Cilt 4 - Bölüm 14: Oğul (2/2)

avatar
282 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 14: Oğul (2/2)


Gözyaşları gözlerinden akıp giderken görüşü de yerine geldi. Onu tutan yeşil adam onu yatağın üstüne nazikçe yatırdı. Yu’nun ağlaması yavaşça dinse de hâlâ içindeki acı ve nefret dinmemiş, aynı gücüyle yanmaya devam ediyordu.

 

“Neden?” diye sordu sakince. “Artık çok geç... Beni öldürmediğiniz sürece bir daha kendi hayatıma son vermeyi deneyecek cesareti toplayamayacağım. Neden bunu yaptınız? Neden? Neden?”

 

Diğerleri bir cevap vermeden dışarı çıktı ve Yu ile çadıra son giren soluk tenli devasa yaratık içeride baş başa kaldı. Onu bir yaratık olarak söylüyordu çünkü insan demesi mümkün değildi.

 

Yu Zao’dan bile daha uzundu. Vücudu o kadar iriydi ki Yu onu bir dağa benzetiyordu. Yalnızca kolları bile Yu’nun kendisi kadardı. Yu’yu ezse tek seferde canını alacak kadar büyük ayakları çıplaktı, tırnakları mantarlar yüzünden sararmış ve sertleşmişti. Aynı şey büyük elleri için de geçerliydi.

 

Siyah bir pantolonla göğsünün sadece yarısını kapatan yırtık bir siyah kıyafet giyiyordu. Boynu neredeyse başıyla aynı kalınlıktaydı. Söylemeye gerek yoktu ama başı da çok büyüktü. Sarı gözlerinde yer alan göz bebekleri düz siyah bir çizgiydi. Kulakları kısa ama sivri uçluydu. Burnu ve ağzı kocamandı, başı da keldi.

 

Yüksek sesle ve heyecanlı bir şekilde kıkırdadı. “Hıhıhı!”

 

Tıpkı onu ilk bulduğu zamanki gibi dans ediyor, durduğu yerde zıplayarak yeri sarsıyordu. Ellerini çırpışı korkutucuydu; herhangi bir canlı çırptığı ellerinin arasına başını soksa o anda ölürdü.

 

“Çünkü sen ço~k ama ço~k ama ço~k özersin!” dedi gülerek. Korkutucu olsa da bir çocuk gibi gülüyordu. “Sen... Sen o kadar özersin ki... Ağramak istiyorum! Sana dokunmaya mire kıyamıyorum!”

 

Tutkuluydu. Büyük beyaz ellerini Yu’ya uzattı ama ona dokunmadı, uzaktan okşarmış gibi yapıp ellerini hemen geri çekti ve kızarmış yüzünü gizledi.

 

“Ihh!” Utanmış bir genç kız gibiydi. “Çok yakışıkrısın! Şampiyonumuz!”

 

Yu birinin şampiyonu muydu bilmiyordu ama yüzünde acınası bir ifade olduğuna emindi. Dudakları titriyor, burnundan akan sümük ağzının kenarından içeri giriyordu. Sümüğü tükürüğüyle dışarı çıkarması sadece iğrenç gözüküyordu.

 

“M-men... Menim adım... Y-yani...” Karşısındaki yaratık kızarmış yanaklarını saklamayı kesti ve elleriyle oynamaya başladı. “Mamam meni ‘Oğur’ diye çağırıyor... Diğerreri de öyre diyor yani... Sen de öyre diyemirirsin...”

 

“Öldür beni...” dedi Yu.

 

Yaratık onu hiç ciddiye almadı ve ellerini kaldırarak salladı. “Tamii munun çok hızrı mir maşrangıç orduğunu düşünüyorsan mana maşka mir şekirde de sesrenemirirsin! Mamam mana mazen ‘sen’ ya da ‘piç’ der! Sen de öyre sesrenemirirsin!”

 

Yu anlayamıyordu. Akıtacak gözyaşları tükeniyordu, sinirden gülmeye başladı. Yu gülerken yaratık aniden arkasını dönerek Yu’nun yüreğini ağzına getirdi.

 

“Ihh! Munrar takma isimrer! Munrar için daha yakın ormamız gerekiyordu! Off! Men! Men özür direrim, sen mana sadece ‘Oğur’ de orur mu?”

 

Yu yaratığa baktı. Ani hareketleri korkutucu olsa da ondan korkmuyordu. Islak gözleri parlarken kahkaha atmaya başladı, gözlerini kıstı ve sağ eliyle sol elini tuttu.

 

“Neden pençelerimi kullanmak aklıma gelmedi ki?”

 

Kendisini sol eliyle hemencecik öldürebilir ve bu saçma anı hiç yaşamazdı. Hemen yanı başında gülerek dans eden bir yaratık vardı ve Yu’dan hoşlanan bir genç kız gibi davranıyordu. Dışarıda kim olduğunu bilmediği diğer insanlar bekliyordu ve tehlikeli bir grubun arasında olduğuna şüphe yoktu.

 

Kraliyet askerlerinin yakında onun eşkâlini ve ismini öğrenip peşine düşmesi kaçınılmazdı. Ejderha ile yaptığı anlaşmanın süresi ve onu öldürecek hastalığı da vardı ama bunlar hakkında en az endişelendiği şeylerdi.

 

“Şey...”

 

Yaratık konuşmaya çalışınca Yu gözlerini açtı ve yüzünde bir bozuk bir gülümsemeyle yaratığa baktı. Bu deliliğin sona ermesi için ne yapması gerektiğini merak ediyordu.

 

“Men... Sana... Yani yanrış anramazsan... Şey... Ihh! Çok utanıyorum!”

 

Yu vazgeçmişti. Ne bir şey düşünmek işe yarıyordu ne de onlarla konuşmak. Zaten gülümsemek dışında bir şey yapamıyor, yüzündeki kasları kontrol edemiyordu.

 

“Şey... Yani... Men sana mana ismimre sesren diye izin verdim ya!” Yaratık rap şarkısı söyler gibi konuşmuştu. “Men de... Anrarsın ya yani... Şey! Ihh! Ihh! Ihh!”

 

Yaratık tekrar dans etmeye başladı. Tüm yer onun ayaklarını vuruşuyla sallanıyordu. Yu karşısındaki varlığın hareketleri karşısında daha fazla güldü.

 

“Men de sana isminre sesrenemirir miyim? Sana ‘Yu’ diye mirir miyim? Rütfen! Rütfen! Yarvarırım, rütfe~n! Rütfe~n! Çok ama çok ama ço~k mutru orurum!”

 

Yaratık dizlerinin üstüne çöktü ve dua edercesine ellerini birleştirip Yu’ya baktı. Onun sarı gözlerinin içine bakmak iğrençti ve yakınlaştığında çürümüş dişlerle dolu ağzından yayılan koku burnunu yaktı. Ayrıca yoğun bir ter kokusuna sahipti.

 

Hiç şüphe yoktu ki Yu’nun ömrü boyunca edindiği en kötü hayranıydı.

 

“Evet,” dedi Yu gülerek. Güldüğü için acı çekiyordu.

 

“Ihh! Çok teşekkür ederim! Seni sev- Ops!” Yaratık bir anda ağzını kapadı ve kıkırdadı. “Yani... Mamamın anrattığı kadar yakışıkrısın demek istedim.”

 

Yu yaratığın arkasında bir hareketlilik fark etti. Siyah siluetler birer birer ayaklarının arkasından çıkıp Yu’ya bakıyordu. Kedilerin, köpeklerin, yılanların, böceklerin, kanadı kırılmış kuşların, Yu’nun hiç görmediği cücelerin siluetleriydi.

 

Yaratığın sırtının arkasından daha fazla siluetti çıktı. Bazıları insanlara bazıları ise elflere aitti. Adını bilmediği farklı canlılar da oradaydı.

 

Siluetler çürümüş vücutlara sahipti. Hepsinin vücudunun belirli kısımları parçalanmıştı, çoğunun organları eksikti ve kemikleri gözüküyordu. Onlar ölülere ait siluetlerdi.

 

Yu onları fark ettiğinde bozulmuş sinirleri yüzünden takındığı gülümsemesi kayboldu ve gözü dehşetle büyüdü. Hâlâ korkabiliyordu.

 

“Oh! Oh hayır! Rütfen! Eğer menden korkarsan karmim çok kırırır! Rütfen! Rüfen! Yu! Sevgiri Yu! Rütfen menden korkma! Men sana dokunmaya kıyamam mire! Sen çok özersin! Çok güzersin! Çok yakışıkrısın! Ihh!”

 

Yaratık gözlerini ellerinin arkasında sakladı. Arada sırada parmaklarını aralayıp Yu’ya bakıyor ve tepkisini ölçüyordu.

 

“Men hep senin arkadaşın ormanın hayariyre mekredim! Ayrardır! Ayrardır! Seni ne kadar mekrediğimi mir mirsen! Seninre yapacağım harika şeyrerin hayarini kurdum hep! Her gece yatarken seni hayar ettim! Sen düşündüğümden çok daha harikasın! Şey... Yani eğer senin için sorun değirse... Anratır mısın?”

 

“N-neyi?”

 

Yu bir kez daha siluetler bakınca yaratık kollarını salladı ve siluetler dağılarak havaya karıştı. Yaratık hâlâ diz çökmüş bir hâlde duruyor ve merakla Yu’ya bakıyordu.

 

“O insanrarı nasır ördürdün?” Yaratık yumruklarını sıktı ve bir savaş gazisinin hikâyesini dinlemek isteyen çocuklar gibi heyecanlandı. “Onları nasıl ördürdün? Her şeyi anratmanı istiyorum! Ahh! Harika! Sen ve men tamamen aynı zevkreri payraşıyoruz! Ahh! Ihh! Ihh! Ihh!”

 

Yaratık bir kez daha ellerini Yu’ya uzattı ama ona dokunmadı. Sahiden de söylediği gibiydi, Yu’ya o kadar çok değer veriyordu ki ona dokunmaya kıyamıyordu. Sevginin hastalıklı bir boyutunu yaşıyordu.

 

Ona dokunamayınca ellerini çırptı ve ayağa kalkıp kendi etrafında bir balerin gibi döndü. Kabul etmesi güçtü ama yetenekli bir balerindi.

 

“Men! Özür direrim! Şimdi senin konuşma sıran! Ama söyremeden edemeyeceğim! Mamam mana harika mir arkadaş getirmiş! Çok ama çok ama çok ama çok, çok, çok, çok, ço~k heyecanrıyım!”

 

Yaratık yerinde durdu ve ellerini kuvvetlice birbirine çarptı. Sanki dibinde top patlıyorlardı. Yaratığın çıkardığı ses inşaat makinelerinin gürültüsünden bile yüksekti.

 

“Heyecandan şimdi düşüp bayıracağım! Hadi! Senin her şeyi anratmanı mekriyorum! Rütfen anrat! Ihh! Çok heyecanrı! Ihh! Ihh! Ihh! Ihh!”

 

Yu ağzını açtı ve dişlerini gösterdi. İsteyerek verdiği bir tepki değildi, ne yapacağı konusunda öylesine kararsızdı ki vücudu onun yerine saçma hareketler sergiliyordu.

 

Elleri o yaptıklarını hatırladıkça titriyordu. Öldürdüğü insanların gözlerindeki bakış aklına geldikçe göğsü yanıyordu. Daha hızlı nefes alıyor, sıcak terler döküyordu.

 

“B-ben... Onları... Önce bir kiliseyi ateşe verdim...” Anlatmaya başladı ama amacı onu memnun etmek değildi. Günahlarını bir pedere itiraf eder gibi anlatıyordu. “Alevler gittikçe büyüdü ve şehrin farklı yerlerinden gözükmeye başladı. İnsanlar alevleri fark edince dışarı çıktılar, neler olduğunu sordular. Bana bakıyorlardı. Onlara bu alevleri tanrının onları cezalandırmak için gönderdiğini söyledim. Bana inandılar.”

 

 “IHH! ÇOK GÜZER! HARİKA! SONRA NE ORDU?!”

 

Yaratığın heyecanı Yu’yu daha fazla iğrendiriyordu. Bittiğini zannettiği gözyaşları tekrar akmaya başladı. Aldığı her bir nefes onu nefretle besliyordu. Kendine karşı duyduğu kuvvetli ve sonu gelmeyen bir nefretti bu.

 

“Onlara günahkârları öldürürlerse alevlerin söneceğini söyledim. Hepsi... Birbirlerini öldürmeye başladı. Sanki onlar beraber yaşadıkları komşular değil de düşmanlarıydı... Öldürdüler.”

 

 “SONRA? SONRA?”

 

Yu idrar kokusu aldı. Yaratığın pantolonun paçalarına baktı, sarı bir sıvı paçalarından aşağıya akıyordu. Karşısındaki şey heyecandan altına işemişti.

 

“Ben de öldürdüm. Öldürmek çok kolaydı. Önüme çıkanları öldürdüm, diğer insanları daha fazla evi yakması ve daha fazla kişiyi öldürmesi için kışkırttım. Ben... Masum insanlar benim yüzünden öldü... Çocuklar... Kaç kişi yanarak öldü?”

 

Yaratık hayal kırıklığına uğramıştı. “Yani, mu kadar mı?”

 

Yu başını salladı.

 

“Neden mirirerine işkence etmedin? Şehirde mir sürü kişi vardır, kimseye tecavüz etmedin mi? Yu, Yu, Yu... Sen menim en ama en yakın arkadaşım oracaksın ama henüz mu işi tamamen öğrenememişsin...”

 

Yaratık ellerini tekrar çırptı. Yüzündeki hayal kırıklığı yerini kocaman bir gülümsemeye bıraktı. Ağzındaki bütün çürük dişleri göstererek gülüyordu. Parmağını salladı ve ellerini yukarı kaldırdı. Bir kez daha kendi etrafında dönerek dans ediyordu.

 

Yu onun dediklerine karşı hiçbir şey söyleyemedi. Ona karşı söyleyecek hiçbir şey düşünemiyordu. Yalnızca kendi yaptıkları bile korkunçken yaratığın önerdikleri yarattığı vahşetin boyutunu daha da arttırıyordu. Yu bunları yapamazdı.

 

“AMA MU HARİKA! SENİ GÖZÜMDE MUHTEŞEM MİRİ ORARAK CANRANDIRMIŞTIM! HER ŞEYİ MİREN HARİKA MİR ADAMDIN AMA GÖRÜYORUM Kİ DEĞİRMİŞSİN VE MU HARİKA! HARİKA! IHH! EN YAKIN ARKADAŞRAR ORMAK İÇİN HARİKA MİR FIRSAT! SANA HER ŞEYİ ÖĞRETECEĞİM, SEVGİRİ YU! SANA NASIR KAOS YARATIRDIĞINI ÖĞRETECEĞİM! MİRRİKTE MU DÜNYAYI KANA VE GÖZYAŞINA MURAYACAĞIZ! SEN MÜKEMMER MİRİ ORACAKSIN VE MU YORDA MENİMRE MERAMER ÖĞRENECEĞİN İÇİN KAYNAŞACAK VE İYİ ARKADAŞRAR ORACAĞIZ! YU! SEVGİRİ YU!”

 

Yaratığın sesi ejderhanın kükreyişi kadar kuvvetliydi. Onu dışarıdaki herkes duymuş olmalıydı, duymamaları mümkün olamazdı. Öyleyse buradaki insanlar Yu’nun hayal edebileceğinden çok daha kötüydü. Olmak istemeyeceği bir kişi olarak, olmak istemeyeceği insanların arasında, olmak istemeyeceği korkunç bir yerdeydi.

 

“Sevgiri Yu!” Yaratık sanki kutsal bir canlıya bakarmışçasına gözyaşları eşliğinde Yu’ya baktı. “Sen ne harika ne muhteşem mirisin möyre! Senin içinde harika mir p-potansiyer var! Ah... İçim kıpır kıpır! Keşke sana dokunamirsem!”

 

Ellerini ona uzatıp çekerken Yu gözünden kaçmasının mümkün olmadığı bir şey gördü. Yaratığın penisi sertleşmişti ve pantolonun altından belli oluyordu. O kadar büyüktü ki herhangi bir insan evladına penisiyle vurarak öldürebilirdi.

 

İdrar kokusu, ter kokusu ve yaratığın ağız kokusu; tüm bunların üstüne yaratığın anlattıkları eklenince Yu kendi üstüne kustu. Önündeki karanlık bulutlar o kadar yoğundu ki değil geleceği, şimdiyi bile göremiyordu.

 

Yaratık bir balerin gibi dans ederken Yu’nun kusuşunu umursamadı ve neşeli bir şekilde çocuk şarkısı söylemeye başladı. Çocukların arkadaşlarıyla oyun oynadığı bir şarkıydı ama ip atladıkları ve çayırlarda koştukları kısımlar katliam sahneleriyle değiştirilmişti.

 

Bunun bir rüya olmasını diledi. Keichi’nin bir an önce Akalda’yı öldürmesini ve zamanı geri sarmasını diledi. Böyle olmayacaksa bile Yu Zao’nun bir an önce gelmesini, onu bulmasını ve buradaki herkesle birlikte öldürmesini diledi.

 

İşler katlanabileceği boyutu çoktan geçmişti. Omuzlarındaki yükü kaldıramazdı, o kadar ağırdı ki altında eziliyordu. Kalbi göğsünün altında sıkışmıştı. Gözleri ağlamaktan yorulmuştu.

 

Ölmeyi hâlâ istiyordu ama artık ölecek cesareti kendinde bulamıyordu. Hiçbir şey yapacak cesarete sahip değildi. Bir kahramanı beklemek belki de yapılacak doğru şey olurdu.

 

Ama bir kahraman gelmeyecekti.

-------------------------

20.07.2022 – 03:30


Karakter tasarımlarını güncelledim, seri sayfasından bakabilirsiniz.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr