Cilt 5 - Bölüm 4: Salderough 4 (1/2)

avatar
198 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 4: Salderough 4 (1/2)


Yolculukları olaysız devam etmişti. Mümkün olduğunca köylerin misafirhanelerinde konaklamış, birkaç hayvan öldürmüş, bir geceyi dışarıda geçirmek zorunda kalmışlardı. Dışarıda geçirdikleri gecede nöbetleşmeleri gerektiği için birlikte uyumanın zevkini alamamış olmak, yalnızca o uyuduğunda uyumak isteyen Sivina’nın canını sıkıyordu.

 

Yu uyanıkken uyuyor olmak, Yu ile vakit geçirdiği zamandan çaldığı için onsuz yatmaktan mutlu değildi. Her ne kadar nöbet tutarken yanında olsa da konuşmuyorlar, birbirlerine bakmıyorlar, sevişmiyorlar ve onu mutlu edecek hiçbir şey yapmıyorlardı.

 

Ama o uyurken onu izlemenin güzel olduğu gerçeğini saklamayacaktı. Uyurken yüzünü seyretmek, uzun siyah kirpiklerini saymak, ona bakarak hayaller kurmak nöbet tutmayı güzel kılan tek şeydi fakat dikkatli olması gerektiği için tamamen kocasına odaklanamıyordu.

 

“Nöbeti sevmesem de geceyi zarar görmeden atlatıp sonraki günlerde beraber olmamızı sağladığı için katlanabilirim.”

 

Nöbet tutmak savaşçı yaşam tarzının zor yanlarından biriydi. Gece herkes yatarken uyanık olmak, çoğunlukla sakin geçecek gecede bir düşmanın kendini göstereceği stresiyle beklemek sadece sıkıcıydı.

 

Yu’nun düşüncelerini de merak ediyordu. Nöbet sırasında izlendiğini fark etmiş miydi? Karısını seyretmiş miydi? Yoksa tamamen ciddiyete gömülüp gözlerini ve kulaklarını çevresine mi odaklamıştı? Onu düşününce sonuncu daha makul görünüyordu.

 

Merak etmesine rağmen sormayacaktı. Yu’nun sohbeti başlatan taraf olmasını istiyordu. O da bazen sohbet başlatıyor, Yu’yu konuşturuyordu ama bu görevi tek başına üstlenirse Yu’nun iyileşebileceğini zannetmiyor, sadece biri ona soru sorduğunda cevap veren bir adam olarak kalacağını biliyordu.

 

Sonunda beklediği oldu ve “Salderough,” dedi katırların dizginini tutan Yu. “Salderough… İngilizce isimleri neden seçtiklerini anlamıyorum. Üstelik kimse bu şekilde konuşmuyor.”

 

“İngilizce senin dünyandan mı geliyordu?”

 

Yu başını salladı. Geldiği yer hakkında bir şeyler anlatmaya devam etmişti ve buna uzun bir süre daha devam edecekti. Sivina anlattıklarını dinlemekten hoşlanıyordu. Duyduğu yeni bilgiler ona hem hikâye gibi geliyor hem de keşfedilmemiş ilimlerin ışığında heyecanlanıyordu. Sevdiği adamın sesini kesintisiz bir şekilde dinlemekse en çok hoşuna giden kısımdı.

 

“Bana o dilde bir şey söyle,” dedi Sivina. Salderough adlı kasabaya girmek üzerelerdi.

 

“I love you.”

 

Yu’nun cevabı hızlıydı ve Sivina güzel bir şey söylediğini hissetmişti. Kocasının yüzüne baktı ve açıklamasını bekledi.

 

“I, ben; love, sevmek; you, seni.”

 

“Ben de love you.”

 

Yu burnundan sert bir nefes verirken yanakları gevşedi ve Sivina bir kalp atışından kısa bir süre için dudaklarında bir gülümseme gördüğüne yemin edebilirdi. Ardından aynı duygudan yoksun surata geri döndü ve Sivina’ya o küçük gülümsemeyi kendi zihninde uydurduğunu düşündürttü.

 

“Seviştiğimiz zaman yüzün güzel bir hâl alıyor.” Elini saçlarına götürüp okşadı. “Gülümsemiyorsun ama somurtmuyorsun da. Tutkulu gözüküyorsun ve beni istediğini anlayabiliyorum. Hoşuma gidiyor ama yüzünden tepki alabildiğim tek anın o olmasını da sevmiyorum.”

 

Sözlerini bitirir bitirmez pişmanlık tarafından sarmalandı. Yanlış anlaşılmaktan ve Yu’nun sevişirken bile durgun bir ifade takınmaya başlamasından korkuyordu. Yaşadıklarından dolayı gün içindeki tavırlarına tolerans gösteriyordu ama en azından geceleri gördüğü o yüzü kaybetmek istemiyordu.

 

“Gülmek,” diye başladı Yu ve nefes aldı. “Gülmeye ihtiyacım var. Seni mutlu etmek istiyorum ve bunun için gülmeliyim fakat yapamıyorum. Benim suçum, benim başarısızlığım. Özür dilerim.”

 

Acıyla gülümsedi. “Yapma. Böyle söylediğinde tuhaf oluyor, böyle konuşmanı sevmiyorum.” Yu’ya tekrar özür dileme fırsatı vermeden devam etti. “Özür dilemeni de istemiyorum. İçinden geldiği zaman gülebilirsin, o anı sabırla bekleyeceğim.”

 

Aralarına tekrar sessizlik çöktüğünde Sivina dediklerinin sert olabileceği fikrine kapıldı. Sözlerinin sert olduğunu zannetmiyordu ama Yu öyle anladıysa bunu düzeltmesi gerekirdi. Yine de artık karı koca olmuşlardı ve bazen sert konuşması gerekiyordu. Özellikle Yu’nun gecenin bir yarısı uyanıp evden kaçtığı zaman sert olmaya karar vermişti ama yüreği ona karşı yumuşak davranması gerektiğini söyleyip duruyordu.

 

Yüreğine söz geçirmesi de hayli zordu.

 

“Seni seviyorum,” dedi sessizliği bozmak için. “Sana kızıyorum, sana kızmak istemiyorum; rahatsız oluyorum ve rahatlıyorum. Beni karmakarışık duygulara sürüklediğin için sana vurmak, vücudunu morartmak ve kanatmak istiyorum ama sıcak duygularım buna engel oluyor. Sana karşı sert olacağım diyorum ve sonraki saniye gözlerin karşısında eridiğimi fark ediyorum.” Saçlarını okşamayı seviyordu, bu yüzden tekrar okşadı. “İçinde neler döndüğünü anlayamıyorum, keşke anlayabilsem ama anlayamıyorum. Yine de biraz daha çaba görmek istiyorum. Geçmiş hakkında düşünmeyi bırak ve geleceğe odaklan, istediğimiz her şey gelecekte kaldı.”

 

Salderough büyük bir kasabaydı. Evler büyüktü, kocaman bir pazar alanı, tapınak, okul, maceracı loncası ve han vardı. Kasabanın dışında ağaçlar ve tarlalar uzanıyordu ve dik bir merdivenle çıkılan yüksek bir yamacın tepesinde surlarla çevrilmiş siyah bir malikâne vardı.

 

Salderough sahiden büyük bir kasabaydı.

 

Ve boştu.

 

Evlerin sadece malikânenin bulunduğu yamaca yakın kısmında insanlar yaşıyordu ve kasabanın dışına doğru ilerledikçe evler boşalıyordu. Pazar alanında çoğunlukla yolcular vardı. Bir köprü ile kasabanın diğer yarısına geçildiğinde bir tapınak ve terk edilmiş okul ile karşılaşıyorlardı fakat muhafızlar haricinde kimse bu yapıların çevresinde bulunmuyordu.

 

“Gelecek,” dedi Yu, Sivina sohbetin bittiğini düşünürken. “Sana, senin istediklerini yapmak istediğimi söyledim ve mutluluğun sadece bu sayede geleceğini biliyorum. Gülmek istiyorum, senin için çünkü sen gülmemi istiyorsun ve senin için güldüğümde mutlu olacağım ama nasıl güleceğimi bilmiyorum. Tekrar nasıl yapabilirim bilmiyorum.”

 

İç çekti. “Sonra konuşuruz.”

 

“Konuşmamız gereken bir sürü şey var.”

 

“Sonra,” dedi Sivina. “Diğer şeyleri daha sonra konuşuruz.”

 

Neler hakkında konuşmak istediğini biliyordu. Duymak zorunda olduğunu, bilmesi gerektiğini de biliyordu ama bilmek istemiyordu.

 

Konuşmaya başladığında zamanı geri aldıktan sonra Yurine’nin annesi hakkında bir şeyler yapmaktan bahsedecekti ve bunu duymak istemiyordu. Yurine’yi sevmemiş değildi, o kızı sevmişti ve eğer Yu onu kızı olarak görüp babalık ediyorsa Sivina gocunmadan annelik yapardı.

 

Lakin işler öyle ilerlemeyecekti. Yu, Sivina’ya bir takım sözler vermiş olsa bile bir kızı vardı ve onun yanında olmayı da isteyecekti. Bu gerçek, Sivina’nın nezdinde Yu’nun verdiği sözlerin değerini düşürüyordu. Yu bunları düşünmese bile Sivina düşünüyordu ve zaman geri sarıldıktan sonra ne yapacağını hem merak ediyor hem de öğrenmekten korkuyordu.

 

Eğer Yu, Yurine’nin yanında olmak isterse Sivina onları ayırmazdı. Her ne kadar Yu’nun kendisinin her dediğini yapmasını istese ve onu alıp Elhaven’e götürmeyi arzulasa bile baba ve kızını ayıramazdı.

 

Ve Yurine de annesinin yanında olmak isteyecekti. Eğer ki Yu onu şaşırtıp her şeyi boş vermeyecekse ki öyle yapacağını hiç zannetmiyordu, Yurine ve onun annesi Rie, Yu’nun etrafında olacaktı. Yurine, annesinin Yu ile birlikte olmasını isteyecekti ve Yu… Onun ne yapacağını öğrenmekten korkuyordu. Kocasını bir başkasına kaptırmak ya da paylaşmak istemiyordu.

 

“Tüm bunlar Yurine olanları hatırlarsa geçerli…” Cümle bir şimşek gibi aklında çaktı, öyle ki bunu düşünmediğine yemin edebilirdi. Ardından gelen düşünceleri uzak tutmaksa elinde değildi. “Terazi zamanı geri sardığında üçümüz de olanları hatırlamıştık çünkü birbirimize yakındık. Zamanı geri aldığımızdaysa yalnızca Yu ve ben olacak, bizden başkası hatırlamayacak ve Yurine onu hatırlamazsa babası olarak görmez, duygu beslemez. Böyle olduğunda da Yu… Özgür olur…”

 

Tanımadığı bir kadına karşı kıskançlık, küçük bir çocuğun isteklerinden korkmak; Sivina böyle biri değildi fakat kelimelerin, dileklerin aklından geçmesine engel olamıyordu.

 

“Umarım hatırlamaz.”

 

İki kelime, Yu’nun hissettiği günahkârlığın nasıl bir şey olduğunu anlaması için yeterliydi. Vücudu titredi ve Yu’nun dikkatini çekti. Uğursuz soğuk bir iğne gibi derisini aşıp omurgasından içeri sızmıştı. Kendi iyiliği için Yu’nun olmasını istemeyeceği bir şeyi dilemiş olmak utanç duygusunu içine işledi.

 

“Karısı olarak bunu istemeye hakkım yok mu?” diyerek kendini rahatlatmaya çalışsa da yüzü karardı ve konuyu düşünmemek için Yu’ya baktı. Eğer onunla konuşursa, onun tarafından sarmalanırsa bir süreliğine unutabilirdi.

 

“İyi misin?” diye sordu Yu.

 

“Sarıl bana,” dedi Sivina. Yu bir eliyle dizgini tutmayı sürdürürken diğer eliyle emri sorgulamayan bir asker gibi hemen sarıldı.

 

“Sadece benim ol.”

 

Aralarına giren üç saniyelik sessizlik Sivina’nın hayatının en uzun anlarındandı. Yu onun alnına dudaklarını değdirdi ve “Tamam,” dedi.

 

Katırlar onları kırmızı çatılı büyük bir hanın önüne getirmişti. Hanın hemen yanında maceracılar loncası bulunuyordu. Sivina araçtan inmeden önce Yu önden indi ve elini tutarak inmesinde yardımcı oldu. Hareketi karşılığında bir teşekkür alsa da yapmasına gerek yoktu çünkü binaların tepesinden atlayabilen bir kadın olarak arabadan inerken zorlanacak değildi.

 

“Olsun, hoşuma gitti.”

 

Hanın üç katı vardı ve girişin üstü çatının bir parçasıyla kapatılmış, yağmura karşı koruma sağlanmıştı. Yu önden girip kapıyı açarken yürümek yerine römorkun arkasına atlamayı seçmiş, yol boyunca onları takip eden Karabaş ondan önce hanın içine girdi ve hancının sert tepkisiyle karşılaştı.

 

“Köpek içeri sıçmasın.”

 

Karabaş hancıyı umursamadan etrafı koklamaya başladı, hanı tanımaya çalışıyordu. Köpeğin hareketleriyse huysuzluğu yüzünün her yanından dökülen hancının sinirlerini daha fazla bozdu. Adamın ortası kelleşmiş başı yavaşça pembeleşti ve siyah sakalının ardında kaybolmuş ağzından küfür olduğunu tahmin ettiği mırıldanmalar yükseldi.

 

“İşemesin de,” diye ekledi hancı. Tezgâhın üstünde bir defter ve kalemle hesap yapmakla meşgul olsa da gözlerini kaldırıp yeni gelenleri incelemeye başlamıştı.

 

Tezgâhın hemen yanında üst kata çıkan merdivenler bulunuyordu, diğer yanındaysa ilk katın odalarına açılan koridor misafirlerini bekliyordu.

 

Merdivenlerin konumu haricinde Lucia’nın hanlarında olduğu gibi girişte onları karşılayan masalar duruyordu fakat sayıları azdı, bazı yerleri çürümüştü ve dedesinden daha yaşlı gözüküyorlardı.

 

“Oda kiralamak istiyoruz,” dedi Sivina.

 

Adam ikisini biraz daha süzüp homurdandı. “Karı kocaysanız tek oda veririm.”

 

“Karı kocayız.”

 

Sivina gururla sol parmağındaki yüzüğü gösterdi ve kocasının sağ elini kaldırdı. Yu sol elini dövüşmek için kullandığından yüzüğü sağ eline takmak istediğini söylemişti.

 

Hancı biraz daha homurdandıktan sonra bıyıklarının altından duyamadıkları bir şeyler söyledi. Küfür olduğuna emindi ve adamın her yerinden hoşnutsuzluk dökülüyordu.

 

Bir anlığına Yu’ya baktığında kaşlarının çatıldığını gördü. Adamın dudaklarından dökülen sessiz kelimelerin küfür olduğunu düşünen tek kişi değildi.

 

“Bir şey mi diyeceksin?” diye sordu Yu. Sesi hancının sesinden daha hoşnutsuz ve kabaydı. “Sesli bir şekilde söyle, ne dediğini duyayım.”

 

Başına bela almak istemiyordu. “Boş ver,” dedi Yu’ya.

 

Sivina kocasının sıkıntı çıkarmaması için dua ederken hancı cevap vermek yerine karşısında nasıl bir canavarın olduğundan habersiz şekilde sessizce mırıldanmaya, belki küfür etmeye devam etti.

 

“Ne diyorsun?” dedi sonra Yu. “Oda verecek misin vermeyecek misin?”

 

“Adınız ne?” diye sordu hancı. Üstüne yürümeye başlayan genç adamdan veya o adamın kılıcından çekindiğinin kokusu Sivina’nın burnuna geliyordu. Kasabada fazla insan yaşamadığı için müşterilere sıkıntı çıkarıp isminin bir anda herkesin diline yayılıp kötü anılmasını da göze alamayacağından istemese bile onlara odayı verecekti.

 

Yu yerine Sivina cevapladı. “Sivina, kocam Yu. İkinci kattan bir oda verin.”

 

Eğer kapıdan gelen bir tehlike ile karşılaşırlarsa ikinci katın penceresinden kolayca kaçmak mümkün olacağı için tercihini bu yönde belirlemişti.

 

“Kaç gece?”

 

“Belli değil, günübirlik ödeyelim.”

 

Hancı iki parmağını havaya kaldırırken tezgâhın altındaki çekmeceden bir anahtar çıkararak Yu’ya fırlattı. Yu anahtarı sol eliyle yakaladı, Sivina’ya uzattı ve belindeki keseden iki gümüş çıkararak hancıya geri fırlattı.

 

Adam gümüşlerden birini yakalamayı başarsa da diğeri tezgâhın altına düştü, almak için eğilmek zorunda kaldı ve kalkarken başını tezgâha vurdu.

 

“Merdivenden çıkınca hemen önündeki kapı,” dedi hancı. Yu ona yakınken mırıldanmaya cesaret edememişti. “Akşam yemek çıkmıyor, kendiniz ne yapacaksanız yapın. Atınız matınız varsa da yandaki maceracı derneğinin içine sokun, orası da menim.”

 

Kocasının kolunu tuttu. “Birkaç şeyi çıkarıp yana geçelim, belki loncada yapabileceğimiz bir görev vardır. Böyle küçük bir yerde bir şey olduğunu zannetmesem de hanın parasını çıkarsak yeter.”

 

Yu başını salladı ve Sivina’yı sırtından tutup kendiyle çekerken Karabaş onlardan önce dışarı çıktı. Araba olarak kullandıkları römorktan eşyaları alacaklardı.

 

“Birkaç kıyafet ve çarşaf alalım yeter,” dedi Yu. “Bir de sebze ve ekmek alalım, odada yeriz.”

 

Sivina otururken Yu odaya çıkarılacak şeyleri kolunun altına aldı ve hana geri girdi. Karabaş tekrar onunla girmek isteyince ayağıyla itti ve Sivina ile birlikte dışarıda bıraktı. Hayvan inat ettiğinde Sivina onu tutarak geri çekti.

 

“Şşş, dışarıda kal.”

 

Köpek, sahibi gittikten sonra Sivina’nın kollarının arasından kaçmayı denedi. Büyüktü ve zapt etmesi zorlayıcıydı. Yu’ya karşı aşırı bağlılık gösteren köpek Sivina’yı kızdırdıkça kızdırdı ve en sonunda zıplamaya başlayınca onu durdurmak için bağırmak zorunda kaldı.

 

“OTUR!”

 

Yu bu köpeklerin sakin canlılar olduğunu söylemişti ama o etrafta yokken adeta çıldırıyordu. Tabii bu Sivina sesini yükseltene kadar geçerliydi. Önceden yaptığı gibi şimdi de köpeği başından tutup yere bastırdı ve onu zorla oturttu. Ardından köpek bir daha kalkmayı denemedi.

 

Ama onu anlıyordu. Evlendiklerinden beri birbirlerinden fazla ayrılmamışlardı. En fazla tuvalete gittiklerinde ayrı kalıyorlardı ki eğer tuvalet kaldıkları yerin dışındaysa oraya da beraber gidiyor, kapının önünde birbirlerini bekliyorlardı.

 

Kulağa boğucu gelse de Sivina bundan hoşlanıyordu, her saniyesini sevdiği adamın yanında geçirmek istiyordu ve köpeğin de sürekli sahibinin yanında olmak istemesini anlıyordu.

 

“Eşyaları bıraktım,” diyerek handan çıktı Yu. Az önce sahibinin peşinden gitmeye çalışan Karabaş şimdi hiç umursamıyordu. “Oda epey küçük, yatak da tek kişilik. Birkaç açık kapıdan baktım, koridordaki tüm odalar öyle. Bizi kazıklamak istedi, gidip-”

 

“Hayır.” Elini tuttu ve katırlarla birlikte loncaya doğru çekti. “İstediğim gibi bir oda vermiş. Küçük bir oda, küçük bir yatak; sarmaş dolaş yatarız, birbirimize yakın oluruz.”

 

“İstediğin buysa olur.”

 

“Ah, beni döv diye yalvarıyorsun resmen!” Elini tutmayı bıraktı ve kulağını tutup çekti, canını yakmıştı. “Güzel bir kadın sana her erkeğin duymak isteyeceği tarzda kelimeler fısıldıyor, senin verdiğin şu cansız tepkiye bak! Heyecan nerede? Tutku nerede?”

 

“Yüzümde ve sesimde gösteremesem de içimde güzel şeyler hissediyorum. Sana yakın olmak benim de arzum. Birbirimize değmediğimizde eksik hissediyorum.”

 

Son cümlesi kalbini okşadığı için bu seferlik affedecekti ve onun mutlu olduğunu bilmek bile yeterliydi.

 

Ama daha fazlasını istememek için bir sebebi yoktu. Az önceki kelimelerini Rolderhelm’de tanıştığı Yu’ya söyleseydi alacağı tepkinin çok daha heyecan verici olacağını biliyordu.

 

“İşlek bir kasabada olsaydık o herif iyi para kazanırdı, hem hanı hem loncayı almış. Bir de ticarette şansı yaver giderse şu malikânenin sahibinden daha iyi yaşardı.”

 

Sivina başın salladı. “Acaba burası niye terk ediliyor? Gayet yaşanılabilir bir yer gibi. Tarım arazisi, hayvancılık var, kasaba biraz gotik ama güzel.”

 

Araçlarını duvarların arkasında kalan lonca bahçesine sokarken Yu, Sivina’ya baktı. Duymak istediği bazı şeyler vardı.

 

“Sen burada yaşamak ister miydin? Yoksa şehri mi tercih ederdin?”

 

“Şehre bağlı. Rolderhelm’i çok az insan reddeder ama bu kasabadan beter olan şehirler var. Açıkçası ben sorunsuzca yaşayabileceğimiz her yeri kabul ederim.” Kıkırdadı ve omzuna vurdu. “Ama âşık bir kızın önem verdiği şey nerede değil kiminle yaşadığıdır. Yoksa benim gibi bir güzeli kıtanın öteki ucunda yer alan uçsuz bucaksız lanet bir çöle götürmenin başka yolu yok.”

 

“Gülümsediğimi varsayabilirsin,” dedi Yu. “Normalde şu an gülümsüyor olurdum.”

-------------------------

21.01.2023 – 12:55






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr