamak, dudaklarımın tenine değmesi ve tüm bu fiziksel eylemlerden çok beni sevdiğini bilmeyi seviyorum. Bana olan sevgini seviyorum. Seni sevmeyi seviyorum. İlerlemeye devam edecek kuvveti sende buluyorum. Bu yüzden sakın seni az sevdiğimi, bunu arttırmak için bir şeyler olması gerektiğini düşünme. Seni seviyorum.”

 

Bu sevginin gelişimi doğal olmayan yollarla sağlanmış olsa dahi karşısında duran adamın sözlerindeki samimiyeti yüreğinde hissedebiliyordu. Kalbi onun kelimeleriyle tutuşuyor, ciğerleri onun verdiği nefesi soluyordu. Güzel sözlerinin ardından yerinde durması ve başka bir şeyden konuşması mümkün değildi.

 

Elini yüzüne götürdü, yanaklarını okşayıp başparmağını dudaklarında gezdirdi. Yumuşaktı, istiyordu. Çenesini tuttu ve kendine çekti. Öpmeden önce nefeslerinin senkronize olması için biraz bekledi. Soludukları sıcak havayı birbirlerinin üzerinde hissetmek, belinin altında bir takım kıpırdanmaları çoktan başlatmıştı.

 

Dudakları değerken ellerini yanaklarında gezdirdi, kollarını yavaşça boynunun arkasına götürdü ve saçlarını kavrayıp avının elinden kurtulmasını istemeyen ölümcül bir avcı gibi kendine bastırdı. Henüz sadece dudaklarını birbirine değdirmiş olsalar da boğazından yükselen inlemeye engel olamıyordu. Aynı anda dudaklarını araladılar, ikisi de birbirinin alt dudağını yakalamaya çalıştı ve birkaç kez tekrar ettiler. Dilini onun ağzının içine sokmak istediğinde Yu müsaade etti ve ilk kez öpüşmeleri her zamankinden daha ileri gitti.

 

Ağzının içi daha yumuşaktı, daha sıcaktı, ıpıslaktı. Yu dilini ileri götürmek isteyince kendi dilini ağzına geri çekti ve Yu’yu içeri aldı. Ağzını doldurması, inlemelerinin arasına karışan ıslak sesler bacaklarının arasının sırılsıklam olmasına yetmişti. İkisinin dili de dışarı çıkıp havada buluştuğunda dudaklarını tekrar birleştirdiler, tekrar, tekrar.

 

Yabancı bir yerde olduklarının farkındaydı. Malikâneye gelmek konusunda Yu ile aynı düşünmüyordu ve her an tehlike içerisindeydiler, biliyordu. Gardlarını indirmemeleri gerektiğini biliyordu. Onları ölümle cezalandırmak isteyen insanların olduğunu biliyordu ama tüm bunlar Yu’nun suçuydu. O kelimeleri söylemesi, stresin omuzlarına bindirdiği yükü kaldırması onun suçuydu. Sağlıklı, mantıklı düşünmesinin önüne geçmiş ve onu arzularının arasına salıvermişti. Şimdi onu öpmekten, onunla birlikte olmaktan başka bir şey düşünmekten kendini nasıl alıkoyabilirdi?

 

Kendilerine bir tuzak kurulmuşsa ve şu anda birileri gelip onları öldürmeye çalışırsa Sivina onlara cehennemi yaşatacak, cezalandırmak için korkuyu en iyi şekilde hissetmelerini sağlamak amacıyla bürünebileceği en vahşi formda onları katledecekti. Artık aklıyla düşünmüyordu. Tek isteği Yu’yu içine almak ve rahmine tohumlarını akıtmasını sağlamaktı.

 

“Hemen şimdi yap, hızlı ol,” dedi bir yandan öpüşüp öbür yandan kemerini çözmeyi denerken. Onu tamamen soyacak kadar sabırlı olmadığı içi sadece gerekli olan kısmın dışarıda olması şimdilik yeterliydi. Vücudunun geri kalan yerlerini öpemediği için dudaklarını sadece yüzünde ve boynunda gezdirebilecekti fakat bugünlük bununla yetinmek ona zarar vermeyecekti.

 

Zırhın altındaki gömleğe bağlı kayışları çözdü ve bacaklarını tutan çelik parçaları serbest kaldı. İhtiyacı olan yer zincir zırh tarafından kapanıyordu fakat onu çıkarmak için tüm üst vücut zırhını çıkarması gerektiği için Yu’nun eliyle kaldırmasını isteyecekti.

 

-Tak-

 

-Tak-

 

-Tak-

 

Zayıf bir elin kapıyı üç defa çaldığını duydu.

 

“Hanımefendinin isteği üzerine küveti getirdik.”

 

Sadece küçük bir kızın sesiydi fakat dışarı çıkıp onları azarlayabilirdi. İşleri tam da başlamak üzereyken gelmeleri yüzünü kızartmış ve damarlarını belli edecek kadar yükselen ani bir sinirle yerinden fırlatmıştı.

 

“Onlara kızma,” diye uyardı Yu zırhının kalanını çıkarmaya çalışırken. “Sadece işlerini yapıyorlar, bunun için üzülmemeleri gerek.”

 

Kızgın olsa bile başkalarını da düşünen yufka yürekli bir adamla evli olduğu için siniri yatışırdı. Kızaran beyaz yüzüne bir gülümseme getirmeye çalışıp “Kızmayacağım,” dedi. Sakin düşünmeye başladığında küvetin daha iyi olacağını anlıyordu. Sıcak suyun içinde vücutları yumuşayacak, ona sahip olması daha eğlenceli bir hâl alacaktı.

 

Bu aynı zamanda tamamen çıplak olacakları anlamına geliyordu ve gardlarını indirmekten de öteye düşeceklerdi. Ne yazık ki buna kafasını yoramayacak kadar azgındı, baltası ve Yu’nun çenesini kırdığı muhafızdan aldığı kılıç hâlâ yanındaydı ve gerektiğinde çıplak da savaşabilirdi. Tabii çıplakken savaşacak olması, onu çıplak gören rakiplerinin kesinlikle öleceği anlamına geliyordu. Kocası haricinde mahrem yerlerini hiçbir erkeğin görmesine izin vermezdi ve herhangi bir erkek görürse canını alırdı.

 

Kapıyı açtığında birbirinin tıpatıp aynısı havuç rengi saçlara ve çimen rengi gözlere sahip üç kız kardeş gördü. Üçüzlerdi. İkisi büyük bir küveti sürükleyerek kapının önüne çekmişti ve diğeri onların arkasında kalmış, tekerlekli bir komodini iterek yavaşça yanlarına geliyordu.

 

“Hanımefendi sizin için gönderdi!” dedi diğerlerinin arkasında olmasına rağmen onlardan önce konuşmak isteyen kız. “Buyurun!”

 

İkisi Sivina’ya hayranlıkla bakarken üçüncüsü ona bakmaktan çekinmişti. Komodini de odanın önüne çektikten sonra bir hizmetçiye yaraşmayacak şekilde koşarak kaçtılar. Odadan biraz uzaklaştıklarında onların kıkırdayıp zıplamaya başladığını görmüştü.

 

Küveti tek eliyle tutup odaya çekti ve ayağıyla Yu’nun önüne itti. Ardından komodini aldı ve odanın kapısını kilitledi. Komodinin içine temiz kıyafetler, parfümler, havlular ve diğer banyo malzemeleri konulmuştu. Üzerlerine uymazsa diye aynı elbiseden birkaç tane vardı.

 

Çalan kim olursa olsun kapıyı açmamaya yemin edip Yu’ya baktı. Zırhının diğer parçalarını sökse de göğüs zırhının kayışlarını çözmekte zorlanıyordu. Yanına gidip ona yardım etti ve geri kalan her şeyi kendi elleriyle çıkarttı. Üzerinden aldığı her kıyafette ayrı bir öpücük, vücudunun ayrı bir yerine teslim edilmişti.

 

Kendisi de hızlıca üzerindekileri çıkarttı. Yu’nun karşısında tamamen çıplak olmaktan, tüm vücudunu onun gözlerine sunmaktan zevk alıyordu. Eliyle suyun sıcaklığını kontrol ettikten sonra küvetin içini işaret etti.

 

“Gir,” dedi, sesi heyecandan titremişti. “Unutma, sabah kendini tamamen bana teslim edeceğine söz verdin. Her şeyi ben yapacağım.”

 

“Hatırlıyorum.”

 

Küvete girdiğinde kendini tamamen suya batırıp saçlarını ıslattı. Ardından gövdesini yukarı çıkardı. Sular kocasının omuzlarından aşağı süzülürken henüz küvete girmemiş Sivina’nın bacakları arasından da aşk sıvısının damlaları dökülüyordu.

 

Ayaklarını sırayla küvete soktu ve Yu’nun üstüne oturdu. Onu hemen içine almak yerine biraz oynamak için bacaklarının arasına almıştı. Sudan bile daha sıcakmış gibi hissediyordu. Kocasının tenine susamıştı.

 

“İlk kez bu hâldeyiz,” dedi tekrar dudaklarına yaklaşırken. “Bu açıdan baktığımda çok zayıf gözüküyorsun, bana muhtaç gibi gözüküyorsun, bensiz yaşayamayacakmış gibi. Bunu sevdim.”

 

Derin mor gözlerine yukarıdan bakmakla dünyayı avuçlarının arasına almak aynı şey olmalıydı. Ellerinin arasına aldığı yüz o kadar tatlıydı ki onu yiyebilirdi. Alnını öptüğünde ona sahip olduğunu, Yu Valarfin’in her parçasıyla yalnızca ona ait olduğunu hissetti. Dudaklarından aldığı her öpücük Yu’nun tek sahibi olduğuna dair birer imzaydı.

 

Defalarca kez imzaladı. Suyun içine battılar, çıktılar ve imzalamaya devam etti. Dudaklarını, yanaklarını ve kulaklarını yaladı. Morartana kadar boynunu emdi, bir kez başladı mı durmayı başaramamıştı. Dudaklarını ve dilini vücudunun daha önce gezdirmediği yerlerinde gezdirmek istediğinde onu ayağa kaldırdı.

-------------------------

01.01.2023 – 01:02






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr