Cilt 2 - Bölüm 31: Mücadeleler

avatar
371 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 31: Mücadeleler


Üç kız son sürat koşarak köpeği izlemeye devam ediyorlardı.

 

Ormanda oldukları için savaş güçlerinin bir nebze azaldığı söylenebilirdi. Çünkü Lylphia artık ateş büyüsünü kullanırken dikkatli olmak zorundaydı. Yapacağı yanlış bir hamlede ormanda durduramayacakları bir yangın başlatabilir ve büyük problemlere yol açabilirlerdi.

 

Hal böyle olunca da Lylphia artık ateş büyüsünü kullanarak Yu ve Yurine için bir iz bırakmaya devam edemeyecekti. Arkalarından gelenlerin kendilerini takip edebilmesi adına iz bırakma işini Sivina üstlenmişti. Ormanda ilerlerken kılıcı ile ağaçlara kesikler atıyor ve Yu’nun görebileceği izler bırakıyordu. Bu sayede Yu ve Yurine ile aralarındaki mesafeye rağmen sonunda bir araya gelebileceklerdi.

 

“Çok uzaklaştık, köpeğin bizi doğru yere götürdüğüne emin miyiz?” diye sordu Sivina. Kovaladıkları adamları göremediği için şüpheye düşüyordu.

 

“Bunu sormak için biraz geç kalmış olabiliriz,” diye yanıtladı Ana. Köpeğin tasmasını hala tutuyor ve en önde koşuyordu.

 

Kasabadan uzaklaşıp ormanın bilmedikleri bölgelerine girince artık köpekten şüphelenmek bir işe yaramayacaktı.

 

“Sen iyi misin?”

 

“Evet, iyiyim.”

 

Sivina iyi değildi ama yine de Lylphia’nın sorusuna evet diyerek geçiştirmek dışında yanıt veremezdi. Bu kadar ilerlemişken geri dönmeyi istemiyordu, başladığı işi bugün bitirecekti.

 

Fakat ne Ana’nın ne de Lylphia’nın endişelenmemesi mümkün değildi. Pijaması yırtılmış ve kan izleri bulaşmıştı. Kıyafetinden daha kötüsü gerçekten de kayanın canını yakmış olmasıydı ve suçluları yakalamak için Yurine’nin şifa büyüsünü yarıda kesmişti. Canı hâlâ acıyordu ama bu kendisini yavaşlatmayacaktı, Sivina gözünü karartmıştı.

 

“O herif de yaralıydı, çok fazla ilerlemiş olamaz. Bir yerde saklanıyordur,” dedi Sivina.

 

“Böyle bir ihtimal var ama öyle olmama ihtimali de var. Asıl sorunumuz büyücü.” Lylphia, Sony hakkında bildiklerini aklında toparlıyordu. “Sony’nin babası hem ışık hem de toprak büyüsü kullanıyordu. O büyücünün de toprak büyüsü kullandığını gördük, eğer Sony ise ışık büyüsü kullanma ihtimali de var ve diğerinin yaralarını en azından bir miktar iyileştirmiş olabilir. Kısaca formunda iki düşmanla karşılaşmaya hazır olmalıyız.”

 

Sivina büyücü olmasa da o dahil buradaki kızların hepsi başka büyücüler ile karşılaşmış ve pek çok büyü çeşidi görmüştü.

 

Ama özellikle Lylphia büyü ile diğerlerine kıyasla çok daha ilgiliydi. Ana da bir büyücü olsa da Lylphia bu işi profesyonel boyuta taşımış, dünyanın en gözde akademisinde eğitim alıyordu. İşte bu sebeple Lylphia karşılarındaki kişinin zannettiklerinden daha tehlikeli olabileceğinin farkındaydı.

 

Yu, Kızılşapel Katilinin büyü kullanamadığı varsayımında bulunmuştu. Yaralanan adam gücünü gizlemeye çalışmıyorsa büyü kullandığını zannetmiyordu ve büyü kullanamıyorsa varsayımlarındaki gibi katil olabilirdi. Bu durumda büyücü, yani Sony olduklarını düşündükleri adam bariz şekilde katilden daha tehlikeliydi.

 

“Dikkat et!”

 

Sivina adeta havada süzülerek Ana’nın önüne geçti ve kılıcını Ana’nın üzerine gelen oka doğru savurdu.

 

Sivina’nın hızlı müdahalesi sayesinde ok kırıldı ve hedefine ulaşamadan yere düştü, Ana yaralanmamıştı.

 

Ama üçünün de durup nefes alacak vakitleri yoktu, upuzun sarı bir yay yatay şekilde ilerliyor ve önüne çıkan ağaçları keserek üzerlerine geliyordu.

 

Lylphia dalgayı fark ettiği gibi yukarı zıpladı, Sivina ise Ana’nın üzerine atladı ve birlikte yere yattılar. Böylece hepsi sarı yay tarafından kesilmekten kurtulmuş oldu.

 

“Işık büyüsü!” Lylphia haykırdı, “Sony olmalı!”

 

Lylphia’nın tespiti hakkında yorum yapamadan önce bir ok tekrar yaydan fırlamış ve bu sefer hedefi olarak Sivina’yı seçmişti.

 

Sivina kılıcı ile kendisini savunmaya hazırdı ama Lylphia refleks olarak büyüsünü kullanmış ve alevleri oku saliseler içinde yutarak geriye hiçbir şey bırakmamıştı. Büyüsünün ağaçlara çarpmaması ise az önceki yayın ağaçları kesip düşürmesi sayesindeydi.

 

Işık büyüsünün ağaçları kesip düşürmesiyle oluşan açık alanda kendilerine saldıran kişiyi görebilir duruma geldiler. Sivina’nın üzerine bir ok daha gelirken Lylphia’nın alevleri o oku da yakalayıp yok etti. Bu esnada Ana, köpeğin tasmasını elinden kaçırdı ve köpek önündeki adamlara doğru fırladı.

 

“Ava!”

 

Ana’nın rüzgâr büyüsü de az önce karşılaştıkları ışık büyüsü gibi yatay şekilde yol alarak köpeğin takip etti.

 

Ana büyüsünün hızı ve kuvveti sebebiyle tek hamlede rakiplerini öldürebileceğine inanmıştı ama büyüsü, rakiplerinin önünde çıkan toprak duvara çarparak yok oldu.

 

Köpek de duvar yüzünden aniden durmak zorunda kalmış, sonra öfkeli şekilde havlayarak duvarın etrafından dolaşmak için tekrar koşmuştu.  Ana ise güvendiği büyüsünün engellenmesiyle hırslanmış ve çok daha kuvvetli bir büyüyü avuçlarının içerisinden yollamıştı.

 

“Neido!”

 

Ana’nın avuçlarının içinden çıkan hortum tozu dumana katarak ilerleyerek toprak duvara çarptı ve onu parçalara ayırdı. Duvarın yok olmasıyla ardında saklanan iki kişi de açığa çıkmıştı.

 

Köpek rakibini gördüğü anda kim olduğuna bakmaksızın üzerine atladı. Atladığı kişi büyücüydü, dişlerini koluna geçirdi ve büyücü çığlık atarken asası yere düştü.

 

“Siktir git!”

 

Büyücü öfkeyle kolunu savurdu ve köpeği arkalarındaki ağaca vurdu. Hayvanı o kadar sert bir şekilde vurmuştu ki ağacın kabukları çatlamış ve köpek yere düşüp hareketsiz şekilde yatmaya başlamıştı.

 

“Merhaba!” Lylphia bağırdı. “Bay Sony ve Kızılşapel Katili siz misiniz acaba?”

 

Yu ile yaptıkları toplantıda büyünün genetik olduğundan ve Sony’nin de bu sebeple babasının kullandığı ışık ve toprak büyülerini kullanabileceğinden bahsetmişlerdi.

 

Az önce de söylediği gibi karşısındaki büyücü toprak büyüsünün yanında ışık büyüsünü de kullanmıştı. Lylphia’nın şüphesi yoktu, karşısındaki kişi Sony’ydi.

 

Ormanı yakmak istemediğinden ateş büyüsünü gönlünce kullanamayacak olsa da Sony gibi güçlü bir büyücüye karşı gardını indirmek de doğru olmazdı. Etrafında dönen ateş topları oluşturdu, saldırı ya da savunma için, toplar her an harekete geçmeye hazırdı.

 

Sivina ve Ana da Lylphia ile birlikte gardını almıştı. Her ikisi de her an tereddüt etmeden rakiplerine doğru harekete geçebilecek kadar gözü karaydı.

 

“Bir bakalım... Evet, o olmalısınız. Şey, acaba Bay Sony’yi mi yoksa Bay Bishory’yi mi tercih ediyorsunuz? Neyse, bilemedim ama o olduğunuzdan eminim. Cübbe ile biraz yüzünüzü gizlemeye çalışsanız da bu başarısız bir deneme olmuş.” Lylphia’nın konuşması karşısındaki kişiyle alay edercesineydi.

 

Diğer akrabalarının aksine Sony’nin saçları siyah değil kahverengiydi. Saçlarındaki renk farklılığı dışında diğer tüm akrabaları ile aynı özelliklere, uzun boya, karizmatik bir surata ve mavi gözlere sahipti.

 

“Yanınızdakinin katil olma ihtimali var mı acaba? Eğer öyleyse bunun için de yargılanmanız gerekecek. Tabii bunu geçersek de çaldığınız şeyi hemen geri-”

 

Büyücü onu ta ki çalınan şeyin lafını edene kadar sessizce dinliyordu. Ne zaman ki Lylphia çalınan şeyden bahsetti büyücünün, yani Sony Von Bishory’nin gözü döndü,  başının üzerinde beliren sarı haleleri hışımla Lylphia’nın üzerine fırlattı.

 

Eğer üzerine gelen şeyler arak büyüsünün kristalleri, toprak büyüsü ya da su büyüsü olsaydı Lylphia ateş büyüsünü kullanarak kendini savunmayı deneyebilir ve bunu yüksek ihtimalle başarırdı.

 

Ama ateş büyüsü her ne kadar Lylphia’ya göre en güçlü büyü türü olsa da ışık ve rüzgâr büyüsünün saldırılarına karşı etkili bir savunma sağlamaktan acizdi.

 

Eğer büyüsünü üzerine gelen ışık halelerine gönderirse haleler alevlerin içerisinden sorunsuzca geçecek ve Lylphia’ya isabet edecekti. Kaçmaktan hoşlanmasa da ölmemek için şu anda kaçmak zorundaydı.

 

Zıplayarak tüm saldırılardan kaçındı ve Lylphia büyücünün dikkatine sahipken Sivina birkaç sıçrayışta rakipleri ile arasındaki mesafeyi kapatarak kılıcını büyücünün omzuna indirdi.

 

“Tch!”

 

Bir hançer tarafından Sivina’nın kılıcı durduruldu ve Sony’nin kolu gövdesine bağlı kalmaya devam etti. Sivina bu hamleyi beklemese de zaman kaybetmeden saldırısına devam etti.

 

Ailesi tarafından uzun süredir uygulanan ve babasının kendisine öğretti kuendo stilinin öğretisine göre dövüş esnasında en önemli şey olabildiğince hızlı şekilde rakibi yenmekti ve bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı.

 

Çoğu insan bu stilin bir şövalyeden çok suikastçılara uygun olduğunu söylese ve kuendo stilini kullanan şövalyeleri aşağılasa da Sivina nesiller boyu ailesi tarafından kullanılan ve babasının kendisine öğrettiği stile uymaya devam etti ve dizini Sony’nin kasıklarına geçirdi.

 

Sony sendeleyip gerilerken sol eliyle yüzüne bir yumruk indirdi ve onu yere düşürdü. Diğer adama da kendisine saldırması için fırsat vermeyecekti, o henüz hiçbir şey yapamadan zıpladı ve tekmesini adamın burnuna geçirdi.

 

Adamın burnu kırılırken Sivina yere indiği gibi tekrar sıçradı ve yine tekmesiyle rakibinin başına vurdu.

 

Rakibi yediği tekmeyle yere yapıştı. Sivina’nın bu kadar hızlı hareket etmesini beklemiyordu, afallamış ve ilk birkaç saniye hareketsiz şekilde olan biteni anlamaya çalışmıştı. Kendine geldiğinde geriye doğru sürünmeye başladı ama Sivina kılıcını ona doğrulttuğunda olduğu yerde durdu.

 

Sivina ani bir saldırı ile karşılaşmak istemediği için gardını indirmiyordu. Gözünü yerde yatan adamlara dikti ve konuştu.

 

“Sen Sony’sin ve sen de William Berry’sin, değil mi?” William ismi dudaklarından bir küfürmüş gibi çıkmıştı.

 

Zaten başka nasıl çıkabilirdi ki? Sesi sertti ve güzel deniz yeşili gözleri korkunç bir şekilde keskinleşmiş, içlerinde merhametten eser kalmamıştı.

 

“Bu son, değil mi?”

 

Kasıklarına yediği darbenin canını yaktığından mı yoksa kederli olduğundan mı anlaşılmasa da sesi acı doluydu. Sivina gardını indirmeden beklemeye devam ederken Lylphia ve Ana yanlarına geldi.

 

“Evet, yakından bakınca daha iyi tanıdım. Bu, Sony.”

 

Sony gibi diğer adamın da yüzü tamamen açıktaydı. Onun mavi gözleri Sony’nin gözlerindeki asaletten yoksundu. Kızıl saçları seyrelmişti ve yüzünde bakımsız bir sakal vardı. William Berry’nin eşkâline uyuyordu ama yirmilerinin sonunda olması gerekirken sanki kırk yaşındaymış gibi gösteriyordu.

 

“Lütfen,” diye fısıldadı Sony. Onun fısıltısı Sivina’yı öfkelendirdi.

 

“Bir sürü insanın ölümüne sebep olduktan sonra merhamet için yalvarmak yüzsüzlüktür.”

 

Sony, Sivina’yı duymazdan geldi onunla konuşmuyordu. Haykırdı. “Onun yaşamasını istiyorum, onu kurtar!”

 

Sony aynı anda hem toprak hem de ışık büyüsü kullanarak saldırdı.

 

Lylphia ve Ana’nın önünü kesmek için ince de olsa bir toprak duvarı inşa etti, havada beliren ışık haleleri ise Sivina’nın üstüne yöneldi.

 

Sivina ve haleler arasında çok az bir mesafe olduğundan kaçmak için yeterli zamana sahip değildi. Üzerine gelen halelerin yarısından sıyrılmayı başarsa da diğer yarısının vücudunda kesikler açmasına engel olamadı.

 

Bu sefer aldığı yaralar Ana için önüne atladığı kayanın yol açtığı yaralardan daha büyük bir sorun teşkil ediyordu ama en azından haleler gövdesine ya da boynuna değil de kollarına ve bacaklarına gelmişti.

 

Tabii bu yaralarının hafife alınacak halde olduğunu da göstermezdi. Hâlâ hayattaydı ama kollarında ve bacaklarında açılan kesikler yüzünden keskin bir acı hissediyor ve kan kaybediyordu.

 

Sivina katilin kaçmaya başladığını fark etti. Eğer şimdi katili kovalarsa Sony arkasından ona saldıracaktı, katilden gözünü ayırmak istemese de önce Sony’yi etkisiz hale getirmeliydi. Kılıcını omzuna saplamayı denediğinde Sony yuvarlanarak ondan kurtuldu.

 

“Siz onu alın, ben katili yakalayacağım!”

 

Ana ve Lylphia’yı gördüğünde itiraz kabul etmeyeceği anlaşılan bir tonda konuştu ve Ana yaraları hakkında sayıklamaya başlamadan önce Sony’yi onlara bırakarak katilin peşinden ormanın derinliklerine doğru koşmaya başladı.

 

***

 

“Yoruldum, tükendim, bittim... Şarjım kalmadı.”

 

Yurine’nin şifa büyüsü ilk başta yorgunluğu unutmasını sağlasa da hâlâ Yu’nun vücudunun bir potansiyeli vardı. Artık büyünün etkisi azalmaya ve vücudunu zorlamasının etkilerini görmeye başlamıştı.

 

Birkaç saniye sonra Yurine’nin büyüsünü doping olarak kullanıp kendini zorlayan Yu, ne Yurine’nin ne de kendi ağırlığını taşıyamaz hale geldi ve sendelemeye başladı. Yere düşmeden önce kendini kontrol etmeyi ancak başarabildi ve durdu.

 

Nefes alamıyor, ciğerleri ve dalağı yanıyordu. Dizleri titriyordu ve Yurine’yi taşıyan kollarında güç kalmamıştı.

 

“Yo-hk... Haar-tık... Uh... Uh... Uff... Off...”

 

“Terleme, rahatsız edici. Yanında benim gibi asil bir hanımefendi varken terlemene inanamıyorum.”

 

“Uh... Sence sorunumuz bu mu?”

 

Yurine nasıl Yu’nun terlemesine inanamıyorsa Yu da Yurine’nin önlerindeki kocaman sorun yerine konforuna odaklanmasına inanamıyordu.

 

Elini kaldırıp duvarı işaret etmek isterdi ama Yurine’yi tek elle taşıyabileceğini zannetmiyordu. Hatta elini kaldırabileceğini bile zannetmiyordu ve hatta Yurine’yi taşımaya devam edebileceğini de zannetmiyordu.

 

Oturmak için diz çöktü ve Yurine’yi yere bıraktı. Lylphia ile diğerleri şu anda desteğe ihtiyaç duysa da Yu’nun yapabileceği bir şey yoktu,  dinlenmek istiyordu.

 

“Niye çorap, terlik giymedin ayağına?”

 

Yurine çıplak ayağıyla yere basıyordu. Hem üşüyecek hem de canı yanacaktı.

 

“Hmph! Sen benim için endişelenmektense kendine bak, hemen tükendin. Ortağımdan daha fazlasını bekliyorum.”

 

“Ortağım? Ah... Bunu duymak güzel ama... İnsanım ben, insan. Hıı... Ih... Kabul ediyorum, mükemmelim, muhteşemlik konusunda tavan puanı belirleyen kişiyim ama... Uh... Ama buna rağmen ben de bir insanım, diğer insanların çok üstünde olsam bile böyleyim... Karizmamın ve zekâmın potansiyeli sınırsız ola bile vücudumun maalesef sınırları var, ah, iyi bile koştum... Çok koştum be... İyi bari kriz falan gelmiyor şu an, yoksa tamamen geberirdim... Ah... Uff...”

 

“Yoruldum diyorsun ama kendini övecek enerjiyi bulabiliyorsun. Konuşmak yerine koşarsan devam edebiliriz.”

 

Yurine elinden tutarak yerde oturan Yu’yu kaldırmaya çalıştı. Yu kalkmak istemese de karşı koyacak gücü yoktu, Yurine’nin gücü zayıf düşmüş bedeninin yanında o kadar yüksekti ki bir süre boyunca yerde sürüklenerek duvarın dibine kadar geldi.

 

“İki dakika dinlenelim, ondan sonra devam ederiz.”

 

“Katil o adam değil mi? Belki onun yanındaki de müdürün oğludur. Hadi kalk, gidip yakalayalım.”

 

“Ah be yavrum, hâlden anla biraz.” Yu soluklanmaya devam ediyordu. “Bizim onlara yardım edebileceğimiz bir konu olduğunu zannetmiyorum. Tamam, yani belki yardım edebiliriz ve şu anda bizi bekliyor olabilirler... Ihh... Ama onlar başarısız olursa biz zaten sıçarız yani bırakalım da onlar halletsin...”

 

Yu’nun kalkıp koşacak hali yoktu, hemen yanı başında bir yatak olsa uzandığı an uykuya dalardı. Ayağa kalkıp koşmak ona imkânsız geliyordu.

 

Ama bu halde olmasına rağmen canı keyfinden daha değerliydi, gözünün ucunda kendine doğru gelen kristal bir mızrak gördüğü an devam edecek enerjiyi vücudunda hissetti ve oturduğu yerden sıçrayarak Yurine’ye doğru atladı.

 

Mızrak duvara saplanırken Yu, Yurine’nin ayağının dibinde yatıyordu. Vücudunun üstünü, kollarını kullanarak kaldırdı ve karşıya baktı.

 

“Yok artık be adam! O kadar yolu boşuna mı koştuk biz? Nasıl bize yetişebilirsin ki? Saçmalık! Yemin ediyorum saçmalık!” Biraz daha soluklandı. “Nereden baksan, nereden tutsan tamamen mantıksız, aptal bir klişe!”

 

Sharley yolun karşısında öfkeli, sert adımlar ve Yu’nun bile fark edebildiği korkunç bir aura ile kendilerine yaklaşıyordu.

 

“Hem o darbeyi yedikten sonra rakibine saygıdan ölürsün bir zahmet, yaptığın çok ayıp.”

 

Bacaklarını zorlayarak ayağa kalktı. Sharley’nin bu haldeyken hem Lylphia’nın darbesinden kurtulması hem çevresindeki insanları atlatması hem de kendilerine yetişmesine anlam veremiyordu. Lylphia’nın darbesini yiyen Yu olsaydı onu yerden kazıyarak çıkarmaları gerekirdi.

 

Sharley yaklaşmaya devam ederken Yurine onu korumak için Yu’nun önüne geçti.

 

“Orada dur bakalım, gururum ufak bir kızın arkasına saklanmama izin...”

 

Bu sırada Sharley’nin Yu’yu öldürmek için fırlattığı kristal kılıçları Yurine’nin rüzgâr duvarına çarptı ve Yu’ya ulaşamadan parçalandı. Yu yutkundu.

 

“Bir şey mi demiştin?” diye sordu Yurine.

 

“Bizim sıkletlerimiz farklı. Benim de büyülü güçlerim olsa ben de çıkar savaşırım, Sharley yiyorsa büyüsüz yumruk yumruğa gelsin.”

 

“Çık dövüş o zaman, ben büyüsünün sana isabet etmesini engellerim.”

 

“Şimdi sen öne çıkıp dövüşmeye niyetlenmişsin, ben aranıza girip hevesini kursağında bırakmayayım.”

 

Yurine gülümsedi. “Öyleyse sessiz ol ve arkamda dur, ben de bu piçe bir büyü dersi vereyim.”

 

“Sana güveniyorum.”

 

Yurine’nin küçük vücudunun etrafında bir fırtına oluşuyordu. Sharley ise aralarında on metrelik bir mesafe kaldığında durdu ve başının üzerinde kristal kılıçlar oluşturmaya başladı.

-------------------------

18.1.2022 - 22:55






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr