Cilt 4 - Bölüm 12: Insania, Thanatos (1/2)

avatar
307 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 12: Insania, Thanatos (1/2)


Etkileri hâlihazırda sürse de şu anda sigara yoktu, alkol yoktu, uyuşturucu yoktu. Bir şekilde onların yerini doldurması ve anı ardında bırakması gerekiyordu. Sonra bir sonraki anı ardında bırakmak için bunu tekrar edecekti.

 

Sonra tekrar ve tekrar... Ta ki sabah olana ve gece yaptığı her şey değiştiremeyeceği şekilde arkasında kalana dek devam edecekti. Geleceğe dair planları yoktu, geçmişte ne olduğuyla ilgilenmiyordu. Şu an vardı ama şu anı hızlıca geçmek istiyordu. Hızlıca geçmenin yolu da beynini uyuşturmaktı.

 

“Tanrının kurrarı!” diye bağırdı alevler tarafından aydınlatan gecenin ışığını yok eden kılıcını sakat bir adamın göğsünden çıkarırken. “Eğer içinizde tanrı korkusu varsa arevrerden korkmayın! Mu arevrer yarnızca kâfirrerin evrerini yakacak!”

 

Sol eliyle onun yanından koşarak geçmeye çalışan ergen bir kızın başını yakaladı. Kız çırpınıp çığlık atarken kılıcını kızın karnına sapladı. Kız henüz ölmemişti. Kılıcını çekip kızı yolun ortasına attı ve orada ölüme terk etti.

 

“Ama eğer ki tüm kâfirreri ördürmekte maşarısız olursanız tanrı ceza orarak sizin evrerinizi de yakacak! Mu yüzden geri durmayın! Tanrınızın adına hepsini ördürün! Tanrının kudreti sonsuzdur, size kâfirrerin maşını ezmeniz için yeterri gücü çoktan mahşetti!”

 

Delilikti. Tamamen delilikten başka hiçbir şey değildi. İnsanları kandırmak o kadar kolay olmuştu ki Link burada olup onların içinden çıkan canavarı görseydi insanlar için olan savaşını sorgulardı.

 

Kendi komşularını öldürüyor, onları çoktan unutmuş bir tanrı adına bu sabah yüz yüze bakıp selam verdikleri insanların kanlarını döküyorlardı.

 

Biraz durup düşünüldüğünde bunu tanrıları adına da yapmıyorlardı. İnsanların çoğu o kadar idealist değildi. Onlar korkuyor ve tanrı adını verdikleri varlık tarafından korunacaklarına inanıyorlardı. Onun korumasına erişmek ve kendi yaşamlarını garanti altına almak için diğer hayatlara hadsizce son vermekten geri durmuyorlardı.

 

Kan bulaşmış dağınık sarı saçlara sahip bir kadın, kendinden iki kat daha uzun kel bir adamın omuzlarına çıkmış elindeki taşı kafasına vuruyordu. Adam kadından kurtulmak için onu evlerin duvarlarına vuruyor, bacaklarından tutup üstünden atmaya çalışıyor ama ne yaparsa yapsın başarısız oluyordu.

 

Kadın bacaklarını adamın boynuna dolamış, bir eliyle yüzünü tutarken diğer elindeki taşı vurmaya devam ediyordu. Bir başka adam bağırarak onların üstüne atladı. “AZER ADINA GEBER KRARİYET PİÇİ!”

 

Kavgaya dahil olan yeni üye, kadının üstünde durduğu adamı düşürünce kadın da onunla birlikte düştü. Kadın düşer düşmez başını yere vurdu ve hareketsiz bir şekilde yatmaya başladı. Ondan kurtulan adam ise başı kanlar içindeyken onu öldürmek isteyen bir başkasıyla uğraşmak zorunda kalmıştı.

 

“AZER İÇİN!”

 

Evinden aldığı ekmek bıçağıyla olaya katılan bir başka adamsa onların yanına gelip diz çöktü ve bıçağı kel adamın gözünden içeri soktu. Kanlar etrafa fışkırırken Yu onları izlemiş ve önünde yaşanan kaos tarafından baştan çıkarılmıştı.

 

“SEN DE MİZİM ARAMIZDAYDIN!” diye bağırdı kısa boylu ergen bir oğlan. Önünde onun gibi bir başka oğlan elindeki fenerle ona vurmaya çalışıyordu.

 

“YARANCI! KES SESİNİ!” Çocuk elindeki feneri diğer çocuğun üstüne attı. Fenerin içindeki yağ çocuğun kıyafetlerine bulaştı, kıyafetleri alev aldı ve çocuk üzerindeki yanan kıyafetleri çıkarmaya çalışırken onu yakmaya teşebbüs edenin saldırısına uğradı.

 

İkisi yerde boğuşuyordu, alevler ikisinin de üstüne bulaştı. İlk yanan çocuk çığlıklar içinde feryat ederken diğerinin ağzından dökülen kelimeler akıl sağlığı yerinde olan her insanın kanını dondururdu.

 

“TANRI ANNEMİ KORUMAK İÇİN MÖYRE İSTİYOR! YANACAKSIN! KÂFİR!”

 

Onlar, Yu’nun kendisinden bile daha kötü bir hâlde sarhoştu. Sarhoşluklarının kaynağı Azer değildi. Korkuydu. Korkuyor ve bu korkuyla başa çıkmak için Azer’in gölgesine sığınıyorlardı. Sığındıkları gölge gerçekte yoktu bile.

 

Yu’nun söylediği yalan etrafındaki kalabalık tarafından hızlıca kabul edilmiş, korkunun delirttiği insanlarca gerçek sanılmıştı. Hiçbiri düşünmüyor, sadece kendilerine söylenenle hareket ediyordu.

 

Korkunç olan bir başka şey de kendilerine birilerini öldürmesini söyleyen kişinin her hâliyle bir şeytana benzemesi ama kimse tarafından yadırganmamasıydı.

 

“Delisiniz,” diye düşündü. Somurtuyordu.“Hepiniz delisiniz. Benden ya da bir başkasından daha delisiniz. Tanrı sizin gibilerden nefret etmeli.”

 

Evlerine sığınan bir aileyi fark etti. Eğer evlerine sığınıyorlarsa onlar da kraliyeti destekleyenler arasında olmalılardı, böyle düşünmüştü.

 

“Kraliyeti destekleyenler tanrının düşmanları. Tanrının düşmanlarını öldürmeliyim.”

 

Etrafına baktı ve birbirlerini öldüren diğer insanlara seslendi.

 

“AZERİN SEVGİRİ KURRARI! SİZİN İÇİNİZDEKİ TANRI AŞKINI GÖREMİRİYORUM! TANRIMIZ AZER MANA ŞU EVDE KRARİYETİ DESTEKREYEN KÂFİRRER ORDUĞUNU SÖYREDİ! MENİMRE GERİN VE KÂFİRRERİN KERRESİNİ ARIN!”

 

Birkaç kişi onunla birlikte gelmeyi kabul ederken diğerleri diğer kâfirlerle savaşmaya devam etti.

 

Yu arkasındakilerle birlikte ilerledi ve onlardan kaçan ailenin girdiği evin önüne gelerek kapıyı yumrukladı. Avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.

 

“EY KÂFİRRER! EĞER TANRININ ADAMRARINA TESRİM ORMAZSANIZ TÜM ŞEHİR YANIP KÜR ORACAK! ŞİMDİ TESRİM ORUN VE GÜNAHRARINIZIN MEDERİNİ ÖDEYEREK ŞEHRİ KURTARIN! YOKSA MİZ ŞEHRİ VE TANRIYA SADIK ORANRARI KURTARMAK İÇİN GERİP SİZİ ÖRDÜRÜRÜZ!”

 

Kapıya vurmaya devam etti. Karşılık alamayınca kapıyı kırmak için bir tekme attı. İlk tekmesi kapıyı kırmak için yeterli gelmemişti, ikinci ve üçüncü tekmeyi atması gerekti ama yine kıramadı. Beklediğinden daha sağlam çıkmıştı. Dördüncü ve sonuncu tekmesinde kapı kırıldı ve arkasına dayanan sandalye yere düştü.

 

“KÂFİRRERİ AZER UĞRUNA ÖRDÜRÜN!” diye bağırdı Yu.

 

Ev, Rager’in evinden çok daha küçüktü ve salonu aradıklarında kimseyi bulamadılar. Evin içinde bir mutfak olmadığı için iki ayrı grup hâlinde kalan iki odaya baktılar. Yu kendi grubunun odasının kapısını açtığında buranın bir yatak odası olduğunu gördü. İlk bakışta içeride kimse yoktu.

 

“AAAAAHHHHHH!”

 

Diğerlerinin girdiği odadan sesler geldi. Bir adam, Azer’in takipçilerine yalvarıyordu.

 

“ONU MIRAKIN! RÜTFEN ONU MIRAKIN!”

 

Diğer odadan sesler gelmeye devam ederken Yu da arkasındaki adamlarla birlikte içeri girdi ve yatağın altına baktı. Yaşlı bir kadınla yaşlı bir adam yatağın altına saklanmıştı. Yu elini uzattı ve önündeki kadını yatağın dışına çekerek boynunu kesti. Adam da onun yanındaki diğer iki kişi tarafından çıkarılmıştı. O, kadın kadar şanslı değildi. Başına sopalarla vurularak öldürülmüştü. Yatak odası kana bulanmıştı.

 

Odadan çıkıp diğer gruba baktığında bir çiftin cesedini salonun ortasına çıkardıklarını gördü. Sonra küçük bir oğlan çocuğunun cesedini getirdiler. Biri evin içinde bir şeyler aradıktan sonra istediğini buldu, bir çakmak almıştı.

 

“Bu kâfirreri yakarım! Kâfirrerin evrerini de yakarım! Azer mizim evrerimizi ve marrarımızı yağmurra korur!”

 

“Evet, yak!”

 

Cesetlerin üstündeki kıyafetler aleve verildi ve evi terk ettiler. Yangının buraya ulaşması normalde zaman alacaktı ama bu sayede kilisede başlayan yangın buraya ulaşmadan yeni bir yangın şehrin başka bir yerinde başlayabilirdi.

 

“YARDIM EDİN!”

 

“TANRIM AFFET!”

 

“TANRIM! TANRIM! TANRIM AFFET!”

 

İnsanların çığlıklarını dinliyor, üstünden kan akan sokağın üzerinde yürüyordu. Delilik tüm şehri kaplamak üzere doğmuştu. Tüm bu insanlar alevlerin kendilerini de yaktığını görünce ne düşüneceklerdi merak ediyordu.

 

“Cahil domuzlar, yüzlerini görmek için sabırsızlanıyorum.”

 

Cesur bir kraliyet yanlısı kullanabileceği bir kılıç bulmuştu. Yu’nun çevresindeki diğer adamları hızlıca aştı ve yaşanan her şeyden sorumlu olan adamın üstüne atladı.

 

Yu kılıcıyla kendini savunmakta gecikmedi. Başına inen kılıca kendi kılıcıyla vurdu ve sol elini adamın karnına sapladı. Sol eli oldukça kullanışlı bir öldürme aracıydı.

 

“GÖRÜYORSUNUZ İŞTE! KRARİYET PİÇRERİ, TANRININ SESİNİ DUYURAN ADAMA SARDIRIYOR! MUNRARA MEHRAMET ETMEYİN! EVRERİNİ BASIN, HER YERİ ATEŞE VERİN! KORKMAYIN! TANRI SİZ KURRARININ EVRERİNİ VE MARRARINI KORUYACAK!”

 

Bu sözleri söyleyen Yu’nun kendisiydi. Yanındaki deliler de ona uymuş ve daha fazla eve saldırmaya başlamıştı. Yu’nun yeni emrinin ardından artık daha fazla ev alev alıyor, şehir daha parlak bir hâle bürünüyordu.

 

Çocukların ağlamaları bir süre sonra kâfirlere edilen küfürleri bastırınca Azer adına kâfirleri öldürdüğünü iddia edenler daha güçlü bağırmaya, küfretmeye ve ellerindeki sopalar, tırpanlar ve diğer basit silahlar ile daha güçlü vurmaya başladı.

 

Ne kadın ne de çocuk demiyor, onlardan kaçıp saklanmaya çalışan herkesin kraliyet yandaşı olduğunu düşünerek öldürüyorlardı. Hiç kimseye karşı merhametleri yoktu.

 

“M-menim evim de...” Yu arkasından gelen kısık sesi işitebildi. Bir şeye odaklandığında başka hiçbir ses duymuyordu. “Menim evim de yanıyor... Ama ben Azer için-”

 

“KÂFİR!” Yu bağırdı. “KÂFİRRER ARAMIZA SIZMIŞ AHARİ! ÖRDÜRÜN ONU!”

 

Evi yanan siyah saçlı adam önce etrafında toplanan kalabalığa baktı. Elindeki sopayı yere düşürdü ve gözyaşları hızlıca gözlerinde belirdi. Birkaç saniye içinde az önce beraber kâfirleri öldürdüğü arkadaşları üzerine çullandı.

 

“YAPMAYIN! MEN DE SİZD-”

 

Kâfirin sözleri dinlenmedi. Biri onun kasıklarını tekmelerken diğeri karnını tekmeledi ve üçüncüsü eğilip başını tuttu. Tuttuğu başı kaldırdı ve yere vurdu, tekrar ve tekrar bunu yaptı. Adamın başı yarılana dek yere vurmaya devam etti ve onu bu şekilde katlettiler.

 

“Etme bulma dünyası işte.” Yu iç geçirdikten sonra onu öldürenlere döndü. “Sizin içinizdeki Azer sevgisini göremiriyorum. Siz onun sadık ve iyi niyetri kurrarısınız. Arkadaşrarınızdan en güvendikrerinizi yanınıza arın ve menimre gerin. Daha fazra Azer düşmanını ördürerim. Azer şüphesiz mize en kıymetri ödürreri mahşedecek!”

 

Yu bir tanrı olsaydı bu gece onu takip eden herkesi anında öldürürdü. Onlar kötü insanlardı, herhangi biri tarafından kolaylıkla kandırılabilirlerdi. Bu insanların herhangi bir hakkı olmamalı, hayatlarını yalnızca üstlerine itaat ederek geçirmelilerdi. Yu böylesinin tüm insanlık uğruna iyi olacağına inanıyordu.

 

Elbette daha iyisi vardı, hepsinin ölü olması. Kraliyeti destekleyenler ölmeyi hak etmiyordu ve Yu bunun farkındaydı. Ölmeyi hak edenler şu anda onları öldürenlerdi.

 

Sokağın aşağısına doğru yürüdüğü esnada gökyüzüne baktı. Bugün gökte daha az yıldız gözüküyordu. İnsanların var olduğunu söylediği cennetteki tanrıların onu izleyip izlemediğini merak etti. Eğer onu izliyorlarsa neden gelip onu durdurmadıklarını da merak ediyordu. Azer’in dünyada olmasına rağmen neden kendini göstermediğini, neden kendisini durdurabilecek ilahi güce sahip varlıkların ortaya çıkmadığını merak ediyordu.

 

“Evet, onlar da yaptığımın doğru olduğunu düşünüyor olmalı. Sonuçta o varlıklar güçlü varlıklar, beni hemencecik dünyadan silerler. Eğer bunu yapmıyorlarsa doğru yolda olmalıyım.”

 

Kendini haklı çıkarması birkaç basit cümleyle gerçekleşmişti. Tabii bu cümleleri kurmasa bile haksız bir eylem sergilediği için vicdan azabı çekmezdi. Tek yaptığı beyninin ona sunduğu kelimelerle aslında ihtiyacı olmayan fazladan bir vicdani rahatlık yaratmaktı.

 

“Daha fazra ev yanıyor!” dedi onu takip eden on beş yaşlarında bir çocuk.

 

“Azer’in sevgiri kuru, içini ferah tut. Yanan evrer kâfirrerin evreridir. İçinde mirazcık da orsa sadakat oran hiç kimsenin evinin yanmasına ve canının zarar görmesine iyi yürekri ve merhameti mor tanrımız izin vermez.” Gökteki yıldızların önünü kaplayan bulutları sivri parmağıyla işaret etti. “Mak, sevgiri kurrarını korumak için tanrımız yağmur murutrarını göndermiş. Onrarın daha hızrı uraşması için tüm kâfirreri hızra ördürmeriyiz.”

 

Kılıcını kaldırdı ve etraftaki evleri işaret etti. Komutuyla birlikte iki kişilik gruplara ayrılıp evlere saldırdılar. Yu’nun yanındaki iri yarı ergen kendini doğrudan kapıya fırlattı ve kırıp içeri girdi. Yine mutfaksız, küçük bir evdi. Evin içinde sadece iki oda bulunuyordu. Yu bağırdı.

 

“Şimdi çıkarsanız tanrımız size merhamet gösterecek!”

 

Cevap alamadı. Yanındaki ergene başıyla odalardan birinin kapısını işaret etti ve ergen kapının kulpunu tutarak aşağıya indirdi.

 

“AAAH!”

 

Kapıyı açtığı gibi yaşlı bir adamın çığlığıyla karşılaştı. Adam elindeki ekmek bıçağını ergenin boğazına sapladı. İkisi birlikte yere düşünce adam bıçağı çıkardı ve tekrar sapladı. Bir kez daha sapladığı esnada Yu kendi kılıcını adamın sırtına sapladı ve iki ölünün üstünden geçerek odanın içine girdi.


Oturma odası olarak kullanıyor olmalılardı. Odanın ortasında bir sehpa vardı ve çevresi minderlerle çevrilmişti. Minderin üstünde bir kişi vardı, yirmili yaşların ortasında genç bir kadın.


Yu kadının üstüne yürüdü ve kılıcını doğrudan kalbine sapladı. Acı çekmemesi için hızlı ve kesin bir ölüm vermişti. Bunun merhamet olduğuna inanıyordu.


“Bir tanrı böyle olmalı, merhametli. Tüm tanrılar bana bakmalı ve gerçek bir tanrının nasıl davranacağını görmeli. Benim sağladığım merhameti hiçbiri sağlayamadı.”

 

Bunları düşündüğünden habersizdi. Hastalanmış beyni kendini haklı hissetmek için bahaneler ortaya sürüyor olabilirdi ama bir bilinç olarak Yu hiçbir bahaneyle ilgilenmiyordu. Onun gözünde yaptığı şeyler iyi ya da kötü değildi, hiçbir şeydi. Sadece o an için içinden geleni yapıyor, içinden geleni düşünüyor ve içinden geleni söylüyordu.

 

“Bu ev de günahkârlara ait.”

 

Odayı aydınlatan mumu minderlerin üstüne attıktan sonra kapının önündeki cesetleri çiğnedi ve salona çıktı. Evden ayılmak üzereydi ki dışarıdan gelen hızlı ve düzenli sesler işitti. Nal sesleriydi.

-------------------------

17.07.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr