Cilt 2 - Bölüm 39: Hayallerin Gerçekleşmesi İçin Bir Yer (2/2)

avatar
364 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 39: Hayallerin Gerçekleşmesi İçin Bir Yer (2/2)


Yu’nun anladığı kadarıyla Rolderhelm’in varis prensinin oğlu, yani bir gün ülkenin başına geçecek kişi, Sivina, Ana ve Lylphia’ya yazıyordu. Lylphia durumdan memnun gibi gözükürken Sivina ve Ana rahatsızlığını belirtmekten çekinmiyordu.

 

Buna rağmen prens yılışıklığa devam ediyordu. O iki kızı rahatsız etmesi onu sinirlendirmişti ama sinirlenen bir başkası daha vardı ve bir köşede kıskançlık krizine girdiğini izlemek Yu’yu eğlendiriyordu.

 

“Acaba cidden doğru mu tahmin ediyorum? Bu ikisinde var bir şeyler, ben bir çekim hissettim. Bana bu kadar yakın olup da benimle ilgilenmemelerinin başka sebebi olması mümkün değil. Sonuçta ben çok iyiyim.”

 

Yu beraber geçirdikleri günlerde ikisi arasındaki ilişkiyi inceleyip gerçekten de birbirlerine âşık olup olmadıklarını anlamaya çalışmıştı.

 

Ama şu anda onlarla daha fazla ilgilenemezdi çünkü Yu’nun çevresi Raul’u izlemekten çok daha güzeldi. Bir sürü zengin ve soylu kız Yu’nun etrafına toplanmıştı ve Yurine, Yu’yu kimseye kaptırmamak için beline sarılıyordu.

 

Hatta bu kızların arasında birbirleriyle kardeş olan iki prenses vardı. Yaşları Yu’ya ya yakındı ya da Yu’dan biraz daha büyüklerdi. Prenseslerden biri mavi saçlıydı ve Yu onu da beğenmişti ama asıl hoşuna giden pembe saçlı prensesti. O yirminin başında gözüküyordu.

 

“Bay Valarfin, nelerden hoşlanırsınız?” diye sordu prenses.

 

Pembe saçlı prensesin adı Monia’ydı, mavi saçlı olanın Simia. Monia, Yu ile bir sohbet başlatmayı denediğinde şanslarının azaldığını hisseden diğer kızlar yüzlerini astı ama hâlâ Yu’nun yakışıklı yüzünü görmek istediklerinden yanından ayrılmadılar.

 

“Tatlı kızlardan hoşlanırım.”

 

Nazik bir gülümseme ve kibar bir ses tonu ile şakayla karışık bir cevap verdi. Kulağa şaka gibi gelen yanı dışında Yu bunu söylerken tamamen dürüsttü.

 

Yu’nun cevabının ardından iki prenses ile birlikte ortamdaki diğer kızların yanakları pembeleşti ve Yu’ya kaçamak bakışlar atmaya başladılar. Yu’nun kalbini kazanmak adına tatlılık yarışına girmeyen tek kişi asık bir yüzle Yu’ya sarılmaya devam eden Yurine’ydi.

 

“Bay Valarfin, katili nasıl yakaladığınızı anlatır mısınız? Eminim sizin karşınızda hiç şansı olmamıştır.”

 

Yu’nun adını hatırlamaya zahmet etmediği soylu kızlardan bir tanesi diğerlerinin arasından geçti ve Yu’nun kolunu tuttu.

 

“Benim karşımda kimin şansı olabilir ki? Zorlanmadım bile. Hatta katile avans vermeyi bile düşünüyordum, sonuçta ondan yüz tanesi bile benim zekâmın yanına yaklaşamaz...”

 

Yurine daha fazla dayanamadı, Yu konuştukça kızlar ona daha fazla yanaşıyor ve Yu’nun egosu şiştikçe şişiyordu.

 

Ona sarılmayı bıraktı ve elini tutup çekiştirmeye başladı. Bunu bir şey söylemek için yapmıyordu, sadece Yu’nun onlarla daha fazla konuşmasını engellemeye çalışıyordu.

 

“Sizin kızınız mı?”

 

“Hmph! Seni hiç ilgilendirmez!”

 

Yu’ya cevap verme hakkı tanımadan Monia’yı susturdu. Yu, Yurine’nin başını okşarken ortamı toparlamaya çalıştı.

 

“Kusura bakmayın, etrafımda olan kızlar ne kadar güzelse Yurine de o kadar kıskanç oluyor.”

 

Yu tarafından övülen kızlar Yu’ya sırılsıklam âşık olmadan önce Yurine yapacak bir şey bulmaya çalışıyordu. Bir şekilde onu buradan uzaklaştırması gerekliydi çünkü Yu’nun elini tutup çekmeye devam etse de kızlar ile sohbet etmesini engelleyemiyordu.

 

Ama Yu’yu rezil etmek istemediği için aklına gelen çoğu planı da uygulayamıyordu. Yu gerçekten babasıymış gibi davransa ve onu annesine söylemekle tehdit etse işe yarar mıydı? Muhtemelen yarardı ama bu sefer de Yu’nun burnu bir daha indiremeyeceği kadar kalkardı.

 

Başka ne yapabilirdi? Yu’nun dolandırıcı biri olduğunu söyleyemezdi. Acaba Sivina ve Ana’dan yardım mı istemeliydi? Hayır, onlar da Yurine’nin dikkatli olmasını gerektirecek kadar güzellerdi.

 

“Yu, beni kucağına al.”

 

Yu onu reddetmedi ve kucağına aldı, peki şimdi ne yapmalıydı? Sadece bir şeyler yapmış olmak için doğaçlama yapmıştı.

 

“Bay Valarfin, sadece yakışıklı değil aynı zamanda çok tatlısınız,” dedi Monia. Yu’nun dibindeydi.

 

“O sizin tatlılığınız,” diyerek baştan çıkarıcı bir tebessüm sundu Yu.

 

“Yu, aptal! Beni tuvalete götür!”

 

Kızları Yu’dan soğutmaya çalışırken onun için bir aksesuar görevi görmüş ve onu daha da beğenmelerini sağlamıştı. Artık tek yapabileceği şey Yu’nun onu tuvalete götürmesini sağlamak ve kızlar ona daha fazla bağlanmadan önce yeni bir plan düşünmek için zaman kazanmaktı.

 

Yu onu yine reddetmeyerek kızlardan müsaade istedi ve Yurine’yi sarayın içine götürdü. Tuvaletin önüne geldiklerinde Yurine aslında tuvaleti olmadığından yere indirilmeyi istedi.

 

“Beni kıskandın mı sen?”

 

“Saçmalama!”

 

“Yapma ama Yurine... Kıskanman kötü bir şey değil, normal olan bu. Benim gibi birini bulduğun zaman kıskanmalısın. Bir dakika bu yanlış oldu, benim gibi birini bulamazsın çünkü ben eşsizim.”

 

Yurine’nin tuvaleti yoktu ama Yu tuvalette bir aynanın karşısına geçip yüzünü kontrol etmek istiyordu. Tuvalete girmeden hemen önce bir hizmetçi onu durdurdu.

 

“Bay Valarfin, ekselansları sizi görmek istiyor.”

 

---

 

Yu ve Yurine, Rolderhelm Başbakanı Denise El Rolder’in odasının kapısında beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra odadan takım elbiseli bir adam çıkıp gitti ve odadan çıkan hizmetçi Yu’ya içeri girebileceklerini söyledi.

 

“Merhaba.”

 

Denise El Rolder altmış yaşında, beyaz saçlı, açık mavi gözlü bir adamdı. Satoshi’nin aksine o Avrupalı bir dünyalar arası seyyahtı.

 

“Oturun,” dedi bir zamanlar zamanı geri sarmış olan Denise. “Bir şeyler içer miydiniz?”

 

“Meyve suyu olabilir,” dedi Yu.

 

“Ben de meyve suyu istiyorum.”

 

Denise başını salladı ve hizmetçiye işaret etti, “Bana da sadece su getir.”

 

Hizmetçi başını eğdi ve odadan çıkıp kapıyı arkasından kapadı.

 

“Dünyadan mısın?” diye sordu Denise. Hizmetçi gider gitmez konuşmuştu.

 

“Evet.”

 

Cevabın ardından ortam sessizleşti. Yu konuşmayı sürdürmesi gereken kişi kendisi miydi yoksa Denise’in konuşması için mi beklemeliydi anlayamıyordu ama sessizlik devam edince görevin kendisine düştüğünü hissetti.

 

“Merak ettiğim bir şey var, siz dünyadan geldiğinizde yıl kaçtı?”

 

Satoshi ile Yu bu dünyaya aynı yılda, iki bin on dokuzda gelmişti.

 

“İki bin yirmi beş.”

 

“Hehehe... Pardon...”

 

Otuz dokuz yılındaydılar ve şu anda altmış yaşındaysa hikâyedeki Denise on dokuz olmalıydı. Eğer dünyadan iki bin yirmi beş yılında geldiyse Yu’dan daha küçüktü.

 

“Yu, neden güldün?”

 

“Ben iki bin on dokuzdan geldim.”

 

Denise otuz dokuz yıl önce gelmesine rağmen dünyadaki zamanı iki bin yirmi beşti ve Yu ondan otuz dokuz yıl sonra gelmesine rağmen dünyadaki zamanı iki bin on dokuzdu.

 

“Yani Satoshi ile aynı zamandan gelmemiz sadece tesadüf. Dünya bizimle paralel ilerlemiyor. Bunun anlamı...”

 

Birinci Dünya’da ablalarının hiç ölmediği zamanlar hâlâ yaşanmaya devam ediyordu.

 

“Farklı boyutlar arasında zaman tuhaf işliyormuş,” dedi Denise ve sessizlik devam etti.

 

Denise konuyu akademide bıraktığı mektuba getirecek gibi durmuyordu. O yüzden içeceklerin gelmesinin ardından yazı konusunu açmak Yu’ya düştü.

 

“Akademide bıraktığınız mektubu bulduk ve okuduk. Arkadaşınız Natalia, Yurine’nin annesi Rie’nin de ustasıydı,” dedi meyve suyunu içerken.

 

“Natalia?” Denise’in kırışmış gözleri büyüdü. “Hâlâ yaşıyor mu? Buna sevindim. Kahramanların savaşından sonra bir daha gözükmemişti.”

 

“Yaşamıyor,” dedi Yurine ama onu annesinin öldürdüğünü söylemedi.

 

Denise’in yüzündeki hafif gülümseme yok oldu ve yanakları sertleşti.

 

“Ah... Ne zaman?”

 

“Dört yıl önce.”

 

Yurine tekrar cevap verdi ama hâlâ nasıl öldüğünü söylememişti.

 

“Natalia, Yurine’nin annesine yaşadığınız macerayı anlatmış ve orada dilekleri gerçekleştirmenin mümkün olduğunu söylemiş. Daha sonra annesi de Yurine’ye anlatmış. Yurine ve ben Nekoverine’yi arıyoruz çünkü Yurine’nin annesi öldü ve oraya gittiğimizde Rie’nin yaşamasını dileyeceğiz.”

 

Zamanı geri alacağız demek yerine Rie’nin yaşamasını dileyeceklerini söyledi. Eğer zamanı geri alacaklarından bahsetseydi Denise şu anki benliğinin yok olacağını düşünerek onlara Nekoverine’nin nerede olduğunu söylemeyebilir hatta benliğinin güvenliğini garantiye almak için onları öldürebilirdi.

 

“Ethalot.”

 

“Ethalot?”

 

“Nekonozwei Dağı, Ethalot’da yer alıyor. Nekoverine orada.”

 

Denise’i ikna etmek için uğraşacaklarını söylüyordu ama adam henüz hiçbir şey sorulmadan cevap vermişti.

 

“Hemen söyleyeceğinizi düşünmemiştim,” Yu şaşkınlığını gizleyemedi.

 

“Neden cevaplamayayım?”

 

Yu olsa Nekoverine’nin yerini söylemek yerine karşısındakileri öldürür ve benliğini güvenceye alırdı.

 

“Küçüğüm, sen biraz ahmaksın herhalde? Belki biz de zamanı geri alacağız... Yani bunun belkisi yok, öyle yapacağız? Biz zamanı geri alınca senin şu anki benliğin de gidecek, niye söylüyorsun ki? Neyse iyi oldu bizim için.”

 

Denise’in hangi motivasyonla bunu söylediğini bilmiyordu. Belki sadece Yu onunla aynı dünyadan diye yardım etmek istemişti.

 

“Tam olarak nerede peki?”

 

Denise masaya bir harita koydu ve bir kalem ile Ethalot’un batısını işaretledi.

 

“Nekonozwei dağının içinde ama buraya giremezsiniz.”

 

“Neden?”

 

“Etahlotlular buraya kutsal topraklar diyor. Güvenlik en üst düzeyde ve Ethalot Kralı’nın izni olmadan girilemez. Dağın içine gireceğiniz yer de mühürlü. Dağın kuzey batısında, bir buçuk saat yükseklikteki bir noktadan giriş yapmıştık biz. Mührü kaba kuvvetle kırmıştık.”

 

“Kaba kuvvet ile? Hmm... Peki, içeride ne ile karşılaşacağız?”

 

Denise bu soruya cevap vermedi. Söylediği tek şey vardı.

 

“Sadece tek bir dilek hakkınız olacak, onu kandırabileceğinizi düşünmeyin. Sadece bir dilek.”

 

Yu’nun tüm ısrarlarına rağmen Denise, Nekoverine hakkında başka hiçbir şey söylemedi. En sonunda Yu pes etti ve sıra diğer isteklerine geldi.

 

“Pekâlâ, bu bilgiler için teşekkür ederim. Size söylemek... Daha doğrusu istemek istediğim iki şey var.”

 

“Ne isteyeceksin?”

 

“Ya şimdi bize nişan verdiniz iyi güzel de... Sizce de çok kuru olmadı mı bu? Yani... Yolculuğa falan çıkacağız para ödülü verseydiniz bari.”

 

Yu bu işi para için yapmamıştı ama para için yapmadığı iş Sony işiydi. Onun sayesinde bir katilden kurtulmuşlardı ve bunun için parayı hak ettiğini düşünüyordu.

 

“Kaç para istiyorsun?”

 

“Şimdi bu katil genelde bir tık hali vakti yerinde insanları öldürüyor, gelecekte on yıl daha birilerini öldürmeye devam etse rahat birkaç yüz altınlık vergi kaybınız olurdu. Demem o ki üç yüz... Dört yüz... Gönlünüzden koparsa beş yüz...”

 

“O parayla ordu doyar.”

 

“Şimdi biz de kendi çapımızda küçük bir ordu sayılırız.”

 

Denise, Yu’nun cevabına güldü.

 

“Bu parayı arkadaşlarınla paylaşacak mısın?”

 

Yu derin bir nefes aldı ve Denise’in gözlerinin içine baktı.

 

“Bir de bizim bir mahkeme işi vardı.”

-------------------------

24.1.2022 - 17:02






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr