Cilt 3 - Bölüm 14: Andromeda Pontifeksi

avatar
357 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 14: Andromeda Pontifeksi


Zodyaizm dininin lideri, iç savaştaki muhafazakâr tarafın başkomutanı olan Andromeda Pontifeksi’nin makamına sadece özel kişiler girme iznine sahipti.

 

Geçmişte gardiyanlar Başak Lütufu’na sahip olduğu için Başak Kardinali olan annesinin bu odaya girmesine müsaade gösterir ama onun kızı olmak dışında din ile hiçbir alakası olmayan Yurine her zaman dışarıda beklemek zorunda kalırdı.

 

Pontifeks ile konuşabilmek için ne zaman annesi tarafından dışarıda bırakılsa, ondan ayrı kalmanın ne kadar sıkıcı olduğunu düşünüp durur ve koridorda volta atarak annesinin gelmesini beklerdi.

 

“Şimdi ne kadar beklersem bekleyeyim...”

 

Andromeda Gardiyanlarının dizildiği koridora girdiğinde düşündüğü şey buydu. Orada ne kadar beklerse beklesin hiçbir zaman annesi gelmeyecekti. Beklemek artık hiçbir işe yaramazdı, bekleyerek bir şey elde etmek imkânsızdı.

 

Yurine hayaline ulaşmak için ne yapması gerektiğinin farkındaydı. O yerinde durmamalıydı; bekliyorum, istiyorum, yapacağım demek sadece hayal kurmaktan ötesi değildi. Mutlu sona ulaşabilmek için ‘yapıyorum’ demeliydi.

 

Küçük bedeni için büyük bir yükün omuzlarına bindiğini hissediyordu. Yurine’nin bu ağır yük altında ezilmesini önleyen tek şey Yu’nun varlığıydı.

 

Andromeda Gardiyanları, Yurine yürürken koridorun iki yanında kıpırdamadan bekliyorlardı. Onlar her şeyden önce Fırtına Tanrısı’nın sadık hizmetçileriydi ve onun temsilcisi olarak Andromeda Lütufu’nu miras almış olan Andromeda Pontifeksi’ni her ne pahasına olursa olsun korumaya yeminlilerdi.

 

Dinin yüzlerce yıllık tarihinde Andromeda Gardiyanları bir kez olsun ihanet etmemiş, görevlerinden kaçmamış ve canlarını vermekten sakınmamışlardı. Onlar krallıktaki, belki de dünyadaki en sadık insanlardı. Çocukluklarından itibaren yetiştirirler ve kendilerini her şeyleriyle tamamen dine adarlardı.

 

Evlenmez, çocuk istemez, mal sahibi olmayı düşünmez ve eğlenceler ile ilgilenmezlerdi. Dünyevi arzulardan tamamen arınmış insanlardı. Hatta bir keresinde onların sadakatleri ile ilgili bir konuşma esnasında Yurine hadım, çocuk ve Andromeda Gardiyanı kelimelerinin aynı cümle içinde geçtiğini duymuş ama anlamamıştı.

 

Çünkü Emily’nin anılarında hadım kelimesi geçmiyordu ve annesi de ona bu kelimenin anlamını söylemeyi reddetmişti.

 

“Yu’ya sorarım, o bana söyler.”

 

Yurine koridor boyunca yürüdü ve Pontifeks’in odasına girmeden önce durdu. Heyecanlıydı ve ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Derin bir nefes aldı ve yıldızlar işlenmiş büyük kapıyı çaldı.

 

“İçeri gel çocuğum.”

 

İçeriden gelen zayıf ve yaşlı sesi Yurine güçlükle duyabilmiş, duyduğunda da huzursuz olmuştu. Sadece iki kişinin ona böyle seslenmesine izin verirdi ve Pontifeks, o iki kişiden biri değildi.

 

Kapı o kadar büyüktü ki Yurine için bile açması zor olmuştu. İki eli ile kapıyı iterek içeri girdi. Oda en üst katta olduğu için başlarında düz bir tavan yerine dini sembollerle süslenmiş bir kubbe bulunuyordu ve kubbenin tepesinden sarkan gümüş bir avize vardı.  Avize o kadar büyüktü ki düştüğü an birkaç kişinin hayatını kolayca alabilirdi.

 

Avize kalın zincirlerle asılmıştı ama yine de onun altından geçmemeye özen gösterdi. Yu olsa o da böyle yapardı.

 

Bir başka şaşırtıcı şey ise avizenin ortasında bir delik olmasıydı. Delik tam da kubbenin ortasında açılmış başka bir deliğin üstüne denk geliyordu. Bu delik en alt kata kadar iniyordu. Buradan düşen kişinin öleceği kesindi.

 

Bu delik tam olarak Sabah Sunağı’nın üzerine denk geliyordu. Ne zaman ki biri Sabah’a layık olsa, bu delikten göğe bir ışık yükselirdi.

 

Avizenin üstünde mumlar yansa bile kış ayında olduklarından hava hâlâ karanlıktı ve avize ortamı ışıklandırmakta başarısız kalıyordu.

 

Yurine’nin burnuna rahatsız edici bir koku geliyordu. Tütsülerden yayılan bu mayhoş koku Yurine’nin zihnini bulandırmaktaydı.

 

“Senin için tanrımıza sürekli dua ettim, sağ salim gelmiş olman beni mesut etti.”

 

Pontifeks çok uzun boylu ama çok zayıf birsiydi. Derisi yaşlılık lekeleri ve kırışıklıklarla doluydu ve ondaki sabun kokusu tütsü kokusunu bile bastıracak kadar güçlüydü. Başının tepesi kelleşmiş olsa da geri kalan yerlerden uzamış gri saçları, sakalları ile birlikte beline kadar iniyordu.

 

Zodyaizmin görevlileri beyaz, turuncu ya da kırmızı renklerde giyinmeyi tercih ederdi ama o, bazılarının söylediğine göre çocukluğundan beri sadece siyah giyiyordu.

 

Ona neden bunu yaptığı sorulduğundaysa daima aynı cevabı verirdi; doğru yolu bulamayan ve günah yoluna düşenler için yas tutuyordu.

 

“Artık görmekte zorlanan yaşlı bir adamım, nerede olduğunu anlayabilmem için lütfen bir şey söyle,” dedi Pontifeks. Gözleri doğrudan kapıya bakıyordu.

 

“Buradayım.”

 

Onun karşısında olmak huzursuz ediyordu. İstisnasız herkes Pontifeks’in iyi, hatta olması gerektiğinden bile daha iyi bir adam olduğunu söylerdi ama Yurine onun karşısında kendini güvende hissetmiyordu. Burada olmaktansa Yu’nun yanında olmayı tercih ederdi.

 

“Ayakta durmana gerek yok, istediğin yere oturabilirsin.”

 

Pontifeks o kadar yavaş konuşuyordu ki o cümlesini bitirene kadar Yurine başından geçen bir olayı anlatabilirdi. Tabii ki de bunu dile getirmek saygısızca olacağından yavaşça konuşmasına katlanacaktı.

 

Onunla karşı karşıya olmak istemediği için tam önüne geçmek yerine çaprazında kalan bir yere oturdu. Bu açıdan baktığında neden onun yanında olmak istemediğini de anlamıştı; yaşlılık onu çirkin bir adama dönüştürmüştü.

 

“Yu çok yakışıklı, umarım yaşlanmaz.”

 

Yaşlanıp çirkin bir adama dönüşmesini istemezdi. Yu’nun, Rie ile birlikte hep genç kalmasını istiyordu. Böylece üçü birlikte sonsuza dek yaşarlardı.

 

“Arkadaşlarından üzücü haberler aldık, başın sağ olsun küçüğüm. Acının ne kadar büyük olduğunun farkındayım.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

Biri ona başın sağ olsun dediğinde nasıl cevap vereceğini bilmiyordu ve sadece teşekkür ederim diyerek konuşmayı kesmenin de doğru olduğunu hissetmedi.

 

“Annemin mirasını yaşatmak istiyorum, onun bıraktığı yerden devralacağım.”

 

Pontifeks’in ince dudaklarının uçları hafifçe yukarı kıvrıldı. Gülümsüyordu ama gülümserken yüzü Yurine’ye değil kapıya dönüktü.”

 

“Ona olan sevgin hayranlık uyandırıcı. Tabii ya, bir çocuk annesini nasıl sevmez ki? Umarım yüreğindeki boşluğu tanrımız ile doldurabilirsin.”

 

Annesi hakkında biraz daha konuşurlarsa ağlayacakmış gibi hissediyordu. Pontifeks’e bakmayı kesti ve gözlerini yere dikti. Zaten ona bakmasa bile bunu göremezdi.

 

“Seni buraya kadar kim getirdi? Arkadaşların bir kâhyadan söz ediyordu, seni o mu getirdi? Yoksa annenin çırağı ile mi geldin?”

 

“Onun çırağı öldü.”

 

“Nasıl?”

 

“Y-Yanarak...”

 

Aslında ölümü şüpheliydi; Sharley, Yu tarafından mı öldürülmüştü yoksa daha önce zaten ölmüştü ve vücudu kara büyü ile mi ayakta duruyordu Yurine emin olamıyordu.

 

Yine de Yu’nun onu öldürdüğünü söylememek daha iyiydi.

 

Pontifeks’in gözünden yaş akıyordu. Sharley için mi ağlıyordu? Yurine onun için asla ağlamazdı.

 

“Ne kadar korkunç bir kader. Tanrımız gün geldiğinde onun ruhunu cennetine alsın.” Pontifeks titreyen parmaklarını yüzüne götürdü ve kısa bir dua etti.

 

“Bir şey bilmeden konuşuyor...”

 

Sharley’nin yol açtığı sorunları bilse böyle der miydi acaba?

 

“Beni yanlış anlama küçüğüm, sadece seni düşünüyorum. Bir kâhyayı ve sana hizmet edecek o kızları nasıl buldun?”

 

Sorguya çekilmenin ne kadar rahatsız edici olduğunu unutmuştu. Rolderhelm’de de sorguya çekilmekten rahatsızdı ama o zamanlar cevaplaması daha kolaydı çünkü başkomiseri bir daha görmeyeceğini düşünüyordu.

 

Ama şimdi Pontifeks tarafından sorgulanmak, onunla sıklıkla karşılaşabileceği için daha rahatsız ediciydi ve vereceği cevapları iyi düşünmeliydi.

 

“Kâhya olan, ne için senin yanında duruyor? Seni zor bir durumda bırakmadı, değil mi?”

 

Zor durumdan kastı Yurine’yi bir kılıç perisi olarak kendisiyle anlaşma yapmaya zorlamasıydı. Pontifeks de diğer herkes gibi ilk bunu düşünmüş olmalıydı.

 

“Hayır, hâlâ kimseyle anlaşma yapamıyorum.”

 

“Öyleyse o neden senin yanında?”

 

Yurine cevap vermedi. Bunu Yu ile konuşmak bile yeterince utandırıcı olurdu ve Yu ile konuşmadığı bir şeyi Pontifeks ile konuşmayı istemiyordu.

 

“Şu anda önemli bir konumda olduğunu bilmeni istiyorum. Başkalarının seni kullanmasına müsaade etmemeliyiz.”

 

“Kimse beni kullanmıyor. Ben... Ben bunun hakkında konuşmak istemiyorum. Bu yalnızca Yu ile beni ilgilendirir.”

 

Bu cevabı vermek için cesaretini toplaması gerekmişti. Pontifeks aldığı cevap karşısında bir süre sessizce bekledikten sonra derin bir nefes alarak konuştu.

 

“Anlıyorum. Eğer yardıma ihtiyacın olursa bana söylemekten çekinme.”

 

Son cümlenin ardından ikisi de konuşmayı kesti ve öylece beklediler. Yurine’ye bir saatmiş gibi gelen yarım dakikanın ardından Pontifeks tekrar söze girdi.

 

“Annenin sahip olduğu Lütuflar sana mı geçti?”

 

“Evet.”

 

Yu’dan inandırıcı yalanlar söylemek konusunda ufak tüyolar almıştı. Eğer kendinden emin olmazsa yalanı inandırıcı olmazdı, bu yüzden tereddüt etmeden cevapladı.

 

“Bugün dinlenin, yarın sabah annen için bir tören düzenler ve akşama da Lütuf Ayini’ni gerçekleştirerek seni Başak Kardinali ilan ederim. Senin için bir mahsuru var mı?”

 

“Yok.”

 

Karşısındaki kişi göremese de Yurine başını sallayarak onayladı.

 

“Arkadaşların senin adına geldiği için Başak Katedrali’nde kalmalarına müsaade ettim. Orada seni bekliyor olmalılar, kim bilir ne kadar endişelenmişlerdir. Oraya gidip geç kaldığın için özür dilemelisin.”

 

“Anladım.”

 

Yurine ayağa kalktı ve odadan ayrılmak için kapıya yöneldi.

 

“Ama önce seni bekleyen bir başkasını görmen gerekiyor.”

 

---

 

“Biz neden dışarıda kaldık! Bu ne saçma iş! Niye bir tek onu aldılar!”

 

Yu öfkeli bir şekilde bekleme odasının ortasında daire çizerek yürüyordu. O hızlı adımlarla hareket ederken onu izleyen Kigaro’nun başı dönmeye başladı.

 

“Neden bu kadar endişelendiğini anlamadım, biraz sakin olmayı dene.”

 

Yu, Link’e sert bir bakış attı. “Bu herif niye hâlâ bizim yanımızda?”

 

“Bana öyle düşmanca bakmana gerek yok.”

 

Yu başını çevirdi ve gözleriyle çizdiği dairenin üzerinde hızlı adımlarla turlamaya devam etti.

 

“Ben bir sürü film ve anime izledim, haber okudum bu şekilde olan; bunlar var ya bunlar... Bunlardan ne kadar pedofili çıkıyor bir bilsen... Tövbe, tövbe ne diyorum ben... Rheia, Azer ne varsa siz aklıma sahip çıkın.”

 

“O ne demek? Ya da neyse, boş ver.”

 

Bir cevap almayı bırak, Yu’nun şu anda sesini duyduğundan bile emin olamayan Kigaro sormaktan vazgeçti.

 

Yu düşündükçe endişeleniyor, endişelendikçe deliriyor, delirdikçe düşünüyor ve bir kısır döngüye giriyordu. Sonunda tanrılardan dilediği şeyi değiştirmeye karar verdi.

 

“Tanrılar siz benim aklımı boş verin, kıza sahip çıkın.” Yu ellerini başına atıp kendi saçlarını çekti. “Ulan aptal herif! Ne diye yalnız bırakırsın küçük çocuğu? Yemin ediyorum kan çıkar buradan, lan aklıma gelmeyin!”

 

“Yalnız olsak da böyle şeyler söylememelisin, yerin kulağı vardır ve boynundan olabilirsin.”

 

Link onu durdurmak için yaklaştı ama Yu elini kaldırarak onun kendisine yaklaşmasını engelledi.

 

“Kim duyacak bizi burada ya? Zaten çıldıracağım.”

 

Yu o kadar hızlanmıştı ki Kigaro artık gözleri ile onu takip etmekten yorularak bakışlarını Link’e çevirdi.

 

“O niye böyle?” diye sordu Kigaro. “Pontifeks dediğiniz tehlikeli biri mi? Öyleyse onun yanında gitmeliydim.”

 

“Pontifeks iyi birisidir.” Link elini çenesine götürüp gözlerini yere indirdi. “Ama buradaki diğer insanlar için aynı şeyi düşünmüyorum.”

 

“Neden?”

 

“Bunları daha sonra konuşuruz.”

 

Kigaro ve Link kendi aralarında konuşurken Pontifeks ile görüşmesini bitirmiş Yurine, bekledikleri odaya girmişti.

 

“Yurine!”

 

“Y-Yu... Burada bana böyle seslenmemelisin.”

 

Yu onu duymazdan gelerek adeta havada süzüldü ve kızının önünde diz çöküp ellerini tuttu. Çocuk yerine prenses yetiştiren babalara benziyordu.

 

“İyisin değil mi? Bana söyle, içeride ne oldu? Sana dokundu mu o herif?”

 

“Yu, sen ne demeye çalışıyorsun? Benim için endişelendiğin için seni takdir ediyorum ama benim yüce şahsıma kimse zarar veremez. Yu! Burada bana sarılma! Görecekler! Neyse...” Yurine onu reddetmek yerine gülümsedi ve kendini temsil etti. “Biraz daha sarılmana müsaade ediyorum.”

 

Ona sıkıca sarıldıktan sonra uzaklaştı ve tamamen iyi olduğundan emin olmak için baştan aşağıya süzdü.

 

“Gördün mü? Boşuna edişelenmişsin.”

 

Yu, Link’i duymazdan geldi ve kendini toparlayarak ayağa kalktı.

 

“Küçük hanım şimdi ne yapmak istiyor?”

 

Yurine’nin biraz bekledikten sonra verdiği cevap Yu’yu dumura uğratacak şekildeydi.

 

“Dük Leoral Dri Vermilia buradaymış, onunla konuşmamız gerekiyor.”

 

“Vermilia...”

 

Rolderhelm’deki uğraşları sonucunda edindikleri bilgiye göre Cecilus Dri Vermilia, Rie’nin cinayetini planlayan kişiydi ve Yurine ondan intikam almak istiyordu. Leoral Dri Vermilia ise Cecilus’un babasıydı.

 

“Vermilia ailesi, Başak Katedrali’nin destekçisidir. Bir süredir beni bekliyormuş, onun yanına gitmeliyiz.”

 

“Biliyorum, sadece... Çok ani oldu.”

 

Vermilia ailesi, kendi destekledikleri kardinali neden öldürmek istemiş olabilirdi?

 

Amaçları Rie’nin Lütuflarını mı elde etmekti?

 

Yu, Lütufların nasıl elde edildiği ile ilgili detaylı bilgiye sahip değildi. Tek bildiği Rie öldüğünde Lütufların ona geçtiğiydi ve belki de Başak Lütufu’nu almak için Yu ya da Yurine’yi öldürmeyi deneyebilirlerdi.

 

Ama eğer Lütufları istiyorlarsa öldüğü esnada Rie’nin yanında olmaları gerekmez miydi? Sonuçta Yu o gün orada olduğu için Lütuflar ona geçebilmişti.

 

Belki de amaçları Yurine’yi kardinal yapmak ve onu kontrol etmekti. Başak Katedrali şu anda dikkate alınmaya değmeyecek konumda olsa da Vermilialar güçlü bir aileydi ve onların gücüyle katedral değer kazanır, Vermilia ailesi de insanlar üzerinde daha fazla kontrol sahibi olurdu.

 

“Ama orada Yurine de ölmez miydi? Yine de...”

 

Bu Yu’nun aklına gelen ilk ve tek mantıklı sebepti. Kendini zorlamasına rağmen cinayetin ardında yatan motivasyon ile ilgili farklı fikirler üretemiyordu.

 

Ayrıca Vermilialar onların tek destekçisi olduğu için Cecilus’u öldürmek sıkıntı yaratabilirdi. Yurine onu kesinlikle öldürmek istiyordu ama kendi destekçilerini öldürdüklerine dair söylentiler yayıldığında katedral büyük bir yara alırdı.

 

Üstüne, Cecilus’un babasının da bu işte parmağı varsa ve Yurine tüm Vermilialardan intikam almak isterse Yu bunu gerçekleştirebileceğinden emin değildi.

 

“Leoral’a karşı dikkatli olmalıyım. Yurine onunla yalnız kalmamalı, bu sefer beni içeri almak istemeseler de girmek konusunda ısrarcı olacağım.”

 

“İçeri girip çıkmasını kolaylaştırmak için odasını en alt kata koymuşlar, oraya gidelim.”

-------------------------

11.02.2022 - 03:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr