Cilt 2 - Bölüm 41: Rolderhelm Macerasının Sonu

avatar
389 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 41: Rolderhelm Macerasının Sonu


Sivina ve Ana kaldıkları hana gelmişti. Sırtlarında büyük çantalar vardı.

 

“Hazır mısınız?” diye sordu Yu.

 

“Evet, hazırız da... Bu ne?”

 

Sivina el arabasının üstündeki sandığa bakıyordu. Yu sandığın üstüne elini koydu ve gülümsedi.

 

“İçinde önemli şeyler var, bunu size emanet edeceğim. Gemiye götürüp benim tuttuğum odaya koyun. Sakın açmayın ve biz gelene dek sandığın başından ayrılmayın.”

 

Sandığın içinde tamı tamına beş bin yüz yirmi altın bulunuyordu. Rolderhelm dışındaki ülkelerde maaşlar da düşük olduğundan bu para bir ordu kurmaya yeter de artardı bile.

 

“Siz nereye gideceksiniz ki?” diye sordu Ana.

 

“Birazdan arena oyununu izlemeye çıkacağız, final maçı. Oradan sonra almamız gereken bir ödenek var, onu alıp gemiye geleceğiz. Herhalde gemi kalkmadan bir saat önce gelmiş oluruz. Yetişemezsek de herhalde kaldırtmazsınız gemiyi.” Bunun mümkün olabileceğinden emin değildi o yüzden son cümlesini gülerek söyledi.

 

“Bay Valarfin, giderayak kumar mı oynuyorsunuz?” Lucia, Yu’nun kulağını tutup hafifçe çekti.

 

“Elbette hayır, sadece ödeme saati gelene dek bir şekilde zaman geçirmemiz gerek ve finali de merak ediyorum.”

 

Buna bir kumar denmezdi. Bugün finale kalan iki takım ile de anlaştığı için hangisi kazanırsa kazansın parasını alacaktı.

 

“Ama Deniz Canavarlarının kazanmasını umuyorum. Tabii finale kadar gelmeleri bile şaşırtıcıydı eğer kazanırlarsa çok daha şaşırtıcı olur.”

 

Eğer Deniz Canavarları kazanırsa iki yüz altın alacaktı ve eğer karşı takım kazanırsa alacağı para sadece yüz altındı.

 

“Bay Valarfin!”

 

Yu, Yurine, Sivina, Ana ve Lucia konuşurken sarışın bir elf hanın kapısından koşarak içeri girdi. Yu’nun gideceğini önceden öğrenmişti ama hâlâ bu gerçeği kaldırmakta zorlanıyordu.

 

“G-Gerçekten gidiyor musunuz?” Lucie’nin sesi titriyordu. Yu’nun ellerini kendi ellerinin arasına aldı.

 

“Gitmek zorundayım, Mora’da yapmamız gereken şeyler var.”

 

“Ama...”

 

“Biliyorum Lucie... Üzgünüm.”

 

Onun sevgisini kazanmak için bir şey yapmamış olsa da Lucie onu seviyordu ve Yu bunu biliyordu. Ona umut vermemeye çalışsa da buna engel olamamıştı.

 

“Belki de böylesi daha iyidir. Zaten iç dünyam dışım kadar güzel değil, sevilecek biri değilim,” diyerek Lucie’nin gözyaşlarını sol elinin baş parmağıyla sildi.

 

“Yine de...”

 

Lucie, Yu’nun eli yanağındayken tuttu. Hiçbir şey diyemiyordu.

 

“Of ama... Abarttığını düşünüyorum, o kadar zaman da geçirmemiştik birlikte. Yine de beni sevmeni anlayabiliyorum. Neyse...”

 

Yu elini çekti ve el arabasına Yurine’nin çantasını koydu. Kendisi hâlâ sırt çantasını taşıyordu.

 

“Bunu da götürün, yanımızda taşımamıza gerek yok.”

 

“Başüstüne!” Ana gülümseyerek Yu’ya asker selamı verdi.

 

Yu ellerini Lucie’den kurtardı ve Yurine boşalan eli tutarken hanın dışına çıktı.

 

“Hoşça kalın, Lucia, Lucie. Sizi tanımak güzeldi. Her şey için teşekkürler.”

 

“Sizi de öyle, Bay Valarfin.”

 

Lucia, Lucie’nin aksine üzgün değildi. Lucie’ye kıyasla daha olgun olduğu hem görünüşünden hem de hâl ve hareketlerinden belli oluyordu.

 

“Elveda,” dedi Yu ve üç kızla birlikte Lonca mahallesinden çıktı.

 

Lucie’ye karşı romantik hisler beslemese de onun kendisi için ağlaması canını yakmıştı. Onun kendisini hiç sevmemesini dilerdi, o zaman üzülmezdi.

 

“Lucie için üzüldüm,” dedi Sivina.

 

“Bay Valarfin gerçekten kötü bir insan, kızların kalbini kırıyor,” dedi Ana.

 

Kötü biri olduğu konusunda Ana’ya katılsa da kızların kalbini isteyerek kırmıyordu. Üstelik şimdiye dek kalbini kırdığını bildiği tek bir kız vardı ve o da Lucie’ydi.

 

“Ne yapmam gerekiyordu ki? Onu alıp Mora’ya mı götürseydim? Olayların bu noktaya geleceği zaten belliydi. Hem...”

 

“Hem, ne?” Sivina el arabasını taşırken Yu’ya baktı.

 

“O bir elf, ben bir insanım.  Benden çok daha uzun bir hayat yaşayacak. Elf ve insan birliktelikleri sağlıklı değil.”

 

Yu altmış yaşında yaşlı bir adam olduğunda Lucie hâlâ genç bir elf olacaktı. Yu böyle bir ilişki istemiyordu.

 

“Fakat altmış yaşına da gelemeyeceğim... Sadece zevk için onu yanımda götürebilirdim ama...”

 

Onu kendi zevki için kullanmak istemiyordu.

 

“Beş yıl... En fazla...”

 

Başhekimin kendisine söylediklerini hatırladı. En fazla beş yıl yaşayacaktı. Beş yıl içinde zamanı geri alsa bile önünde hâlâ beş yıllık bir ömür olacaktı. Bu ömür birine âşık olmak için fazla kısaydı.

 

“Bu kadar üzüleceğinizi bilseydim konusunu açmazdım, özür dilerim.”

 

Sivina, Yu’nun yüzündeki kederi görünce bunun kendi suçu olduğunu düşünüp özür diledi. Yu ona hafifçe gülümsemek dışında bir şey yapmadı.

 

“Beş yıl... Bu süre zarfında başarmak için ne gerekiyorsa yapmak zorundayım. Ben sözümü tutacağım, ne yapmam gerekirse gereksin başaracağım. Bozduğum her şeyi, yıktığım hayatları geri alacağım. Bu dünyada kendim için bir şeyler isteyecek kadar vaktim yok, öyleyse hatalarımı düzelteceğim. Aldığım hayatları geri verecek, üzdüklerimi güldüreceğim.”

 

Korkuyordu, ölmek istemiyordu ama çaresizliği onu ölümü kabullenmeye zorluyordu.

 

“Yu, seni o elf mi üzdü?” Yurine, Yu’nun elini iki elinin arasına aldı.

 

“Hayır, Yurine,” dedi ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Yurine’nin yanındayken üzgün olamazdı. “Ben gayet mutluyum, bak.”

 

Gülümsemesini gösterirken Yurine’yi kucağına aldı. Yurine, Yu’nun yalan söylediğini bilse de ses etmedi ve sarıldı.

 

“Sivina!”

 

Yu ve Yurine arenaya gitmek için onlardan ayrılmadan önce arkalarından bir ses duydular. Siyah saçlı, yeşil gözlü bir oğlan, Sivina’nın adını haykırarak üzerlerine koşuyordu.

 

“Raul?”

 

“Sivina...” Raul önlerinde durdu ve soluklanmaya başladı. Üzerinde hafif beyaz bir zırh vardı. “Ben de sizinle geleceğim.”

 

Sivina ve Ana birbirlerine bakarken Raul gülümsüyordu.

 

“Grubunuzu dağıttığınızı zannediyordum.”

 

Sivina ve Ana’ya yaptığı iş teklifini Raul’a yapmamıştı çünkü Raul ona iş vermesini gerektirecek herhangi bir özellik göstermemişti. Ayrıca Sivina ve Ana, Yu ile birlikte olacağı için maceracı gruplarını dağıtmıştı.

 

“Öyle olmuştu,” dedi Ana.

 

“Evet, öyle olmuştu.” Raul soluklandıktan sonra dik bir duruş aldı. “Ama sizinle gelmeye karar verdim.”

 

“Orada dur bakalım!” Yurine, Yu’nun kucağından indi ve Raul’un önüne geçip ellerini beline koydu. “Sizinle gelmeye karar verdim ne demek? Bize bir şey dayatamazsın.”

 

Yurine’den bu tepkiyi beklemiyordu ama madem ilk taşı o atmıştı Yu devam ettirecekti.

 

“Bu konuyu konuşman gereken kişi benim ve sana bir teklif yaptığımı hatırlamıyorum. Seni neden işe alayım diye sorardım ama bunu yapmadan önce...” Yu, Sivina’ya baktı. “Sivina için bizimle gelmek istiyorsun, değil mi?”

 

Ana, Sivina’nın koluna girerken kimseden çıt çıkmadı. Bir süre sonra Raul konuştu.

 

“Evet.”

 

“Peki... Sivina peşinde dolanmanı istiyor mu? Kendi arzularını ona dayatman oldukça bencil. Bundan önce de bana karşı da pek saygılı değildin ve kendini kanıtlamak için de pek bir çaba sergilemedin. Yine de seni bir piyon olarak kullanmak için düşük maaşla işe alırdım ama dediğim gibi, seni işe almamı Sivina ister mi? Varlığın onun canını sıkarsa performansı düşer ve Sivina’nın yeteneklerini seninkilere tercih ederim.”

 

Raul yumruklarını sıktı, Yu yine onu sinirlendirmeyi başarmıştı ama aralarında Yurine olduğundan Raul hiçbir şey yapamıyordu.

 

“Raul,” dedi Sivina. “Sana karşı romantik hisler beslemiyorum. Benim peşimden bunun için geleceksen gelme.”

 

Yu, Sivina’nın gözlerindeki bakışı biliyordu. Daha önce bu bakış kendisine hiç atılmamıştı ama okulda olduğu zaman bunu gözlemlemişti. Kızlar bu bakışı karşılarındaki kişiyi sevmemelerine rağmen kırmadan reddetmeye çalışırken atıyordu.

 

“Ben... Ben...”

 

“Sen... Sen...” Yu bakışlarını yere indiren Raul’a yanaştı. “Öyle görülüyor ki seni işe almamı o istemiyor. Öyleyse kusura bakma, almayacağım.”

 

Raul, Sivina’dan çok daha güçlü ve güvenilir olsaydı onu işe alırdı ama öyle birisi değildi. Sivina’yı, Raul’a tercih ederdi ve Raul, Sivina’nın performansını etkileyecekse onu yanında bulundurmayacaktı.

 

“Ben yine de gelmek istiyorum.”

 

“Ben seni işe almıyorum.” Raul’un elleri titrerken Yu, Sivina’ya döndü. “Ana ile birlikte eşyaları gemiye götürün ve dediğim gibi başından ayrılmayın.”

 

Yu, Raul’u arkasında bırakarak Yurine ile birlikte arena oyununun finalini izlemeye gitti.

 

***

 

“Me~rhaba.”

 

Ryuta Yong’un tarzında konuşurken Deniz Canavarları takımının binasına girdi. Patrick Lorren zemin katta arkadaşlarıyla kutlama yaparken Ryuta Yong’un sesini duyunca kafasını hemen kapıya çevirdi ama gelen kişinin Ryuta olmadığını görünce şaşırdı.

 

“Siz kimsiniz?”

 

“Ne~ kadar da üzücü... Birlikte gü~zel işler başarmış olmamıza rağmen beni tanımadınız. Benim i~smim Ryuta Yong.”

 

Yurine, Yu’nun elini tutarken tuhaf konuşması yüzünden kıkırdadı.

 

Patrick karşısındaki adamın gerçekten iddia ettiği kişi olup olmadığını anlamaya çalıştı ama hem sesi hem de gözleri benziyordu. Yu’nun Ryuta olduğuna kanaat getirince arkadaşlarının yanından ayrıldı ve onları odasına çağırdı.

 

Yu’nun Kızılşapel başarısından sonra yapılan kutlamanın sarayda olması iyi olmuştu. Eğer tüm insanların onu görebileceği şehir merkezinde bir kutlama yapılsaydı Patrick Lorren onu tanıyabilir ve bir halk kahramanı olarak kabul edilen adamın illegal işlere bulaştığını tüm şehir öğrenebilirdi.

 

“Buraya kılık değiştirerek mi geliyordunuz?”

 

“İllegal bir iş yapıyoruz sonuçta, kimliğimi ifşa etmek istememiştim.”

 

Yu’nun şansı yaver gitmiş, Deniz Canavarları oynadığı maçları az farklarla kazanmış ve şampiyon olmuştu. Ortada Patrick’in, Yu’nun sahiden de hakem ve jürileri ikna ettiğini düşünmemesi için bir neden yoktu.

 

“Fazla uzatmayalım, payımı alayım lütfen. İki yüz altın iki yüz altındır.”

 

Yu kendi payını aldıktan sonra altınları sayıp çantasına attı.

 

“Hoşça kalın, Ba~y Lorren.”

 

Son bir kez Ryuta Yong’un konuşmasını taklit etti ve binadan çıktı.

 

Şehirdeki kargaşa devam ediyordu. İki binden fazla sinirli ve kandırılmış insan eylem yapıyor, bir kısmı bankanın diğer kısmı bahis şirketinin önünde toplanmış içeri girmeyi deniyordu.

 

Güvenlik güçleri bu sinirli kalabalığı zapt etmekte zorlanıyordu. Yu burada fazla oyalanmanın tehlikeli olabileceğini düşündü ve rüşvetlerini verdikleri bankacıların söyledikleri gibi Rolderhelm’den ayrıldığını umarak yürümeye devam etti.

 

“Yu, benimle gel!”

 

Yurine, Yu’yu tutup önden koşmaya başladı, Yu’ya nereye gideceklerini sormak için fırsat vermemişti bile.

 

“Yurine, gemiye en az bir saat önce gitmek istiyorum.”

 

“Koşarak gideriz, sen gel!”

 

Yurine, Yu’nun elini tutarak koşmaya devam etti. Onu daha önce yürüdükleri yollardan geçiriyordu. Bir süre sonra Yu’nun bilmediği arka mahallelerden birine girdiler ve tekinsiz gözüken sokakların arasından geçtiler.

 

“Burası neresi?” diye sordu Yu. Bu ıssız sokak arasına neden girdiklerini merak ediyordu. Buraya bakan tek bir pencere bile yoktu.

 

“Bak, orada ne var.”

 

“Rögar kapağı?”

 

Yurine’nin onu getirdiği yer bir rögar kapağıydı. Yu neden buraya geldiklerini anlayamıyordu.

 

“Burası kanalizasyon sistemine girdiğimiz yer. Yu, zamanı geri aldığımızda annemi ikna edecek ve tam burada seni bekleyeceğim.”

 

“Ah...”

 

Kendi aklına gelmeyin şeyin Yurine’nin aklına gelmesi onu şaşırtmıştı. O, zamanı geri aldıklarında yine Rie ile tanışmış olacaklarını varsayıyordu ama Rie ile tanışmadan öncesine gitmeleri daha mantıklı olurdu. Böylece Rie, Başak Lütufunu harcamamış olacaktı.

 

“Tamam mı, Yu? Buraya geleceksin? Yolu ezberledin mi?”

 

“Evet, burayı bulurum merak etme.”

 

“Güzel, şimdi yine beni takip et!”

 

Yurine tekrar Yu’nun elini tuttu ve yine koşmaya başladılar. Bu sefer geçtikleri yolları tamamen biliyordu. Sigma Kulesinin yanmış kalıntılarının yanından geçtiler ve koşmaya devam ettiler. Yurine, Yu’nun elini bir an olsun bırakmazken Yu onun hızına yetişmekte zorlanıyordu.

 

Yine de şu anda, yaşadığını hissediyordu.

 

“Burası...”

 

Yurine onu bir parka getirmişti, bir tepeye.

 

Burası Sigma Kulesinden kaçtıktan sonra geldikleri yerdi. Yu otuz ağustos sabahı uyandığı yerin üzerinde duruyordu.

 

“Görevimize başladığımız yer.” Yurine de tam olarak Yu’yu dövdüğü yerde durmuştu. “Yu, annemi kurtardıktan sonra buraya gelecek ve hep birlikte güneşin doğuşunu izleyeceğiz!”

 

“Beni bir sulu göze çevireceksin...” Yu gözlerinin dolmasını son anda engelledi. “Evet, buraya gelecek ve güneşin doğuşunu izleyeceğiz.”

 

***

 

Geminin kalkmasına daha olsa da Yu ne olur ne olmaz diye bir saat öncesinde gemide olmak istiyordu. Bu yüzden Yurine’nin dediği gibi koşmuşlardı.

 

“Geldik işte, Yu.”

 

“Evet... Sonunda buradan ayrılıyoruz.”

 

Gemiye binmek üzerelerdi ki Yu aklına aniden gelen bir şey ile durdu.

 

Ama aklına gelen şeyi söylemeden önce söylemek istediği başka bir şey vardı.

 

“Rolderhelm’den ayrılamadan önce son bir kez söylemek istiyorum, seni seviyorum.”

 

Ona daha önce de aynısını söylemişti ama Yurine bu sefer utanarak bakışlarını kaçırdı. Bakışlarını kaçırsa da Yu’nun elini daha kuvvetli sıkıyordu.

 

“Ben de seni çok ama çok seviyorum, demeyecek misin?”

 

“F- Fena değilsin.”

 

Yurine’nin yanakları pembeleşmiş ve sesi kısılmıştı.

 

“Tam olarak nerem fena değil, söyler misin? Yumuşacık saçlarım, yakışıklı yüzüm, büyüleyici sesim, zarif gözlerim, parmaklarım ve vücudum, muhteşem karakterim, üstün zekâm? Tam olarak neremi fena değil buluyorsun?”

 

“Dolandırıcılık ve kızların kalçasına bakma özelliklerini söylemeyi unuttun.”

 

“Böyle şeyler söyleme!”

 

Ana mevzusunu tamamen kapattıklarını düşünüyordu ama Yurine bunu unutmamış ve Yu’nun yüzüne vurarak utanmasını sağlamıştı.

 

“Ama İlonya’ya uğramamız iyi olacak. Büyücülük Akademisinde aldığım ilaç tarifinde orada yetişen bitiklere ihtiyacım olduğu yazıyor.”

 

Başhekim onu daha sonra da birkaç defa muayene etmiş, en son krizleri önleyeceğini söylediği bir ilaç yazmıştı.

 

Maron Martin ise Yu’nun düşündüğünden çok daha cömert davranmıştı. En son karısını iyileştirecek bir ilaç bulduğunu söylüyordu ve bu sevinciyle birlikte akademiden kitaplar almalarına izin vererek onları ödüllendirmişti.

 

Yurine hem büyük hem küçük kütüphaneden ışık ve rüzgâr büyüsü ile ilgili kitaplar almıştı. Ana yalnızca büyük kütüphaneden rüzgâr büyüsü ile ilgili kitaplar alırken Sivina ve Lylphia da kendilerine göre kitaplar seçmişti.

 

Aslında Lylphia zaten oradaki kitaplara istediği zaman erişme imkânına sahip olduğundan onun için pek bir önemi var mıydı Yu bilmiyordu.

 

Yu ise hastalığını iyileştirebilmek için aldığı kitapların yanı sıra çiftçilik, hayvancılık, yönetim, önemli savaşların kayıtları ve simyacılık ile ilgili kitapları almıştı Bu kitaplar ona Yurine Başak Kilisesinin başına geçtiğinde yardımcı olacaktı.

 

"Yu, benim sana bir şey söylemem gerek."


Yu aklını kurcalayan soruyu sormadan önce Yurine konuştu.


“Ben... Ben sana yalan söyledim. Sana ben olmazsam Lütufların senin canını yakacağını söyledim ama onlar yalnızca o gün senin canını yaktı. Ben... Beni reddedeceğinden korktuğum için öyle dedim. Özür dilerim, Yu.”


Yu sadece gülümsedi. “Sana kızmadım, ben olsam ben de aynısını söylerdim.”


Yurine ona bakıp gülümserken Yu sol elinin iki parmağını dudaklarının üstüne getirdi. Yu’nun orta parmağında mor bir kurdele vardı.

 

“Yurine... Ben bir şey merak ediyorum ama kızmayacağına söz ver.”

 

Hala gemiye çıkmamış, bekliyorlardı. İnsanlar yanlarından geçerken Yu haftalardır sormak için beklediği soruyu sormaya hazırlamıştı kendisini.

 

“Peki, kızmayacağım.”

 

“Gerçekten kızmayacaksın, değil mi? Beni yumruklamak ya da cimcik atmak gibi şeyler yapmayacak ya da beni denize itmeyeceksin... Sakın bak... Yüzme bilmiyorum.”

 

Denizin yanındaydılar ve Yurine sinirlenip onu iterse kötü şeyler yaşanabilirdi.

 

“Yu, hemen şimdi sormazsan kızacağım.”

 

“Tamam, soruyorum.”

 

Kendini hazırladı ve herhangi bir saldırı sinyali aldığında kaçmak için Yurine’yi dikkatlice izlemeye başladı.

 

“Hani Sony öldüğünde Nana gelmiş ve onu Anka Lütufu ile canlandırmıştı ya... Hani bunu yaparken de onu dudağından öpmüştü... Ben de diyorum ki acaba Rie de... Şey yani... Beni canlandırırken dudağımdan mı öptü?”

 

Yurine, Yu’nun gözlerine ifadesiz bir şekilde baktıktan sonra gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı ve Yu’nun ayağına sertçe bastı.

 

“Sapık! Sen niye böyle bir şeyi merak ettin şimdi! Seni! Seni! SAPIK! Annemi öpmek mi istiyordun! Niye böyle bir şey sordun!”

 

“Hani kızmayacaktın? Ayağım acıdı...”

 

“Hiç kızmadım!”

 

“Bu kızmamış halin mi?”

 

“KIZMADIM!”

 

Yurine’nin yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hem utanmış hem de sinirlenmişti.

 

“Neyse, gereken cevabı aldığıma inanıyordum,” dedi gülümseyerek. “Hadi binelim.”

 

Gemiye doğru ilk adımlarını attıkları sırada Yu, birinin haykırışını duydu. Hemen arkasını döndü ve kendisine doğru koşan Raul’u gördü.

 

“Valarfin!”

 

Elinde bir bıçak tutuyordu, Yu kendini savunmak için pozisyon alırken Raul birden havalanıp gerisin geriye fırladı.

 

Yurine onun üstünde rüzgâr büyüsünü kullanmıştı. Raul uçarak ilerledi ve kendisinden onlarca metre uzaklardaki insanların üstüne düştü.

 

Düştüğü gibi bayılmıştı.

 

“Seni...”

 

Yurine öldürmek için Raul’a doğru giderken Yu onun omzunu tuttu.

 

“Ayağa kalkabileceğini zannetmiyorum, gemiye binelim.”

 

Buradan ayrılmadan önce birilerini öldürürlerse şehir muhafızları hemen yakalarında bitecek ve onları karakola götürecekti. Bu gemiyi kaçırmalarına neden olabilirdi.

 

“Ama Yu!”

 

“Gerek yok, zaten bizi tekrar bulamaz.”

 

Raul’un etrafında insanlar toplanırken Yu ve Yurine gemiye bindi.

 

“Neden böyle bir şey yaptı ki?” diye sordu Yurine. “Onu öldürmek istiyorum, sana zarar vermeye çalıştı.”

 

“Muhtemelen Sivina’yı ondan çaldığımı düşünmüştür. Ben de onun ölmesini isterim ama onu öldürmediğimizde bir şey kaybedeceğimizi zannetmiyorum. Hem şehir muhafızları ile uğraşmaya gerek yok.”

 

Önce odalarına gidip Sivina ve Ana’yı kontrol ettiler. Yu’nun söylediği gibi sandığı odaya koymuş ve başında beklemişlerdi.

 

Yu onlara Raul ile ilgili meseleyi söylemedi.

 

Gemi harekete geçtiğinde Rolderhelm’in küçüldüğünü bu dünyada son bir kez daha izlemek için güverteye çıktılar.

 

Şehir uzaklaştıkça küçülüyor, gitgide gözden kayboluyordu.

 

“Yu,” dedi Yurine. “Başaracağız, değil mi?”

 

“Evet, küçük hanımım. Ben varken yenilmezsin.”

 

Rolderhelm gözden kaybolduğunda denizin ortasında bir başlarına kaldılar. Gemileri bu sefer Kızılşapel’e uğramayacak, Büyücülük Akademisinin muhteşem köprüsünün altından gidip Rolderhelm Prensliğini oluşturan dört adayı terk edecekti.

 

Uçsuz maviliğin ortasında odalarına geri dönerken asıl maceraları yeni başlıyordu.

-------------------------

İkinci cilt olan, Rolderhelm’in Altın Mektupları böylece bitti. Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.

Ayrıca uzun bir süre bölümleri paylaşmamda yardımcı olan WindskyW’ye de teşekkür ediyorum. Onun serisi de burada: Lunerra'nın Ekstrası.

Bu linkten de discord sunucumuza ulaşabilirsiniz: Başak İmparatorluğu. 

Seri hakkındaki düşüncelerinizi, gördüğünüz hataları buradan ya da discord'dan bildirebilirsiniz. Üçüncü ciltte görüşmek üzere.

25.1.2022 - 02:29






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr