Cilt 3 - Bölüm 26: Yorumsuz Şeyler

avatar
403 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 26: Yorumsuz Şeyler


Dayak yemek insanın gururunu kırardı.

 

Bir kızdan dayak yemekse Yu Valarfin için çok daha gurur kırıcıydı.

 

Sokakta ‘dayak yemeden dayak atması öğrenilmez’ diye bir söz vardı ve eğitime başladığında güçlenmek için hırpalanacağını biliyordu. Buna rağmen Sivina tarafından pataklamak hâlâ gururunda yaralar açıyor ve kendini aciz hissettiriyordu.

 

“Bununla bir sorunum yok.”

 

Gururunu yok saymayı başaramamış olsaydı eğitim başladığı gibi biterdi fakat gelecekte gururunun daha fazla incinmemesi için şimdilik gururunu boş vermiş ve Sivina’dan dayak yemeye devam etmişti.

 

“Sırtınızı dik tutun lütfen.”

 

Sivina’nın tek darbesi Yu’nun dengesini kaybedip sendelemesi için yeterliydi.

 

Kendisine verilen eğitim henüz başlangıç seviyesindeydi ve Sivina kibar davranıyordu, kendisine kibar davranıldığını eğitim sırası Ana’ya geçtiğinde anlayabiliyordu. Yine de Yu berbattı. Şu anki hâli ile on dört yaşında bir şövalye yaveri bile eline kılıç alıp Yu’yu dövebilirdi.

 

“Bacaklarınızı açın! Nasıl geri çekiliyorsunuz? Böyle olmaz!”

 

Sivina elindeki tahta kılıcı Yu’nun göğsüne doğru düz bir hizada ilerletti. Eğer o gerçek bir kılıç olsaydı Yu’nun göğsünde bir delik açılabilirdi.

 

Yu içi kumla dolu tahta kılıcını kullanarak hamleye karşı kendini savunmakla kaçmak arasında kararsız kaldı.

 

O kaçmaya karar verdiğindeyse çok geçti, Sivina’nın tahta kılıcı Yu’nun göğsüne çarptı ve dengesini kaybederek sırt üstü yere düşmesini sağladı.

 

“Bunun başlangıç seviyesi olduğuna emin miyiz?”

 

Virgo’ya olan yolculuklarının üçüncü günüydü. Mora’ya geldiklerinden daha kalabalık bir kafileyle yolculuk ediyorlardı ve hareket hızları düşüktü.

 

Şubat ayının sonuna geliyorlardı ve yakında baharı karşılayacaklardı. Yerlerde hâlâ kar olsa da yakında eriyecek ve beyaz örtünün altından yeşil bir zemin çıkacaktı.

 

Leoral’in kafilesi üç yüz kişiden oluşuyordu. Bunların iki yüz tanesi askerdi ve kalanları hizmetçiler ya da askerlerin aileleriydi.

 

Mora’dan buraya gelirken gün içinde fazla mola vermezlerdi ama Virgo’ya olan yolcuklarında defalarca kez mola veriyor ve zaman kaybediyorlardı. Sebebi, Leoral’in uzun süre yolculuk etmekte zorlanmasıydı.

 

İyi yönünden baktığında Yu’nun molalar esnasında antrenmana ayıracağı bolca vakti oluyordu. Sivina’nın da yapacak işi olmadığı için Yu’yu eğitiyordu.

 

“Sabahları teorik, akşamları da uygulama. Üstelik size nazik davranıyorum.”

 

“Biliyorum. Sen bana bakma, ne kadar sızlanırsam sızlanayım devam et çünkü ben bir süre böyle sızlanacağım.”

 

Sivina’nın uzattığı eli tuttu ve ayağa kalktı. Sabahları ona kılıcı nasıl tutacağını, vücudunun nasıl pozisyon alacağını ve ayak ile el hareketlerini gösteriyordu.

 

Akşamları ise uygulama içindi. Yu’nun karşısına Sivina geçer ve öğrendiklerini sergilemesini isterdi.

 

“Yine de nazik olmasaydın ne kadar berbat bir deneyim yaşardım merak ediyorum.”

 

Gülerek konuştu. Vücudunu yan döndürdü, bacaklarını açarken sırtını dikleştirdi ve kılıcını Sivina’ya doğrulttu.

 

“Eğer sana kaba davranırsa ona kızacağım, Yu. Sen merak etme.”

 

“Küçük bir kız tarafından korunmak utandırıcı...”

 

Yu’nun Sivina’dan kılıç eğitimi alacağını öğrendiğinde Yurine sinirlenmiş ve karşı çıkmıştı. Yurine gerektiği zaman Yu’yu koruyabileceğini söylüyordu. Yu onun böyle düşünmesinden mutluydu ama kılıcı öğrenmek istemesindeki sebeplerden biri de kendi kızı olsa ve onu sevse de küçük bir çocuğun korumasına muhtaç olmaktan hoşlanmamasıydı.

 

Yine de Yurine’nin koruma isteği Yu’yu gülümsetti.

 

Yu kılıç konusunda ısrarcı olunca Yurine eğitim sırasında onları gözetleyeceğini söyledi. Yu bunun kendisi adına endişelendiği için mi yoksa Sivina ile kırıştırmasını engellemek için mi olduğunu merak ediyordu.

 

“Ben Bay Valarfin ile empati yapabiliyorum. Bir zamanlar ben de aynı durumdaydım.”

 

Yurine bir kayaya oturmuştu ve Ana onun yanında durup kendi sırasının gelmesini bekliyordu. Ana eğitimde Yu’nun önünde olduğu için o da bazen Yu’ya yardımcı oluyordu.

 

“Geliyorum.”

 

Sivina da Yu ile aynı pozisyonu aldı. Yu’nun sırtı Yurine’ye bakarken Sivina’nın göğsü Yurine’ye bakıyordu. Yu’nun göğsünün baktığı yönde ise yakınlarına kamplarını kurdukları deniz vardı.

 

“Kaçma, savun!”

 

Sivina, Yu’nun eline vurarak kılıcını düşürmeyi denedi. Yu kendi kılıcıyla hamleyi karşıladı ve ilk kez Sivina’nın ani bir hamlesini karşılamanın sevincini yaşadı.

 

Bunun sebebi Sivina’nın ona savunmasını söylemiş olmasıydı ama elini Sivina’nın kılıcından korumayı başardığı için hâlâ mutluydu.

 

Fakat mutluluğu uzun sürmedi. Yu’nun göğsünü sevinç ve heyecan kaplarken Sivina’nın kılıcının ucu tekrar Yu’nun göğsüne çarptı.

 

Sivina yavaş olduğundan bu sefer yere düşmedi ama inleyerek birkaç adım geriledi.

 

“Korkuyor musunuz? Korkarsanız kendinizi savunamazsınız.”

 

“Sen üstüme böyle gelirken korkmamam imkânsız gibi bir şey...”

 

“Bir savaşçı olarak bunu iltifat kabul ediyorum, bir kız olarak bunu kaba buluyorum.”

 

Sivina tekrar savaş pozisyonunu alırken Yu’nun da aynı pozisyona geçmesini bekledi.

 

“Bu gece göğsüm kaçıncı defa Sivina’nın kılıcı tarafından deliniyor acaba? Defalarca kez öldüm.”

 

Yu kendini sonraki ölümüne hazırlarken sarışın bir adamın sesini duydu.

 

“Ona kızma, korkmamak elde değil. Her insan birisi onu öldürmek için geldiğinde korkar. İlk savaşında korkudan altına işemeyen fazla kişi yoktur.”

 

Eğitimlerini izlemek için yanlarına gelen Link de Yurine’nin yanına geçti.

 

“Babam da benzer bir hikâye anlatmıştı. Korkması iyi bir şey, korkmayan insan aptaldır ama korkunun aklını ele geçirmesine de müsaade etmemeli, yoksa ölür. Pozisyon al Yu Valarfin!”

 

Yu’nun hâlâ pozisyon almadığını gören Sivina bağırdı ve Yu hemen aynı pozisyona geçti.

 

Ardından Sivina tekrar ona saldırdı. Yu hâlâ korkuyordu, on saniye içinde duyduğu birkaç cümle korkuyu yenmesinde yardımcı olacak değildi.

 

Sivina tahta kılıcını Yu’nun göğsüne yönlendirdi. Yu kendi kılıcıyla onu karşıladı ve yana yatırdı. Kılıçlar yana yattığında Sivina bir adım geriledi ve kendi kılıcını Yu’nun kılıcından kurtardı. Kılıcın serbest kalmasından sonra az önce attığı bir adımın karşılığında ileriye iki adım attı. Yu’nun aklını kaplayan şey bu sefer başarısız olma korkusuydu. Yu korkuya kapıldı ve donakaldı. Sivina’nın tahta kılıcı tekrar Yu’nun göğsüne çarptı.

 

Yu bu sefer dengesini kaybedip düşmemişti ama gerçek bir savaşta olsaydı şu anda ölü olurdu. Yine de Sivina ölmüş rakibine rahat vermedi, kılıcını kaldırdı ve Yu’nun kılıcı tuttuğu eline vurdu.

 

Yu’nun canı inanılmaz bir şekilde yandı ve çığlık atarken kılıcını yere düşürdü. Ardından da eline baktı. Elindeki beyaz eldiven ıslanıp kararırken Yu orada olağanüstü bir sıcaklık hissediyordu.

 

“İyi misiniz?”

 

“Tch... Ah...”

 

Yu inlerken eldiveni elinden çıkardı. Sağ eli kanıyordu. Eğitim esnasında bir yerinin kanaması doğal olduğu için elbette bununla ilgili bir şikâyette bulunmayacaktı.

 

Ama onu korkutan bir şey vardı, akan kan siyahtı ve Yu’nun elinden yere damlıyordu. Kan yere düştüğünde beyaz zemin kararıyor ve karın üzerinden duman çıkıyordu.

 

“Yu!”

 

Yurine ve Ana yanına koşarken Yu hâlâ eline bakıyordu. Siyah kan, karı anında eritecek kadar sıcaktı ama Yu’nun canı buna rağmen yanmıyordu. Sıcağı hissetse de acıyı hissetmiyordu.

 

Eldivenin altında kalan ve serçe parmağına takılı mor kurdelenin eridiğini gördü.

 

Bundan kısa süre sonraysa parmaklarını istediği gibi hareket ettiremediğini fark etti. Eli uyuşmuştu.

 

“Yu iyileştireceğim merak etme!”

 

Yurine, Ana’dan aldığı bir mendille Yu’nun elini temizledi ve mendili hemen yere attı. Mendil yere düştüğünde karı eritti.

 

“Ben...”

 

“Sivina.”

 

Yurine şifa büyüsü yapıp yarayı kapatırken Yu mırıldandı. Mırıldanması Sivina’ya ulaşıp onu susturmuştu.

 

“Ana ile eğitiminiz bittiğinde kuş, fare, yılan gibi küçük hayvanları bir kafesin içine toplayıp çadırıma getirin. Birkaç tane yeter.”

 

Yu’nun gözü hâlâ eriyen kardaydı. Kurdelesi de tamamen eriyip yok olmuştu. Eğer yalnızca o kurdeleyi kullansaydı üzülürdü ama görevini hatırlatan kurdelesini her gün değiştirdiği için onlarla duygusal bağ kurmuyordu.

 

“Seni cezalandırmaya çalışmıyorum. Yanlış anlayıp kendini kötü hissetme.”

 

Yu’nun elindeki deri kızarmıştı. Yurine’nin şifa büyüsü sayesinde oluşan soyulmalar iyileşmişti ama şifa büyüsü olmasa Yu’nun eli berbat bir hâl alabilirdi.

 

“Neden kanın böyle?”Elinden akan kanı gördüğünden beri hiçbir şey konuşmayan Link, karın içinde yürüyüp yanına geldi ve Yurine’nin hâlâ şifa büyüsü uyguladığı ele baktı.

 

“Kanımın böyle olduğunu yeni öğreniyorum,” diye cevapladı Link’i. Yalan söylemiyordu.

 

“O yüzden mi?” diye sordu Ana. Yu’nun omzundaki laneti kastediyordu.

 

“Muhtemelen.”

 

Yu’nun omzundaki lanet kanını siyaha çevirmişti, tek açıklama buydu. Şeytan tarafından lanetlenmeden önce de vücudu kanadığı için kanının kırmızı olduğunu biliyordu.

 

Lanetten sonra ilk defa yara almıştı ve şimdi vücudundan akan kan siyahtı. Tek farklılık renginde değildi, kanın sıcaklığını hissedebiliyordu, anormal derecede sıcaktı. Eğer eli yanmanın acısını hissedebiliyor olsaydı sıcaklık Yu’nun haykırmasını sağlardı.

 

Parmağına bağladığı ince kurdeleyi eritmesi endişelenmesi gereken bir konuydu. Yu böyle bir şeyle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu.

 

“Anlamıyorum, o yüzden ne?” Link yere eğilmiş ve eriyen karı incelemeye başlamıştı. Kar üzerinden duman tüten siyah bir sıvıya dönüşmüştü.

 

“Anlamana gerek yok. Gördüğünü kimseye söylemeyeceksin,” dedi Yurine. Yu’nun söylemek istediklerini söyledi.

 

Başak Kardinali’nin verdiği emir yüzünden Link susmak zorunda kaldı.

 

Şifa büyüsü sona erdiğinde Yu’nun elinde hiçbir şey olmamış gibi gözüküyordu. Bir yara yoktu ve derisi de normaldi.

 

“Damarlarımda bunun dolaştığını düşünmek korkutucu.”

 

Kimse konuşmadı ve Yu, sol elini kalbine götürdü.

 

“Beni hâlâ öldürmüyorsa ya bağışıklığım var ya da beni yavaş yavaş öldürüyor. Şu anda yapabileceğim tek şey ilk seçeneğin doğru olduğunu ummak. Zaten hastalığım yüzünden ömrüm az, bu şey ömrümü daha fazla kısaltmamalı.”

 

Vücudunda dolanan bir zehir olduğunu bilmek kendini örümcek gibi hissetmesini sağlıyordu.

 

“Bu şey bir başkasının vücuduna girse ne olurdu?”

 

“Bir sorun kaldı mı?” diye sordu Link.

 

“Hayır.”

 

Artık sonlarında olsalar da hâlâ kıştaydılar ve hava soğuktu. Yu üşümemesi için ellerini cebine soktu.

 

“Buraya şu iş için gelmiştim. Seninkileri de yapmış.”

 

“Ah... O iş mi?”

 

Yu gözlerini kızlardan kaçırıp uzaklara baktı.

 

“Bu yaştan sonra böyle bir ilaç kullanmak istemiyorum. Burada nasıl ondan olabilir ki? Sırf beni küçük düşürmek için konulmuş bir detay.”

 

“Evet.”

 

İkisi de konuşmaya çekiniyordu. İlaçlar Yu’nun da Link’in de kullanmak isteyeceği şeyler değildi. Yani Yu’nun bildiği kadarıyla kendisi kullanmak istemiyordu. Link kullanmak istiyor olabilirdi. Eğer öyle olsaydı Yu şaşırmazdı.

 

“Gidip alalım.”

 

“Ben tek giderim.”

 

“Bir şey konuşmak istiyorum, o yüzden.”

 

Yu oflayarak başını salladı ve Link’in teklifini kabul etti.

 

“Öyleyse ben de geleyim.”

 

“Olmaz!”

 

Yu’nun verdiği ani tepki Yurine’yi korkuttu. Yu onu korkuttuğunu görünce hemen karın üzerine çöküp ellerini tuttu.

 

“Bağırmak istemedim, Yurine, özür dilerim. Özür dilerim.”

 

Yu kabız için yapılan ilaçların fitil olduğunun öğrenilmesini istemiyordu. Özellikle Yurine’nin öğrenmesini istemiyordu.

 

“P-Peki...”

 

“Özür dilerim.”

 

“Yu, sorun yok.”

 

Yanağını ısırdı. Dilini ısırıp kanatmayı ona böyle ani bir tepki vermeye tercih ederdi.

 

“Sen onların yanında kal, biraz sonra geleceğim.”

 

Yurine arkada bırakıldığı için alınmıştı fakat Yu fitil kullanacağının bilinmesini istemiyordu. Koruması gereken bir saygınlığı vardı.

 

Yurine tekrar kayanın üstüne oturup Sivina ve Ana’nın antrenmanını izlerken Yu ile Link eczacının çadırının yolunu tuttular. Link zaten kendi ilaçlarını almıştı, Yu neden beraber gittiklerini anlayamıyordu.

 

Onlara ilaçları hazırlayan hekim Andromedia’da yaşayan ve uzun yıllardır eczacılıkla uğraşan Vannes ailesinden gelen bir adamdı. Yu bunun çözümünün fitil olduğunu öğrendiğinde kendisiyle dalga geçildiğini sanmıştı.

 

“Sen neden benimle geliyorsun?

 

“Konuşmak istediğim bir şey var.”

 

“Benimle konuşacak neyin olabilir ki? Umarım kan olayını sorup kafa şişirmezsin...”

 

“Efendimden bir emir aldım, o olayla daha fazla ilgilenmeyeceğim.”

 

Link yere bakarak yürüyordu. Bir anda yolunu değiştirdi ve düz yürüyüp eczacının çadırına gitmek yerine kendi çadırının bulunduğu yöne döndü.

 

“Ben senin fitilleri aldım, gel vereyim.”

 

“Senin ne işine geliyor ki? Ben alırdım.”

 

“Aldım işte, gel.”

 

Link, Yu’nun onu takip edeceğini umarak önden yürümeye başladı.

 

“Bu işte bir terslik var,” diye düşündü Yu.

 

İşkillenmeye başlıyordu. Link’i çadırına kadar takip etti ve çadırdan içeri girdiler. Yurine’nin ya da Leoral’in kaldığı çadırla kıyaslanınca küçük ama diğer çadırlara kıyasla genişti.

 

Başak Şövalyeleri'nden biri olarak ona diğerlerinden daha büyük bir çadır verilmesi de normaldi.

 

İçeri girince Link, çadırın ortasındaki masanın üzerinde duran tahta kutuyu alıp Yu’ya uzattı.

 

“İşte burada.”

 

“Peki ne diyecektin?” diye sorarken kutu açtı ve içindeki fitillere baktı. Yedi tane fitil vardı ve boyutları da büyüktü. Bunların nasıl hazırlandığını merak ediyordu.

 

“Bir haftadır kabızım neredeyse yakında kendiliğinden geçer zaten, cidden gerek var mıydı buna bilmiyorum... İki gün daha geçse iyileşirdim bence. O değil de ilk kez bu kadar uzun süren bir kabızlık görüyorum. Tanrılar benimle dalga geçiyor.”

 

Yu kutunun kapağını kapatırken Link başını kaşıyordu.

 

“Sırayla birbirimize sokalım mı?”

 

.........

 

......

 

...

 

“İbne olduğunu biliyordum ulan! Ne demek birbirimize sokalım mı? Lan ne sokacaksın? Siktir git!”

 

Link’in çadırında bir an olsun durmak istemiyordu. Tahmini doğru çıktığı için egosu tatmin olmuştu ama morali de bozmuştu. Götünden olma ihtimalinin bulunduğu çadırdan çıkmak için arkasını döndü.

 

“Yanlış anladın. Ben fitilleri sokalım mı diyorum, tek başına olmuyor.”

 

“Ne olmuyor lan? Alacaksın sokacaksın işte!”

 

“Çok tuhaf hissettiriyor. Hem ikimiz de birbirimize yaparsak belki tuhaf hissetmeyiz”

 

“Sik-tir-git. Kocaman adamsın ettiğin lafa bak.”

 

Eğer Link kolunu yakalamış olmasaydı çadırdan çıkmış olurdu. Kolunun yakalanması Yu’yu korkuttu ve sertçe Link’i itti. İtilen Link çadırın ortasındaki masaya çarptı.

 

“Bak güzel kardeşim, sana düzgünce açıklayacağım; Kız kıza tamam ama erkek erkeğe bana ters.”

 

“Yu abartma sen de birbirimizi sikmeyeceğiz, iyileşmek için ilaç sokacağız. Bak şu kutudaki fitillere, tek başına sokabilir misin?”

 

Kutudaki fitillere tekrar baktı, dünyadakilere kıyasla daha büyüktü ve göz korkutuyordu ama böyle olsa da sokması ne kadar zor olabilirdi ki?

 

“Sokarım.”

 

“Sok hadi.”

 

Fitillere bir daha baktı, sahiden büyüklerdi ve büyüklükleri aşırı korkutucuydu, yutkundu.

 

“Lanet olsun be! Ama ilk ben sokarım.”

 

“Yok ya, belki sen soktuktan sonra bana sokturmayacaksın?”

 

Gözlerinin görülmemesi için başını çadırın girişine çevirdi, kızaran bir yüz ve kısık bir ses ile cevapladı.

 

“Başka kime sokturabilirim ki...”

 

“Yazı tura atalım. Yazı mı tura mı?”

 

Link çadırdaki bir çekmeceyi açarak para kesesini aldı ve içinden bir bakır sikke çıkardı.

 

“Ben her zaman yazı derim,” dedi Yu. Kendinden son derece emindi.

 

Para havaya fırlatıldığında zaman Yu için yavaşladı. Bakır sikke dönerek yere düştü ve yerde de dönmeye devam etti. Sikke durduğunda yukarıda kalan yüzü... Turaydı.

 

“Öyle para mı atılır lan? Olmaz öyle şey. Havada yakalayıp elinle tutacak, sonra diğer elinin üzerine koyacaksın parayı. Saçma sapan iş yapma.”

 

Yerden parayı aldı ve tekrar havaya fırlattı. Para havadayken yakaladı ve çevirip diğer elinin üstüne koydu. Sonuç yine turaydı.

 

“Buna da itiraz etmezsin herhalde. Geç hadi.”

 

“B-Burada mı? Yaptıktan sonra eriyene kadar yatmamız gerekmiyor mu?”

 

“Uzanırsın on dakika oraya.”

 

Link’in parmağı yatağını işaret ediyordu. Yu oraya uzanacaksa Link nereye uzanacaktı?

 

“Gay puşt.”

 

Yu pantolonunu indirdi, donunu sıyırdı ve Link’in önünde domaldı. Utandırıcılık seviyesinin arşa çıktığı andaydı. Şimdiye dek kendini hiç böyle hayal etmemişti.

 

“Yavaş ol.”

 

“Ihıh, merak etme.”

 

Link’in kıkırdayışında öyle bir neşe vardı ki Yu yutkunmak zorunda kaldı.

 

“Yarra yedik.”

 

Poposunu iki eliyle ayırdı ve Link’in sokabilmesi için yolu açtı. Gözlerini kapatıp içeri sokmasını bekledi.

 

Soğuk fitil anüsüne değdiğinde nefesini tuttu, daha sonra kendini sıktığını ve sıkarsa canının yanabileceğini fark ederek derin nefesler alıp vermeye başladı.

 

Ve Link sertçe Yu’nun içine soktu.

 

“Göt herif! Yavaş ol dedim!”

 

Bir anda içine giren fitil Yu’nun canını yakmıştı ama yanan tek şey götü değildi, gururu da yanıyordu ve öcünü almak zorundaydı.

 

“Özür dilerim.”

 

Özrünü muzipçe sırıtarak söylediğinde samimi olmuyordu. Yu’nun intikam alması gerekliydi. İntikam almazsa bunu gece yatarken sürekli dert edecekti.

 

“Domal lan.”

 

Donunu toparlayıp pantolonunu giydi ve Link’e sokmak için ellerini ovuşturdu. Link’in fitillerinin bulunduğu kutuyu açarak içinden bir tanesini aldı.

 

“Tamam da abartma ama.”

 

“Domal.”

 

Link kendi pantolonunu indirip önünde domaldı ve Yu onun donunu sıyırdı. Link’in pürüzsüz beyaz götü ortadaydı ve anüsü pespembeydi.

 

“Buna da kalkmazsın be...”

 

Yu fitili aldı, kendini hazırladı ve Link’in anüsünün üstüne koydu. Sonra da var gücüyle içeri ittirdi.

 

“İÇERİ SOKTUN HAYVAN!”

 

Yu’nun orta parmağı Link’in götünün içindeydi. Yu parmağının içeriye gireceğini hiç düşünmemişti. Sadece fitili olabildiğince sert sokmak istiyordu ama Link’in götü önce fitili sonra da Yu’nun parmağını kolayca içeri almıştı.

 

“Niye bu kadar kolay girdi lan?”

 

“İyi ki abartma dedim! Çıkart şunu!”

 

“Kendini kasıyorsun yapamıyorum, kasma kendini, sıkma! Bok kokacak parmağım!”

 

Link kendini inanılmaz bir kuvvetle sıktığı için Yu’nun parmağı içeride sıkışmıştı. Link’i ileri doğru iterken elini geri çekmeye çalışıyordu.

 

“Çıkart şu-nu...”

 

Link’in çadırının girişi bir kız tarafından aralandı. Çadırın girişinde duran kızın yeşil saçları vardı ve içinde üç karganın bulunduğu bir kafesi elinde tutuyordu.

 

“Ben kargalar olur mu diyecektim...”

 

“Yanlış anladın.”

 

Parmağı hâlâ Link’in götünün içindeyken yanlış anladığını söylemesi hiç de etkili olmamıştı.

 

“Sizin yaptığınızı ayıpladığımı düşünmeyin, birbirinizi sevmenize ve yaptığınız tercihe saygı duyuyorum. Ben daha sonra gelirim.”

 

“Y-Yanlış anladın, Ana!”

 

Link şaşkınlık yüzünden kendini salınca Yu'nun parmağı tereyağından çıkan kıl gibi akıcı bir şekilde çıktı ve Yu uzaklaşan Ana’nın peşinden koştu.

 

Tam çadırdan çıkacaktı ki içeriye iki roaron girdi. Kigaro ve Dimen tarafından yolu kapanan Yu, Ana uzaklaşırken öylece izlemek dışında bir şey yapamadı.

 

“Ne istiyorsunuz?”

 

Kigaro ile Dimen elindeki fitil kutularını gösterdi. Onlar da kabız olduğu için onlara da ilaç verilmişti.

 

“Başaramadık Yu.”

 

“Neyi başaramadın amına koyayım?”

 

Sıçarken kükreyen iki metrelik aslanlar şimdi süt dökmüş kedi gibi gözüküyordu. Başları eğikti ve sesleri kısıktı.

 

“Yapamadık işte, yoksa niye başkasından isteyelim. Sen yardım eder misin?”

 

İkisi de yere bakıyordu. Sesleri çıkmıyordu ve ellerindeki fitil kutusunu öylece tutuyorlardı. Yu kutuları sertçe ellerinden aldı ve bir küfür etti.

 

“Lanet olsun be! Geçin şuraya hepinize sokacağım.”

-------------------------

Yu cinsel gay (erkeklerden hoşlanan 1ey) değil. Komik olsun diye yazdım.

22.02.2022 - 22:22






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr