Cilt 4 - Bölüm 22: Backfire Guan Yin (2/2)

avatar
307 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 22: Backfire Guan Yin (2/2)


Düşünmek için harcaması gereken enerji miktarı çok fazlaydı, düşündüğü zaman elde edeceği fikirlerin harcadığı enerjiye değeceğini de zannetmiyordu. Sonuç olarak ne yapması gerektiği hakkında düşünmüyor, düşünmediği için bir şey yapamıyordu.

 

Ama yalnızca kendine söylenenleri yaparak da bir yere varamayacağının farkındaydı. O, her ne kadar bunu iyilik için kullanmasa da zeki biriydi. Yaşadığı olaylara dışarıdan bakabilir ve objektif yorumlar yapabilirdi.

 

Zamanı hâlâ geriye sarmak için şansı olabilirdi. Yaşadığı sürece bu şansa sahip olacaktı ama harekete geçmeye nereden başlayacağını bilmiyordu. Bilmek için düşünmesi gerekliydi ama düşünmek de artık onu zorluyordu.

 

Aslında düşünmekte sorun yoktu ama düşündüğü zaman karşısına çıkan ilk engel onu hemen düşünmekten geri çeviriyordu. O engel de Vazgeçilenlerdi.

 

Buradan kaçmayı, amacına ulaşmanın ilk adımı olarak görüyordu. Nasıl kaçacağını ise bilmiyordu. Buradaki sorun kaçmayı denemek değildi, pek tabii ki bunu deneyebilirdi ama yakalandığında olacak şeylerden hoşlanmayacaktı.

 

Kaldı ki kendisine böyle özel bir muamele gösterilirken onlar için değişik bir önemi olduğunu da anlayabiliyordu. Kaçmasına öyle kolayca izin verilmeyeceği belliydi.

 

“Siz buraya nasıl geldiniz?” diye sordu kölelerine.

 

Başlangıçta kötü anılarını onlara hatırlatmak istemiyordu fakat konuşmazsa zaman geçmek bilmeyecekti.

 

“Köyümüze saldırdılar,” diye cevapladı Fia. “Neredeyse herkesi kılıçtan geçirdiler ve bir kısmımızı köle olarak aldılar.”

 

“Menim için de aynı, Efendi Vararfin,” diye cevap verdi Sofya.

 

“Menim için de aynı, Efendi Vararfin,” diye cevap verdi yarı insan.

 

Yu cevabın böyle olduğunu zaten düşünebiliyordu. Daha detaylı şeyler duymak istemişti ama merak etmediğinden değil, üşendiği için onlara anlattırmak istemedi.

 

Yarı insana baktı. Sarhoş olduğu esnada karşısına çıksa onun bir kız olduğunu düşünüp birlikte olması işten bile değildi. Erkek olmasına rağmen çoğu kızdan daha güzel bir yüze sahipti ve memeleri olmasa bile fiziğinin de çoğu kızdan daha çekici olduğuna inanıyordu.

 

“Senin adın ne?”

 

“Deniz, Efendi Vararfin.”

 

“Daha unisex isim yok muydu?”

 

“Özür direrim, Efendi Vararfin.”

 

Özrün sebebini anlamak için beynini yormadı. Kadehindeki tüm şarabı bitirdi ve Fia’nın ellerini tutarak onu durdurdu. Teşekkür ettikten sonra biraz güneş ışığı almak için çadırdan çıktı.

 

Fazla uzaklaşmak gibi bir niyeti yoktu çünkü uzaklaşırsa daha fazla Vazgeçilen görürdü. Çadırın önünde biraz yürüyecek ve sonra içeri girip uyumayı deneyecekti. Eğer uyuyamazsa yapacak bir şeyler düşünürdü. Eğer uyumayı başarırsa uyandıktan sonra yapacak bir şeyler düşünecekti.

 

“Siktir.”

 

Dışarıda güneş yoktu. Beyaz bulutlar güneşin önünü kapamış ve yeryüzüne gölge düşürmüştü. Ofladı ve yere çömeldi.

 

Sol elinin orta ve işaret parmağı ile toprağı kazımaya başladı. Üzerindeki çimenler bu işlem esnasında topraktan ayrılıyordu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu, içinden yapmak geldiği için yapmıştı.

 

“A-ark-arkadaşım...”

 

Duyduğu çirkin ses zaten olmayan tadını iyice kaçırdı. Bulutların gölgesi yetmezmiş gibi bir de bir devin gölgesi üstüne düştü. Korkunç olan tek şey devin kendisi değildi, geldiğini fark ettirmemiş oluşuydu. Oğul denen yaratık güçlü olduğu kadar sessiz olabiliyorsa onu öldürmek daha da zorlaşacaktı.

 

“Arkadaşım Yu... Arkadaşım Yu...”

 

Yu kapıyı çalan istenmeyen misafirlere verdiği tepkiyi verdi, belki ona seslenir ve sonra vazgeçip gider diye sessiz kaldı ama Oğul inatçıydı.

 

“Arkadaşım Yu... Özür direrim... Rütfen meni affet...”

 

“Beni bile affeden biri çıkabilir ama tüm dünya bir araya gelse seni affeden bir kişi çıkmaz amına koyayım.”

 

Oğul’un suçu Yu’nun affedebileceği bir suç değildi. Affedilmesi mümkün olmayan bir suçtu ve bundan sonra dünyanın en iyi insanına dönüşüp insanlığa büyük faydalar sağlasa bile affedilmesi imkânsızdı.

 

Bazı şeyler yalnızca affedilemezdi. Oğul da affedilemeyecek şeyler arasında yer alan bir yaratıktı.

 

“Men çok özür direrim. Yani çok ama çok ama çok üzüldüm, ıhh... Ihh... Ihh...” Oğul iki dizinin üstüne çöktü, Yu hâlâ ona bakmıyordu. “Men ne orduğunu mire anrayamadım ki! Ihh... Rütfen mana neden kızdığını söyre. Rütfen ama rütfen... Ihh...”

 

Oğul’a neden kızdığını söylese bile aralarında ahlaki farklar vardı. Yu kötü şeyler yapmış olsa da yaptıklarının kötü olduğunu biliyordu, Oğul ise yaptığı şeylerin kötü olduğunu anlayabilecek durumda değildi.

 

Bunu düşünürken yaptığı şey onu iyi biri gibi göstermeye çalışmak değildi. Oğul öyle korkunç bir canavardı ki kötü olan her şey ona zevk veriyor ve bu zevkin iyi olduğuna inanıyordu. Böyle birine karşı kendi yargılarıyla konuşmak, duvara karşı konuşmaktan farksız olacaktı.

 

“Ben hastayım, tamam mı?” dedi Yu. “Bazen böyle şeyler yapıyorum. Üstüme gelerek daha fazla kalbimi kırıyorsun. Böyle olmayı ben istemedim. Bana bunu ben seçmişim gibi muamele yapma.”

 

Kendi lehine çevrilmiş bir bakış açısından, Oğul’un bahsettiği şey ile kendi bahsettiği şey arasında bağ bulunmasa da yalan söylemiyordu. Hastaydı, üstüne gelinmesinden hoşlanmıyordu, hasta olmayı da o istememişti.

 

Tabii ki Oğul, Yu’nun savunmasının alakasız olduğunu fark edecek kadar zeki bir varlık değildi. Hüngür hüngür başladı.

 

“Ihh! Ihh! Arkadaşım Yu! Yanrış anradın! Özür direrim! Men senin karmini kırmak istemedim!” Oğul ellerini yere vuruyordu. Yu’nun pençeleriyle tahrip ettiği toprak onun elleriyle tahrip ettiği toprağın yanında hiçbir şeydi. “Men senin karmini kırmaktan çok çekinirim! Sana asra ama asra kıyamam! Rütfen meni affet! Arkadaşım Yu! En yakın arkadaşım sensin! Rütfen! Karmini kırdığım için çok ama çok ama çok özür direrim!”

 

Ağzı kokuyordu. Yu kokuyu almamak için geri gitmeyi denedi ama Oğul ona daha da yaklaştı. Hem ürkütücü hem de rahatsız ediciydi. Onun yanında olmaya katlanamıyordu.

 

“Sana hediye getirdim! Meni affetmen için çok güzer mir hediye getirdim!”

 

Oğul başını çevirdi. Yu hediye lafını duyunca meraklanmış ve gelecek şeyi görmek için Oğul ile aynı yere bakmıştı. Bir tasmayla boynundan bağlanmış bir elf kızı, Vazgeçilenlerden biri tarafından yanlarına getiriliyordu.

 

“Silvia?”

 

Elfi tanıyordu, canını bağışladığı elfti. Yu’yu öldürmek için üstüne atlamış ve bir ok ile bacağından vurulmuştu. Yu onu öldürmek yerine onun durumunu Sivina ve kendisinin Yu Zao karşısındaki durumuna benzettiği için kaçmasına izin vermişti.

 

Ama görünen oydu ki kaçamamıştı. Merhameti ters tepmişti. Ona baktıkça aklına Sivina geldiği için maruz kaldığı muamelenin ne olduğunu düşünmek bile istemiyordu.

 

“Hatunun ismi mu mu? Her ne boksa...” Kızıl sakallarının altındaki sarı dişlerini göstererek gülen Vazgeçilen, tasmayı Oğul’a attı. “Şansrı mir orospu çocuğusun, Vararfin. Oğur munu armak için tüm körererini mana verdi. Hakkını ver hatunun.”

 

Silvia’nın yüzünde kahredici bir kabulleniş vardı. Böyle bir kabullenişi elde etmek için Vazgeçilenlerin onu gece boyunca ne kadar dövdüğünü hesaplayamıyordu ama yarı çıplak vücudunda hiçbir yara izi yoktu. Ona getirilmeden önce iyileştirilmişti.

 

Yu kudurmuş bir köpek gibi dişlerini gösterdi. “Ona bir şey yaptın mı?!”

 

“Hahaha... Sakin or orospu çocuğu. Gece sıra muna germedi mire. İrk senin oracak, merak etme.”

 

Sol eliyle toprağı avuçladı ve kızıl sakallı Vazgeçilen arkasını dönüp giderken öfkeden ağlamaya başladı. Onu öldürmek istiyordu ama kılıçla öldürmek merhamet etmek olurdu. Onu silahsız bırakmak, yere devirmek ve öldürene dek tekmelemek istiyordu.

 

Birlikte... Yapabiliriz...

 

Dün geceki sesi bir kez daha işitişiyle birlikte sağ elinin altına baktı. İstediği zaman çift, istediği zaman tek elle tutabileceği uzun siyah bir kılıç elinin altındaydı. Onu çadırın içinde bıraktığına emindi. Çıkarken yanına almamış ve hatta bugün ona dokunmamıştı bile.

 

Yine de elinin altındaydı, oraya gelmişti ve Yu ile konuşuyordu.

 

“Hayır... Aptallık yapıyorsun... Beni delirtiyorsun!”

 

Kılıcı tutup çadırın içine fırlattı. Şaşırtıcı bir şekilde Oğul’u korkutmuş ve abartılı bir tepki vererek sırt üstü yere düşmesini sağlamıştı.

 

Oğul bir çocuk gibi ağlamaya başladı. “Arkadaşım! Ama neden? Ihh!”

 

Yu ayağa kalktı ve yerdeki Oğul’a baktı. Yerde yatarken bile kocamandı.

 

“Senden bir şeyler isteyebilir miyim?”

 

“Evet! Evet arkadaşım! Menden ne istersen yaparım! Sen menim en çok ama en çok değer verdiğim arkadaşımsın! Ne istersen yaparım!”

 

Oğul’un çirkin yüzünde çirkin bir gülümseme belirdi. Mutluluğun bu kadar çirkin olabileceğini ilk kez görüyordu.

 

“Kölelerim için çizme istiyorum.”

 

Oğul, köleler için bir şey istenmesine şaşırarak sordu. “Ama neden?”

 

“Ayakları hoşuma gidiyor, nasır tutmasını istemiyorum. Onlar için kıyafetler ve daha fazla yemek istiyorum. Çadırımın kampın uzağına kurulmasını istiyorum. Diğer insanlar beni rahatsız ediyor.”

 

“P-peki, arkadaşım. Sen nasır istersen öyre oracak. Yeter ki meni affet.”

 

“Ve bir de bana neden beni buraya getirdiğinizi söylemeni istiyorum.”

 

Oğul affedilecek olmanın umuduyla neşelenmişti, ta ki Yu’nun son isteğine dek. Yu cümlesinin henüz ortasındayken yüzündeki neşe kayboldu ve yerini üzgün bir ifade aldı. Yu’ya cevap veremeyeceği için üzgündü.

 

“Bunu cevaplayamaz.” Altar, Yu’nun çadırının arkasından dolanmıştı. “Sen de bunun cevabını alamazsın. Sana güzel imkânlar sunuyoruz. Nankörlük yapmak yerine bunlarla yetin döl artığı.”

 

Yeşil saçlı adam, daha önce de düşündüğü gibi otoriterdi. Yu ona ne sorarsa sorsun istediği cevapları ona vermeyeceğini dik duruşuyla belli ediyordu.

 

“Oğul’u böyle durumlara düşürüp moralini bozma. Her neyse...” Altar, Oğul’a kalkmasını işaret etti. “Haftaya bir köye daha saldıracağız, ondan sonra köle tacirleri gelecek. Boş geçecek haftanın keyfini çıkar, Valarfin piçi.”

 

Altar ve Oğul birlikte Yu’nun yanından ayrıldılar. Yu ve Silvia çadırın önünde yalnız kaldı. Yu bir an önce çadıra girmek, içmek ve yatağa başını koyup uyumak için can atıyordu.

 

Elfe bakmak üzücüydü. Ona acıyordu ve kendisi gibi birinin bile acıyacağı durumda olmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu biliyordu.

 

“Beni öldürmek istediğini biliyorum ama denememelisin. Beni öldürürsen onlar seni öldürmez, ölümden beter hâle sokarlar.” Karşısında dün geceki öfkeli elf yoktu. “İçeri gir ve diğerleriyle tanış.”

 

Yu’ya itaat etti.

-------------------------

06.08.2022 – 00:00

Karakter tasarımlarında Sivina’nın tasarımını güncelledim ve Raya karakterinin tasarımını ekledim, seri ana sayfasından kontrol edebilirsiniz.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr