Cilt 4 - Bölüm 38: Cennetten Bir Ses (1/3)

avatar
262 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 38: Cennetten Bir Ses (1/3)


Yirmi birinci yüzyıldan gelmiş gibi giyinen kadına tüm dünya secde ettiği esnada damarlarında akan kan Yu’nun secdeye kapanmak isteyen ruhuna karşı çıkıyordu. Kanının ve ruhunun vücudunun içinde birbirine karşı verdiği çatışmanın sesini duyabiliyordu.

 

Kadının yüzündeki iffetsiz gülümseme, hareketlerindeki yılışık tavırla birleştiğinde Yu onun pek de hoş olmayan biri olduğunu düşündü. Buna rağmen onun görkemini gözden gelmesi mümkün değildi.

 

“Öldürebileceğim bir şey değilsin,” dedi, sesi onu şaşkınlığa düşürürken.

 

Sesinde yadsınamaz bir hayranlık ve aşk vardı. Bu aşk öyle alelade bir kadına, bir sevgiliye duyulan aşktan çok daha farklıydı. Ailesine duyduğu aşk gibi de değildi. İlahi derecede, tapınma derecesinde bir aşktı. Doğrudan ruhundan geliyor ve karşısındaki kadına saygı duyuyordu.

 

Ama kanı aşktan uzaktı, nefretle bezenmişti. Kılıcını, ruhu bunu yaptığı için öfkeden deliye dönse de ona doğrultmasının sebebi de kanıydı. Binlerce yıllık bir öfkeyi taşıyordu. Neyse ki ruhunun hissettiği aşk ve damarlarından akan öfke birbirlerini sıfırlayabiliyordu, bu sayede Yu kendisi olarak düşünebilecekti.

 

Kadın zarif ellerini göğsüne götürerek güldü. “Fufufu, öldürebileceğin bir şeyim ama öldürmeyi başarabileceğin bir şey değilim.”

 

Sesinin güzelliği Yu’nun tüylerini dikti. Yücelik, nezaket ve erotizm içeriyordu. Onun güzelliğini açıklayabilmek için şimdiye dek gördüğü tüm kızları bir kenara koydu. Rie onunla yarışamazdı, Sivina onunla yarışamazdı ve tanıdığı diğer kızların ona karşı bir şansı bile yoktu. Onun zarafeti ve güzelliği ölümlülerin ötesindeydi.

 

“Öyleyse,” dedi göğsündeki parlaklık sönerken. “Bunun bir anlamı yok sanırım.”

 

Kılıcı kınına geri soktu. Onun tanıdığı kılıç, eğer kendisi de kadının güzelliğine kapılmadıysa onu öldürmesi gerektiğini söylerdi. Hatta bunu yaparken insan dilini konuşmaya çalışmazdı bile. Eğer şimdi bir anda sessizliğe gömüldüyse bu kadının yaptığı bir büyü olmalıydı. Öyle birini kılıcı olsun ya da olmasın yenmesinin bir önemi yoktu. Onu taşımaya gerek yoktu.

 

“Güzel bir tercih,” dedi kadın, kıkırdamasını eliyle gizlemişti. “Yakından biraz daha yakışıklı gözüküyorsun. Hoşuma gittiğin için sana ayağımı öpme izni vereceğim, yanıma gel.”

 

Yu hareket etmedi. “Sana ne olduğunu sordum,” dedi alçak bir sesle. “Galiba beni tanıyorsun.”

 

“Elbette seni tanıyorum! Fufu!” Yu diğerleri onu duymasın diye alçak sesle konuşurken kadın duyulmaktan hiç çekinmiyordu. “Cennette her gün birkaç kişi toplanıp Dünya Havuzu’ndan seni seyrediyoruz. Son zamanlarda biraz sıkıcı olmaya başladın, umarım gelecekte işleri ilginç kılmayı başarırsın. Ayrıca şu anda favori insanımız olduğunu söyleyebilirim. Favori derken yanlış anlama, en sevdiğimiz değilsin ama izlerken en çok zevk aldığımızsın. Diğerleri artık çok sıradan gelmeye başlamıştı ama senin başına ne geleceğini merak ediyoruz ve acı çekmen bize zevk veriyor.”

 

Söylediği son kelimeler ona nasıl canavarların ilgisini çektiğini sorgulattı. Bu sefer tüyleri karşısındaki varlığın harikuladeliğinden değil sadistliğinden dikeldi ama bundan daha önemli bir şey vardı, cennetten bahsetmişti.

 

“Sen, cennet derken... Sen bir...”

 

Yu yutkundu. Onu cezalandırmak için cennetten mi inmişti? Öyleyse kılıcını kınına geri sokmak kötü bir tercihti ama kılıcını çekse bile ne yapabilirdi ki? Hem onu izlemekten zevk aldıklarını söylemişti, onu cezalandırırsa bir daha izleyebilirler miydi? Ondan korkması gerektiğini hissediyordu ama bir yandan da ondan korkmayı başaramıyordu. Kanı beynine hücum ederken ruhu da saygıdan ödün vermemesi için baskı yapıyordu.

 

Kadın bir kez daha güldü ve parmaklarıyla kalp işareti yapıp göğsünün üstüne koyduktan sonra Yu’ya öpücük gönderdi. Ona kolayca âşık olabilirdi ama bunu yapmak istemiyordu. Bir şey buna engel oluyordu.

 

“Fufufu~ Evet, evet, öyleyim. Senin hayranlarından birisiyim, fufufu~ Bir rock yıldızıyla tanışmak gibi! Tanıştığıma memnun oldum!”

 

Kıkırdayan genç kız görünümlü ilahi varlığa baktığında gerçekten de hayranı olduğu bir ünlüyle tanışan fana benzediğini görebiliyordu. Gülüyor, neşeli hareketler sergilerken yerinde duramıyor ve hayranlığını ona göstermekten asla geri durmuyordu. Sonra bir anda ciddileşti ve bir elini kendini tanıtmak için göğsüne götürdü. İşte o an hayran olma sırası Yu’ya geçmişti. Tüm dünya belini iyice büktü ve doğal şeklini kaybetti. Belki de bu sadece bir illüzyondu, Yu emin olamazdı ama güneş gibi parlamaya başlayan kadına dünyanın secde etmek istemesi şaşırtıcı değildi.

 

“Canlılar beni Ölüm Tanrıçası olarak çağırır, Nefaera.”

 

Soğuk ve sıcak hisler vücudunu sararken titredi. Dizleri kendiliğinden diz büküldü ve yere çöktü. Kanı kudurmuştu, onu yakıyordu. Yu, daha doğrusu kanıyla hareket eden kolları, başını secdeye götürmemek için kendini kastı.

 

“Yurine...” dedi, belki de istemeden önce başını secdeye götürmesi gerekiyordu ama elinde olan bir şey değildi. “Yurine, onu geri verebilir misin? Sana taparım, hayatımı sana adarım. Kızımı geri ver. Lütfen.”

 

Bu ismi duymuş, daha doğrusu okumuştu. Cennetin ilahlarından biri, yeni doğanlara ruhlarını üfleyen ve ölenlerden ruhlarını alan, Yaşam ve Ölüm Tanrıçası Nefaera; tüm insanlar tarafından saygı duyulsa ve her doğumdan önce ve her ölümden önce adı anılsa da sadece küçük ve aşırı bağnaz bir grup tarafından birinci tanrıça olarak kabul edilirdi.

 

Ama takipçilerinin ne kadar bağnaz olduğu ve karanlıkta yaşaması onun için önemli değildi. Karşısındaki kadın ona kızını geri verirse onun en bağnaz takipçisi olabilir, bu uğurda yüzlerce, binlerce ve on binlerce insanı öldürebilirdi.

 

“Of~”

 

Kadın derince iç çekti ve parmağını şaklattı. Tüm büyü bir anda kayboldu. Yu’nun hayranlığı söndü, ruhu ve kanı konuşmayı bıraktı. Yu diz çöken dizlerinin ve başını yukarıda tutan kollarının kontrolünü geri aldığında ani geçiş yüzünden bir süre ne yaptığını hatırlayamadı. Tanrıça ona elini uzattı ve mağaranın içine davet etti.

 

“Şimdi buraya gel hemen, aptal! Diğerleri beni görecek! Çabuk ol! Aptal! A~ptal!”

 

Tüm ihtişamı bir anda kaybolan kadın parlaklığını kaybetmişti. Tanrıça kendi etrafında bir tur dönerken Yu zihninin içinde bir değişiklik sezdi. Az önce ne sormuştu? Sahi, neden hâlâ yerde duruyordu? Ayağa kalktı ve ergence hareketler sergileyen kıza, onu küçük görürcesine baktı.

 

“Komik değil, çekici değil, sadece utandırıcı. Üç boyutlu varlıkların anime kızı gibi davranması rahatsız edici. Tsundere ya da başka herhangi bir bokdere değilsin.”

 

Neler söylediğine kendisi de şaşırıyordu ama olayı anlamıştı. Nefaera onun zihnine, Rie’nin ilk karşılaşmalarında yaptığı gibi etki etmiş ve sakinleştirmişti. Bu yüzden her şey normalmiş gibi konuşabiliyordu ve bu yüzden Yurine’yi geri getirmesi için hâlâ çıldırmıyordu. Tanrıça sinir krizi geçiren bir çocukla değil Yu Valarfin ile konuşmak istiyordu.

 

“Gerçekten mi?” diye sordu Nefaera dudaklarını bükerken. “Bir sürü isekaiser ruhu incelemiştim oysaki. Peki ya sen nasıl kızlardan hoşlanırsın Efendi Valarfin? Senin için giydiğim kıyafetleri beğendin mi? Sana benzeyen ruhlar hatırladığım kadarıyla böyle kıyafetlere ilgi duyuyordu.”

 

Mağaraya doğru yürürken Nefaera’yı baştan aşağı inceledi. Onun giydiği kıyafetleri beğenmişti ama ablalarının sokakta böyle dolaşmasından rahatsızlık duyardı. Eteği çok kısaydı ve tişörtünün altında sutyen olmadığı belli olurdu.

 

“Neden?” diye sordu.

 

“Çünkü benden hoşlanmanı istiyorum,” diye cevapladı Nefaera. “Nedeni bu ama sakın bana âşık olayım deme! Ölümlüler ve ölümsüzlerin aşkı hep kötü bitmiştir. Sana bağlanıp bin yıl boyunca yasını tutmak istemem.”

 

Yu mağaranın içine girdiğinde Nefaera güldü ve ona göre komik bir hikâye anlatmaya başladı.

 

“Meara ahmak bir insanın yasını bin yıl tuttuktan sonra onsuz dünyaya dayanamayıp intihar etmişti, biliyor musun? Hani şu denizkızlarını yaratan tanrıçadan bahsediyorum, ne aptal ama... Âşık olduğu adam da buna değecek biri olsaydı keşke. Balık gibi kokuyordu. Ruhunu incelemiştim, sıradan asil ruhlu ana karakterlerden biriydi. Hayır, madem âşıksın ne diye dünyada tutuyorsun al cennete, değil mi? Böyle sad ending olur aptalca hareket edersen.”

 

“Üzücüymüş ve böyle hikâyeler anlatma, hoşuma gitmiyor. Hem bağırmaya devam edersen uyanıp seni görürler.”

 

Nefaera yine kıkırdadı, güzel ve tatlıydı. “Onlar uyanmayacaklar. Zaten görmelerinden endişe etmemiz gereken kişiler onlar değil, tanrılar. Birisi seninle konuşabilmek için geldiğimi görsün istemiyorum.”

 

“Beni mi izliyorsunuz? Bana ceza mı vermek- Hem, hem neden geldin ki?” Hâlâ sakindi ama sinirlenmek istiyordu. Sinirlenmeyi başaramamaksa onu rahatsız ediyordu. “Tüm o insanlar ölürken, ben tüm o insanları katlederken neden beni durdurmak için gelmedin? Madem gelebiliyordun, şimdi seni buraya getiren şey ne? Neden? Neden onları korumak için tanrılar kendini göstermedi?”

 

Dışarıdan kendine baksaydı tuhaf gözüktüğünü düşünürdü. Sinirliymiş gibi konuşuyor ama en ufak negatif duygu hissetmiyordu.

 

“Böyle saçmalıklarla vaktimizi harcayacaksan beni çok uğraştırırsın. Zaten büyü kullandığım için doğallığın bozulduğunu hissediyorum.” Nefaera’nın arkasında, mağaranın içinde küçük bir sütun yükselerek taht şeklini aldı ve tanrıça üstüne oturup bacak bacak üstüne attı. “Sırf oradayız diye size karışacak değiliz. Hem uzun süre önce size yardım etmek için bir tanrıça gökten indiğinde türünüz onu katletti. Daha sonra Zamander tekrar gökten indiğinde bu sefer türünüz şeytanlarla iş birliği yaparak onun ölmesine sebep oldu. Titanlar aşkına; şeytanlar, tanrılara ihanet eden insanlara ihanet ettiğinde insanlar utançlarını gizlemek için yaptıkları her şeyin kayıtlarını silmiş ve tanık olanlar öldürmüşlerdi. Bu olay da Ethalotta oldu bu arada. Gördüğüm en lanet olası kavim. Onları çoktan helak etmiş olurdum, eğer cennet buna izin verseydi. Hâl böyleyken neden gelip size tekrar yardım edelim ki?”

 

Yu lafın ağzına sokulduğunu hissederken Nefaera durmayıp konuşmaya devam etti.

 

“Hem sen de biliyorsun Yu, hayatın doğal düzeni bu şekilde. Eğer tüm geyikleri kurtların elinden kurtarırsan ne olur? Çoğalırlar ve tüm otları yerler. Otlar gittiğinde böcekler ölür, böcekler öldüğünde kuşlar ölür... Elbette otlar bittiği için başlayan kuraklık geyikleri de öldürür. Evet, kurtlar yokken geyikler bir süre bolluk ve bereket görür ama sadece bir süre, sonra yıkım başlar. Kafamıza göre hareket edip herkesi kurtaramayız. Dünyanın doğal akışına müdahale etmek iyi sonuçlar doğurmaktan uzaktır, tanrılar için bile felaket getirir. Savaşlar, hastalıklar ve ölümler var olmak zorunda. Kurtlar var olmak zorunda. Bir geyik değil de kurt olduğun için vicdan azabı çekebilirsin ama olabileceğin en iyi şey bir kurt.”

 

“Saçma bir argüman sunuyorsun,” dedi sadece itiraz etmiş olmak için. “Bundan daha iyisini sunabilirsin. Çok tek taraflı ve empatiden yoksun. İnsanlar geyik ya da kurt-”

 

“Şu şeytan kanının seni yönetmesi sıkıcı şeylerden biri,” diyerek Yu’nun sözünü kesti. “İlk başta ilgi çekiciydi ama sonra sıktı. Hem burada beni sorgulamak sana ne kazandıracak ki? Hadi, ayağımı öp.”

-------------------------

04.09.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr