Cilt 1 - Bölüm 4: Sigma Kulesi (2/2)

avatar
627 9

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 1 - Bölüm 4: Sigma Kulesi (2/2)


Bodrum katında büyük bir kazan, bir tepe oluşturmuş kömür ve odun yığınları vardı. Muhtemelen kazanlar soğuk havalarda yakılıyor ve suyu ısıtarak kulenin içinin sıcak kalmasını sağlıyordu, yani basit bir merkezi ısıtma sistemiydi.

 

“Basitçe, burası aslında bir kazan dairesi.”

 

Rie etrafı araştırmak için elindeki meşaleyi havada gezdirdi fakat bodrum katında birkaç ıvır zıvır dışında dikkat çekici hiçbir şey yoktu.

 

“Anne, ben hiç kimseyi hissetmiyorum.” Neko’nun kuşkulu bir şekilde kısılmış gözleri yukarıya, kulenin giriş katına uzanan merdivenlere bakıyordu.

 

“Ben de hissetmiyorum, bir sorun olabilir...” Rie yavaşça merdivenleri çıkmaya başladı.

 

“Belki gece olduğu için herkes evine gitmiştir.” Yu onların ‘hissetme’ dedikleri şeyin nasıl çalıştığını bilmese de onlar tarafından dikkate alınmayan bir fikir yürüttü.

 

Rie, peşinde de Neko ve Yu merdivenlerden çıktı ve Rie bodrumun kapısını yokladı. Kapı kilitli değildi, yavaşça araladı ve dışarıya baktı.

 

“Kimse yok.” Kapıyı tamamen açıp kulenin giriş katına girdiler. Rie’nin elinde tuttuğu meşale dışında bir ışık kaynağına sahip olmadıkları için Yu etrafta neler olduğunu net bir şekilde göremiyordu.

 

Koltuklar, resepsiyon ve yukarı çıkan merdivenlerle, bilmediği yerlere uzanan koridorlar vardı. Zemin satranç tahtası gibi siyah beyazdı.

 

Rie kulenin duvarlarından birinde harita gördü, haritayı inceledikten sonra “Müze en üst kattaki gözlem evinin bir altında. Oraya gitmemiz gerek,” dedi.

 

Rie önden ilerledi ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladılar. Kuleden yukarıya çıktıkça Yu’nun burnu hoş olmayan bir koku duyuyordu. Aynı kokuyu alıp almadıklarını öğrenmek için sordu, “Siz de bir koku alıyor musunuz?”

 

“Bir koku almıyorum,” dedi Rie.

 

Neko cevap vermemişti. Onun sessizliğini hayır olarak yorumladıktan sonra sustu ve Rie’yi takip etmeye devam etti.

 

Merdivenler dar ve uzundu. Buradaki merdivenleri çıkmak adeta ölüm gibiydi. Merdivenlerin kenarındaki korkuluklar da alçak olduğu için Yu yukarı çıkarken korkuyordu. Merdivenlerin basamakları da uzun olduğundan birinin dengesini kaybedip aşağıya düşmesi şaşırtıcı olmazdı.

 

“Kulenin içinde eşya indirip çıkartması çok zor olmalı. Çalışan işçilere yazık, böyle bina mı yapılır?”

 

Kulenin katlarını sırayla çıkıyorlardı. Yukarıya çıktıkça Yu’nun burnuna gelen koku etkisini arttırıyordu, artık bir şeyler olduğuna emindi.

 

“Yanık kokusu alıyorum, siz hâlâ kokuyu almıyor musunuz?”

 

“Senin burnun bozulmuş, aptal yaratık.” Kokuyu alamayan Neko dalga geçerek cevapladı.

 

“Ben ciddiyim, yangın var.”

 

Rie döndü ve Yu’ya baktı. Kokuyu alamasa da Yu’yu ciddiye alıyordu.

 

“Emin misin, ben hâlâ koku alamıyorum?”

 

“Evet, eminim. Yanık kokusu bu,” havayı biraz daha koklayarak yanık kokusu olduğundan tekrar emin oldu.

 

Rie ve Neko’nun neden koku almadığı ayrı mesele, Yu kokudan emindi. Yukarıya çıktıkça aldığı kokunun dozu artıyordu. Neko’nun iddia ettiği gibi Yu’nun burnu bozuk olmadığı için kokunun sebebi bir yerin yanıyor oluşuydu.

 

“Yangın varsa kuledeki insanlar neden harekete geçmiyor?” diye sordu Rie.

 

“Bu da tuhaf olan bir başka konu, kulede bizden başkasına ait tek bir ayak sesi dahi duymadım. Gece olduğu için insanlar uyuyor olabilir belki ama burasının aynı zamanda bir gözlem evi ve müze olduğu düşünüldüğünde içeride dolaşan araştırmacılar, onlar yoksa bile güvenlik olması gerekir. Şimdiye dek kimseyle karşılaşmamamız beni tedirgin ediyor.”

 

Yakalanmak istemedikleri için birileriyle karşılaşmamaları iyi bir şey olarak düşünülebilirdi ama en azından müzeyi koruyan güvenliğe ait bir ayak sesi duymaları gerekirdi. Sessizlikte tehlike yatıyordu.

 

“Belki yangın var diye kaçmışlardır?” Neko fikrini belirtti ama Yu hemen karşı çıktı.

 

“Buradaki kitapları ve müzedeki şeyleri korumak için önce söndürmeyi denerlerdi ya da eşyaları tahliye ederken onları görürdük.”

 

Burası küçük bir ev değildi, içeride terk edilemeyecek kadar değerli eşyalar olmalıydı.

 

“Yangın varsa acele etmeliyiz.”

 

“Koku yukarıdan mı geliyor?” Rie’nin yüzü gerilmişti, Yu’nun gördüğü en ciddi hâlini aldı.

 

“Evet.”

 

“Almak istediğim şey yukarıda, oraya çıkmam gerekiyor.”

 

“Yukarıda yangın var.”

 

“Ama onu almak zorundayım.” Rie’nin sesi, hiçbir şekilde aksi yöne ikna edilemeyeceğini belli edecek kadar sertti.

 

“Ge~rçekten mi, genç hanım?”

 

Hiçbiri fark edemeden Rie’nin karşısında sıska bir insan belirdi. Neşeli sesinden yola çıkarak bir kadın olduğu anlaşılan kişi, elinde tuttuğu uzun bir şişi Rie’ye uzatmış, ürkütücü bir gülümsemenin kazındığı beyaz palyaço maskesinin arkasından konuşmuştu.

 

“Amanın, sizinle buralarda mı karşılaşacaktık böyle, hıhı.”

 

Sağlıksız denecek kadar sıskaydı, kısa boyluydu ve gökkuşağı renkli palyaço kıyafetine çiçek, hayvan, kalp ve yıldız motifleri işlenmişti, belindeki kemerinde ise bir sürü şiş bulunuyordu. Maskenin ardından fırlayan bakımsız, kıvırcık mavi saçları elbisesi gibi kanla kaplıydı ve omuzlarından aşağıya düşüyordu.

 

“Sen!”

 

Onu tanıyor muydu? Eğer tanışıyorlarsa Yu arkadaş olmalarını umardı. Önlerinde duran ucube kadının herhangi bir arkadaş edinebileceğini zannetmese de Rie bir cadı olduğunu söylemişti. Aslında arkadaş olsalar ve kadın burada onlara yardım etse Yu’nun yüreğinde büyük bir rahatlama oluşacaktı.

 

Ama Rie’nin ses tonunda bir dostla karşılaşmanın sıcaklığı değil, nefret edilen bir düşmanla karşılaşmanın öfkesi vardı. Yu en arkada durduğundan Rie’nin yüzünü göremese de ses tonundan yüzünün düşmanca bir hâl aldığına emindi.

 

“Genç hanım için o kadar hazırlık yapmıştık, şimdi genç hanım bizi bırakıp gidecek mi?”

 

Yu’nun tüylerini ürpertip kanını donduran kederli ses tam arkasından gelmişti. Hızlıca arkasını döndüğünde ensesinin dibine kadar fark ettirmeden girmiş olan şişman palyaço ile karşılaştı. Rie’nin önündeki palyaçonun tam tersiydi, aynı tarzda kıyafetler giymelerine rağmen sağlıksız denecek kadar kiloluydu, dev gibi uzundu ve kederli bir ifadenin kazındığı beyaz bir maske takıyordu.

 

Yu bir saniye bile düşünmeden, tek bir salise kaybetmeden ayağını palyaçonun kasıklarına geçirdi.

 

Palyaço inleyerek ellerini kasıklarına götürdüğünde elindeki tırpan merdivenlerden aşağıya düştü. Tırpanı ile birlikte aşağıya gitmesi için Yu, palyaçonun çenesine yumruğunu geçirdi. Kafasını takip eden vücuduyla birlikte palyaço merdivenlerden aşağıya düştü. Yere düşen palyaço kasıklarını tutarak inliyordu.

 

 “Keder!”

 

Yu soluklanırken sıska olan palyaço, Yu’nun ittiği palyaçonun adını haykırarak tıpkı Rie’nin önceden zıpladığı gibi insanüstü bir şekilde sıçradı ve Yu ile Neko arasına girerek elindeki şişi doğrudan Yu’nun gözüne götürdü.

 

Yu’nun tüm savaş kabiliyeti arkasındaki palyaçoya uyguladığı kadardı. Rakibinin saldırı beklemediği bir andan faydalanarak bazı savaşçılara göre onursuz, Yu’ya göre yapılması zorunlu bir hamleyle rakibinin kasıklarına vurmuş, sonra onu merdivenlerden düşürerek kendini güvene almıştı.

 

Ama şimdi hiçbir hamle beklemeyerek hazırlıksız yakalanan Yu’ydu. Bir hazırlık yapmış olsaydı bile şu anki gibi hızlı bir hamleye karşı hiçbir şey yapamazdı. Refleks olarak gözlerini kapattı ve kollarını gözlerine siper etmek için yüzüne götürdü.

 

“Arghh!”

 

“Anaskm!”

 

Merdivenlerden yuvarlanırken iki rakip de farklı şekillerde çığlık attı, ikisinin çığlığında da acı vardı.

 

Palyaçonun çığlığının sebebi Rie’nin fırlattığı ve palyaçonun başına isabet ettiği anda patlayan, sıcaklığını Yu’nun dahi hissettiği kırmızı bir taştı.

 

Yu’nun çığlığının sebebiyse palyaçonun koluna saplanan şişi yüzündendi. Düz bir şekilde girmek yerine çaprazlama girmiş, Yu’nun dirseğinin üzerinden çıkmıştı. Palyaçonun şişi Yu’nun kolunun içinde kırılmış ve orada kalmıştı.

 

Şişman palyaçonun aksine merdivenlerden düştükten sonra durmadılar ve bulundukları katta boğuşarak yuvarlanmaya devam ettiler. Kattaki odalardan birinin kapısını kırarak içeri girdiler. Yu nereye girdiğini bilmiyordu fakat yine bir merdivene gelmişti. Geldikleri merdivenden de aşağıya yuvarlandılar ve küçük bir odaya düştüler.

 

Pencereden içeriye giren ay ışığı odayı aydınlatıyordu. Odaya girdikten sonra Yu ve sıska palyaço farklı yerlere yuvarlanmıştı.

 

Yu hâlâ yerde acı çekerken palyaço toparlandı ve Yu’ya doğru sert adımlarla gelerek yüzüne bir tekme geçirdi. Tekmesinin gücüyle Yu’nun burnu kırıldı.

 

“Nasıl ağabeyime saldırmaya cüret edersin!”

 

Eğer rakibi sağlıklı bir şekilde iletişim kurabileceği bir kimse olsaydı Yu eylemini mantık çerçevesinde savunabilirdi.

 

Her açıdan korkutucu birisi, elinde bir silah ile birden arkasında belirmişken yapması gereken iki şey vardı; ya korkup kaçacaktı ya da kalıp savaşacaktı. Mantık, korkulukla karşılaşan bir karganın mantığıyla aynıydı.

 

O an kaçma şansı olmayan Yu, kendisini öldürecekmiş gibi duran kişiye karşı canını korumak için yapması gerekeni yapmıştı.

 

Savunması hazır olsa da ne Yu eylemini savunacak durumdaydı ne de rakibi Yu’ya savunma hakkı vermeye niyetliydi. Zaten derdini anlatsaydı bile karşısındaki ucube onu anlayacakmış gibi görünmüyordu. Neşeli maskesine tezat yaratan öfkeli sesi, giydiği kıyafetler ve konuşma tarzıyla o bir deliydi.

 

Palyaço tekmesini yerde yatan Yu’nun kasıklarına geçirmek üzere ayağını kaldırdı. Yu yerde yuvarlanarak kasıklarına tekme yemekten kurtuldu ama yaralı kolunun üzerinde yuvarlandığı için vücudu yine acıyla sarsıldı.

 

Yerde olduğu sürece kolayca öldürülebilirdi, eğer yaşama şansını arttırmak istiyorsa ayağa kalkmalıydı. Ayağa kalkmak içinse mesafesini açması gerekiyordu. Şu anda ayağa kalkmayı denerse çenesine gelecek tekme dişlerini dökerek onu tekrar yere serebilir ve Yu ayağa kalkma şansını tamamen kaybedebilirdi.

 

Ayağa kalkmak ve kurtulmak için bir şeyler düşünmeyi deniyor ama tüm vücuduna yayılan acı bir plan düşünmesin engelliyordu. Plan yapamıyor, savaşamıyordu. Sadece şimdiye dek yaşadığı modern yaşam sayesinde geliştirmeye gerek duymadığı reflekslerini kullanarak rakibinden kaçmayı deneyebilirdi.

 

Palyaço tekrar Yu’nun kasıklarına vurmak istedi ve ayağını kaldırdı. Yu’ya harekete geçme fırsatı doğmuştu. Yu ayağını palyaçonun yerdeki ayağına geçirdi ve onu yere düşürdü.

 

Rakibi yerde yatarken onun yüzüne birkaç tekme indirmek istese de ondan uzaklaşıp kaçmak en iyisi olurdu. Tabii bunu da yapamazdı çünkü palyaço buraya geldikleri merdivenlerin önündeydi, eğer palyaçonun üstünden atlamayı denerse yakalanabilir ve işler onun için daha kötüye giderdi.

 

“Rie neden gelmiyor?”

 

Rie’nin gelip onu kurtarması umuduyla kalçası üzerinde sürünüp palyaçodan uzaklaştı ve ayağa kalktı.

 

Kolu, burnu, tüm vücudu acı içerisinde yanıyordu. Ağzında kan vardı, tükürse bile kan çabucak geri toplanıyordu. Kusmak istiyordu ama yaparsa rakibine kendisini öldürmek için bir fırsat vermiş olurdu.

 

Yu nereden bakarsa baksın dezavantajlıydı. Rakibi büyük ihtimalle şimdiye dek aldığı darbelere katlanabilecek güçteydi ama Yu onun gibi değildi. Kolu her geçen saniye daha fazla acıyordu ve kan kaybediyordu. Biraz uğraşırsa kolundaki şişi çıkartabilirdi ama hem canının yanmasından korkuyordu hem de rakibi ona bunun için zaman vermeyecekti.

 

Yerdeki palyaço çevik bir şekilde ayağa kalktı ve kemerine bağlı şişlerden iki tanesini alarak Yu’nun gözleriyle takip etmekte zorlandığı bir hızda öne atıldı.

 

Mesafe göz açıp kapayıncaya dek azalırken Yu düşünmeyi denemeyi bıraktı ve kaçmak için kendini yere fırlattı.

 

Şimdilik kurtulsa da kendisi yine yerdeydi ve rakibi ayaktaydı, rakibi bu sefer tekme atmak yerine elindeki şişi Yu’nun üstüne fırlattı.

 

Şiş hedefini ıskalamış ve göğsünün biraz altına saplanmıştı. Bir organını delen şişin acısı diğer tüm acılardan daha kötüydü. Yu yaşamak için son çırpınışlarını yaparken duvara kadar süründü ve sırtını dayadı.

 

Rakibinin gözü dönmüştü, onun öfkeli solumalarını duyabiliyordu. Bir şiş daha aldı ve Yu’nun üzerine atladı. Ellerindeki şişlerden ikisini de Yu’nun yüzüne saplamak üzereydi. Yu üzerine atlayan kadını elleriyle durdurmak istedi. Şişlerden biri avucunun içine girdi ve elini delip Yu’nun yanağını sıyırdı, diğer şişse omzuna saplanmıştı.

 

Yu’nun bu hamlesi işe yaramış ve tekrar hayatta kalmayı başarmıştı ama buraya kadardı, artık ne acıya dayanabilecek kuvveti ne de hareket edecek enerjisi kalmıştı.

 

“Ölmek istemiyorum.”

 

Kanla karışık kusmuğu üzerine boşalırken gözyaşlarını tutamadı. Yu bir krizin geldiğini hissederken palyaço yerde inleyen Yu’ya son hamlesini yapmak için belinden bir şiş daha aldı.

 

Bu noktada Yu’nun her şeyi sıfırdı. Yerde yatıyordu ve kollarını başının arasına alacak kuvveti bile yoktu.

 

“Haa!”

 

Yu’nun duyduğu ses kendisini kurtarmasını umduğu kişiye aitti. Sesin sahibi, palyaço son hamlesini yapmadan belirdi ve kırmızı bir ışık Yu’nun da gözlerini yakarak odayı kapladı. Palyaço’nun çığlığı Yu’nun kulaklarında çınlıyordu.

 

Bilinci gidip gelirken nerede olduğunu anlamakta güçlük çekiyordu. Kendini bilmediği bir mekânda buluyor, ardından kim olduğunu bilmediği bir kadının omzunda taşınıyordu. Gözlerinin önüne gelen sahnede yine yerdeydi ve bir başka sahnede yine bir kadının omzunda taşınıyordu.

 

Kolları ve bacakları sallanırken dişleri kenetlenmiş ve sıkıca kenetlenen dişleri yüzünden dilini ısırmış, ağzının içini yine kanla doldurmuştu.

 

Bazen düşünecek gibi olabiliyor fakat hemen ardından düşünme yetisini tekrar kaybediyordu. Gözünün önündeki sahneler hızla değişirken bir sonraki sahnede aynı hızla nerede olduğunu unutuyordu.

 

Bir süre sonra, Yu vücudunda huzur hissetmeye başladı. Tüm vücudu kutsanıyordu, kendini daha iyi hissederken vücudunun hissettiği sıcaklık artıyordu.

 

“Yangını yavaşlatmayı deneyeceğim, Yu’yu iyileştir.”

 

Duyduğu son sesin ardından bilinci yine gitti. Daha önce yaşadığı hiçbir krizde bilinci bu hızda gidip gelmiyordu. Bilinci tekrar yerine geldiğinde kendini öncekinden daha iyi hissetse de her seferinde tanımadığı bir insanla karşılaşmak tuhaftı.

 

Vücudundan ayrılan şişlerin yerinde rahatlama hissediyordu ve vücuduna aktarılan şifalı mana Yu’nun zihnini de iyileştiriyordu.

 

Beklenmedik bir hızla vücudundaki tüm yaraları iyileşirken bilincini de tamamen kazandı ve yaşananları hatırladı. Kendisini iyileştiren kişinin kim olduğunu da anlamıştı, başının tepesinde kedi kulakları olan kız iki elinden yayılan beyaz ışıkla Yu’yu iyileştiriyordu.

 

“Özür dilerim.”

 

Neko’dan özür diliyordu ama neden özür dilediğini de bilmiyordu.

 

Neko ona cevap vermedi ve büyüsünü yapmaya devam etti. Büyüyle iyileştirilmek Yu’ya gerçekçi gelmiyordu. Bilinci açıktı, kasılma yoktu, ağzında kötü bir tat olsa da artık kan çıkmıyordu ve yaraları da arkasında iz bırakmadan yok olmuştu.

 

Bunun gerçek olduğuna inanmak o kadar zordu ki aklına yine bunun bir rüya olması ihtimali geldi. Ortamın sıcaklığı katlanılmaz bir noktaya ulaşıyordu.

 

“İstediğimi aldım, kaçalım.”

 

Tamamen kana bulanmış halde içeri gelen Rie’nin cübbesi parçalanmış, güzel yüzü yaralarla dolmuştu. Yu aldığı şeyin ne olduğunu bilmiyordu, parçalanmış cübbesinin içerisinde sakladığı küçük bir şey olmalıydı.

 

Neko annesinin yaralarını görünce ağlayarak ona koştu ve şifa büyüsüne başladı.

 

“Yangını üst katlarda tutmayı başardım ama alt katta da bir yangın var. Şu an üst kat benim büyümle korunduğu için yukarıdaki ateş hakkında endişelenmemiz gerekmiyor ama onlar oraya yaklaşırsa büyüm bozulacak. Onlar bize gelmeden önce bir kaçış noktası bulmalıyız.”

 

Yu kendine gelmiş olsa da dediklerinden anladığı tek şey kaçacaklarıydı.

 

“Sharley ne olacak?” Yol boyu sırtında taşıdığı çocuğu bırakacaklar mıydı?

 

“Bilmiyorum, şu anda onu düşünecek vaktim yok, gidelim.”

 

Bu cümlenin anlamı şöyleydi; bir kişiyi kurtarmak için üçümüzün de hayatını tehlikeye atmayacağım. Yu bu mantığı anlayabiliyordu, özellikle o iki kişiden birisi küçük bir çocuksa Rie’nin mantığı daha kabul edilebilir bir hâl alıyordu.

 

Rie ile birlikte bulundukları katta bir kaçış noktası arayacaklardı fakat daha aramaya başlamadan kuledeki düşmanları tekrar kendini gösterdi.

 

“Canımı öyle yaktıktan sonra nereye gidiyorsunuz? Ödeşmek için canınızı yakmalıyız, değil mi Neşe?” dedi Keder. Sesinde ismi gibi keder vardı.

 

“Canlarını yakmalıyız, ağabey. Özellikle sizinkini genç hanımım, ço~k özür dileriz,” dedi Neşe. Onun sesi de eğleniyormuş gibiydi.

 

İşlerin henüz bitmediğini gösteren düşmanları, isimlerini de ilan ederek ikinci bir raunt için karşılarına çıktılar.

-------------------------

15.11.2021 - 19:24






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44356 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr