Cilt 2 - Bölüm 8: Gemi Yolculuğu (1/2)

avatar
549 6

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 8: Gemi Yolculuğu (1/2)


“Neden ağrıyan yerlere şifa büyüsü yapmıyorsun ki? Hafif bir ağrıyı geçirmek en fazla ne kadar manaya mal olabilir?” dedi Yu, sağ elinin bileğini ovuştururken.

 

Dün gece yemekten sonra tüm vakitlerini Marino’nun şirketinde mektup yazarak geçirmişlerdi. İlk hedefleri yüz bin mektup yazmaktı ve bir gecede istedikleri rakama ulaşamamış olsalar da kayda değer miktarda mektup yazmayı başarmışlardı.

 

Bunun bedeli ise bileğindeki ağrı olmuştu. En son lisede eline kalem kâğıt alıp uzun metinler yazardı, üniversitede notlarını telefondan tutmaya başlamış ve günlük hayatındaki tüm yazı işlerinde klavye kullanmıştı.

 

Alfabeyi öğrenirken yazı yazması gerekmişti ama hızlı öğrendiği için dünkü kadar zorlanmamıştı.


"Eğer olay mana harcamakla ilgili olsaydı seni iyileştirmek için harcadığım tüm mananın boşa gittiğini söylerdim."


"Buradan harcadığın çabanın boşa gitmediği çıkarımını yapabilir miyim?"


Yurine'nin robot gibi çıkan duygusuz sesine şakayla karışık bir cevap verdi. Yurine derin bir nefes aldı ve Yu'yu suçlayıcı bakışlarla yargıladı. Daha sonra aynı derin nefesi tekrar alarak konuşmaya devam etti.


"Huh... Sadece bununla alakalı değil. Büyü gibi üstün bir gücü boş işler için kullanamazsın. Ayrıca suç senin ağrını dindirmediğim için bana değil, birkaç adamla on binlerce mektup yazmaya çalışan o aptal insana ait."


"Normale dönmüş gibi... Hiçbir şey yaşanmamış gibi konuşmaya başlaması güzel."


Yu hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmaya çalışıyordu ve Yurine'nin de hiçbir şey yaşanmamış gibi konuşmaya başlaması yüreğine su serpmişti.


Ayrıca Yurine sahiden de büyüsünü gereksiz yere kullanmak istemiyordu, dün kanattığı elini iyileştirince bunu anlamıştı.


“Böyle yapması daha iyi. Yaptığımız iş riskli ve kişi sayısı arttıkça Marino’nun payı azalacak, sadece en güvendiği insanları ortak etti. Biz dönene kadar ilk haftanın mektuplarını bitirecekler zaten, ondan sonra iş kolaylaşıyor.”

 

“O insanlar anlaşmalarının sahte olduğunu öğrenince güvenilir olmaya devam edecek mi peki?” Yurine, Yu’nun da endişelendiği bir noktaya parmak bastı.

 

Takım sahipleri, Marino ve Barney Loyd’a yaptığı gibi Marino’nun işe ortak ettiği kişileri de büyülü anlaşma oyunuyla korkutmuş ve sadakatlerini sağlamıştı.

 

“Büyülü anlaşma diye bir şey yok, varsa da benim yapmayı bildiğim bir şey değil. Onları kandırdığını öğrendiklerinde anlaşmaya uymayı reddedebilirler.”

 

“Anlaştığım takım sahipleri ve Barney bunu yapabilir ama Marino’nun böyle bir şey yapması aptallık olur. Onu ifşalayabilir ya da farklı yollardan intikam alabiliriz.” Marino, Yu ve Yurine’nin onu öldürecek kadar güçlü olduğunun farkında olmalıydı. “Yine de böyle bir aptallık yapmasın diye önlem aldım.”

 

Anlaşmalarında, anlaşmalarından bahsetmeyi yasaklamışlardı. Eğer kimse bundan bahsetmezse anlaşmanın gerçek mi sahte mi olduğunu öğrenmeleri tamamen şansa bağlı olurdu.

 

Yurine’nin konuşmayı devam ettirmemesiyle sessizlik oluştu. Güvertedeki diğer insanların konuşmalarının arka plan sesi olduğu birkaç saniyenin sonunda Yu konuşmadan durmanın rahatsız edici olacağına karar verdi.

 

“İlk iki haftanın mektuplarını yazıp dağıtmak işin en zor kısmı. İlerledikçe işler kolaylaşacak.” Dağıtılacak son mektupların sayısı altı bin iki yüz elliydi. Altı bin mektup yazıp dağıtmak yüz binin yanında hiçbir şeydi. “Biz de zor kısımlarda biraz faydamız olsun diye oraya gittiğimizde Kızılşapel’i inceleyeceğiz.”

 

Hedefleri mektupların dağıtılacağı evlerin konumlarını belirlemekti. Gönderilecek adreslerin arasında belirli bir mesafe olması, mektupların karışık olarak değil de belirli bölgelere aynı mektupların düzenli bir şekilde dağıtılması gibi ayrıntılar kararlaştırılmalı, not alınmalı ve sonraki dağıtım ona göre ayarlanmalıydı.

 

Eğer ayarlanmalar yapılmazsa maç sonuçlarının yanlış olarak iletildiği insanlara tekrar mektup gönderilebilir ya da birbirlerine yakın konumlara mektup göndererek mektupların halk arasında bilinmesine yol açabilirlerdi.

 

Mektupların gideceği konumlar ayarlandıktan sonra da sorunlar bitmiyordu. Yüz bin mektup dağıtılmalıydı ve dağıtım sırasında insanlara yakalanmamaları gerekiyordu.

 

Marino’nun kendine ortak ettiği insanların sayısı bir elin parmağını geçmiyordu ve onlarla bir gecede yüz bin mektup dağıtılması mümkün değildi.

 

Onların da bir gecede tüm mektupları dağıtmak gibi bir niyeti yoktu zaten. Yine de yüz bin hâlâ yüksek bir sayıydı ve bir haftada bitirmelilerdi.

 

“İlk mektupları bir gün önce bıraksak bile sorun olmaz. Ben ve Yurine de işe el atınca yapılamayacak şey değil.”

 

Geriye kalan iki problemden biri gizlilikti. Mektupları dağıtırken birileri tarafından fark edilmek planı riske atabilirdi.

 

Yakalanma riskine karşı Marino’nun çalışanlarından birisi rüşvet vermeyi önermişti ama Marino hâlihazırda mevcut tüm kaynaklarını kâğıt, mürekkep ve seyahat masraflarına harcadığı için rüşvete kaynak ayırması mümkün değildi.

 

Yu’nun sahip olduğu para ise rüşvet vermeye değil, anca kendisini idare etmeye yetecek kadardı. Rüşvet teklifi rüşvetin kötü bir iş olmasından değil, kaynakları olmadığından ötürü sunulduğu gibi reddedildi. Mektupları kesinlikle kimseye yakalanmadan dağıtacaklardı.

 

Son sorun geceleri köy ve kasabaların tehlikeli olabileceğiydi.

 

Rolderhelm şehri, her ne kadar gece yürürken birileri tarafından köşeye sıkıştırılıp dayak yeme veya gece yürürken yürüdüğün yolun çökmesi ve ardından düştüğün yerde güzel bir cadı tarafından öldürülme ihtimalini barındırsa da sıradan vatandaşlar için dünyadaki pek çok yere kıyasla daha güvenliydi.

 

Köy ve kasabalar ise şehir kadar huzurlu olmayabilirdi. Lucia’dan duyduğu birkaç hikâye katiller ve canavarlarla ilgiliydi. Şehir surlarının ardındaki dünya korkunç olabiliyordu.

 

“Senin gibi bir korkağın Kızılşapel’e gideceğini düşünmezdim.”

 

“Senin beni koruyacağını bildiğimden korkmuyorum, Yurine.”

 

“Hmph.”

 

Büyücülük Akademisinin çevresinde herhangi bir liman bulunmadığı için oraya gitmeden önce Kızılşapel limanına uğramaları gerekiyordu. Kısacası bu aktarmalı bir yolculuktu.

 

Yurine de daha önce annesi ile birlikte Büyücülük Akademisinde bulunmuştu, Kızılşapel rotasını o da kullanmış olmalıydı.

 

“Kızılşapel Katili, insanları korkunç şekillerde öldüren bir psikopat. Kendisini bir sanatçı olarak görüyormuş.”

 

İkinci Dünya’nın insanlarındaki marjinallik çabası Yu’yu hayrete düşürecek seviyedeydi. Önce katil palyaçolarla karşılaşmıştı ve şimdi de kendisine sanatçı diyen bir başka katilin söylentilerini duyuyordu.

 

Ne kendisinin ne Marino’nun çalışanlarının onunla karşılaşmaması için dua etti.

 

“İsmi biliniyor, cinayetlerin çoğu Kızılşapel’de işlendiği için kasaba civarlarında olmalı ama yine de o kadar şövalye ve maceracı onu yakalayamıyor.”

 

Kızılşapel’in katili, William Berry isimli orta yaşlı bir adamdı. Nasıl göründüğünden geçmiş yaşamına kadar her şey biliniyordu.

 

Bunların biliniyor olmasının sebebi katili kovalayan dedektif, şövalye ya da maceracıların başarısı değil, tamamen katilin kendi tercihinin sonucuydu.

 

William, ticaretle uğraşan Berry ailesinin büyük oğluydu ve yüklü bir servetin mirasçısıydı. Birkaç yıl önce ortadan kaybolmuş ve onun kaybolduğu tarihte Kızılşapel cinayetleri olarak bilinen seri cinayeter başlamıştı.

 

Cinayetlerinin çoğu Kızılşapel’deydi ama ülkenin başka yerlerinde de cinayetler işlemişti.

 

İlk cinayetinde geride ismini bırakmadığı için işleniş şekline bakarak Rolderhelm’de yalnız başına yaşayan yaşlı bir adamı öldürdüğü tahmin ediliyordu. Katilin başkentte başka cinayeti yoktu.

 

“Her neyse, oraya Kızılşapel hakkında konuşmaya gitmiyoruz. Konuşmamız gereken daha önemli bir mesele var.”

 

Geminin kenarından uzak bir noktada, güvertenin ortasında otururken karnını tutmaya başladı. Denizle arası iyi değildi ve mide bulantısını unutabilmek için konuşuyordu ama tekniği artık işe yaramıyordu.

 

“Ne hakkında konuşacağız?”

 

“Rie.”

 

Yurine annesinin ismi Yu’nun dudaklarından döküldüğünde gözlerini kısıp Yu ile doğrudan göz kontağı kurdu ve çoğu zaman takındığı duygusuz yüz ifadesi ciddileşti.

 

“Sigma Kulesine neden gitmek istiyordu? Orada ulaşmaya çalıştığı şey neydi?”

 

Hem farklı öncelikleri olduğundan hem de kendini hazır hissetmediğinden ötürü daha önce Rie ile alakalı hiçbir şey konuşmamışlardı.

 

Zaten konuşsalar bile sonuç alamazlar, karşılanması gereken ihtiyaçları karşılamadan yalnızca kendileri çalıp kendileri oynamış olurlardı.

 

Kendilerini idare edecek parayı bulmaları, karınlarını doyurmaları, çıplak gezemeyecekleri için kıyafet almaları gerekliydi. Ayrıca kendilerini idare edecek paranın ötesinde kurdukları planları gerçekleştirmek için de para bulmalılardı.

 

Henüz o parayı bulmuş sayılmazlardı ama bulmak için bir planları vardı. Artık yavaş yavaş asıl amaçları ile ilgilenmeye başlayabilirlerdi.

 

“Ve eğer şanslıysam Yurine zamanın geri alınamayacağını çabucak anlar ve geri kalan hayatımızı can güvenliğimizin olduğu bir malikânede zengin ve huzurlu şekilde geçiririz.”

 

Yurine hiçbir zaman bunu anlayamazsa Yu elmahkûm olarak imkânsız bir hayalin peşinden koşmaya devam edecekti.

 

“Yurine haklı, ben tam bir pisliğim. İnanmıyor olsam da inanmış gibi yapıyorum. Suçlarım için bir bahane olarak kullanıyorum. Küçük bir çocuğu kandırıyorum.”

 

Vicdanını rahatlatmak için onu kullanıyor ve suçlarının yükünü hafifletmeye çalışıyordu.

 

Görünürde Büyücülük Akademisine gidecek, ipuçlarını takip edecek ve Rie’nin cinayetini çözecek ya da çözmeye yaklaşacaklardı.

 

Ardından dolandırıcılıktan kazandıkları parayla Mora’ya gidecek, bir ekip kuracak ve işlerine kaldıkları yerden devam edeceklerdi. Belki de zamanı geri alacaklardı.

 

Yu’nun kalbinin bir yanı bunu söylese de diğer yanı bunun bir yalan olduğunun farkındaydı.

 

Sürekli bir çelişki içinde olan vicdanını rahatlatmayı denemeyi bıraktığında gerçekten de Rie’nin başına gelenlerin nedenini merak ediyordu.

 

“Bilmiyorum, bana söylemedi.”

 

“Kendi kızına söylemedi mi? Ah, hayır, anladım.”

 

Yu’nun şaşkınlığı uzun sürmedi. Rie’nin gözünde Yurine küçük bir çocuktu ve yetişkinler küçük çocuklara her şeyi söylemezdi.

 

Yu’nun gözünde de Yurine bir çocuktu ama Yurine için teknik olarak onun işvereni ya da ortağı denilebilirdi. İlişkilerinin tarzı Yu’nun planlarını Yurine’ye anlatmasına yol açıyordu.

 

“Keşke Sherlock Holmes burada olup bana yardımcı olsaydı. Eminim onun için eğlenceli bir macera olurdu.”

 

“Bu iş eğlenceli falan değil, ne dediğine dikkat et!”

 

“Öyle demek istemedim…”

 

Birinci Dünya’ya ait bir karakteri, o dünyanın varlığına inandığı bile şüpheli olan Yurine’ye anlatmaya çalışmayacaktı. Bir gün Yurine, Yu’ya inanır ve öğrenmek isterse tabii ki anlatırdı ama şimdi konu farklıydı.

 

Bu yüzden “Özür dilerim,” diyerek devam etti. “Peki oraya neden gitmiş olabilir, bir fikrin var mı?”

 

“Bilmiyorum,” Yurine başını salladı. “Belki daha güçlü olmak içindir. Bu yüzden Büyücülük Akademisine girdik.”

 

“Onu ölümüne götüren şey güç hırsı mıydı?” Rie ona güç hırsına sahip bir insan izlenimi vermemişti. Ayrıca Rie bir şeyi almaktan bahsetmişti. Aldığı şey ne olabilirdi?

 

“Palyaçolar? Onlardan bahsetmiş miydi? Sanki birbirlerini tanıyorlardı.”

 

Palyaçolar, Rie’ye genç hanım diye hitap etmişlerdi. Rie de onlarla karşılaştığında palyaçoları tanıdığını açık etmişti. Geçmişten gelen bir husumetleri olmalıydı.

 

Yurine yine “Bilmiyorum,” dedi. “Onlar hakkında da bir şey söylememişti.”

 

Derin bir iç çektikten sonra düşünmek için güverteye uzandı ve gri bulutların kapladığı koyu gökyüzüne baktı.

 

“Ne yapıyorum ben?”

 

Hiçbir ipucu olmayan bir cinayette yalnızca varsayımlar ile ilerleyebilirlerdi. En azından olayın talihsiz bir karşılaşma değil de cinayet olduğunu anlayabilmeleri sayesinde bir bakış açısı geliştirebilmek mümkündü.

 

“Belki bir yol haritası oluşturmak yardımcı olur.”

--------------------

01.12.2021 - 22:31






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr