Cilt 5 - Bölüm 4: Salderough 4 (2/2)

avatar
214 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 4: Salderough 4 (2/2)


Bahçede iki at dışında hayvan yoktu. Bir de tüm tekerlekleri sökülmüş bir at arabası kendi römorklarını bıraktıkları yerin hemen yanında duruyordu. Zemindeki çimler seyrelmişti ve misafirlerin bahçeden hana hızlıca geçebilmeleri için sonradan yapıldığı belli olan küçük bir kapı duvarda çatlaklar oluşturmuştu.

 

Yu yan kapıyı açmadan önce Sivina’ya baktı. “Umarım kayıt işleriyle uğraşmayız. İsmimizi vermemiz nahoş sonuçlar doğurabilir.”

 

“Valarfin adıyla anılmak istiyorum ama gerekiyorsa farklı isimler kullanabiliriz.”

 

Yu fikri bir sineği kovar gibi elini sallayarak kovdu. “Asla. Yalan söylemeyeceğiz.”

 

Erdemli bir Yu Valarfin, yüreğini de yüzü kadar güzel kılabilirdi ama bu noktada bunun iyi bir şey olup olmadığı sorgulanmaya açıktı. İnsanlar şövalyeleri dürüst olarak bilse de şövalyeler bile yalan söylerdi. Elbette Sivina bir yalancı değildi ve Ana’nın bir rahibe olması söz konusu olduğunda Yu’ya dediklerini gayet iyi hatırlıyordu.

 

Ama hayatları söz konusuyken ve durum zorunluluğa büründüğünde ufak bir yalan kimseyi incitmezdi. Aksine eğer isimleri gün yüzüne çıkar da insanlar peşlerine düşerse onları öldürmek zorunda kalacakları için isimlerini saklamaları herkes için daha iyiydi.

 

“Soyadımızı vermeyiz,” dedi Yu’nun tuttuğu kapıyı iterken. Yu isimli bir kral olduğuna göre kralın adını taşıyan bir sürü insan olmalıydı, herhangi biri sırf isminden ötürü onu yargılamazdı.

 

Tabii akıllının teki ismini mor gözleri ve sakladığı koluyla ilişkilendirdiğinde planları tepe taklak olabilirdi. Buna karşı alacak önlemleri yoktu, akşamüstü olmasının verdiği hafif karanlıkla gözlerinin herkes tarafından anlaşılmayacağını umarak içeri girdi.

 

“Gerçek olmayan bir şeyi söylemeyi reddediyor ama gerçeği saklamayı kabul ediyor. İkiyüzlü bir dürüstlük fakat söyleyip de eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmaya gerek yok.”

 

Öncesinde sır saklayamayacağını söylediği için şimdi gizlemenin de bir çeşit kandırmaca olduğunu belirtirse Yu’nun ağzını bir daha nasıl tutabilirdi bilmiyordu. O kadar erdemlilik ahmaklık demekti fakat ona baktığında ahmaklık ve erdemlilik arasındaki farkı ayırt edebileceğini iddia edemiyordu.

 

Girdiği yer geniş bir holdü ve kapı tamamen açılmak yerine bir masaya çarpıp duruyordu. Onunla aynı anda loncanın ana kapısından içeri giren yamalı kıyafetler giymiş pasaklı bir adam tarafından selamlandı.

 

“Atını mı mıraktın?” diye sordu adam. Çapaklı siyah gözlerindeki bakış Sivina’nın daha önce defalarca gördüğü tiksindirici, taciz edici parıltıyı taşıyordu. Yu, Sivina’nın arkasında belirip elini beline koyduğunda adam cevap beklemeden başını eğdi ve resepsiyonun arkasına geçti.

 

“Atımız yok,” dedi Yu tehditkâr bir sesle. Karabaş’ı dışarıda bırakmıştı. “Buradaki görevli kim? Yapacak iş arıyoruz.”

 

İçeride görevlerin asılı olduğu bir pano yoktu. Loncanın en köşesindeki masaya kafasını koyup uyuyan kılıçlı bir çocuk dışında maceracı da yoktu ki çocuğun zayıf kolları bir maceracıya uygun değildi.

 

“Görevri menim,” dedi pasaklı adam. Sivina’nın yanında onu gördüğü için sıkılmıştı ama karşısında ezik gözükmemek için otorite kurmaya çalışıyordu. “Pek mir şey yok, eskiden karma şeyrer var. Mu kasamadaki insanrar artık onrarra yaşamaya arıştı.”

 

Adam konuşurken yalnızca bir defa Yu’ya bakmış, sürekli Sivina’nın gözlerine ve dudaklarına girecekmiş gibi öne yaklaşmıştı. Yu da öne yaklaştı ve omzunu Sivina’nın omzunun önüne geçirdi.

 

“Gereksiz konuşarak zaman harcama,” dedi sertleşen sesiyle, tahammül gösterilmeyeceğini Sivina anlamıştı. “Canımı sıkma. Hangi görevler varsa göster, fiyatlarıyla birlikte. Acele et!”

 

Önceki köylerde insanlarla iletişim kurarken kaba bir tavır sergilemiyordu, sakindi ve kolayca anlaşılmak için öz konuşuyordu. Sivina neyin geleceğini görebiliyordu ve durdurmak için hareket etmek istemiyordu.

 

Fakat durdurmak için bir şey yapmazsa muhtemel senaryoların nasıl ilerleyeceğini anlayacak kadar akıllıydı. Burada çıkacak bir kavga, karşı tarafın itibarını zedeleyecek olsa da onların aleyhine sonuçlanırdı. Kasabadaki herhangi birinden güçlü olsalar dahi kolluk kuvvetleri dahil olduğunda işler çirkinleşecekti.

 

Sivina kocasını sakinleştirmeye karar verdiğindeyse çok geçti. Pasaklı adam tekrar Sivina’ya baktı ve son bakış Yu’nun tahammül sınırını aştı.

 

“Şu adam ne-”

 

Yu sol eliyle adamın boğazını yakaladı ve kendine çekerek masanın dışına çıkardı. Yapabilse adamı tamamen havaya kaldırıp ayaklarını yerden keserdi ama omzundaki kuvvet bunu yapmaya yetmediğinden onu yere fırlatmakla yetinmişti.

 

Ayağını adamın boğazına koydu ve bağırdı. “Bir daha karıma bakarsan seni öldürürüm!”

 

Pasaklı adamın yüzü karşılaştığı insanüstü güç karşısında korkuyla kasıldığında seyrelmiş saçlarına rağmen genç biri olduğunu fark etti. Belki onlardan en fazla birkaç yaş büyüktü.

 

Elleriyle boğazındaki ayağı çekmeyi denerken bacaklarını can çekişen bir hayvan gibi sallıyordu. Umutsuzca çabalarken dili dışarı çıkmıştı, kızaran suratından akan terler Yu’nun çelikle kaplı çizmelerine bulaşmak üzereyken Sivina kocasını geri çekti.

 

“Günahkâr yaratık,” diyordu Yu. “Senin gibi ırz düşmanları yaşamamalı.”

 

Bu muameleyi hak etmesini sağlayan şey Sivina’ya bakmaktı ve bazıları bunun bir suç bile olmadığını söyleyebilirdi. Onların fikrine saygı duyabilirdi ama kabul etmezdi. Sonuçta gözleri üzerindeyken neler düşündüğünü ve eğer şiddetle karşılaşmasa gece neler hayal edeceğini kim bilebilirdi ki? Pisliklerin rüyalarına meze olmak isteyen bir kadın değildi. Yu’nun yaptığını haklı buluyor, onaylıyor ve sonrasında başlarına bela açılacağını bilse de destekliyordu.

 

Babası da böyleydi. Sivina çiçek açtığında ona tüm geleneklere uygun şekilde talip olan birkaç kişiyi dövmüştü. Taliplileri arasında yalnızca çok yaşlı olduğunu hatırladığı bir adam vardı ki onu az kalsın öldürüyordu. O olaydan sonra bir daha Arthur Ecues’in kızına talip olan çıkmamıştı.

 

Dolayısıyla Yu’nun hareketiyle ilgili ona kızabileceği herhangi bir nokta yoktu ve kızmanın aksine babası gibi hareket ettiği için onu daha fazla sevmişti. Bu kıskançlık, onu sadece kendisi için istediği anlamına geliyordu.

 

Maalesef meselede bir ‘ama’ vardı ki Yu kasabanın yerlisine şiddet uygulamıştı ve kasabanın lorduna şikâyet edildiğinde uğraşmaları gerekecekti. Alacağı şey en kötü ihtimalle para cezası olsa da bununla vakit kaybetmeye ne gerek vardı ki?

 

“S-seni şikâyet edeceğim!” diye bağırdı adam. Yu ile arasına mesafe koymuştu. “Munu yapmaya hakkın yok! Çık dışarı! Çık!”

 

Az önceki tavrına rağmen Yu şimdi sakindi. “İstediğin yere şikâyet et ama önce buradaki görevleri gösterecek ve hayatın boyunca baktığın yere dikkat edeceksin. Aksi takdirde seni öldürürüm.”

 

Pasaklı adamın yüzü buz kesildi, gözleri dondu ve titreyerek resepsiyona geri girdi. Hiçbir şey söylemeden rastgele birkaç kâğıt getirdi ve yere bakarak Yu’ya uzattı. Ölüm tehdidi, gerçekten öldürüleceğini bildiğinde hızlıca yola sokuyordu.

 

“Altı ay önceki yolculuk için koruma isteyen bir adam var,” dedi Sivina.

 

Yu kâğıda baktı, tarih yazmıyordu. “Nereden anladın?”

 

“Virgo’daki bahar festivaline gitmek istiyor.” Yu’nun detayı kaçırmasına şaşırmıştı fakat az önceki olay düşünülürse normal karşılanabilirdi. “Virgo’da sadece ilkbaharda bahar festivali yapıyorlar. Sonbahardakine hasat festivali diyorlar.”

 

Tarihi geçmiş görevi ayırdılar ve diğerlerine baktılar. “Burada işe yarar bir şey yok,” dedi Yu, dikkatini çeken bir kâğıdı eline almadan önce. “Cinler ne? Bu tür hakkında bir şey okumamıştım. Umarım benim bildiklerimden değildir.”

 

Cinler gobline benzeyen küçük hırsızlardı. İnsanlara özellikle saldırmıyorlardı fakat kaçırabilecekleri insan bebekleri görürlerse şanslarını değerlendirmekten de geri durmuyordu.

 

“Küçük bir hırsız türü,” dedi Sivina. “Mora’da dilekleri gerçekleştiren veya musallat olan cinlere inanılmaz, o ismi bunlara vermişler. İsim benzerliği var.”

 

Görevin yirmi iki gümüşlük ödülü vardı ve bu para handa iki hafta kalmaya bile yetmezdi. Yine de burada bir hafta bile kalmayı planlamıyorlardı ve bundan iyisini bulacaklarını da zannetmiyordu. Asıl soru uğraşmaya değer miydi? Onları yakalaması kolay olsaydı kasabanın askerleri çoktan yapardı.

 

“Kâğıt bizde kalsın,” dedi Yu. “Sonra bakarız, canımız isterse uğraşırız.”

 

Resepsiyona bakan pasaklı adam hiçbir şey diyemedi. Yu, Sivina’yı tekrar belinden tuttu ve önüne alıp ilerletti. Girdikleri kapıdan dışarı çıkıyorlardı. Sivina çıkmadan önce masada uyuyan çocuğa baktı, çocuk hâlâ uyuyor ya da uyuyor taklidi yapıyordu.

 

“İyi biri olmak istiyorum ama bazı insanlar benim elimde ölmeye çok meraklı.”

 

Onun sakin mi sinirli mi olduğunu anlayamıyordu. Olay hakkında konuşmak yerine “Hana dönelim,” dedi. “Ama önce şuradan baltaları alacağım. İçime kötü bir his girdi. Belki tekrar nöbetleşmek iyi olur.”

 

Kasabaya girerken düşündüklerinden sonra bunu söylemek kendi fikirlerine ihanet etmiş gibi hissettirmişti ama en iyisinin bu olacağını biliyordu.

 

“Olur.”

 

Sivina römorktan baltaları alırken Yu köpeğe katırların yanında kalmasını tembihledi. Birkaç defa onu arkasında bıraktığında köpek tekrar peşinden geldi ve en sonunda Sivina gibi o da bağırmak zorunda kaldı. Karabaş o zaman katırların yanında kalmaya ikna oldu.

 

Güneşin tamamen batmasına az bir zaman kalmıştı ve dünyayı boyayan turuncu renk yerini yavaşça karanlığa bırakıyordu. Yu kasabanın neresinde olurlarsa olsun görebilecekleri, yamacın kenarındaki büyük malikâneye başını çevirmiş, bir şey görmüş gibi davranıyordu.

 

“Sanki biri bize bakıyor,” dedi.

 

“O kadar uzaktan bizi seçebilecek biri olduğunu sanmıyorum,” dedi Sivina kocasının endişesini bastırmak için.

 

Yine de içine şüphe düşmüştü ve ilk kez yabancı bir yerde olmanın verdiği rahatsızlığı yaşıyordu. Yarın sabah olduğunda hiç beklemeden kaldıkları yerden yola devam etmek iyi bir fikir olabilirdi.

 

Binalar yan yana olduğu için biraz yürümek hana varmaları için yeterliydi. Kapı açıldığında hancı hâlâ bıraktıkları yerde oturuyordu ve yine gözlerini kaldırıp gelenlere baktı.

 

“Demeyi unuttum,” dedi sakince. “Gece dışarı çıkmak yasak, pencereden dışarıyı seyretmek yasak; yörenin töresine uymak zorundasınız.”

 

“Neden?” diye sordu Sivina.

 

“Töre.”

 

Yu onu elinden tutup çekti. “Boş ver. Saçmalıklarla uğraşmayacağız.”

 

Şaşırmıştı. Yu detaylara önem veren bir adamdı ama gayet önemli gözüken bir meseleyi umursamadan geçmişti.

 

Odaya girerken Yu’yu durdurdu. “Neden ne olduğunu sormadın ki?”

 

“Boş yaptığı için,” dedi Yu. “Bizi sıkıntıya sokmaya çalışıyor. Yarın sabah erkenden gidelim.”

 

Yarın sabah hemen gitmek eğer ki o adam onları şikâyet edecekse daha iyi olur, boş işlerle uğraşmadan ilerlemelerini sağlardı.

 

Yine de “O adam bizi şikâyet eder mi?” diye sordu odaya girdiğinde.

 

“Sıkıysa etsin.”

 

Oda küçüktü, iki kişi için uygun gözükmüyordu ama küçük olması ve sıkışmak zorunda kalmaları Sivina’nın istediği şeydi. Üstelik odanın içinde bir tuvalet bile vardı ki bu şaşırtıcı bir detaydı.

 

Yu güneş batmadan önce bir mum yaktı, pencereyi kapadı ve perdeleri çekti. Sonra da odanın kapısını kilitleyip kapının önüne içerideki sandalyeyi koydu. Sandalyenin üstüne birkaç eşya bıraktı ki eğer içeri giren olursa düşüp ses çıkarsınlar. Sivina pencereden birinin girebileceğini düşününce aynı şeyi pencere için de yaptı.

 

O baltalarını yatağın yanına koyarken Yu da kılıcını yatağın yanına koydu. Bir kılıç bulmak zor olduğu için Sivina köyün birinden balta almıştı fakat Yu’nun kılıcından daha tehditkâr gözüküyorlardı.

 

Eşyalarını yerleştirdikten sonra Yu yatağa oturdu ve Sivina onun zırhını çıkarmaya başladı.

 

“Belki de insanları berbat olduğu için kasaba boştur,” dedi.

 

“Boş ver,” dedi Yu. “Bir daha buraya gelmeyeceğiz.”

 

Kocasının boynuna yumuşak ama derin bir öpücük bıraktı. Onu tekrar arzuluyordu, nöbete başlamadan önce onunla birlikte olmak istiyordu.

 

-Mee-

 

Zırhı çıkarmaya devam ederken güneşten sızan ışık tamamen kaybolmuş ve onları mumun ışığına bırakmıştı. Sivina cilvelerine devam ederek Yu’nun boynuna ve yanağına öpücükler konduruyordu.

 

-Mee-

 

-Mee-

 

Titrek sesler sokaktan geliyordu. Seslerle birlikte içeriyi tanıdık bir koku kapladı. Biraz yün, biraz tezek karışımı bir kokuydu. Kokuyu duymak ve sesleri işitmek ağzının kontrolsüzce açılmasına neden olup esnetti.

 

-Mee-

 

-Mee-

 

Ve gözleri bastıran ani uykuya dayanamaz oldu. Neler olduğunu anlayamadan bilinci kapanırken Yu’nun “Koyunlar?” dediğini duydu.

 

-Mee-

 

-Mee-

-------------------------

21.01.2023 – 12:55






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr