Cilt 3 - Bölüm 54: Fırtına (2/2)

avatar
291 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 54: Fırtına (2/2)


“Neden burada değil? Vaktinden önce geldik.”

 

Keichi telaşlı bir şekilde etrafına bakınıyordu fakat aradığı şeyi ne o ne de Yu göremiyordu.

 

“Bir kâhyanın sözüne uyarsak olacağı bu! Kardinal hazretleri, ne yapacağımızı söyleyin!” diye bağırdı Akalda.

 

Onun sesini duymak zaten stresli olan Sivina’yı sinirlendiriyordu. Düşmana arkadan saldırmayı başaramamış, doğaçlama yapmak zorunda kalmış ve kendilerini dördüncü tümen ile altıncı tümenin arasında bulmuşlardı.

 

Altıncı tümen safına girip orayı dağıtmayı başarsalar da bunu yapmak için çok fazla kayıp vermişlerdi ve şimdi büyücüyü de bulamıyorlardı.

 

“Kahpe çeneni kapa kadın!”

 

Yurine, Yu’nun etrafına bir rüzgâr duvarı kurduktan sonra Keichi ile Akalda’nın üstüne gelen oklara bir rüzgâr büyüsü yolladı. Büyü okları parçaladı ama aynı zamanda Akalda’ya tepki olarak az kalsın komodorlarından düşmelerine yol açacak kadar kuvvetli bir şekilde onlara çarptı.

 

“O kadına ne olduğunu umursamıyorum ama Keichi’ye zarar verirsen üzülürüm.”

 

“İstek parça kabul etmiyorum!”

 

“Bu… Burada kullanılacak bir cümle mi emin değilim…”

 

Sivina’nın anlamadığı şeyleri konuşuyorlardı. Zaten Sivina’nın da onları anlamaya harcayacak vakti yoktu. Bir yandan rinosunu sürerken diğer yandan Yu’nun etrafındaki düşmanlarla boğuşuyordu.

 

Kestiği adamların kanı zaten kırmızıya bulanmış zırhına karışıyor, göğsünden aşağıya süzülüp dizlerinden akıyordu.

 

“Rinonun üstünde savaşmak yalnızca beni yavaşlatıyor…”

 

Sıradan insanlar için bir binek hayvanı gerçekten yardımcı olurdu ama Sivina gibi normalde zaten hızlı ve çevik olan biri için yardımcı olmuyordu. Aksine bineği Sivina’nın hızına yetişemiyor ve gerisinde kalıyordu.

 

Bu uyumsuzluk yüzünden de Sivina’nın savaşı olduğundan daha zor hâle bürünüyordu. Tam olarak bu sebeple bindiği rinonun bacağı kesildiğinde hiç üzülmedi, hemen rinonun üstünden atladı ve bir düşmanın başına tekmesini geçirerek yere indi.

 

“Sivina!” diye bağırdı onun rinosundan ayrıldığını gören Yu.

 

Başına tekme attığı adamın boynunu kırmıştı. Yu’nun kendisi için endişelendiğini düşünerek sevindi ve başına doğru gelen iki darbe karşısında eğildi, döndü ve tekrar ayağa kalktığında iki kraliyet askerinin bacakları gövdesinden ayrıydı.

 

Bacakları kesilen askerlerin kanları yerdeki kan göletlerine karışırken ölüme emanet ettiği adamların sesleri Sivina’nın beynine işliyordu.

 

Fakat bu alanda o kadar fazla çığlık vardı ki Sivina’nın yol açtığı çığlıklar, feryatlar ve hakaretler genel tablonun içinde fark edilmeyecek kadar küçük detaylardı.

 

“Yu! Buradaki mana yoğunluğu bizim eski yere kayıyor!”

 

“Eski yer derken güneyi mi diyorsun?”

 

“Kafam karışık!” Yurine parmağını kaldırdı ve güneyi gösterdi. “Orada işte!”

 

Sivina gözünü Yu’nun üstünden ayırmamaya dikkat ediyordu. Burada en büyük önceliği Yu’ydu ve onun yanına saldırgan bir sineğin bile yaklaşmasına müsaade etmeyecekti.

 

Ama şu anda Yurine rüzgâr duvarı sayesinde Yu’yu koruma işini Sivina’dan daha iyi yapıyordu. Bu yüzden Yu ve Keichi ordularını güneye yöneltirken Sivina düşmanları biçmeye odaklanabilirdi.

 

“Geber cadı!” Savaş alanında duyduğu en hafif hakaret ile birlikte bir Kraliyet şövalyesi üstüne hücum etti.

 

Neredeyse tüm vücudunu kaplayan bir zırh giymiş, göğsünün üstünde beyaz bir yunus figürü taşıyan bir şövalyeydi.

 

Zırhın pahalı mücevherler ile süslenmesine bakarsa bir şövalyeden fazlası, bir soylu olabilirdi lakin şu anda yalnızca bir adamdı. Soylu kanı onu Sivina’nın kılıcından kurtarmayacaktı.

 

Şövalye hantal bir hamle ile öne doğru eğildi ve kılıcını Sivina’ya saplamayı denedi. Görünüşe bakılırsa soylu olmasına rağmen vücudundaki mana insan ortalamasındaydı. Aksi takdirde en azından Sivina için bu kadar yavaş bir hamle yapmazdı.

 

Sivina onun kılıcını karşılamaya bile gerek duymadan vücudunun üst tarafını sola yatırdı ve şövalyenin kılıcı boşluğa gitti. Kılıcını öne çıkarırken eğildiği için şövalyenin başı savunmasız kalmıştı. Sivina kılıcını şövalyenin miğferinin tek açıklık yerine, yani gözüne sapladı.

 

Şövalye çığlık atmaya vakit bulamadan nefesini tuttu ve hiçbir ses çıkaramadı. Miğferinin göz boşluğundan kanlar dışarı akarken Sivina kılıcını geri çekti.

 

Yu’nun tarafına baktığında savaşan kişinin Yurine olduğunu gördü.

 

Yu bir koluyla sıkıca Yurine’ye sarılmış, diğer eliyle ise atın dizginini tutuyordu. Yu’nun genç olmasına rağmen heybetli atı Başak, düşmanların arasında adeta süzülürken Yurine büyüsü ile insanları kesiyor ve parçalıyordu.

 

“Yu’nun tek ihtiyacı bir kılıç…” diye iç çekti. Belindeki siyah kılıcı çektiği zaman Sivina’nın görmek istediği kahramana dönüşecekti.

 

Yu’nun hemen arkasındaki Keichi’nin ise komodoru savaşıyordu. Keichi’nin tek yaptığı güvenli zırhının içinde, komodorun üstünde hayvanı sürmekti. Onun arkasında oturan Akalda ise su büyüsü ile buz parçacıkları oluşturuyor ve savaşan komodora destek veriyordu.

 

“Tanrım lütfen yardım et… Tanrım lütfen, lütfen, lütfen…”

 

İlerlemeye devam ederken duyduğu ses üst üste yığılmış bir rino ve bir komodorun arkasından geliyordu. Sivina kılıcını mızraklı bir askerin boğazına sapladıktan sonra sesin geldiği yere baktı.

 

“Lütfen tanrım…”

 

Tanrısına yalvaran kişi bir kraliyet askeriydi. Miğferini düşürmüş ve bir gözünü kaybetmişti. Otuzlu yaşlarında, zayıf, siyah sakallı bir adamdı.

 

Sivina’yı gördüğünde geriye kalan mavi gözü büyüdü ve adam kırılmış mızrağına sarıldı.

 

Savaşma arzusunu yitirmiş, korkmuş bir adam olsa da daha sonra cesaret bulup kendi ordusundan birini öldürmesi kötü olurdu. Bu yüzden kılıcını kaldırdı ve adamın boğazına indirdi.

 

“Sivina!”

 

Sevdiği adamın sesini duyduğunda yüzünü hemen ona döndü. Yu’nun yanında bir de Sivina için alanda bulduğu bir başka rino vardı.

 

“Oyalanma!”

 

Sivina miğferinin ardından güçlükle görülen bir gülümseme verip başını salladı ve tek sıçrayışta Yu’nun getirdiği rinonun üstüne bindi.

 

“Hava daha kötü bir hâl alıyor, çoktan başladı,” dedi Keichi. “Onu hemen öldürmeliyiz.”

 

Yağmur hızlanmış, Sivina’nın çelik miğferinin üstüne düşen damlalar seri ve tok sesler çıkarmaya başlamıştı. Yağmur damlalarının gözüne çarpmaması için elini siper ederek başını kaldırdı.

 

Birkaç saat önceki güneş kaybolmuş, yerini kara bulutlara bırakmıştı. Bulutlar o kadar karanlıktı ki Sivina gecenin çöktüğünü hissetti.

 

Önce birkaç ışık gökyüzünde belirdi, sonra bir yıldırım göğü yararmışçasına bir sesle uzaklarındaki bir noktaya düştü.

 

“Keichi…” dedi Yu. Sesi karanlığa gömülüyor gibiydi. “Bu noktada ne yapacağını öğrenemedin mi?”

 

“Ha… Hayır…” Keichi gözlerini yere çevirdi. “Bu noktayı hiç görmedim… Vizyonlarımda…”

 

Yu’nun bakışlarını görünce Sivina “İşte bu,” diye düşündü. “İşte bu gerçek Yu Valarfin.”

 

Keichi yere baktığı için Yu’nun ona nasıl baktığını göremiyordu ama miğferinin arasından Yu ona acınası bir böceğe bakarmış gibi tiksinti ve nefretle bakıyordu.

 

Sonunda Yu’nun gerçek yüzünü görebildiği için mutluydu. Onlara bir şeyler kazandırabilecek Yu Valarfin buydu, sahte sevgi çiçeği olan değil.

 

Ama Yu, Keichi’ye seslenmeden önce eski dostane ifadesini yüzüne geri yerleştirdi. “Yine de sonuna kadar devam edeceğiz. Pes etme Keichi, düştüğünde değil pes ettiğinde kaybedersin.”

 

Yu’nun iyi birine dönüşmesini istese de bu sahteydi. Yu, Keichi’yi kandırıp onun dostuymuş numarası yapıyordu. Sahte bir Yu Valarfin, Sivina’nın istediği şeyler arasında değildi.

 

“Yu, oradaki mana giderek yoğunlaşıyor,” dedi Yurine.

 

“Aynı zamanda üstümüze diğer tümenlerden askerler gönderiyorlar. Kral çoktan bizim için bir şeyler hazırlamıştır,” dedi Akalda.

 

Onun beyninin farklı şeylere çalışabildiğini görmek Sivina’yı şaşırttı.

 

“Yapacak bir şey yok, eğer büyücüyü öldürmezsek hepimiz öleceğiz,” dedi Keichi. “Hemen ona ulaşmalıyız.”

 

“İzin vereceklerini zannetmiyorum.” Yu’nun atı yaklaşan süvarilerin gürültüsü yüzünden şaha kalkarken Yu onu dizginlemeye çalışıyordu.

 

“Uzay gemisi gibi parçalar bırakarak ilerleyelim ama sadece biz kalsak bile ona ulaşalım.”

 

Keichi doğaçlama planını öne sürdüğünde Yu dışında kimse onu anlamadı. Planı anlayan Yu ise başını salladı.

 

“İlerleyecek ve önümüze çıkan düşmanları ordumuzun oyalamasını isteyeceğiz. Roaronlar ile birlikte büyücüyü öldürmeyi denemek tek şansımız olacak.”

 

“Vixa, Rhae, Minue’e!”

 

Yurine bir büyüyü bağırdı ve Yu atını öne doğru dörtnala sürdü. Yurine’nin üç parça hâlinde çıkan büyüsü üç uzun ve keskin rüzgâr dalgasıydı. Sony Von Bishory’nin ağaçları kesen ışık dalgasına benziyordu.

 

Yurine’nin üçlü rüzgâr büyüsü Yu’nun atının önündeki düşmanları ikiye böldü; atlar, rinolar ve komodorlar yere düştü ve Yu’nun atı, Başak, hepsinin üstünden atlayarak yoluna devam etti.

 

Keichi ve Akalda komodorları ile onların peşinden gitti. Sivina ve roaronlar rinolarını hızlandırdı, onlara yetişti ve kısa sürede yanlarındaki yerlerini aldı.

 

Yurine’nin büyüsü ile yollarına çıkanları yollarından atıyor, yandan saldıran düşmanları roaronlar ve Sivina püskürtüyor, arkadan gelenler ise Başak askerleri ile karşılaşıyordu.

 

Başak askerlerinin çok güçlü olduğu söylenemese de sayıları azımsanacak kadar değildi ve birlikte bir şeyler başarabiliyorlardı.

 

Yağmur şiddetini anormal biçimde arttırdığında yıldırımların sayısı da arttı. Artık onların da yanlarına düşüyordu ve hatta bazı yıldırımlar taraf fark ettirmeksizin askerlerin üstüne düşmeye başlamıştı.

 

“SİKTİR!” diye bağırdı Keichi. “DAHA HIZLI OLMALIYIZ!”

 

“Bu hayvanlar en fazla bu kadar hızlı gidiyor!”

 

Yu da bağırmıştı ama sesi Keichi’ninki kadar yüksek değildi. Zaten Yu genel olarak yüksek sesle konuşan bir insan değildi.

 

“Terazi sancakları!” Akalda’nın heyecandan fare gibi çıkan sesi Sivina’nın kulaklarını tırmaladı. “TERAZİ SANCAKLARI!”

 

Önlerinde Terazi Katedrali’nin sancakları vardı. Arkadan dolaşmış ve öncü kuvvetlerin savaştığı noktaya varmayı başarmışlardı.

 

Arkalarında hâlâ savaş devam ediyor olsa da şu anda durumları gayet iyiydi. Eğer Başak askerleri bir şeyler başarır da arkadaki kraliyet askerlerinden en az yarısını yenmeyi başarırsa Sivina kazandıklarını bile söyleyebilirdi.

 

“Keichi! Ne kadar-” Yu sesini aniden kesti.

 

Bunun sebebi ilerlemekte oldukları yönde devasa bir alev sütununun yükselmesi ve hemen ardından aşağı inerek insanları kömürleştirmesiydi.

 

“Yu Zao orada!” diye bağırdı Keichi. “O, Yu Zao!”

 

“Büyücü nerede! Ne kadar vaktimiz kaldı!” Yu sözünü tamamladığında yıldırımların sayısı da arttı.

 

Sivina bir büyücü göremiyordu, daha da önde olmalıydı.

 

“Çok az ama hâlâ biraz var! Gök kızıla boyanmaya başladıysa siki tuttuk demektir!”

 

“Yu…”

 

Çıkan son ses önceki seslerin aksine gayet sakindi. Onların hemen yanında rino sürmesine rağmen Sivina bile Yurine’nin sesini güçlükle duydu.

 

“Mana…” Yurine elini yukarıya kaldırdı ve kara bulutları gösterdi. “Bir şey geliyor-”

 

Ve Yurine sözünü bitirir bitirmez bir fırtına onlara çarparak sürdükleri hayvanlardan düşürdü. Sivina, Yu’nun küfürlerinin arasında Keichi’nin şaşkın sesini de duyabiliyordu.

 

Keichi’nin sorduğu tek soru vardı, “Neden?” diyordu.

 

Yıldırımlar bir anda delirmişçesine yere düşmeye başladı.

 

“VUuUuUuUuUuUUUUU!”

 

“vUuUUUuuUUUuUuUUUU!”

 

“VUUUUuuuUUUUUUUUUUUUUU!”

 

Yıldırımlar düşerken Sivina korunmak için oldukça küçük bir hedefe dönüşmesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden yere yapıştı ve bir süvarinin onu ezmemesini umarak dizlerini kendisine çekti.

 

Bu esnada kulakları bir borazanın üç defa öttüğünü duydu. Borazan öyle bir ötüyordu ki sanki ses tek bir yönden değil, dört bir yönden geliyordu.

 

“CENİN OLUN!” diye bağırdı Sivina.

 

Gökyüzü sürekli parlayıp karardığı için Sivina deli gibi merak ettiği Yu’nun şu anda nerede olduğunu bilmiyordu ama kendilerini küçültmeleri gerekliydi.

 

Bu yüzden, olabildiğince küçük bir hedefe dönüşmeleri için bağırdı. “CENİN OLUN!”

 

Gürleyen gök dışında da duyduğu sesler vardı. Tanrıya sığınanlar, annelerinden ya da babalarından yardım bekleyenler, fütursuzca küfür edenler, tövbe edenler…

 

Sivina göremiyordu ama düşen yıldırımlar hedef ayırt etmiyor gibiydi çünkü tövbe edenlerin arasında kâfirlerin ordusunda yer aldığı için Azer’den af dileyen bir erkeğe ait ses de vardı.

 

“Tanrım beni bağışla, kâfirlere uyduğum için beni bağışla! Beni affet tanrım! Yaşamama izin ver! Yaşamama izin ver! Yemin ederim, yemin ederim tövbe ediyorum, iyi biri olacağım! Senin yolundan ayrılmayacağım!”

 

Ses hemen Sivina’nın yanından geliyordu. Bir şekilde bir düşman askeri onun yakınına gelmişti.

 

Yağmur o kadar hızlı yağıyordu ki Sivina ağzına ve burnuna suyun dolduğunu fark etti. Hatta yalnızca bununla kalmıyor, vücudunda bir elektriklenme de hissediyordu.

 

“CrhĞaaAAcHKKĞĞKKKKKKAAAAAAAAĞĞHHHKKKKKKKKKKK!”

 

Duyduğu garip ve gürültülü sesi hiçbir şekilde tarif edemiyordu. Şimdiye dek duyduğu hiçbir sese benzemiyordu. Tek anladığı bir şeyin patladığıydı.

 

“CCCRRHHĞĞAAAAKKKKKKKKKKKK!!!”

 

Aynı ses daha kısa ama daha etkili bir şekilde duyulduğunda Sivina’nın tüm vücudu titredi. Yıldırımlar onu çarpmıyordu ama duyduğu ses o kadar kuvvetliydi ki Sivina’nın göğsü parçalanıyormuşçasına acıyor ve bu acı onun titremesine yol açıyordu.

 

Ve bir dakika bile sürmeyen bu kısa yıldırım şöleninin ardından yıldırım da yağmur da aniden kesildi. Sivina hâlâ titriyordu. Gözlerini açmayı başardığında etrafında dumanların yükseldiğini fark etti.

 

Bunlar ölen kişilerin kömürleşmiş cesedinden yükselen dumanlardı ve dumanların tüttüğü cesetler arasında roaronlar da vardı.

 

“Tanrım… Ş-Şükürler olsun…”

 

Az önce Azer’e yalvaran adamın sesini tekrar duydu ama o umurunda değildi. Aklına ilk gelen şey Yu’ydu bu yüzden hemen başını kaldırdı ve onu aradı.

 

Meydan yağmur yüzünden oluşmuş su birikintileri ile dolu olsa da bazı yerlerde öncesinde ıslanmış olmasına rağmen çimenler yanıyordu.

 

Etrafında hiçbir sancak yoktu çünkü sancaklar da yanmıştı. İnsanların üzerinden yükselen dumanlar o kadar fazlaydı ki etrafı görmekte sıkıtı yaşıyor ama hâlâ sağda solda kaçışan ya da tekrar bir araya gelip savaşmaya hazırlanan askerleri bir şekilde fark edebiliyordu.

 

Yanık kokusu onu öksürüklere boğduğu anda düşündü. “Yu… Neredesin…”

 

Onu kaybetmek istemiyordu. Elhaven’den gelen bir kız dünyanın bir başka yerinde hayatının aşkını bulmuştu ve bu hikâyenin mutsuz sonla bitmesini istemiyordu.

 

“YU!” diye bağırdı Sivina.

 

“Sanırım bahsettiğin ‘Yu’ ben değilim. Yine de soracağım, ne oldu?”

 

Duyduğu görkemli ses karşısında başını çevirdi. Konuşan kişi sesi gibi görkemli bir adamdı.

 

Çok uzun boyluydu. Kana bulanmış siyah zırhının üstünde gözleri ile aynı parlaklıkta kızıl bir ejderha figürü vardı. Elinde zarafetin ve görkemin birleşimi olan beyaz bir kılıç tutuyordu ve kılıcın ortasında parlayan kızıl bir çizgi vardı.

 

Saçları çamur ve kana bulandığı için Sivina rengini söyleyemezdi. Beyaz olduğu anlaşılan teni ise yine çamur ve kan içindeydi ve yüzünde yatay şekilde uzun bir yara vardı.

 

“Bu adam gerçek bir kral,” diye düşündü Sivina.

 

Yu Zao kılıcını kaldırdı ve Sivina’ya doğrulttu. “Kendim düşürmediğim bir düşmanı öldürmekten hoşlanmıyorum. Ayağa kalk.”

-------------------------

28.04.2022 – 20:53






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr