Cilt 4 - Bölüm 34: Cesaret Tomurcukları (1/2)

avatar
279 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 34: Cesaret Tomurcukları (1/2)


Artık şıngırdayan zırhlar yoktu. Çeliğin melek üzerinde işe yaramadığını gördükleri için zırh ve kalkanla kendilerini savunmaya gerek görmemiş, yalnızca silah getirmişlerdi. Savaş çekiçleri, baltalar, gürzler, kundaklı yay ve elbette kılıçlarla ilerliyorlardı.

 

Agresifliklerini biraz daha arttırmak üzere yanlarına büyü taşları da almışlardı. Mağaraya yaptıkları önceki ziyaretlerde yaratacakları patlamaların tavanı yıkmasını ve onları mağaranın içinde ölüme götürmesini istemedikleri için yanlarında büyü taşı sokmamışlardı fakat artık tanrının kabrinin onları kullanmaları için yeterli alana sahip olduğunu biliyorlardı.

 

Yine de tanrının lahdinin üstünde bulunduğu köprüyü yıkmamaları gerekirdi. Yıkılacak bir köprüye benzemese de köprü yıkılır da tanrının lahdi çukurun içine düşerse görevleri başarısız olur ve en iyi ihtimalle onlar da kendilerini çukurun içinde bulurdu.

 

Oğul topladığı cesaretini göstermek için en önde ilerliyordu. Onun arkasında Altar vardı. Bir hafta boyunca köyde kaldığı için Yu’ya kızgın olsa da Yu ona durumu açıkladığında hak vermiş ve daha sonra bununla ilgilenmeleri gerektiğini söylemişti.

 

Ama ona hak vermek istemeyen biri vardı; hemen yanında yürüyen Raya, Yu’nun yarası ile ilgilenmek için sürekli köye gelmek zorunda kalmış ve bu da onu sinirlendirmişti. Altar’ın olduğundan daha çok kızgındı ve yarasını iyileştirirken sert davranıp canını yakmaktan çekinmemişti.

 

“İki kişiyi kızdırmış olsam da bir hafta boyunca sürekli seks yapmak güzeldi.”

 

Farmiya’nın oldukça kötü bir ana tanıklık etmesini sağlamıştı. Kadın hem korkmuş hem de öfkeliydi ve Yu ile birlikte oluşunu sorguluyordu fakat Yu biraz güzel söz ve karizmasıyla onun kalbini almış ve Fake’nin evinde kaldığı süre boyunca sürekli birlikte olmuşlardı. Onlar bunu yaparken kılıcı çıldırmayı ve Yu’nun kendine gelmesi için bağırmayı kesmemişti.

 

“Nasıl bu kadar aptal olabilir aklım almıyor. Babasına bunu yapan biriyle hangi akla hizmet birlikte olabilir? Bazıları geri zekâlı.”

 

Bir başka iyi şeyse Fake’yi ölümle tehdit eden şeytanın kendini göstermemesiydi. Yu yaralıyken savaşmak zorunda kalmamış ve vaktini Farmiya ile değerlendirmişti.

 

“Ben buradayken şeytan gelip hepsini öldürse çok kötü olurdu.”

 

Eğer ölmez ya da hareket edemeyecek kadar yaralanmazsa tekrar köye inmeyi ve Şeytan Beyi’nin gelmesi ihtimaline karşı Fake’nin evinde kalmak istiyordu. Hatta eğer Vazgeçilenler ona gerekli desteği verirse goblinlerin geldiği Kartal Dağlarına gitmek ve Şeytan Beyi’ni aramak istiyordu.

 

“Bir yıl önce olsaydı böyle insanların arasında ölümcül bir yaratıkla savaşmaya gittiğimi düşünmezdim bile,” dedi yürürken.

 

Arkasından agresif bir ses yükseldi. “Neyimiz var orospu çocuğu?”

 

Yu ve Raya’nın arkasında yürüyen iki kişi Marak ve Vamaer’di. Diğerleri kampı korumak için geride kalmıştı ve bugün melek ile savaşacak grupları Raya ile birlikte altı kişiydi. Raya’nın savaşçı olmadığı göz önünde bulundurulursa sayı beşe düşüyordu. Yu’nun da çok iyi bir savaşçı olmadığı söylenebilirdi ki o zaman sayı dört buçuk oluyordu.

 

Vamaer’e karşılık vermedi.  Konuşurken amacı onlarla muhabbet etmek değil, sadece kendine kat ettiği yolu hatırlatmaktı. Hâlâ Yurine ile Büyücülük Akademisinin yanındaki Urta’da kaldığı geceyi ve gece duydukları sesi hatırlıyordu. O gece Yurine ormandan gelen yardım çığlıklarına yardımda bulunmak isteyince onun ağzını tutmuş ve sesinin duyulacak olmasından korkmuştu.

 

“Şimdi beni görse, tüm Vazgeçilen olayından bağımsız, dönüştüğüm kişiden gurur duyar mıydı?”

 

Yürürken kendi kendine başını salladı ve bu hareketi Raya’nın dikkatini çekti. Kadın başını ona çevirip bakarken Yu üzerindeki mavi gözleri fark etmiş ama farkında değilmiş gibi düşünmeye devam etmişti.

 

“Babası gurur duyulacak bir adam değil,” diye düşündü gözleri dolarken. “Ben kötülükten zevk alan biri olmak istemiyorum. İnsan öldürmekten zevk alan biri olmak istemiyorum. Hasta bir adamım ve iyileşmek için ne yapmam gerektiğini bilmek istiyorum.”

 

Şifa büyüsüyle hasta psikolojisinin düzelebilmesini dilerdi fakat mümkün değildi. Onu neyin düzelteceğini, ne yaparsa yaptığı şeylerden zevk almayı keseceğini bulamıyordu. Belki de kaldığı yetimhanenin ilk zamanlarındaki bakıcılar haklıydı ve iyi bir dayak düzelmesini sağlardı.

 

Tabii ‘dayak tedavisi’ de kendince riskler taşıyordu. Yu Valarfin artık sopayla terbiye edilebilecek bir çocuk değildi ve şiddete maruz kalması onu sadece daha kötü birine dönüştürebilirdi.

 

“Şiddet daha fazla şiddet doğuruyor. Gerçekten, benim ölmem gerek.”

 

Böyle düşünse de Vazgeçilenlerin arasına ilk katıldığı günlerden ve o berbat andan uzaktı, intihar etmek istemiyordu.

 

İntiharı istememesinin sebebi ölümden korkması değildi. Şu anda onu tek bir darbeyle öldürebilecek bir meleğe karşı savaşmaya giderken ölümden çok korktuğunu söyleyemezdi. Yu Valarfin geleceği ve geçmişi kaybetmekten korkuyor, tam olarak bu sebeple ölmek istemiyordu.

 

Yaşadığı andan zevk almak için Farmiya ile birlikte oluyordu ve gelecekte başka kadınlarla da birlikte olmayı sürdürecekti. Yine de bu sadece üstündeki yükü hafifletmek için kullandığı bir yöntemden fazlası değildi. Yu Valarfin kendisi için yaşamıyordu, hayatı onun zevklerinden daha büyük bir hedefe aitti ve ona ait olmayan bir şeyi veremezdi. Eğer ölmesi gerektiği bir an gelirse bunu da canını elinde tutan hedefi uğruna yapmalıydı.

 

Bu yüzden tüm suçlarını kabullense de bunun cezası olarak kendi canını ortaya koymayı artık düşünmüyordu. Kötü insanların ölmesi gerektiğine inanıyor ve Yu Valarfin’in de kötü bir insan olduğunu biliyordu ama ona ait olmayan bir canı veremezdi. Cezasını çekmek için başka bir yol bulmalıydı. Belki de gelecekte kader o yolu karşısına çıkarırdı ama şimdi kendi kendine bir ceza vermeye çalışmayacaktı.

 

“Ölümüne dövüşmeden önce derin düşüncelere dalman iyi bir şey mi?” diye sordu Yu’yu seyreden Raya. Kadın gözlerini onun üstünden ayırmamıştı. “Kafanın başka şeylerle meşgul olması bana canım için endişelenmem gerektiğini söylüyor.”

 

Yu, Raya’ya izledi; karanlık tünelde meşalenin ışığı yüzünü aydınlatırken gözüne daha bir güzel gözükmüştü. Mavi gözleri kızıl ateşle parlıyordu ve yüzü sert ama hoştu.

 

“Ben canım için endişeleniyorum,” dedi ifadesiz bir şekilde. “Senin de endişelenmen gerek.”

 

Yu ve diğer Vazgeçilenler zırh giymedikleri için en azından rahat kıyafetler giyip kolayca hareket etmek istemişlerdi. Raya’nın kıyafetleri ise hiç rahat gözükmüyordu, bir parça başka bir parçayı örtüyor ve en sonunda bir pelerinin altında tüm vücudu kapanıyordu.

 

“Bu insanların yanında kadın olsam ben de giydiklerime dikkat ederim.”

 

Raya elinde arbalet taşıyordu ve henüz oku yerleştirmemişti. Pelerinin altında büyü taşları taşıdığını da biliyordu. Aralarında büyü taşı taşıyan tek kişi Raya’ydı çünkü diğerleri melek ile savaştığı esnada taşlar darbe alırsa patlar ve kendilerine zarar vermiş olurlardı.

 

“Sen savaşabiliyor musun?” diye sordu Raya’ya.

 

Raya hemen cevapladı. “Hayır. Zaten içeri girmeyeceğim, kapının dışında duracağım ve sizi izleyeceğim. Bir şey olursa dışarı çıkarsınız.”

 

“Meleğin o odadan dışarı çıkmayacağını nereden biliyoruz ki?” diye sordu Raya’nın planına karşı. “Ya da tüylerinden birini sana fırlatmayacağını?”

 

Raya dilini şaklattı, buna verecek cevabı yoktu. Tehlikeden uzak durmaya çalıştığında bile tehlike hâlâ durmaya devam ediyordu.

 

“Bu işin doğası bu,” dedi Altar. “Elbette tehlikeden kaçamayacak.”

 

Eskiden aynaların bulunduğu yeri geçip de kabre giden koridora girdiklerinde Raya’yı merakla sütunlardaki resimlere bakarken gördü. Birkaç resmin üstüne dokundu ve bazılarını incelemek için yavaşladı.

 

“Bu işte kesinlikle bir şeyler var. Belki de burada yatan adam yarı tanrı gibi bir şeydir diyeceğim de yok, olamaz. Bu kadar büyük bir olayı kesinlikle tarih kitaplarında görmüş olmam gerekirdi.”

 

Mora tarihi iç çatışmalar ile doluydu. Güzel bir şekilde yönetildiği zamanlar olsa da Long Hanedanının krallık geleneği yüzünden klanlar kendi aralarında pek çok defa savaşıp, Ejderha Mührünü taşıyan kralı öldürerek bir sonraki mührün kendi klanlarında belirmesini ummuştu.

 

Andromeda Kilisesi’nin de güç kazandığı ve güç kaybettiği dönemler vardı ve Yu Zao’nun savaşı, kiliseye karşı verilen ilk savaş değildi.

 

Mora Krallığı komşu ülkelerle de savaşa girmiş ve hatta kendilerini ejderhalar ile savaşırken bulmuşlardı. Küçük şeytan problemleriyle karşılaştıkları da detaylı anlatılmasa da okuduğu kitaplarda yazıyordu fakat sütunlarda anlatıldığı gibi bir olayı ne okumuş ne de duymuştu.

 

“Geriye tek bir mantıklı seçenek kalıyor; birileri tarihi kayıtları silmiş... Silmiş ama bunu kim neden yapsın ki? Acaba... Kahramanların Savaşı esnasında meydana gelmiş olabilir mi? Savaşın gölgesinde kalmış bir olay, kayıtlardan silinmesi de kolay olmuştur.”

 

Kapalı kapının önüne geldiklerinde son hazırlıklarını yapıyorlardı. Yu bir yandan düşünürken bir yandan kılıcını çıkartmış, sol eliyle öylesine çeliği okşuyordu.

 

“Kahramanların Savaşı kırk yıl önce bitti. Eğer o esnada olan bir şeyse bu köydeki yaşlılar bunu hatırlıyor olmalı... Ah, unutuyordum; tanrının mezarı burada olabilir ama olaylar burada yaşanmış olmak zorunda değil. Dünyanın başka bir bölgesinde yaşanmış ve daha sonra mezar buraya getirilmiş olabilir. Öyleyse buranın bir olayı olmalı.”

 

Marak alttaki eliyle Yu’nun sırtına vurdu. Yu yere düşmekten Raya’nın omzuna tutunarak kurtulmuştu.

 

“Boyla yaparsan ham kandını oldurtursun ham da sanı koruyalım darkan bız oluruz,” dedi Marak. Dört elinde de bozdoğan tutuyordu. Her biri normal bozdoğanlardan daha büyük ve daha ağırdı.

 

Altar ve Vamaer da bozdoğan taşıyordu. Altar bir kılıcın ona zarar vermekte yetersiz kalacağını anlamıştı. Yu ise kılıcının ‘özel’ olması sayesinde ona karşı iş yapabileceğini düşünerek farklı bir silah tercih etmek yerine tekrar kılıcını kullanmaya karar vermişti.

 

Hiçbir silah kullanmayan tek kişi Oğul’du. Üstünde zırh da yoktu ve eğer yine korkup ağlamazsa tamamen çıplak elleriyle savaşmayı deneyecekti.

 

“Hazır mısınız?” diye sordu Altar.

 

“M-mu sefer onu ördüreceğim! En iyi arkadaşım Yu meni çok fena gaza getirdi!” dedi Oğul.

 

“Umarım oyladır,” diyerek güldü Marak ve Vamaer de başını sallayarak hazır olduğunu onayladı.

 

Altar kapıyı işaret etti. “Oğul, kapılardan sadece birini aç. Raya sen de kapının arkasına siper alırsın. Meleğin sana saldıracağını hissedersen uzaklaş.”

 

“Tamam,” dedi Raya.

 

Oğul kapıyı açarken Altar, Raya’dan yeşil bir büyü taşı aldı. İçeri önce Oğul girdi, onun arkasından Marak ve onun arkasından da Vamaer gitti. Yu, Altar’dan önce girdi ve Altar herkesin girdiğinden emin olunca en son geldi.

 

Tıpkı ilk girdikleri sefer olduğu gibiydi. Tavanda sarmal kabartmalar vardı ve etraf sütunlardaki kristaller sayesinde aydınlatılıyordu. Büyük bir çukurun üstüne inşa edilmiş köprüde ölmüş tanrının lahdi duruyordu.

 

“Yine saklanıyor ve bize tuzak kuruyor. Eğer lahde yaklaşırsak hemen öldürecek,” dedi Yu.

 

Altar eliyle önündekilere kaçılmasını işaret etti ve bir beyzbolcu gibi gerinerek Raya’dan aldığı büyü taşını köprünün üstündeki lahde fırlattı. Yeşil taş havada uçtu ve köprünün sınırını geçtiği an patladı. Lahde kadar ilerleyememişti.

 

Yu’nun gözünü ağrıtan olağanüstü varlık tekrar kendini göstermişti. Vücudu önceki sefer olduğu gibi şimdi de sabit bir şekli koruyamıyor, bozuk bir elektronik aletin ekranı gibi karıncalanıyor ve görüntüsü kayıyordu.

 

Yine de ilk karşılaşmalarındakinden farklı gözükmüyordu. Üstünde gözler olan dört kanadı ve bu kanatlara bağlı büyük, keskin ve sert tüyleri vardı. İki elinin yerinde de ürkütücü gözüken keskin kılıçlar taşıyordu.

 

Arkalarındaki kapının arkasına siper almış Raya’nın arbaletinden çıkan ok süratle ilerledi. Yu gözünün ucuyla okun yanından geçtiğini görünce korkmuştu fakat Raya’nın nişan alma kabiliyeti yanlışlıkla onu vurmayacak kadar iyiydi. Attığı ok hedeflediği gibi meleğin üstüne giderken Yu onun en azından ufak bir zarar verebilmesini umdu.

 

Melek yüzüne gelen oku görmüştü fakat kendini savunmak için yaptığı tek şey başını biraz eğmek oldu. Ok başının üzerindeki dönen halkaların üstünde olan gözlerine isabet etmek yerine meleğin başına isabet etti ve ona zarar veremeden parçalandı.

-------------------------

31.08.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr