Cilt 3 - Bölüm 38: Desteğe Muhtaç Destek Kuvvetleri

avatar
369 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 38: Desteğe Muhtaç Destek Kuvvetleri


“Gemi birazdan demir atacak diyorlar.”


Kigaro’nun suratından düşen bin parçaydı. Aslan soyundan gelen savaşçı, annesinden ayrı kalmış yavru kedi gibi gözüküyordu.


Yeşim Ejderhası’nın öfkesinden kurtarabildikleri yalnızca on yedi gemi ve iki bin askerdi. Sağ kalan askerlerin çoğu savaşma arzularını kaybetmişti ve ölen arkadaşlarının yasını tutuyorlardı.


Birinci grupla birlikte gelen kuşatma silahı ve erzakın neredeyse tamamı yok olmuştu. Vermia kuşatmasına destek kuvvet olarak değil, yardıma muhtaç insanlar olarak gidiyorlardı.


Kigaro koltuğun üzerinde uyuyakalmış kıza acıyarak baktı. Yurine’nin gözyaşları yanaklarının üstünde kurumuştu. Onun kendi suratını parçalamasına güçlükle engel olabilmişlerdi ve bunu yapmayı denerken az kalsın Kigaro’nun kolu kırılacaktı.


Başak Şövalyelerinin ilki, yıkılmış bir hâlde başını masaya gömdü. Umutla çıktığı bu yolun kendisini yaşlandıklarında anlatmaya değer bir maceraya götüreceğini hayal etmişti ama karşılaştığı şey bir macera değil, dehşet ve felaketti.


“Diyecek bir şeyin yoksa gidiyorum.”


Sivina başını masadan kaldırmadan eli ile gitmesini işaret etti. Kigaro, Yurine’yi uyandırmamak için kaptan köşkünün kapısını yavaşça kapatarak dışarı çıktı.


Eğer Yurine’yi uyandırırlarsa tekrar uykuya yatırmaları çok zor olacaktı. Bilincinin açık olduğu her an kendine zarar vermeye çalışıyor, öfkeyle suçlayacak birilerini arıyor ve yemek yemeyi reddediyordu.


“Büyükannem kılıç perileri ile ilgili ne demişti? O... Ölecek mi?”


Sivina’nın babaannesi çocuklara hikâyeler anlatmaya bayılırdı. Sivina da uzun bir süre önce onun dizinin dibine oturup anlattığı hikâyeleri dinleyen bir çocuktu.


Babaannesinin anlattığı hikâyelerde kılıç perileri de vardı. Sivina’nın hatırladığı kadarıyla kılıç perileri sevdikleri insana karşı sonsuz sadakatle bağlanır ve sevdiklerinin ölümünün ardından onlar da ölürdü.


Aynı şekilde bir kılıç perisinin sevdiği kişi de kılıç perisi öldüğünde ölürdü. Sevilen kişi ve kılıç perisi ardında böyle bir anlaşma vardı.


“Zayıflayıp ölecek mi?”


Başını hafifçe kaldırdı ve gözünün ucuyla Yurine’ye baktı. Sivina için onu uyutmak, Kızılşapel Katili ile savaşmaktan çok daha zordu.


“Neden... Neden beni kurtarmayı denedi ki?”


Ejderhanın kuyruğu ile vurduğu yelken direği Sivina’nın üstüne düşecekti. Onun böyle bir hamleden kolayca kurtulması lazımdı, Sivina’nın hızı ve çevikliği buna müsaade ediyordu ama ilk kez böylesine bir dehşet ile karşılaşmış, şaşkınlık yüzünden her şeyin bittiğini düşünerek dona kalmıştı.


“Ben onun, birisini kurtarmak için hayatını tehlikeye atacağını hiç düşünmemiştim. Neden böyle bir şey yaptı ki? Onun karakterine ters...”  Yumruklarını sıktı. “Üstelik birilerini koruması gereken kişi benken...”


Yu Valarfin suya düştükten hemen sonra onun peşinden atlamış, suyun içinde onu aramıştı.


Ama ne kadar uğraşsa da nafileydi, onu bulamadı. Yu Valarfin bir anda ortadan kaybolmuştu. Suyun olağandışı soğukluğuna daha fazla dayanamayarak gemiye geri çıktığındaysa Yurine ile göz göze geldi.


Yüzünü parçalamaya, saçlarını yolmaya çalışıyordu. Elleri tutulduğunda da dilini ısırmayı deniyordu. Sivina için onun o hâlini görmek sonsuz bir suçluluk duygusuna gömülmesine yol açmıştı.


Sivina’nın tırnakları derisine girdiğinde avuçları kanamaya başladı. Yu Valarfin onun yüzünden ölmüştü.


Hıçkırmamak için kendini zorluyordu. Eğer gözyaşları akarken bir de hıçkırmaya başlarsa Yurine’yi kesinlikle uyandıracak ve işkence yeniden başlayacaktı.


“Neden böyle bir şey yaşandı?”


Yeşim Ejderhası’nın barışçıl olduğu söylenmişti. Üzerlerinde uçtuğu sırada da öyle gözüküyordu. Kendi filolarından biri ya da birileri ona karşı ilk saldırıyı başlatmasaydı güvenli bir şekilde yolculuklarını tamamlayabilirlerdi.


Ama saldırı emri verilmemesine rağmen bir saldırı olmuştu. Üstelik bu saldırı basit bir ok saldırısı değildi; bir büyücünün elinden çıkan ve ejderhanın canını yakabilecek kadar güçlü bir saldırıydı.


“Neden?”


Başını kaldırdı ve kanattığı ellerini mendillere sildi. Sonra bir başka mendili kullanarak gözyaşlarını sildi.


Saldıran kişi ejderhayı öldürebileceğini mi düşünmüştü? Yoksa korktuğu için mi saldırmıştı? İkisi de muhtemel olabilirdi.


Fakat Sivina, orduya büyü kullanabilen birisini aldıklarını hatırlamıyordu. Link mi almıştı? Ama Link bunu yapsaydı onlara söylerdi ve bir şekilde bir büyücü ordularına girmiş olsa bile Yurine ya da Ana bunu hissedebilmeliydi.


Bir şekilde onların arasına büyü kullanabildiğini iyi şekilde gizlemiş bir intihar bombacısı girmiş olmalıydı.


Ve bu kişi aralarına gizlice katıldığı için birilerinin maşası olabilirdi. Belki de birileri tüm orduyu yok etmek için ejderhayı kışkırtmak istemişti.


“Ama bu bir intihar saldırısı! O kişi öleceğini bilmiyor muydu?”


Kaçmak için bir yol düşünmüş olması fikri bir yana bırakıldığında, tek başına bir ejderhaya saldırmak dünyanın neresinde olursa olsun aptalcaydı ve saldıran kişiler tanrıların dikkatini çekecek güçlere sahip değillerse çok büyük bir ihtimalle eylemleri, ölümleriyle sonuçlanırdı.


“Kaçmak için bir yol düşünmüş olsa bile işin riskini söylemeye bile gerek yok. Bir yerden başka bir yere ışınlanamıyorsa ejderhanın öfkesine uğrayacak.”


Işınlanma mümkün değildi ve Elhaven’de ışınlanma hakkında tartışan büyücüler ikiye ayrılmıştı: İlk taraf ışınlanma çalışmaları yapılmasını savunurken ikinci taraf ışınlanmanın tehlikeli olduğunu, bir noktadan diğerine ışınlanan kişinin aynı benliğe sahip olamayacağını savunuyordu.


Tartışan iki grubun da emin olduğu şey bugün ışınlanma diye bir büyünün olmadığıydı.


“Uçarak mı kaçtı? Uçabiliyorsa ejderha onu görmez miydi? Hem uçabilecek kadar güçlü bir büyücü neden bir ejderhadan korkar ya da kendini bir komploya dahil eder ki?”


‘Ejderhadan korktuğu için saldırma’ fikrinin gerçek olmayacağına inanıyor, yaşananların ordularını yok etmek için bir plan olduğunu düşünüyordu.


“Peki ya neden? Yu Valarfin kendine bir düşman mı kazanmıştı? Peki, neden düşmanı doğrudan Yu’yu öldürmeyi denemek yerine böyle bir plan izledi? Kişisel intikam meselesi olamaz.”


Sivina’ya göre felaket biri ya da birileri tarafından planlanmış, bunun için ölümü göze alınacak bir maşa bulunmuş ve Vermia’ya giden ordu yok edilmek istenmişti.


“Ama nedeni ne olursa olsun Yu, benim yüzümden öldü.”


Onun yüzme bilmediğini biliyordu. Yu Valarfin boğularak ölmüş olmalıydı.


“Onu ben öldürdüm.”


Bu üç kelime, toprağa saplanan kılıç misali kalbine saplandı. Başını tekrar masaya dayadı ve bu sefer hıçkırıklarına engel olamadı.


Yu Valarfin’i öldürmenin pişmanlığı yaşlara dönüşerek vücudundan dışarı akıyordu. Akan burnunu silebilmek için yeni bir mendil aldı.


“Neden böyle bir şey yaptın ki...”


Kapı hafifçe çalındığında Sivina başını tekrar kaldırmak zorunda kaldı. Oysaki başını gömmek ve bu utancı kimsenin görmemesini sağlamak isterdi.


“Geldik.” Kapıdaki yine Kigaro’ydu. “İçeri geliyorum.”


Kigaro, Yurine’nin uyanma ihtimaline karşı içeri girerken Sivina ayağa kalktı ve Yurine’nin uyuduğu koltuğa yöneldi.


Onu tekrar uyandırmak istemiyordu. Bu yüzden kucağına alıp götürecekti ama elini onun dizlerinin altından geçirmeyi denediği anda Yurine uzun siyah kirpiklerinin aralayarak kırmızı gözlerini açtı.


“Yu?”


Yurine’nin çatallı sesinin devam gelmedi. Sivina ve Kigaro savaş alanında korkusuz olabilirlerdi ama bir çocuğa babasının gittiğini söyleyecek cesareti kendilerinde bulamıyorlardı.


“Y-Yu...”


Sivina’nın kuruduğunu düşündüğü göz pınarlarından tekrar yaşlar aktı, dudakları titreyen kılıç perisi kekeliyordu.


Hızlı ve derin nefesler alırken göğsü de aynı hızda şişip iniyordu. Sivina dudağını ısırdı ve hiçbir şey yapamadığı için kendine kızdı.


“Y-Yu... Yu... N-Nere-Nerede?”


“Ağzına koymak için bez ver.”


Efendisinin buğulu gözleri ve çatallı sesi ona krizin yaklaştığını söylüyordu. Yu’nun yaşadığı cevabını almadığı sürece onu durduramayacaklardı ve Sivina ona o cevabı veremezdi.


Babaannesinin anlattığı gibi olmalıydı, kılıç perisi ya da sahibi ölürse arkada kalan da onu takip ederdi.


“Ama ben onu korumaya yemin ettim. Başak Şövalyesi olarak görevim...”


“YU NEREDE!” Yurine bir çığlık attı ve vücudundan yayılan rüzgâr hem Sivina’yı hem de Kigaro’yu odanın karşısındaki duvara çarptı.


Sivina inleyerek başını kaldırdığında Yurine’nin ellerini yüzüne götürdüğünü gördü. Amacı tırnaklarıyla kendi yüzünü parçalamaktı.


Sivina ve Kigaro aynı anda fırladı ve yüzünü parçalamasına engel olmak için Kigaro onun ellerini tuttu. Doğasından ötürü dokuz yaşında herhangi bir çocuktan daha güçlü olan Yurine, tırnaklarını Kigaro’nun ellerine batırıyor ve kanatıyordu.


Ellerini kullanarak kendine zarar veremeyen Yurine’nin dilini ısırarak kendini öldürmemesi için bir bez aldı ve o çığlık attığı esnada ağzına tıkadı. Daha sonra da onu tükürmesine engel olmak için bağladı.


Onu bu hâle sokmayı istemiyordu ama sözleri onu sakinleştirecek kuvvetten mahrumdu. Yurine’nin kendine zarar vermesini engellemenin tek yolu buydu.


“Doğasında ölmek varsa onu engellemek için ne yapabilirim? Şövalyesi olarak yeminim Başak Kardinali’ine sadık kalmak. Onu korumalı ve onun için savaşmalıyım... Ama... Ölmek onun doğasıysa... O, Yu Valarfin’in arkasında bıraktığı kişi...”


Ne yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Yurine, koruması gereken çocuk kendini öldürmeyi deniyordu. Yine de o çocuğun hayalini desteklemeliydi ve bunun için de Vermilia desteği almalılardı. Vermilia desteği için de Vermia şehri gerekiyordu. Vermia’yı almak içinse ordu.


Altı bin askerden geriye iki bin asker kalmıştı.


İkinci grubun akıbetinin ne olacağını bilmiyordu.


Yurine karınlarını tekmelerken Sivina’nın delecekmiş gibi yere bakan gözleri bu düşüncelerle boğuştuğunu gösteriyordu.


Birkaç saniye sonra geminin diğer yolcuları Yurine’yi sakinleştirmek için kaptan köşkünde belirdi.


Ama değil otuz roaron, bir ordu gelse bile Yurine’yi sakinleştirmek mümkün olmayacaktı. Sahip olduğu tek varlığını kaybetmiş bir insanı sakinleştirmek olağanüstü yetenek gerektirirdi.


“Burada ne oluyor?”


Kaptan köşkündeki roaronlar birine yol verdi ve galibarda rengi saçlara ile aynı renk gözlere sahip bir kadın içeri girdi.


***


Hayatın sertleştirdiği yüzünde doğal bir güzellik vardı.


Parfümlenmiş galibarda saçları örülmüştü ve sırtından sarkıyordu. Gülümsese yüzüne ayrı bir güzellik katacak dudakları bıçak gibi düzdü. Sivina’dan birazcık daha uzun, Yu ile eşit boydaydı. Galibarda rengi gözlerinde şefkatten yoksun sert bakışlar vardı.


“Kendimi düzgünce tanıtayım. Ben, Leoral Dri Vermilia’nın büyük çocuğu Cornelia Vermilia’yım.”


Cornelia kendini tanıttı ve onun ardından kardeşi konuştu.


“Vermia Dükü Cecilus Vermilia,” dedi Cecilus. Bir elini göğsüne götürmüş ve kibirli bir şekilde gülümsemişti.


Onun kibri Yu’nun kibrinin aksine iticiydi.


Cornelia giydiği gümüş renkli zırhın göğsünde Vermilia ailesinin sembolü olan kükreyen aslan vardı.


Cecilus ise günlük hayatını yaşıyormuş gibi rahat bir kıyafet giymişti. Omuzlarından aşağıya düşen pelerin kısa boyuna özel olarak dikilmişti. Sivina’nın erkek kardeşlerinden onun boyunu geçmeyenler sadece henüz ergenliğe girmemiş olanlardı ama Cecilus’un boyu ablasını geçmek yerine yalnızca onun göğsüne kadar geliyordu.


Cecilus’un da ablası gibi galibarda rengi gözleri vardı ama saçları saman sarısıydı. Yüzü ablasınınki kadar sert değildi ve gözlerinde belirgin bir sadistlik vardı. Cecilus’un yüzü ablasının asaletinden yoksundu, o sadece sürekli gülen şımarık bir çocuktu.


Cecilus kendisini Vermia Dükü olarak tanıttığında Cornelia dişlerini sıktı fakat öfkeli gözlerini ona çevirmedi.


“Başak Kardinali Neko’nun Şövalyesi Sivina Ecues.” Sivina kendini tanıttı ve roaronlara döndü. “Kardinalin özel muhafızlarının komutanı Kigaro. Komutan yardımcısı Dimen.”


Vermilia kampında, Cornelia Dri Vermilia’nın çadırındaydılar. 


Sivina buraya gelirken yüzlerinde umutsuzluk olan askerler dışında hiçbir şey görmemişti ve askerlerinin motivasyon eksikliği ile durumlarının umutsuzluğu Cornelia’nın sert yüzünün açıklaması olabilirdi.


Ama durum böyleyken Cecilus’un neden bu kadar mutlu olduğunu anlayamıyordu.


“Yani kardinaliniz hizmetçisini kaybetti diye kendini öldürmeye çalışıyor? Böyle bir çocuğu ne diye kardinal yaptınız ki?” diye sordu Cecilus. Dişlerini göstererek gülmeye devam ediyordu.


“Sinir bozucu piç...”


Sivina başlarından geçeni anlattığından beri Cecilus sadece dalga geçiyordu. Sanki ona yardım etmek için buraya gelmemişlerdi de Cecilus’un düşmanıydılar.


“Cecilus!”


Cornelia’nın kükremesi Sivina’ya bir aslanı andırdı. Kardeşler arasında bir aptalın bile anlayacağı kadar büyük farklar vardı.


Ablasının kükremesi önce Cecilus’u titretti ama çocuk başını sallayarak konuştu.


“Heh~ Haksız mıyım? Neden bir hizmetçiyi kaybettiği için insan ağlar ki? Başkasını bulabilirsin. O oyuncaklarına aşırı bağlanmış bir çocuk sadece. Hem de aptal bir çocuk.”


“SÖZÜNÜ GERİ AL!”


Cecilus aslan sancağı taşıyan bir aileye mensup olabilirdi ama Dimen gerçek bir aslandı, ayaklanıp kükrediğinde Cecilus küçük bir kız gibi çığlık attı ve oturduğu sandalyeden düştü.


Kardeşini hiç umursamayan Cornelia sadece eline aldığı bir kalemi parmağının üzerinde döndürdü ve Dimen’in sesini duyup içeri gelen şövalyelere eli ile dışarı çıkmalarını işaret etti.


“Abla!”


Cecilus hem korkmuş hem de sinirlenmişti. Ablasına baktı ama ablası Cecilus için parmağını bile kıpırdatmaya niyetli değildi. 


“Sadece iki bin asker mi geldi?” diye sordu Cornelia.


“Evet, okçu birliğinin çoğu yok oldu. Piyadelerden kalanlar da bunlar.”


Cornelia az önce yaşanan gerginliği görmezden gelip devam ettiğinde Sivina da aynısını yaptı ama Cecilus huzursuzluk çıkarmaya yönelik arzusunu sürdürüyordu.


“O yaratığı görmezden mi geleceksin? Beni yere düşürdü!”


Cornelia kardeşini görmezden gelerek konuşmaya devam ettiğinde Cecilus dudaklarını ısırdı, yumruklarını sıktı ve ayaklarını yere vurmaya başladı. Küçük bir çocuk gibiydi ama onun bu hâllerine alışmış olan Cornelia hiç umursamadı.


“Vermia, Yeşim Gölü’nün kıyısındadır ve onu pek çok kez kıyıda uçarken gördüm. İlk kez Yeşim Ejderi’nin birilerine saldırdığını duyuyorum.”


“İçimizden kim olduğunu bilmediğim biri, anlamadığım bir nedenden ötürü ejderhaya saldırdı. Yeşim Ejderi de karşılık verince... Bu hâle geldik.”


“Onu kışkırttınız yani, aptallar,” dedi Cecilus.


Sivina zaten sinirliydi ve eğer bu odada tek olsalardı bu siniri Cecilus’un dişlerini sökerek çıkarmayı denerdi.


“Anlıyorum, geçmiş olsun,” dedi Cornelia. Sonra da konuşacakları diğer konulara geçtiler.

-------------------------
28.03.2022 - 22:38






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr