Cilt 2 - Bölüm 1: Kahraman Arketipi (1/2)

avatar
610 9

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 1: Kahraman Arketipi (1/2)


“Bakmayın... Bana bakmayın...”


Tam bir yıl sonra yirmisine girecek bir oğlan ve kedi kulaklı küçük bir çocuk sokakta yürürken tüm gözleri üzerlerine topluyordu. Ne yazık ki insanların onlara bakmasının sebebi ikisinin de öpücüklere boğulmak isteyecek kadar tatlı olması değil, çöp kovasına atılacak kadar pis gözüküyor olmasıydı.


“Bunlar günahımın kirleri.”


Yu ağlamak üzereydi. İnsanların onu çıplak görmesini, bu hâlde görmesine yeğlerdi. Başkalarının gözünde pis bir insan olarak gözüktüğü için elleri titriyor, dudağını ısırıyordu. Bakışları delik açacakmışçasına yere odaklanmıştı ve başını kaldıramayacak kadar utanıyordu.


“Gün doğmamış olsaydı keşke,” Yu anlamsız dileğini mırıldandı. Gün doğmamış olsaydı telefonunu satın alacak birisini bulamaz ve parasız şekilde dolaşmaya devam ederlerdi.


Gece şehrin bu taraflarında bulunmamıştı. Gün ışığının altında şehir hayat doluydu ve nüfus yere iğne atsan düşmeyecek kadar fazlaydı. Belki de Yu şehrin en kalabalık yerinde geziyordu.


Kafasını kaldırıp etrafına dikkatlice bakmak istiyordu ama birisiyle göz göze gelme endişesi başını kaldırmasına engel oluyordu. Koşarcasına yürüyor ve temizlenebilecekleri bir yer bulmak için can atıyordu. En son ilkokulda sınavdayken üzerinde böyle bir stres hissetmişti.


“Bana bakmayın aşağılıklar...” Utancın yerini öfke almaya başladı. Şimdiye dek bir polis tarafından durdurulup sorgulanmaması şaşırtıcıydı.


Aslında insanların ona bakmasını anlıyordu. Yu da normal bir günde kendisi gibi pis bir insanın sokakta yürüdüğünü görse dönüp bir kez bakar, üstüne küfür ederek onu medeniyetsizlikle suçlardı. Şimdi o insanın kendisi oluşu egosunu yaralıyordu.


Gözünün ucuyla küçük kıza baktığında onun da rahatsız olduğunu gördü fakat onun kalbinde daha büyük bir acı olduğundan insanların bakışlarını dikkate almıyordu.


“Onun üzgün olmasının sebebi ben olmama rağmen, benim düşündüğüm şeylere bak... Kendimden nefret ediyorum.”


İnsanlar, Yu ve Neko üzerlerine gelirken onlara temas etmemek için yoldan çekilerek ikisinin geçmesine müsaade ediyordu. Bazılarıysa burunlarını kapatıyor, hatta aralarında abartılı bir mesafe açıyordu.


“Orada bir han var,” kısa süreliğine başını kaldıran Neko eli ile büyük bir binayı işaret etti.


“Nereden biliyorsun?”


“Tabelada yazıyor.”


“Oh, ah, evet,” başını kaldırıp Neko’nun işaret ettiği yere baktığında üç katlı ve gördükleri binaların çoğundan daha büyük bir bina gördü.


Binanın üstünde kocaman bir tabela vardı ve Yu tabelada yazanları okuyamıyordu. “Öğrenmesi zor bir şeye benzemiyor, bana Latin alfabesini andırdı.” Tabelada yazan yazı biraz runik, azıcık Kiril ve genel olarak da Latin alfabesine benzer bir görünüme sahipti.


Hanın kapısı açıktı ve ikisi içeri girdiğinde önce birkaç göz, ardından salondaki tüm gözler üzerlerine çevrildi. Gözleri fark ettiğinde Yu yumruğunu sıktı, “hepsi geberse ne iyi olurdu.”


İğrenerek bakıyorlar, burunlarını kapatıyorlardı. Yu bu kadarına dayanabilirdi ama acıyarak bakan bir çift göz gördüğünde içinde birini dövme isteği hissetmeye başladı.


Burası çöplük değil, dışarı çıkın pislikler!” Masalardan birinde oturan iri yarı kel bir adam yemek yemeyi bıraktı ve içkisini tek dikişte bitirdikten sonra ayağa kalkarak elindeki tahta kupayı Yu’nun üstüne attı.


Kupa, Yu’ya çarpmadan önce Neko bir elini kaldırmış ve etraflarını rüzgâr duvarıyla sarmıştı. Büyülü duvara çarpan kupa rüzgârın arasında parçalara ayrılıp etrafa saçıldı.


“S-Siktir...” Adam attığı kupanın havada parçalandığını görünce hayretle bakakaldı. 


“Düşük yaşam biçimi, intihar etmenin farklı yolları da var.” Neko’nun sesinde duygu bulunmuyordu ama adamı yerine oturtmaya yetti. Eğer Neko kötü bir gün geçirmemiş olsaydı muhtemelen onun hiçbir şey olmamış gibi oturmasına müsaade etmezdi.


“Beni korudu.” Yu korunacağını düşünmemişti.


“Pekâlâ, ne oluyor burada?”


Sarışın bir elf koşarak geldi ve yüzünde korkunç bir ifadeyle Neko ile Yu’yu karşıladı. Elfin güzel yüzünün yanaklarını sertleştiren ve alnını kırıştıran şey tabi ki de Yu ve Neko’nun görüntüsüydü.


“Size nasıl yardımcı olabilirim?”


“Banyosu olan bir oda istiyoruz.” Parasına her zaman dikkat edip gereksiz harcamalardan kaçınmasına rağmen kadın odaya nasıl bir fiyat biçerse biçsin banyosu olduğu sürece orayı tutacaktı.


“Gecelik mi yoksa haftalık mı?”


“Aylık.” Yu dünyaya alışana ve gelecekleri için bir plan bulana kadar Rolderhelm’de en az bir ay kalmaları gerekebilirdi.


“Banyosu olanlar tek kişilik, elimde onlardan sadece iki tane kaldı. İkisi birlikte yemek dâhil on iki altın ediyor.”


“Fiyat ne olursa olsun demiştim ama bu biraz fazla oldu sanki.” Telefonunu satarak elli altın kazanmıştı ki normalde satıcının ona biçtiği fiyat on iki altındı. Yu kazıklanmaya çalıştığını anladığında telefonun farklı özelliklerini göstererek satıcıyı fiyatı yükseltmeye ikna etmişti.


“Tek oda ama iki kişilik yemek olunca fiyat ne kadar oluyor?”


“Pazarlık yapacak halimiz mi var!” Neko, Yu’nun kolunu yumrukladı. “Hem senin gibi bir pislikle neden aynı odada kalacakmışım? Bana ayrı oda tutacaksın.”


“Üzgünüm, on iki altın çok pahalı.” Belki şehrin fiyat standartlarına göre on altın makul bir ücret olabilirdi ama Yu’nun cüzdanının standartlarına göre öyle değildi.


“İki oda tut!”


“Üzgünüm, özür dilerim.” Daha sonra parasız kalmak istemiyordu. “Tek odanın fiyatı ne kadar?”


“Tek odanın fiyatı dört altın, iki kişilik yemek de alırsanız sekiz altın ediyor,” dedi karışlarındaki elf.


Yu arkasını kendini izleyenlere döndü, önünde de onu izleyenler vardı bu yüzden Neko’yu da önüne geçirdi ve altın kesesinden sekiz altın çıkardı.


“B-Bereket versin...” elfin yüzünde acı-tatlı bir gülümseme vardı. Yu paraları eline verdiğinde o eli bir daha kullanamayacakmış gibi baktı. “İsminiz nedir?”


“Yu Valarfin.”


“En üst katta, kapısında yirmi dört yazan odaya girebilirsiniz.” Elf, resepsiyonun arkasındaki duvarda asılı olan anahtarlardan birini Yu’ya verdi. “Bu seferlik sıcak suyu biz taşırız.”


“Teşekkür ederim.”


Yu ve Neko merdivenleri çıkarken arkalarında kalan elf, Yu’ya bardak atan adamı azarlamaya başlamıştı.


“Girsene,” dedi Neko. 


Yu üçüncü kata geldiklerinde durmuş, kattaki odaların kapısına kazınmış sembollere bakıyordu. Onlar sayılar olmalıydı ama Yu için bir anlam ifade etmiyorlardı.


“Neyi bekliyorsun aptal, hadi ilerle.” Yu’nun durup bekleyişi Neko’yu sinirlendiriyordu.


“Hangisi yirmi dört numara?”


Nereye gireceğini bilmiyordu. “Kadının anahtarı aldığı yerdeki sembolü aklımda tutsaydım keşke.” Yine olmasını istemediği bir şey olmuş, Neko’ya karşı bir cahil gibi gözükmüştü. “Ama eninde sonunda öğrenecekti zaten.”


“Baksana, sen okuma yazma bilmiyor olamazsın, değil mi? Bu kadar da cahil olamazsın? Durumumuzu umutsuzlaştırıyorsun, kiminle yola çıkıyorum ben böyle?” Neko’nun ‘biz’ diye konuşması bir yandan hoşuna giderken, aşağılandığı için de kızıyordu.


“Ben sadece bu ülkenin dilini bilmiyorum.”


“Öyleyse burada ne işin var? BİZİM BAŞIMIZA BELA OLMAYA MI GELDİN!” Neko sesini yükselttiğinde Yu geri çekildi ve beli merdivenlerin korkuluklarına çarptı. Eğer son anda eliyle korkuluğu yakalamasaydı dengesini kaybedip merdivenlerden aşağıya düşecekti.


Yu küçüklüğünden beri insanların bağırarak konuşmasından hoşlanmıyordu ama en çok da kendisine bağırılmasından nefret ediyordu. Biri ona bağırdığında sinirlenmek yerine üzülüyor ve konuşmaya çekiniyordu. Bunun sebebi de küçükken ona zor zamanlar yaşatan birkaç yetişkindi.


Tabii şu anda korkmasının sebebi geçmişindeki kötü anılarından ziyade Neko’nun insanüstü gücüydü. Bir çocuğun onu böyle korkutabilmesi Yu’ya kendini daha aşağılık hissettiriyordu.


“Yarım gün önce aynaya bakıp ne kadar harika olduğumu söylüyordum, şimdiyse düştüğüm hale bak.” İnsanları değiştirmek için bir gün yeterliydi.


“Bilmiyorum işte!” Eğer çocuğun üste çıkmasına izin verirse bir daha yıkamayacağı bir ast-üst ilişkisi oluşabilirdi. Bunu fark ettiğinde sesini biraz yükseltmenin işe yarayacağını düşündü.


Yu aniden sesini yükseltince Neko korktu. Korktuğu şey Yu değil, karşılaşmayı beklemediği tepkiydi. Yu onu aniden korkuttuğu için yumruğunu sıktı ve Yu’ya vurmaya hazırlandı.


“Hangi oda bizimki? Göster de yıkanalım artık.”


Neko sinirine hâkim olarak sıktığı yumruğunu gevşetti. “Şuradaki,” önden giderek koridorun ortasındaki kapının önünde durdu.


“Bir daha bana karşı sesini yükseltme, aptal insan.”


“Peki.”


***


Odalarının aylık dört altını hak ettiği konusunda şüpheleri vardı. Uzunluğu beş buçuk, genişliği de dört adımdı. İçeride iki kişinin sığabileceği ama büyük olmayan bir yatak, tahta küvet, küçük bir dolap, masa, sandalye ve boy aynası vardı ve oda sıkışıktı. Burası iki kişinin yaşaması için ideal değildi.


“Senin önünde girmek istemiyorum, burayı terk et.”


“Burası benim de odam, parasını da ben verdim. Tamam, güçlüsün falan ama beni kendi odamdan da kovamazsın.” Yu itaat etmek istemiyordu. Neko, Yu’nun da duyguları olduğunu anlamalıydı. “Sırada ne var? Sen yerde yat, yatak benim mi diyeceksin?”


“Tam olarak öyle diyeceğim aptal insan.”


“Lütfen, eğer bir takım olacaksak bazı şeyleri aşmalıyız. Hadi seni yıkayayım.”


“Hayır!” Neko abartılı bir şekilde geri gittiğinde küvetin içine düştü. Su, Yu’nun yıkandıktan sonra giydiği eşofmanına kadar sıçradı.


“İyi misin!?” Başını vurup canını yakmış olabilirdi, Yu onu tutup küvetten çıkardığında yuttuğu suyu üzerine tükürdü.


“Aptal! Senin yüzünden düştüm!”


Neko’nun ıslandığı için uçları aşağı eğilmiş kulaklarını gördüğünde tanık olduğu tatlılık, kalbini yerinden çıkartacak kadar fazlaydı.


“Sana gülme demedim mi!?” 


Yu fark etmeden gülümsemişti ama hala üzgün olduğu için yüzündeki ifade acılı bir tebessümden ibaretti.


“Hadi kıyafetlerini çıkar, zaten artık giyilemeyecek gibiler.”


Küvetin içindeki Neko’nun kıyafetlerini çıkarması için arkasını döndü. O, elbisesini çıkartırken Yu çantasından üzerinde bir kedi kız karakteri bulunan tişörtünü çıkardı, tişört ablasının hediyesiydi. “Çantayı düşürmememiz iyi olmuş, oradan yanımızda nasıl sapasağlam getirdik şaşıyorum.”


Ona giydirebileceği başka bir şeyi olmadığından tişörtü giymesi için Neko’ya verecekti. “Ayakkabılarımız da berbat halde ama şimdilik giyeceğiz. İç çamaşırlarını da yıkayıp cama koyalım kuruyabildikleri kadar kurusunlar.”


Yu kendi dünyasındayken öğleden sonra uyanmıştı ve o zamandan beri uykusuzdu. Uyku bastırdığı için kıyafetleri üstün körü yıkayıp kurumaya bıraktıktan sonra uyumak istiyordu. Uyandıktan sonra da yeni kıyafetler almaya gidebilirlerdi.


“Ben saçlarını yıkarken sen de vücudunu yıka,” Yu’nun saçları da herkesi iğrendirecek kadar kirlenmişti ama kısa olduğu için temizlemesi daha kolay olmuştu. Neko’nun saçlarıysa uzun olduğu için kurumuş pislikler Yu’nun saçlarındaki kadar kolay temizlenmeyecekti.


Neko şaşırtıcı bir şekilde Yu’ya karşı çıkmadı. Yu, kızın başından aşağı su dökerken Neko sessizce kollarını yıkıyordu.


“Senin saçlarına ne zaman kan sıçradı? Oh- ben o palyaç-” Cümlesini tamamlayarak annesini öldüren kişiyi anmanın doğru olmayacağını son anda anladı.


Yu, tırpanı vahşice Keder’e saplarken Neko hemen dibinden izlediği için kan onun da üzerine sıçramıştı. Güneşin altında uyudukları için de kan kuruyup çirkin bir hal almıştı, bu yüzden temizlemesi böyle zordu.


“Onun saçını yıkamak çok tuhaf hissettiriyor. Kulaklarının olması gereken yer boş ve başının üstünde de büyük kedi kulakları var. Kulaklarına dokunabilir miyim?” Yu parmaklarını Neko’nun kulaklarına uzattı, “Vay, şaşırtıcı olmayan şekilde kedi kulağı gibi hissettiriyor.”


“Onlar oyuncak değil.” Kulaklarıyla oynadığını fark edince Yu’nun eline vurdu. “Sen saç yıkamayı nereden biliyorsun?”


“Çok saçma bir soru, herkes saç yıkamayı bilir.” Sorunun mantığını anlayamamıştı, saç yıkamakta Yu’nun bilmediği bir zorluk mu vardı? “Ablalarım da bazı zamanlar saç bakımlarını bana yaptırırdı, yani acemi bir kuaför olacak kadar bilgim var.”


“Neden ablalarının yanında kalmadın? Buraya gelmesen daha iyi olacaktı.”


“Öldüler.” Eğer yaşıyor olsalardı Yu kapıdan geçmez ve onlarla kalırdı.


Cevabı aldıktan sonra Neko sessizleşti ve küvetten çıkana dek hiç konuşmadı.


***


“Sen… Sen bir sapıksın. Neden bu kıyafetin üzerinde benim resmim var?” Neko, Yu’nun ona verdiği tişörtü giymişti. Beyaz tişörtün üzerinde tıpkı Neko gibi beyaz saçlı, kırmızı gözlü küçük bir kedi kız vardı.


“Tesadüfün de böylesi.”


“Seni lanet olası sapkın! Bunca zamandır benim peşimde miydin!?” 


“Abartma Neko.” Tişörtü satın alırken ablasının motivasyonu muhtemelen onu giyen Yu’nun utangaç halini görmekti. “Buraya gel, saçlarını düzelteyim.”


Tarakları olmadığı için eliyle düzeltmek zorunda kalacaktı ama dağınık kalmasından daha iyi olurdu.


“Gerek yok.”


“Hadi.”


Yu gibi Neko’nun da uykusu gelmişti. Uykulu kız tartışmak yerine Yu’nun sözünü dinledi. Yu onunla baş etmenin zor olacağını düşünmüştü ama küvete girdiğinden beri uysal sayılırdı.


Yatağın üzerine oturduğunda havluyla saçlarını biraz daha kuruladıktan sonra eliyle düzeltmeye başladı. 


“Senin de fark ettiğin üzere ben bu ülkenin yazısını okuyamıyorum.” Okuma yazma bilmediği saklayabileceği bir şey değildi. Neko’dan ona öğretmesini isteyecekti.


“Alfabe dünyanın çoğu yerinde aynı, uzak bir yerden mi geliyorsun?”


“Sayılır.” Eğer ortak olarak hareket edeceklerse Yu ona geçmişinden bahsedecekti ama şimdilik bunu erteledi.


“Bana öğretir misin?”


“Aptal insan, dilini bile bilmediğin bir ülkeye geliyorsun.”


“Bana Yu demeni tercih ederim ama ‘aptal insan’ kulağa, ‘aptal yaratık’dan daha iyi geliyor.” Neko’nun gözündeki seviyesi yaratıktan insana çıkmıştı. Belki zamanla arkadaş olarak kabul ederdi.


“Sempatimi kazanmaya çalışma, aptal insan.” Neko’nun sesi bir robota aitmiş gibi duygusuzdu. “Öyle gerektiği için sana okuma yazma öğreteceğim, benim zamanımı boşa harcamadan hemen öğrensen iyi edersin.”


“Teşekkürler.”


Lisedeyken ne kadar sürede öğrenebileceğini merak edip runik alfabeyi öğrenmeyi denemiş ve bir saatte başarmıştı. Buradaki insanlarla da aynı dili konuşuyorsa ve alfabenin her bir harfi bir sese karşılık geliyorsa bir ya da iki saatte öğrenebilirdi.


“Hangi ülkede olduğumuzu da bilmiyorum.”


“Rolderhelm,” Neko, Yu’nun cehaletine hemencecik alışmış olacak ki ismini bilmediği bir ülkede ne aradığını bile sormadı. “Ama bizim evimiz Mora’da. Buraya annem kendini geliştirmek istediği için geldik.”


“Bu dünyayla alakalı hiçbir şey bilmiyorum, bildiğin her şeyi öğretmen gerek.”


“Bu dünya?” Yu’nun kelime seçimi Neko’nun aklını karıştırdı. Ya onun tamamen cahil olduğunu ya da bir deli olduğunu düşünüyor olmalıydı.


“Evet.”


“Sen hatanı düzeltecek ve annemi bana geri vereceksin! O yüzden bir iki şey öğretebilirim.” Neko annesi ile tekrar buluşacağına inanıyordu ya da kendisini inandırmak için diliyle böyle söylüyordu.


Yu da ona inanmak istiyordu ama içinden bir ses bunun saçmalık olduğunu konusunda ısrarcıydı.


“Karnın aç mı?”


“Uykum var?”


“Benim de, öyleyse uyuyalım. Uyandığımızda yeni kıyafetler almaya gideriz, sürekli bunlarla dolaşamayız.”


“Yerde yat, ben yatakta yatmak istiyorum.”


Yu’nun önceden dediği gibi Neko ondan yerde yatmasını istiyordu


Ama Yu, sabah Sigma Kulesi’nden kaçtıktan sonra uyuduğu birkaç saat haricinde tüm gece boyu ayakta kalmıştı. Şu anda tek istediği rahat bir yatağa uzanıp uykuya dalmaktı ve yatak onun istediği gibi rahattı. Yatağı bırakıp yerde yatmak istemiyordu.


“Buranın parasını ödeyen ben olduğuma göre yatak da bana ait, sen de diğer kediler gibi köşeye bir yere kıvrılabilirsin.”


“Ben kılıç perisiyim, üstün bir varlığım. Benim el üstünde tutulmam gerekiyor.”


“İstiyorsan yatağın köşesine yatabilirsin. Biraz daha para bulursak başka bir handa iki kişilik ve küvetli bir oda ararız.”


Yataktan kalkmaya niyetli değildi, Neko yatakta uyumak istiyorsa şimdilik burayı paylaşmak zorundaydı.


Yu kolunu yastığın altına geçirdi, bir bacağını düz bir şekilde uzatırken diğer bacağını kıvırdı ve yüz üstü uyku pozisyonunu aldı. En rahat uyuduğu pozisyon buydu.


Gözlerini kapattıktan sonra Yu, yanına birinin uzandığını hissetti. Uzanan kişi Neko’ydu.


“İyi uykular.”


Neko ona cevap vermedi.


“Ona daha iyi davranmalıyım.” Yu, Neko’nun acısını anlayabiliyordu. Aynı acıyı Yu da tatmıştı, çaresiz bir şekilde o da izlemişti. “Ona inanmak istiyorum. Burası sihirli bir yer, umarım dediği doğrudur.” Zamanı geri almak mı yoksa zamanda geri gitmek mi? Hangisi doğruydu? “Ama ne olursa olsun onu yalnız başına bırakamam. Sadece yarım gündür tanıyor olsam bile başına gelenlerin sorumlusu olarak sorumluluk almalıyım. Eğer bir ağabey olarak...”


Düşünceleri devam ederken, bir noktada Yu uyuya kaldı.

-------------------------

16.11.2021 - 20:41






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr