Cilt 3 - Bölüm 47: Canavarlarla Savaşan

avatar
304 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 47: Canavarlarla Savaşan


Dışarıdan patlama sesleri gelirken Cecilus çadırın içinde tek başına oturuyordu. Ayağını masaya dayadığı için dizini salladıkça masa da sallanıyor ve sert bir ses yayarak Cecilus’un zaman geçirmesini sağlıyordu.

 

“Tch… Orospu çocukları…”

 

Eğer Keder ve Neşe isimli iki beceriksiz işlerini düzgün yapsa bu iş çok daha kolay olurdu. Yumruğunu masaya vurdu, kendi eli de acımıştı ama siniri kendi acısını görmezden gelmesini sağlıyordu.

 

“Rie’nin eniğini de gebertselerdi ablam olacak orospuya destek vermeye gelemezdi Başak Katedrali!”

 

Tüm Zodyaistler onları terk etmiş olmalıydı, neden bir anda Başak Kadetedrali ortaya çıkıp onlara destek veriyordu ki? Üstüne üstlük ablası da bir anda Başak Katedrali ile içli dışlı olmuştu.

 

“Önünüze dönün!” diye bağırdı çadırın dışındaki muhafızlara. Cecilus’un sesini duyunca muhafızların gölgeleri hareketlenmiş ve başlarını çadıra çevirdiğini görmüştü.

 

“Hakkım olanı alınca hepsinden öcümü alacağım! Hepsinden! O orospudan da enikten de beni küçük gören herkesten de!”

 

Eğer ablası gebermezse onun için öyle işkence planları vardı ki Cecilus’a canını alması için yalvaracaktı.

 

“Evet, bana sadık olanları eğlendirmek için kullanacağım onu! O Başak Katedrali’nde de güzel kızlar vardı, hepsi bana sadık olanları ödüllendirecek. Sonuçta ben adil birisiyim.”

 

Kendi kendine gülerken çadırın dışında yeni gölgeler gördü. Gelenler atların üstündeydi. Çadırın önünde durdular ve birisi attan inip çadıra doğru yürüdü.

 

“Dük hazretleri,” diyerek elini göğsüne götürdü Shimey Von Bishory. “Bishory askerlerini bölmüş olsalar da adamlarım hâlâ size bağlı. Kraliyet güçleri surları zorlarken istediğiniz zaman harekete geçebiliriz.”

 

Cecilus onu sadık köpeği olarak düşünürdü. Shimey, Cecilus’un dük olmasını en çok isteyenlerden biriydi ve bu sadakatinden ötürü onu yeni topraklarla ödüllendirecekti.

 

“Hemen şimdi geçelim!” diye haykırdı Cecilus. Bishory askerleri onları arkalarından bıçakladıklarında yüzlerinin alacağı hâli görmek için sabırsızlanıyordu.

 

“Emredersiniz.” Shimey ona reverans yaptı ve önünden çekilip yolu açtı. “Buyurun ekselans- Neler oluyor?”

 

Çadırın dışındaki gölgeler sessizce yere düşüyordu ama çığlık atan iki tanesi sayesinde dışarıda bir şeyler olduğunu ikisi de fark etti.

 

Shimey kılıcına sarıldı ve çıkışa doğru birkaç adım attı fakat çıkmadan önce durdu ve arkasını döndü. “Siz burada bekleyin.”

 

Cecilus çenesini kapadı ve oturduğu sandalye ile bütünleşirken başını salladı. Çadırın dışında her ne oluyorsa olsun Shimey de hafife alınmayacak biri olmalıydı. Onu savaşırken hiç görmemişti ama bir lord olduğuna göre savaşabiliyor olmalıydı.

 

“AAH!” Korkudan sandalye ile bütünleşmiş Cecilus çığlık attı.

 

Shimey tam yüzünü çadıra dönüyordu ki siyah bir kılıç, plaka zırhını delmiş ve göğsünden dışarı çıkmıştı.

 

“Sivina haklıymış,” dedi onun göğsünü delen adam. Ayağı ile Shimey’i itti ve o yere düşerken kılıcını çıkardı. Siyah çelikten damlayan kızıl kan toprağa düşüyordu. “Arkası dönükken birilerini öldürmek çok kolay.”

 

***

 

Doğu bölgesinden patlama sesleri gelince Yu, Başak’ı önce yavaşlattı sonra da durdurdu. Onlarla birlikte diğerleri de durmuştu.

 

“Büyücülerin olacağını hesap etmeliydim, tamamen benim hatam.” Tepenin üstünde olduklarından surun yıkılan kısmını görebiliyorlardı. “Fakat iyi gözüküyoruz. Özel okların kullanılmasına gerek kalmasaydı keşke ama toparlandık.”

 

Surun yıkılan kısmının önünde askerler kaplumbağ formasyonuna girmiş ve kalkanları ile üstlerini örtmüştü. Pek çoğunun kalkanı büyü taşları yüzünden parçalansa da hâlâ hayattalardı.

 

Ve üzerlerine gelen okların patlayacağını hesap etmeyen düşman askerleri de karşılaştıkları saldırı gücü karşısında harap olmuştu.

 

Onların cesetleri surdaki açığın önünü kapatırken düşman tekrar hücuma kalkmıştı ama hem Cornelia hâlâ kalkanları olan askerler ile yeni bir duvar örmüştü hem de tepeden üzerlerine yağmaya başlayan oklar yüzünden düşman hücumu kalkan duvarına yaklaşamadan başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

 

“Okçuları neden geç kullandığımızı hâlâ anlayamıyorum,” dedi Jaime.

 

“Düşmanın belirli bölgelerde yoğunlaşmasını istedim, bu olduktan sonra daha az ok harcayarak daha fazla düşmanı öldürebiliriz diye düşündüm. Öyle de oldu zaten,” diye yanıtladı Yu.

 

Diğer birlikler de iyi durumdaydı, özellikle batı bölgesindeki düşmanın çekildiği haberini almışlardı.

 

“Erken konuşmak istemesem de bu geceyi atlattık gibi. Öyleyse…” Yu atını Jaime Von Salamon’a çevirdi. “Amcana git ve ona hazırlanmasını söylediğimi ilet.”

 

Jaime, Yu’nun ona emir vermesi ile kocaman bir şekilde gülümsedi. “Emredersiniz!”

 

Yurine hâlâ bu çocuğun Yu’ya olan hayranlığının sebebini anlayamyordu ama o bir erkek olduğuna göre Yu’ya yürümesi olanaksızdı. Yani rahat olabilirdi.

 

“Sonunda,” dedi Yurine. Heyecanlıydı ve onun ölümünü görmek için sabırsızlanıyordu.

 

Her ne kadar istediği şekilde ölecek olmasa da bir şekilde ölecekti ve bu dünya için içini rahatlatmasına yeterdi. Sonraki dünyada ona çok daha kötü şeyler yapacaklardı.

 

“Gidelim.” Yu atını tepenin üstüne çevirdi ve onu takip eden roaronlar ile birlike yukarı çıkmaya başladılar. Tepenin üstüne çıkıp biraz aşağıya indiklerinde Cecilus’un çadırı ile karşılaşacaklardı.

 

Bugün savaş planlarını yaptıktan sonra Yu, Cornelia ile konuşmuş, ona Cecilus’un Rie’yi öldürdüğünü anlatmış ve Cecilus’un dük olmasını istemediğini, yargılanması gerektiğini söylemişti.

 

Elbette bu Cornelia’yı düşes yapmak istedikleri anlamına geliyordu. Cornelia kardeşinin yaptığı yüzünden dehşete düşmüş olsa da hâlâ kardeşi olduğundan önce plana soğuk bakmıştı ama Yu’nun, Yurine’yi rahatsız edecek derecede sıcak iknâ kabiliyetleri sayesinde planı kabullenmişti.

 

Daha sonra da Cornelia’nın destekçilerinden biri olan Salamonların buradaki temsilcisi Mark Von Salamon’un yanına gitmiş ve ona planlarının kalanını anlatmışlardı.

 

Cecilus’un çadırına vardıklarında etrafında normalde olması gerektiğinden daha fazla asker olduğunu gördüler. Bunlar Bishory askerleriydi.

 

“Hmm, burada ne arıyorlar ki?” diye sordu Yu. “Her neyse, hepsini öldürün. Tanık kalmasın.”

 

Yu’nun sözü ile Yurine ellerini kaldırdı ve yolladığı rüzgâr bıçakları yedi tanesinin kafasını kesti. Roaronlar da düşmanların üzerine atlamış ve ani saldırıları ile onları öldürmeye başlamışlardı ama önce iki tanesi yaşananları fark edip çığlık attı, sonra diğerleri kılıçlarını çekti.

 

Fakat çabaları boşunaydı, her biri yarı aslanlar tarafından katledilirken Yu çadırın önüne geldi ve atı Başak’dan inip Yurine’yi indirdi.

 

İçerideki gölgeleri görebiliyorlardı, Yu çadırın girişini araladığında arkasını dönmüş Shimey Von Bishory’yi gördüler. Cecilus da onun önündeydi.

 

Cecilus elini kaldırıp Shimey’ye arkasını işaret edecekti ki Yu bir zamanlar bir şeytana ait olan siyah kılıcını Shimey’in beyaz bir şahin işlenmiş koyu mavi pelerinin arkasında kalan sırtına sapladı ve kılıç adamın göğsünden dışarı çıktı.

 

“Sivina haklıymış,” dedi Yu. Ayağı ile Shimey’i itmiş ve yüzüstü yere düşürmüştü. “Arkası dönükken birilerini öldürmek çok kolay.”

 

Normalde Shimey bir plaka zırh giyiyordu ama Yu’nun meç benzeri kılıcı özellikle saplamak için yapıldığından zırhı delmesi çok zor olmamıştı.

 

“Neden görev yerinde değildin acaba?” diye sordu Shimey’e. Shimey henüz ölmemiş, can çekişiyordu ama kan kusarken cevap veremedi. “Görev yerini terk eden askerlerin infaz edilmesi gerekir. Yani diğer suçlarının yanında seni öldürmek için başka bir sebebim oldu.”

 

Yu, Shimey’in başına bastırdı ve yüzünü yer ile ayağı arasında sıkıştırırken adamı inletti.

 

“Rie’nin ölümünde payın olduğu için seni daha acılı bir şekilde öldürmek isterdim ama zamanım yok, o yüzden şimdilik bununla kurtuluyorsun.” Shimey’i biraz daha ezdikten sonra ayağını çekti. “Fakat sonraki sefere bu kadar merhametli olacağımızı zannetme.”

 

Tüm bunlar yaşanırken Cecilus atabildiği kadar yüksek sesle çığlık atmaya devam ediyordu.

 

“Ne kadar acınası…” diye düşündü Yurine. “Böyle birinin annem gibi yüce birine zarar verebildiği saçma bir dünya var olmamalı.”

 

Cecilus sandalyesinden kalkmış, Yu’nun yavaşça attığı her adımla birlikte geri gidiyordu. Yu siyah kılıcını kaldırdı ve Cecilus’a doğru savurdu.

 

Shimey Von Bishory’nin kanı Cecilus’un yüzüne sıçrayınca Cecilus bir kez daha çığlık attı ve korkudan boşalan dizleri yüzünden yere düştü. Kalçasının üzerinde gerisin geriye sürünüyordu.

 

“Boşu boşuna nefesini harcama,” dedi Yu. “Bizim sadık roaronlarımız dışında senin sesini duyabilecek kimse yok.”

 

Yurine’nin buradan görebildiği tek şey Yu’nun kahverengi saçları ve altın rengindeki peleriniydi. Daha iyi bir görüş elde edebilmek için Shimey’in üstüne basarak ilerledi ve Yu’nun yanına geldi.

 

Cecilus’un gidecek yeri kalmayıp sırtı yattığı yatağa çarpınca durmak zorunda kaldı.

 

“Lütfen, lüt-lütfen... Seni ödüllendiririm, beni öldürme.” Üzerine yürümeye devam eden Yu’yu korkuyla titreyen dudaklarından dökülen acınası sözlerle durdurmaya çalıştı.

 

Yu ona bir cevap vermedi, önüne geldiğinde ayağını kaldırdı ve tıpkı bir topa vurur gibi ayağının içi ile Cecilus’un çenesine vurdu.

 

Yu’nun ayağında çelik bir çizme olduğundan bu tekme Cecilus’un canını herhangi bir tekmenin acıtacağından daha çok acıtmıştı. Cecilus yere düştü ve ağlarken kırılmış dişlerini tükürdü.

 

“Seni de işkence ederek öldürmek isterdim ama bunu Cornelia’ya açıklayamam, o yüzden farklı bir yöntem kullanacağız.”

 

“Lül-lült-lütfen…”

 

Cecilus sümüklerini yutarak ağlarken galibarda rengi gözleri dolmuştu. Yaşlar yüzünden herhangi bir şey görebildiğinden emin değildi ama Yu’nun yüzüne bakıyordu.

 

“Uh-oh, ayağım kaydı.”

 

Yu’nun çizmesinin çelik burnu Cecilus’un karın boşluğuna çarptığında Cecilus kan tükürdü. Yurine de bunu yapmak istiyordu ama o işe dahil olursa Cecilus’u buracıkta öldürürdü.

 

“Yalvarıyorum sana, neden bunu yapıyorsun ki?” Yu onun karnına bir kez daha vurduğunda Cecilus cenin pozisyonu aldı. “Ne istersen veririm sana… Lütfen bana zarar verme…”

 

“Hmm? Ne istersem verir misin harbiden?” diye sordu Yu.

 

Cecilus başını sallarken Yu kılıcını kınına soktu, eğildi ve sağ eli ile Cecilus’u çenesinden yakalayıp ayağa kaldırdı.

 

“Sahiden mi? Ne istersem isteyeyim verecek misin? Hatta sana yaptıklarımı da unutacak mısın, ekselansları?”

 

“Evet, evet…” Cecilus burnunu çekerken başını sallayabildiği kadar salladı. “Ne istersen o olacak. Sen akıllı birisin değil mi? Böyle bir fırsatı kaçırmazsın. Toprak, para, kadın, ne istersen.”

 

“Çok cömertsin.”

 

Yu, Cecilus’u çenesinden tutmaya devam ediyordu. Cecilus’u fırlattı ve çocuk yatağın üstüne düştü. “Doğrul.”

 

Cecilus bir eli ile çenesini tutarken diğer eliyle gözlerindeki yaşları sildi. O, Yurine’nin beklediğinden çok daha acınasıydı. Karşı koymaya çalışacağını düşünmüştü ama hayatta kalmak için şekilden şekle girmeye çalışan bir bukalemun gibiydi.

 

“Ben kullarımı ödüllendirmeyi severim, ne dilersen dile yapacağım…” Konuşurken bağırmaya çalışıyordu ama çenesine yediği darbe yüzünden acı çekiyor ve kelimeleri zar zor anlaşılıyordu.

 

“Hmm… Sahiden cömert bir düksün sen, halkın ne kadar şanslı.” Yu gülümsüyordu. Gülümsemesi o kadar samimiydi ki parlayan mor gözleri gören Cecilus yaşayağına inanmıştı bile. “Pekâlâ, ekselansları. Bana, Bishory’nin burada ne aradığını anlatmakla başlayabilirsin.”

 

Cecilus başını salladı ve konuşabildiği kadar seri ve anlaşılır bir şekilde konuşmaya başladı.

 

“Planımız için buradaydı, dük olmam için bana yardımcı olacaktı.”

 

“Planınız? Bunun olmasını engellemek adına askerleri dağıtmış ve seni destekleyen her lordun yanında Cornelia’yı destekleyenlerden birini koymuştum oysaki…”

 

Anlaşılan onun destekçileri bu düzeni bir sorun olarak görmemişti.

 

“General Azil Zao Long, sana gelecekte Vermia Dükü olacağın vaadini verdi ve sen de şehri ona teslim ettin, öyle mi oldu?”

 

Cecilus başını salladı. “Evet.”

 

“Sonra Cornelia ile birlikte kuşatmaya geldin, Bishory ve diğerleri en başından beri planın parçasıydı… Düşman saldırdığında Cornelia’ya ihanet edecek ve tüm ordusunu Cornelia ile birlikte yok edecektiniz.”

 

Cecilus tekrar başını sallayarak onayladı.

 

“Ne kadar zekice bir plan, ekselansları. Sizin önünüzde şapka çıkarmam gerek.”

 

Cecilus gülümsedi. “Evet, evet öyle. Sen de zeki bir adamsın demek ki hemen fark ettin. Gerçekten bana faydalı olursun, senin gibi insanları hak ettikleri şekilde ödüllendiririm ben.”

 

Yu bir kahkaha patlattı. Kahkahası karanlığın içine o kadar batmıştı ki Yurine’nin karşılaştığı şeytanlar bile onu taklit edemezlerdi.

 

Yurine neden Yu’nun bir anda bu kadar korkutucu olduğunu anlamaya çalışırken Cecilus her şey yolundaymış gibi gülümsemesini sürdürmeyi denedi.

 

“Öyleyse planımıza geçelim,” dedi Yu. “Seni Bishoryler değil ben dük yapacağım. Karşılığında bana Bishoryler’in topraklarını vereceksin, Cornelia’yı da istiyorum. Anlaştık mı?”

 

“Evet, sen nasıl istersen.” Cecilus burnunu bir kez daha çekti.

 

“Öyleyse…” Yu ıslık öttürdü ve bir roaron içeri girdi. Elinde Başak Katedrali askerlerine ait bir zırh tutuyordu. “Bunları giyin, ekselansları.”

 

Yu, Cecilus’u çenesinden tuttu ve ayağa kaldırarak roarona doğru itti. Cecilus, Yurine’nin önünden geçerken Yurine ona çelme takarak yere düşürdü.

 

“Benim de ayağım kaymış,” dedi Yurine.

 

“Sorun olmaz, böyle şeyler her zaman olur.” Yu, Cecilus’u boynundan yakaladı ve bir kediyi kaldırır gibi kaldırdı. “Ekselansları?”

 

“Evet,” dedi Cecilus. “Ama neden bunu giyeceğim ki?”

 

“Cornelia’nın askerleri seni öldürmek istiyor. Bu zırhı giyerek onlardan saklanacaksın.”

 

Yu’nun mantıklı açıklamasının ardından Cecilus hiç sorgulamadan zırhı giydi. Zırh ona biraz büyük gelmişti ve miğfer gözlerinin yarısını kapatıyordu.

 

“Güzel,” dedi Yu ve tekrar ıslık öttürdü. İçeri giren Kigaro’nun elinde düşman birliklerinin oklarından bir tanesi vardı.

 

“Bu ne?” diye sordu Cecilus oku gördüğünde. Sırtını Yu’ya dönmüştü.

 

“Umut ile doldun değil mi?”

 

Yu, Cecilus’u cevaplamadı ve arkasından ona yaklaştı. Yu’nun göğsünün sırtına değdiğini hisseden Cecilus arkasını dönmek istedi ama Yu buna izin vermedi.

 

Kigaro’nun getirdiği oku eline aldı ve sivri ucu Cecilus’un boğazına dayadı.

 

“N-Ne… Ne yapıyorsun?”

 

“Rie’nin umut etmesini istemiştin, sevinmesini istemiştin, değil mi?” Yu ona cevap vermeden tekrar konuştu. “O kulede önce istediği şeyi bulduğunu düşünmesini istedin, bununla sevinecek ve hayaline bir adım daha yaklaşacaktı…”

 

“Ne diyorsun? Bırak beni!”

 

Cecilus, Yu’dan kurtulmaya çalışıyordu ama zayıf kolları Yu’yu itemeyecek kadar güçsüzdü. Yu sol kolunu onun karnına geçirmiş ve başını onun başına dayamıştı.

 

“O, kulede almaya geldiği şeyin aslında orada olmadığını anlayacak ve hayalleri yıkılacaktı… Sonra da bir hiç uğruna ölecekti… Değil mi?” Yu sağ elindeki oku Cecilus’un boğazına batırdı. Kanıyordu. “Değil mi ekselansları!”

 

Cecilus cevap veremedi ama derin nefesler almaya başladı. Yurine onun çenesinden damlayan kanın arasında ter de olduğuna emindi.

 

“Kendimi senin yerine koyup düşündüğümde bunu anlaması zor olmadı.” Cecilus tekrar ağlıyordu ama bu sefer dudaklarından hiçbir kelime dökülmüyordu. “Ben de ona yaşatmak istediğin duyguları sana yaşatmak istedim. Aslında bu çok merhametli ve böyle bir merhameti hak etmiyorsun ama zamanı geri aldıktan sonra senin bir köpek gibi öldüğünden emin olacağım.”

 

“Beni öldürürsen…” diye fısıldadı Cecilus.

 

“Seni öldürürsem, ne?” Yu okun sivri ucunu batırmayı kesti. Biraz daha ileriye götürürse Cecilus olması gerekenden erken ölecekti. “Ben seni öldürmeyeceğim ki… Ablan her ne kadar seni sevmese de ona seni öldürdüğümü söylersem benim hakkımda ne düşünür? Hayır, Cecilus, seni ben öldürmeyeceğim. Sen, seni esir tuttuğumuz çukurdan bir şekilde kaçacak ve yardım istemek için koşarken bir düşman oku tarafından vurulacaksın.”

 

Planları buydu. Cornelia’ya Cecilus’u yakalayacaklarını, insanların onu fark etmemesi için asker kıyafetleri giydirip bir çukura hapsedeceklerini söylemişlerdi. Savaştan sonra da Cecilus yargılanacak ve Cornelia düşes olacaktı.

 

Cecilus’un Vermia’yı kolayca kaybetmesi onun ihanet etme potansiyelini açıkça gösteriyordu ve bu yüzden de bu kadar erken harekete geçmişlerdi.

 

Cornelia onun suçlarını da duyunca bu plana onay vermiş ve ardından Yu gidip Mark Von Salamon’a asıl planını anlatmıştı.

 

Mark’a onların kardeş olduğunu ve Cornelia’nın Cecilus’un ölmesine müsaade etmemesi ihtimalinden söz etmiş, Cornelia’nın haberi olmadan Cecilus’u öldüreceklerini söylemiş ve bir büyülü anlaşma ile planın gizliliğini sağlamıştı.

 

Mark ile birlikte Cecilus’u götürecekleri bölgede ayarladıkları özel askerler, ölü bir askerin cesedinin Yu tarafından onların cephesine getirildiğini söylemeyecekti.

 

Zaten bunu pek çoğu fark etmezdi bile ama önlem almak her zaman daha iyiydi.

 

“Eee, ekselansları? Hayal kırıklığınız nasıldı? Umutlarınızın yıkılması nasıl hissettiriyor? Bana sorarsan ben, senin tüm bu olumsuz duygularından zevk alıyorum.”

 

Yu, Cecilus’u öldürmek için kendini hazırladı.

 

“Sen bir canavarsın,” dedi Cecilus. Ağlıyordu ama onun gibi acınası bir varlık bile bu raddeden sonra yalvarmanın fayda etmeyeceğini anlamıştı.

 

“En az senin kadar,” diye cevapladı Yu.

—-----------------------

19.04.2022 - 23:13






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr