Cilt 2 - Bölüm 7: Üçkâğıtçı (1/2)

avatar
539 7

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 7: Üçkâğıtçı (1/2)


Yu’nun parmakları piyanonun beyaz tuşlarına kan bulaştırıyordu.

 

Bulaşan kanı hiçbir dinleyeci göremese de Yu görüyordu. Her bir tuşa basışında kırmızılık yavaşça diğer tuşlara doğru yayılıyordu.

 

Beethoven’ın Ayışığı Sonatı, Yu’nun en sevdiği parçalardan biriydi. En azından yalnızca ilk kısmı için böyle düşünüyordu. Yavaş, sakin ve huzurlu; gürültüden ve her türlü yüksek sesten nefret eden Yu için hayattan bir kaçamak gibiydi.

 

Fakat ablalarının vefatının ardından bu parçadan nefret eder olmuştu, notaları her duyduğunda yüreğine kara bulutlar çöküyordu.

 

Bugün parçayı çalmasının sebebi dün gece yaşananlardı. Camaeron Don’un ölümünün ardından parça sürekli aklında dönmeye başladı ve Leafera malikânesinde piyanoyu görünce yapmak istediği ilk şey onu çalmaktı.

 

"Fakat bu parmaklar bunu çalmaya layık mı?"


Yu'nun aklına ablaları geliyordu. Parmaklarındaki kan yalnızca Camaeron'a mı aitti yoksa önceki seferden kalan kanlar hâlâ duruyor muydu, çalarken bunu düşünüyordu.


"Vahşiydim..." diye düşündü nefes alış verişleri hızlanırken. "Onun kafasını kestim, hançerle..."


Kesmesi hiç kolay olmamış, Yurine de yardım etmemişti. Yu kollarını sıvayıp elindeki hançeri beceriksizce kullanarak, ceketini kana bulayarak yavaşça Camaeron'un kafasını gövdesinden ayırmıştı.


"Ben yaptım... Ben yaptım..."


Camaeron donun boğazını kestiği esnada çıkan kanları hâlâ gözlerinin önünde görebiliyordu. Boğazı öylesine yumuşaktı ve hançer eti öylesine akıcı bir şekilde kesiyordu ki Yu biraz daha yetenekli olsa kısa sürede işi bitirebilirdi.


Ama öyle olmamıştı; elleri titremiş, kesmeyi becerememiş, kestiği esnada boğazını parçalamıştı. Camaeron'un boynundan ve ağzından çıkan kanları hâlâ görmek onu delirtecekti.


"Hayal kırıklığıyım. Ablalarım için hayal kırıklığıyım, beni kurtaran kadın için hayal kırıklığıyım, Yurine için hayal kırıklığıyım... Öyleyim ama... Ama bir amacım vardı, değil mi?"


Aldığı nefesler derinleşirken parmakları da hızlanıyor, parçayı olması gerektiğinden biraz daha hızlı çalıyordu.


"Eğer yapmasaydım daha fazla kişi ölürdü, iyi... İyi bir şey..."


Gözleri tamamen parmaklarındaki kana kilitlendi. Hipnotize olmuş gibi parmaklarına bakıyor, tuşların üstünde dans eden parmaklarından akan kanları seyrediyordu.


“Bay Valarfin, çok etkileyicisiniz,” dedi Lucie. Çalmayı bırakan Yu’ya bakan yeşil gözleri hayranlıkla zümrüt gibi parıldıyordu.

 

“Ah?”


Lucie'nin yorumu ile Yu daldığı düşünce denizinden bir anda yüzeye çekildi ve uzun süre nefes alamadıktan sonra ilk defa nefes alıyormuş gibi hissetti.


Dün gece daha sonra geleceğine söz verdiği için sabah Leafera malikanesinde kahvaltıya gelmişti.

 

Aslında aklında buraya gelmek yoktu ama dün gece hana döndüklerinde oraya bakmakla görevli olan çalışan Lucie’nin onları sabah kahvaltısına davet ettiğini söylemişti. Kendisini davet etmek için gece evinden çıkıp hana gelen Lucie’yi reddetmek kabalık olurdu.

 

“Onlarla tanışalı henüz iki hafta olmadı bile ama beni kahvaltıya davet ediyorlar.” Zaman zaman yaşıtı erkeklerin kıskançlığına maruz kalsa da genellikle insanlar ona sıcak davranırlardı. “Çünkü ben ambalajı güzel bir ürünüm. Paketim etkileyici ve insanlar benim tatlı olduğumu düşünüyorlar. Beni sevmelerinin, güvenmelerinin, bana ilgi duymalarının tek sebebi bu. Oysaki şatafatlı paket açıldığında içinde tarihi geçmiş acı bir ürün olduğundan haberdar olsalar hakkımda böyle düşünmezlerdi. Bir pislik olduğumu bilmiyorlar.”

 

Camaeron Don’u öldürmüştü. Kendi elleriyle, isteyerek, bencil olduğu için yapmıştı. Eğer bunu bilselerdi Yu’yu görmek istemezlerdi bile.

 

“Güzel bir yeteneğiniz var Bay Valarfin, ben neşeli şeyleri tercih etsem de etkilendiğimi reddedemem.”

 

“Bu yüzden öğrenmiştim.” Yu yaptığı yüzünden kendini kötü hissetse de insanların onu etkileyici bulmasından hâlâ zevk alıyordu. “Yani insanları etkilemek için. İlk başta dersler yüzünden bu aleti o kadar da sevmiyordum ama ben çaldığımda insanların hoşuna gidiyordu, benden etkileniyorlardı, ne kadar yetenekli olduğumu söylüyorlardı. Çalmaktan daha çok zevk veren ve beni motive eden şey buydu. Tıpkı şu anki gibi, hakkımda iyi şeyler düşünmelerini istediğim için öğrenmiştim.”

 

Ona hiç sorulmayan itirafını anlatırken yüzünde buruk bir gülümseme vardı. Özellikle ablalarının kardeşleri ile gurur duymasını istemişti. Kendisiyle gurur duyacak hiç kimse kalmadığında yaptığı her şeyin boşuna olduğunu hissediyordu.

 

“Senin de hoşuna gitti mi?” Sözlerinden sonra oluşan sessizliği yine kendisi bozdu.

 

“Hmph.”

 

“Neden böyle bir tepki verdin ki şimdi?”

 

Çaldığı sırada Yurine’ye bakmamıştı ama göz ucuyla kendisini seyrettiğini görmüştü. Zaten dinlemek istemese bile duymamasının imkânı yoktu.

 

“Sanırım hislerini dürüstçe ifade edemeyen doğandan ötürü bu şekilde, anladım. Sen, ‘babacığım, çok güzeldi’ demek istiyorsun.”

 

“NE SÖYLEDİĞİNE DİKKAT ET!” Yurine’nin kuyruğu dikleşti ve bir kedi gibi gırladı.

 

Yu, kedi kulaklı kılıç perisinin öfkesini gülerek karşıladı. İçinde yangınlar olsa da hâlâ prensiplerini takip ediyordu, burada kendisi ve Yurine dışında iki kişi vardı ve onlara güzel görünmeliydi.

 

“NEYE GÜLÜYORSUN!”

 

“Yurine, sinirli halin bazen korkutucu olsa da bazen de tatlı oluyor.”

 

Genellikle başbaşa kaldıklarında sinirlenmiş Yurine, Yu’nun tüylerini ürpertirdi ama etrafta birileri varken onun sinirinde yatan tatlılığı görecek güvenli ortam oluşuyordu.

 

“Bu parçanın adı Ayışığı Sonatı mıydı?”

 

Yu kötü hiçbir şey yaşanmamış gibi gülerken Lucia buz kesmesini sağladı. Kahkahası yarıda kesildi ve meraklı şekilde Lucia’ya döndü.

 

“Nereden biliyorsunuz?”

 

“Bir anda çok ciddileştiniz!” Lucia elini göğsüne götürürken sanki söylememesi gereken yanlış bir şey söylemiş gibi telaşlandı.

 

Eğer Beethoven, İkinci Dünya’dan Birinci Dünya’ya göçen biri değilse Lucia’nın parçayı bilmesinin tek yolu Birinci Dünya’dan gelen bir dünyalar arası seyyahın parçayı burada çalmasıydı.

 

“Bir başkasının bu parçayı bileceğini tahmin etmiyordum.”

 

“Denise çalarken duymuştum.” Lucia derin bir iç çekti. Gözleri nostaljinin etkisiyle kısa bir anlığına uzak anılara daldı. “En son duyalı kırk yıl oldu, şimdi o yaşlı birisi. Zaman çok hızlı geçiyor.”

 

Zamanın hızlı geçişi ve Lucia’nın elf ömrü Yu’nun duymak istemediği konulardı. Kendisinden sonra birilerinin yaşamaya devam edeceği ve en sonunda unutulacağı düşüncesi ile başa çıkamazdı.

 

“Denise kim?”

 

Mümkünse Denise ile tanışmak isterdi, kendisi gibi bir dünyalar arası seyyah ile konuşup hikayelerini dinlemek macerasında yardımcı olurdu.

 

“Cahil herif, yaşadığın ülkenin liderini bile tanımıyorsun.”

 

“Neden tanımadığımı bilmene rağmen sırf bana hakaret etmek için konuşman kalbimi kırıyor.”

 

Başka bir insan Yu’ya, Yurine’nin davrandığı gibi davransaydı tepkileri farklı olurdu ama Yurine’ye kızamazdı.

 

Yurine kendisinden en az on kat daha güçlü olduğu için değil, ona karşı kibar olmak istediği için sürekli alttan alıyordu.

 

“Yanılıyorsun. Denise ülkenin lideri değil, başbakanı. Ülkenin lideri Prenses Eumi’dir.”

 

Rolderhelm’in bir prenslik olduğunu duysa da yöneticiler hakkında araştırma yapmamıştı.

 

“Cahil herif, yaşadığın ülkenin liderini bile tanımıyorsun.” Yu, Yurine’ye bakarak az önceki cümlesini taklit etti.

 

Yurine dişini sıkarak yüzünü çevirdi ve diyaloğa girmekten kaçındı. O da Yu’ya benziyordu, hatalı olmak hoşuna gitmiyordu.

 

“Denise tam olarak kim oluyor peki?”

 

“Kahramanların Savaşı'nda bulunmuş kahramanlardan birisi. Savaştan sonra Prenses Eumi ile evlenip Rolder hanedanına katılmıştı, şanslı adam.”

 

Yu da onun şanslı biri olduğunu onaylardı. Lucia onun bir kahraman olduğu söylüyordu, bir prensesle evlenmişti ve zengin bir ülkenin yönetimindeydi fakat yaşlı olması Yu’yu huzursuz ediyordu, bir gün o da onun gibi yaşlanacaktı.

 

“Bay Valarfin biraz daha detay istiyor.”

 

Lucie, Yu’nun hâlâ Lucia’nın bir şeyler söylemesini beklediğini fark etti. Kullanılan takvimin aynı olduğunu ilk öğrendiğinde Birinci ve İkinci Dünyalar arasında seyahat eden kişiler olduğunu anlamıştı ama o kişilerden birini bu kadar çabuk öğreneceği aklına gelmezdi.

 

“Daha ne anlatabilirim ki?”

 

“Nereli?”

 

“Nereli mi?” Lucia düşünmek için elini başına götürdü. “Ona nereli olduğunu hiç sormamıştım.”

 

Sormuş olsaydı farklı dünyalar hakkında bir şeyler öğrenebilir miydi? Eğer Lucia’nın dünyalar arası seyahat hakkında bilgisi olsaydı Yu onunla konuşacak bir şeyler bulur, belki Denise ile görüşmesini sağlayabilirdi.

 

“Gerçi Denise ile görüşsem bile ne olacak ki? Yardım mı isteyeceğim?”

 

Ve Yu’nun atladığı bir kısım vardı. Denise bir dünyalar arası seyyah değil, bir dünyalar arası seyyahtan Ayışığı Sonatını öğrenmiş birisi olabilirdi.

 

“O bir anda ortaya çıkan birisi mi? Kökeni hakkında bir şeyler bilinmeyen birisi?” Doğal olarak bu dünyanın bir parçası olmayan insanlar bu dünyada aniden belirirdi. Denise denilen kişi de aniden ortaya çıktıysa Yu, onun bir dünyalar arası seyyah olabileceği ile ilgili bir başka ipucu elde ederdi.

 

“Neden çok ciddi bir ifade ile böyle sorular sorduğunuzu anlamadım.”

 

Yu’nun sorularının garipsendiği kısım gelmişti, burada nasıl bir açıklama verip devam edeceğini kestiremiyordu.

 

“Sadece merak etmiştim,” dedi. Bir anda Lucia’yı sorgulamaya başladığı için zaten ortamda tuhaf bir hava oluşmuştu ve sorgulamayı devam ettirerek onu darlamak istemiyordu. “Öyleyse kısa bir parça daha çalayım.”

 

Ortamın sessizliğe gömülmesini engellemek adına insiyatif aldı ve tekrar piyanonun tuşlarına bastı.

 

***

 

“Bakıyorum da pek bir mutluydun, gülüp duruyordun,” dedi Yurine. Kahvaltının ardından Lucia’nın evinden ayrılmış, Marino Swann’ın yanına gidiyorlardı.

 

“İnsanların yanında somurtup oturamam.”

 

Başkalarına sahte gülüşler vermeyi, o kişilerin kendisini üzgün görmesine yeğlerdi.

 

Yaptığının yanlış olduğuna inanmıyordu. İnsanların pek çoğu Yu’nun yaptığı gibi maskelerin ardına saklanırdı.

 

Sorunları içine atmak, başka insanlara zayıflık göstermemek, nasılsın sorusuna daima ‘iyiyim’ yanıtını vermek.

 

Bir kişinin sorunu olsa da onu anlatmaktan çekinirdi. Kişi isterdi ki toplum onu harika biri olarak görsün. Bu sebeple sahte de olsa insanlara daima iyi yönlerini gösterirdi.

 

Bazıları bunu sosyal medyada yapardı, bazıları da gerçek hayatta. Yu arada fark görmüyordu.

 

“Benim yanımdayken somurtuyorsun. Hadsiz insan, benim yanımda olmaktan memnun değil misin?”

 

“Böyle bir şey söylemedim.”

 

Yanında birisi olduğu için mutluydu, tüm bunları bir başına yapamazdı. Hatta yalnız olsaydı hayatta bile olmamazdı.

 

“Yanımda olduğun için memnunum.” Eğer Yurine olmasaydı kim yanında olabilirdi bilmiyordu. İkinci Dünya’da Yu’ya eşlik edebilecek en iyi kişilerden birisiydi. “Ama bana karşı nazik olmanı isterdim.”

 

“Sadece hak eden kişilere karşı nazik olurum, katillere karşı değil.”

 

Yu bir anda olduğu yerde durdu ve sustu. Gözleri yere düştü ve tekrar kaldırıp önüne bakamadı. Dudakları titrerken konuşmak istedi ama boğazından hiçbir ses çıkmadı. Gözleri bir anda dolmuş, yumruklarını sıkmaya başlamıştı.


Yu aniden durunca Yurine de durmak zorunda kaldı. O ne olduğunu anlamaya çalışırken Yu'nun elinden akan kanı fark edip Yu'nun anlayamadığı garip bir hırıltı çıkardı. Yu yumruğunu o kadar kuvvetli bir şekilde sıkıyordu ki tırnakları avucuna batıyordu.


"Katil..." diye mırıldandı. Sakin kalmak için kendini zorluyordu. "Katil?"


Aynı kelimeyi bu sefer soru sorarcasına tekrarladı. Sırtı Yurine'ye dönüktü ve yüzünü ona dönüp acıyla büzüşen dudaklarını göstermek istemiyordu. Bu esnada burnunun yandığını hissetti, gözyaşları da artık taşmak üzereydi.


"Katil mi? Yapmam gereken neyse onu yaptım!" Yu bir anda sesini yükseltti ama titreyen sesi barındırdığı öfkeyi gölgeliyordu. Konuştuğu esnada kopartacakmışçasına kollarını sallayarak devam etti. "Ben yapmasaydım ölecektim... O zenci ölecekti! Onun ailesi... Onun ailesi de kim bilir geçinmek için ne yapacaktı?! Kim bilir karısı, kızları hangi sokak köşesinde orospuluk yapacaktı! Hayatlarını kurtardım!"


Olmuştu, gözyaşları artık taşmıştı. Yanaklarından yaşlar süzülürken Yurine'ye güçsüz bir izlenim vermemek için yüzünü dönmedi ama yeri tekmeliyişi, bir duvarı yumruklayışı gereken acınası izlenimi Yurine'ye yeterince sunuyordu.


"Neden yaptığım kötü olsun ki? Neden ben yanlış yapmış olayım? Ben olmasam Pepe onu öldürmek için başkasını yollamayacak mıydı? Camaeron her türlü ölmeyecek miydi? Ben olmasam onun mutlu sona ulaşacağı belli miydi ki?" Hayır..." Yu nefes almadan, hızlıca konuştu. Ne dediğini kendi de bilmiyor, kendini savunmak için aklına gelen ilk kelimeleri söylüyordu. "Madem ölecekti, öyleyse neden ölümü iyi bir amaca hizmet etmesin ki?"


Son cümlede Yu'nun sesi alçaldıkça alçaldı, inceldikçe inceldi.


"Yanlış bir şey yapmadım... Yapmadım... Yapmadım..." Yu hücrelerine nüfuz eden öfkeyi tekrar hissetti ve bu sefer avazı çıktığınıca bağırdı. "YAPMADIM!"


Böylece başardı, Yurine'nin korkuyla tiz bir çığlık atmasını sağladı. Bunu yapmayı istemiyordu ama istemese bile öyle oldu. Onun çığlığını duyan Yu aniden arkasını döndü, dizlerinin üstüne çöktü ve yine nefes almadan, hararetli bir biçimde konuştu.


"Özür dilerim, bağırmak istemedim, seni korkutmak istemedim. Biliyorum, Yurine, hatalayım, biliyorum, öyleyim." Yurine'nin ellerini tutmak için uzandı ama küçük kız ondan uzaklaştı.


Yurine'nin attığı bu geri adım Yu'nun kalbini Camaeron olayından çok daha fena bir şekilde yaralamıştı. Kalbi kanıyordu ve Yu bunu biliyordu.


Kızarmış gözleriyle Yurine'ye bakmaya devam ederken düşündü. "Pisliğim... Kendime yalan söylüyorum..."


Yu yalan söylediğinin farkındadı. O bir katildi ve bunun farkındaydı. Yurine bu kelimeyi kullanırken sonuna kadar haklıydı. Yu Valardin bir katildi.


Gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve tekrar özür diledi. "Özür dilerim."


Ama Yurine konuşmadı. Yurine konuşmayınca da Yu tekrar konuşmak zorunda kaldı.


"Lütfen, bu sahne hiç yaşanmamış gibi yapalım." Ayağa kalktı ve arkasını döndü. İlerlemye başlayacaktı fakat gözlerinin kızarık olduğunu düşünerek yerinde durdu. "Lütfen," diye tekrar etti.


***


O yaşadıkları sahneyi unutmaya karar verse de Yurine aynı kararı vermemiş olabilirdi. Onun ne düşündüğünü anlamak için postaneye yürdükleri esnada sürekli ona baktı fakat kızın yüzünde genelde takındığı ifadesizlik vardı. Hiçbir duygu aktarmıyordu.


"Yurine," dedi Marino'nun postanesi karşılarına çıktığında. Hâlâ Yurine'nin hislerini anlamaya çalışıyordu ama Yurine cevap vermek bir yana, Yu'nun yüzüne bile bakmadı.


Yurine'nin ilgisini kazanamayınca söylemek istediği kelimeleri yuttu ve postanenin içine girdi.


“Nasıl yardımcı olabilirim?”

 

Postaneye girer girmez bir güvenlik ile karşılaştılar. Tavşan kulaklı adam da Yu gibi somurtuyordu.

 

“Tavşan kulaklı güvenlik mi olur lan, hiç caydırıcı değil.”

 

Marino’nun ekonomik durumunun kötü olmasından kaynaklı hakettiği maaşları alamadığı için mutsuz olmalıydı.

 

İçeride hiç müşteri yoktu ama buradaki birkaç çalışan da güvenlik gibi mutsuzdu.

 

“Bay Swann ile görüşmeye geldim.”

 

“Bay Swann odasında, orada onunla görüşebilirsiniz.” Güvenlik saygı çerçevesinde kelimeler seçse de ses tonu boş vermişti. Marino’ya haber verme gereği bile duymadan yalnızca onun odasını işaret etti.

 

Onunla konuşup patronlarına karşı takındıkları tutumu tartışmayacaktı. İçerideki diğer çalışanlarla göz teması kurmadan Marino’nun odasına yürüdü.

 

“Bay Swann?”

 

Yu’nun kapıyı iki kez hafifçe çalmasıyla içeriden bir şeyin yere düşüş sesi geldi. Sonra Marino’nun koştuğunu belli eden sert ayak sesleri duyuldu ve kapı açıldı.

 

“Bay Valarfin, hoş geldiniz.”

 

Marino, Yu’nun ismini o kadar tutkulu bir şekilde söyledi ki Yu bir anlığına onun kendisinden hoşlandığını düşündü.

 

Marino’nun siyah gözlerinde hayranlık ve minnettarlık aynı anda yer alıyordu. Hayatını kurtaran Yu’nun karşısında açık olan ceketinin düğmelerini ilikledi.

 

“İlk kez burada bizim dışımızda birilerinin olduğunu görüyorum.”

 

Yu, Yurine ile birlikte odaya girerken içeride yere düşen şeyin Marino’nun sandalyesi olduğunu gördü.

 

“Sabah geleceğinizi düşünmemiştim. Kahvaltı ettiniz mi? Yiyecek bir şeyler söylememi ister misiniz? İçecek de getire-”

 

“Sadece iş konuşalım.”

 

Camaeron Don’un cesedini yanında taşıyamayacağı için onun kafasını kesmiş ve birilerinin onu bulacağı endişesiyle gövdesini denize atmıştı.

 

Döndükleri sırada Camaeron’un yanındaki adama da bakmışlardı ama düştüğü yerde değildi.

 

“Onun hakkında dikkatli olmalıyım. Muhtemelen Camaeron’un parayla tuttuğu birisidir ama peşimde bir intikamcı ile gezinmek istemiyorum.”

 

O adam, Yurine’den güçsüzdü. Sürekli Yurine’nin yanında durursa sorun çıkartamazdı.

 

Camaeron’un başıyla birlikte Pepe Don’un yanına gidince tefeci sevinçle ellerini çırpmış ve Marino’ya iki ay daha mühlet vererek serbest bırakmıştı.

 

O saniyeden sonra Marino’nun, Yu’ya ettiği teşekkürlerin sonu gelmek bilmemişti.

 

“Nasıl isterseniz. Oturun lütfen, kendi evinizmiş gibi rahat edin.”

 

“Planı tekrar anlatmama gerek var mı?” Masanın karşısındaki iki koltuğa Yurine ile karşılıklı oturdular.

 

Marino sandalyesini düzeltip otururken başını iki yöne salladı. “Her bir kelimesi aklımda, Bay Valarfin.”

 

“İyi. Adil bir anlaşma olsun istiyorum. Mektup yolladığımız kişilerden gelen paranın yüzde kırk dokuzu senin, yüzde kırk dokuzu benim ve yüzde ikisi Yurine’nin olacak.”

 

Yurine’ye ait yüzde ikilik kısım bir nevi Yu’yu anlaşmanın büyük ortağı yapıyordu. Küçük olsa da Yu’nun belirtmek istediği bir detaydı.

 

“Elbette, siz nasıl isterseniz.”

 

Marino, Yu ne teklif ederse etsin kabul edecek gibiydi. Dün gece yollarını ayırdıktan sonra Yu onun ne düşündüğünü bilmiyordu ama şimdi kendini tamamen ona teslim etmeye hazırdı.

 

“İşin düşünme kısmı bana ait, sen de geri kalan kısımları halledeceksin. Yapacağımız işte harcanacak para da senin cebinden çıkacak, işimize katacağın tüm çalışanlarını da dikkatlice seçeceksin ve onlara vereceğin pay senin yüzde kırk dokuzluğunun içinden olacak. Dediğim gibi, fikri ortaya atan ben olduğum için cebimden harcama yapmak istemiyorum.”

 

“Anladım, bana bırakabilirsiniz.”

 

Para ile ilgili olan kısımlarda söylenecek başka bir şey kalmadıktan sonra sıra güvenlik ile ilgili konuları konuşmaya geliyordu.

 

“Eğer sana yardımcı olması için seçeceğin kişilerden biri bile ihanet ederse bu senin ihanetin anlamına gelir ve eğer ikimizden biri ihanet ederse o kişinin ruhu parçalanır, ne cennete ne de başka bir yere gider; sonsuza dek yok olur.”

 

“Bunu anlayamadım?”

 

“Yurine, anlaşmayı hazırlar mısın?”

 

Marino’ya göstererek anlatmayı tercih ederdi. Yurine avucunu uzatıp küçük, beyaz bir ışık küresi oluşturdu. Küre uçtu ve Yu’nun avucunun üzerine geldi.

 

“Sözlerden ve yazılardan daha güvenilir olan büyülü bir anlaşma yapacağız. Biraz önce söylediklerimize ek olarak; kimse bir diğerinin payına göz koymayacak, iş süresince ve işten sonra kimse bu konuyla ilgili konuşmayacak, eğer taraflardan biri yakalanırsa diğerini satmayacak ve iş bitiminde diğer tarafı tamamen unutacak. İhanetin bedeli ruhun parçalanmasıdır, lütfen işin ciddiyetini iyice idrak ettiğinizden emin olun.”

 

Onun hayatını kurtarmış olabilirdi ve Marino ona minnettardı ama yalnızca onun minnetine güvenip anlaşmayı sözlerle sınırlı bırakmayacaktı, büyülü anlaşma ile onu korkutacak ve tamamen sadakatini kazanacaktı.

 

“İdrak ediyorum, anlaşmamıza uyacağım.”

 

Marino, Yu’nun elini sıktığında Yurine’nin oluşturduğu ışık küresi iki adamın avuçları arasında kayboldu.

 

“Akşam tekrar geleceğim, o zamana dek sana yardımcı olacak kişileri seç ve buraya getir. Onları iyi seç. Unutma, onların ihaneti senin ihanetin anlamına gelir. Buraya geldiğimde mektupları yazmaya başlarız.”

 

“İstediğiniz bir şeyler var mı peki? Akşam yemeği ya da içki ya da herhangi bir şey?”

 

“Kâğıt, kalem ve mürekkep. Bir de su. Paranı boşa harcama.”

 

“Anladım.”

 

Borç içinde olmasına rağmen parasını etrafa savuran bir insanla iş yapmak istemiyordu.

 

“Söyleyecek bir şeyiniz yoksa yapacak başka işlerim var, gitmem gerekiyor. Akşama görüşürüz.”

 

“Hayır, yok, Bay Valarfin. Hoşça kalın, bir ihtiyacınız olursa lütfen söyleyin.”

 

Yu kısık sesle teşekkür etti. Kendisine hayrı olmayan birine ihtiyaç duyma fikri onun için küçük düşürücüydü. 

--------------------

30.11.2021 - 00:03






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr