Cilt III - Bölüm 3: Küçük Hanım ve Kahya

avatar
648 5

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 3: Küçük Hanım ve Kahya


CİLT III: ÇAN SESLERİ

BÖLÜM 3: KÜÇÜK HANIM VE KAHYA

???: Küçük Hanım, Küçük Hanım…

 

Hoşuna giden nazik bir ses ve omzunda hissettiği hafif dokunuş ile Yurine gözlerini araladı.

 

???: Tünaydın, Küçük Hanımım.

 

Yurine: Y-u-u-u…

 

Uzatarak söylediği isimle birlikte başını kaldırdı.

 

???: Buradayım, Küçük Hanımım.

 

Tanımadığı bir vagonun içindeydi. Eski vagonundan daha büyüktü, beyazdı, içeride sandıklar, çuvallar, mobilyalar ve duvardaki sabitlenmiş şamdanlarda duran mumlar vardı. Pencereler eski vagonlarındaki gibi tahtadan değil camdan yapılmaydı ve önünde kaliteli olduğu belli olan kırmızı perdeler asılmıştı.

 

Uzandığı kırmızı derili koltuk da eski vagonlarına göre daha yumuşa ve rahattı. Hatta o kadar rahattı ki Yurine bir an için kalkıp kalkmamak konusunda kararsız kaldı ve gerindi.

 

Fakat kalkması gerekiyordu, Yu eğer erken kalkmazsa gece uyuyamayacağını ve gecelerin güzel olmadığını söylüyordu. Bu yüzden başını kaldırdı ve kendine “Küçük Hanım” diye seslenen yakışıklı gence baktı.

 

“YU ÇOK HAVALI!”

 

Yurine: Yu! Sen niye böyle giyindin?

 

Yu: Bir kahyanın böyle giyinmesi gerekir. Eğer Küçük Hanım memnun değilse farklı kıyafetler alabilirim.

 

“Küçük Hanım.”

 

Annesi Başak Kardinali olduğundan ona ya Kardinal Hazretleri ya da Genç Hanım diye seslenirlerdi. Kızı olarak tanıttığı Yurine içinse Küçük Hanım diyorlardı. Yurine o zamanlar kendine küçük denilmesinden rahatsız oluyordu ama şimdi Yu’nun onu böyle çağırması hoşuna gitmişti.

 

Yu’yu baştan aşağıya süzdü. Giydiği kıyafet üzerine tam oturmuştu, saçları özenle taranmıştı ve Yurine’nin önerisi ile Yu uzatmaya başlamıştı. Çok fazla uzamasından rahatsız olacağını söylese de Yurine için biraz uzatmayı kabul etmişti.

 

Sakallarının çıkmasını engellemek için Büyücülük Akademisindeki kütüphanede tarifini bulduğu bir kremi kullanıyordu, böylece yüzü pürüzsüz ve annesinin yüzü gibi olmuştu.

 

Yüzünde nazik bir gülümseme vardı, ellerindeki parmaklar biçimli ve zarifti, bacakları uzundu ve karnı düzdü. Boynuna sürdüğü parfüm nedeni ile güzel kokuyordu. Yu çok etkileyiciydi.

 

Yurine: Aferin Yu. Seni tebrik ediyorum, artık benim gibi üstün bir varlığa, asil bir hanımefendiye nasıl hizmet etmen gerektiğini öğrenmişsin.

 

Uzandığı koltukta doğruldu ve Yu’yu alkışlamaya başladı.

 

Yu: Yurine, biraz abartıyorsun.

 

İki eli ile yanaklarını tutup mıncırdı, ellerini çektiğinde Yurine’nin beyaz yanakları pembeye dönmüştü.

 

Yu: Öyleyse öğlen yemeği yemeliyiz. Daha sonra erzak depolayıp Seussu’dan ayrılacağız.

 

Yurine arabanın içinden çıktığında bir başka farklılıkla karşılaştı. Bir kasabanın içinde olması dışında, vagonlarını çeken üç rino vardı.

 

Yu: Daha hızlı hareket edebilmek için iki tane daha aldım. Böylece bir buçuk hafta sonra Anderopolis’e ulaşabileceğimizi düşünüyorum.

 

Yurine: Peki nerede yemek yiyeceğiz?

 

Yu vagonun kapısını kilitleyip etrafına bakındı.

 

Yu: Şuradaki lokanta modern gözüküyor, oraya gidelim.

 

Yurine kahya rolünü oynayan Yu’nun elini tuttu ve onun gösterdiği yere ilerlediler. Yurine’nin bildiği modern kelimesi ile Yu’nun kullandığı modern kelimesi farklıydı.

 

Emily’nin anılarında modern kelimesi günün şartlarına uygun olarak geçiyordu. Yu ise modern kelimesini kendi dünyasına benzeyen şeyler için söylüyordu.

 

Yu’nun kelimeyi kullandığı yerlere bakarak Yurine de Yu gibi konuşmak istiyordu ama Yurine’nin modern dediği şeyler genellikle Yu’nun modernlik anlayışına uymayan şeyler oluyor, bu da moralini bozuyordu.

 

Hava bulutluydu, yağmur yağma ihtimaline karşı dışarıdaki masalardan birine değil içeridekilerden birine, vagonlarını görebilecekleri bir açıda oturmuşlardı.

 

Genç tavşan kulaklı bir kız dışarıdaki sandalyeleri toplarken Yu lokantanın sahibi olduğunu düşündüğü kişiye elini salladı.

 

Lokantacı: Buyurun bayım.

 

Yu: Menüde ne var?

 

Lokantacı: Bugün tavuk suyu çorbası, tavuk ve pilav var. Vaktiniz varsa farklı bir çorba da yapabilirim.

 

Yu: Küçük Hanım, size uygun mudur?

 

Yurine başını sallayarak onay verdi.

 

Yu: Salata var mı?

 

Lokantacı: Evet, getirmemi ister misiniz?

 

Yu: Lütfen.

 

Garson yemekleri getirmek için yanlarından ayrıldığında Yu zamanı geçirmek için masadaki peçete, çatal, kaşık ve bıçakların düzenini ayarlamaya başladı.

 

Yurine: Peki nasıl kahyalık yapacağını biliyor musun?

 

Yu bilmiş bir şekilde güldü.

 

Yu: Merak etme. Ben Black Butler’ın tüm bölümlerini izledim ve bir opening ile iki endingini ezbere biliyorum.

 

Yu yine anlamadığı kelimeler kullanmıştı ama yine de çok havalıydı.

 

Yurine: Yu, endin ne demek? Openin ne demek? Bilek Batlıhr ne demek?

 

Yu: Black Butler benim dünyamdan bir hikaye. Sana televizyonu anlatmıştım, kutunun içinde kaydedilen oyun oynuyor ve sen de izliyorsun. O da böyle bir şey işte. Endingi tiyatro oyununun başında openingi de oyunun sonunda söylenen şarkı gibi düşünebilirsin.

 

Yurine onun farklı bir dünyadan geldiğine inanıyordu. Yu’ya sürekli kendi dünyasını anlattırıyor ve heyecanla onu dinliyordu. Onun anlattığına göre dünyasında büyü ya da kedi kulaklı insanlar yoktu. Yani kendisi Yu için tamamen eşsiz olmalıydı.

 

Yurine: Yu, bana hikayeyi anlat.

 

Öğle yemeği için sipariş ettikleri yemekler masalarına geldiğinde Yurine ilk lokmayı alırken Yu hikayeyi anlatmaya başladı.

 

Yu: Küçük bir çocuğun ailesine kumpas kuruluyor ve çocuğu da şeytan çağırma ayini için kaçırıyorlar. Şeytan geldiğinde onu çağıranlar ile değil çocukla anlaşma yapmak istiyor ve çocuk da ondan ailesinin intikamını almasında yardımcı olmasını istiyor. Şeytan bu süreçte ona kahya olarak hizmet edecek ve çocuk intikamını aldığında da ruhunu yiyecek.

 

Yurine: IHH! Sen! Sen benim ruhumu mu yemek istiyorsun!?

 

Yurine elindeki çatalı bıraktı ve parmağını Yu’ya kaldırarak bağırdı. Lokantadaki birkaç insan yemekleri ile ilgilenmeyi bırakıp onlara döndü.

 

Yu: Küçük Hanımımın kabalığını bağışlayın lütfen.

 

Yu ayağa kalkıp başını eğerek özür diledi, ardından yerine oturdu.

 

Yu: Henüz ruhuna göz dikmedim ama arada sırada tatlı olarak seni yemeyi düşünüyorum.

 

Yurine pembeleşen yanaklarını kuyruğu ile saklamayı denedi. Bu sırada kuyruğu ile  yanaklarını saklamaya çalışması Yu’yu gülümsetmişti.

 

Yurine: Yu, sen aptalsın. Beni besle.

 

Utandığı için sesi kısık çıksa da Yu onu duydu.

 

Yu: Baş üstüne, Küçük Hanım.

 

Yu eti parçalayıp pilavın içine, ekmeği parçalayıp çorbanın içine attı. Salatayı karıştırdı ve bardağa suyu doldurdu. Sonra da pilavdan başlayarak Yurine’yi besleme başladı.

 

Yurine ilk oluşturulduğu zamanlarda annesi onu bu şekilde besliyordu. Daha sonra büyümesi gerektiğini söyleyerek bunu yapmaktan vazgeçmişti ama başkası tarafından beslenmek hoşuna gittiği için Yu’dan yapmasını istiyordu.

 

Fakat bunu abartmayacaktı, eğer abartırsa o da annesi gibi bu durumdan sıkılabilirdi. Bu yüzden sadece arada sırada beslenmeyi istemeliydi.

 

Yurine yemeğini bitirdikten sonra Yu hızlıca kendi yemeğini yedi ve parayı ödedi. Atıştıran yağmurdan korunmak için bir şemsiye aldılar ve Yu yapmaları gereken sıradaki işi söyledi.

 

Yu: Şimdi erzak alıp yola koyulmamız gerekiyor.

 

Yurine tekrar Yu’nun elini yakaladı ve ilk alışverişleri için bir kasaba girdiler.

 

???: Duydun mu? Başkentte soygun yapmışlar, binlerce altından bahsediyorlar.

 

???: Sirk işini mi diyorsun? Sabah duymuştum.

 

???: Soyguncuların çoğu yakalanmış ama altı bin altınlık kayıp rapor edilmiş.

 

???: Altı bin altın… ömrüm boyunca elimin değdiği altınları saysak o sayının yarısına bile yaklaşamam.

 

???: Bir daha bulamazlar o altınları, kuş olup uçmuştur paralar.

 

Suçu hakkında konuşulduğunu duyunca kendini FBI’dan kaçıyormuş gibi hissetti.

 

Başını kaldırdı ve tedirginliğini gizleyerek tezgahın önüne geldi ve kasabı selamladı. Bu sırada Yu’nun burnuna tanıdık bir koku geliyordu.

 

Kasap: İyi günler bayım, ne istemiştiniz?

 

Yu: Otuz kilo kurutulmuş et lütfen.

 

Kasap: O-otuz? Emin misiniz?

 

Yurine: Yu, sabah akşam et mi yiyeceğiz?

 

Yemek yapma becerisi makarna pişirmeden hallice olan Yu için başka seçenek yoktu. Çorba ya da patates kızartması gibi basit şeyleri yapabiliyor olsa da fasulye, pilav ya da sebze yemekleri gibi şeyleri yapamazdı. Bu da kurutulmuş eti onlar için vazgeçilmez yapıyordu ama tüm et onlar için değildi.

 

Yu: Bu etlerin hepsi bizim için değil, çoğunu rinolar yiyecek. Eğer ev yemekleri yemek istiyorsan köylerde durduğumuz zaman bir şeyler ayarlayabiliriz.

 

Kasap etleri hazırlarken Yu tezgahın arkasına göz gezdiriyordu.

 

Yu: Yok artık, bunu burada görmek… İnanamıyorum… O, o sucuk mu?

 

Kasap: Hakiki Seussu Sucuğu, dana etinden, tüm İlonya’da popülerdir. Tadı da lokum gibidir ama biraz pahalıdır.

 

Demek Yu’nun burnuna gelen tanıdık koku sucuğa aitti. Büyük baş hayvanların etinden yiyecek bulmak zordu çünkü tarımda kullanılıyorlardı, dana eti gibi yiyecekleri yemek sadece zenginlere özeldi.

 

Yu böyle bir fırsat bulmuşken bunu kaçıramazdı. Sucuk alması gerekiyordu.

 

Yu: Onlardan da alalım. Bakın Küçük Hanımım, size sucuklu yumurta yapacağım. Bakayım, şuradaki etlerden de alalım o zaman, akşama onları pişirip yeriz. Bir de yumurtalardan alayım. Acaba etleri vagonumuza taşımada yardımcı olur musunuz?

 

Kasap: Tabi ki.

 

Yu gibi bol kazanç elde etmesini sağlayan müşteriler kırılmamalıydı. Kasapla birlikte etleri vagonlarına taşıdılar. Vagonun içinin kokmaması için vagonun üzerindeki küçük depoya etleri yerleştirdiler.

 

Kasabın da parası ödendiğinde sıra ekmek ve makarnadaydı. Makarna basit ve doyurucu bir yiyecekti, yapması kolay olduğundan Yu’nun alması gerekiyordu. Ekmek ise kuruyacaktı ama yine de iki üç günlüğüne idare ederdi.

 

Yu: Mora’ya giderken yolu uzatacağız. Varışımızın gecikmemesi için hayvanları zorlamamız gerekecek. Onlar için şifa büyüsü yapabilir misin?

 

Yurine: Merak etme Yu, ben yapabilirim.

 

Yu: İsmimi söylemeyi seviyorsun, değil mi?

 

Yurine: E-evet.

 

Bunu kabul etmek Yurine için zor değildi ama basitte olmamıştı. Yu’nun ismini söylemek hoşuna gidiyordu, kısa ve kolaydı.

 

Yurine: Bizi tanımazlar, değil mi?

 

Yu: Tanınmamak için vagonu değiştirdim ve buradayken herhangi bir sorunla karşılaşmadık. Fakat önlem olarak anayoldan gitmek istemiyorum, o yüzden çevre yolundan dolaşacağız. Orada da sadece birkaç köy var ama oradaki evlerde konaklamak istemiyorum, geceleri vagonun içinde uyuyacağız.

 

Fırından ekmek aldıktan sonra sıra manava gelmiş, sebze ve meyve aldıktan sonra su depolayarak vagona yerleşmişlerdi.

 

Yurine yine Yu’nun yanına geçti. Hızlanmaya başlayan yağmurun kendilerine gelmemesi için şoför kısmının üzerindeki korumalığı çektiler ve harekete geçtiler.

 

***

 

Yurine: Yu, çok güzel şarkı söylüyorsun.

 

Yu: Teşekkür ederim.

 

Yurine kendisinden şarkı söylemesini istemişti. Yu yirmi birinci yüzyıla ait bir şarkı söylerken kasabadan çıkmış ve köprüye doğru ilerlemişlerdi.

 

Yurine: Yu, biliyor musun? Annem de çok güzel şarkı söylüyor.

 

Yu: Tahmin etmiştim.

 

Yurine: Ama senin şarkıların daha farklı, daha… şey… modern! Yu! Yu! Doğru mu söyledim?

 

Yu: Evet, doğru söyledin.

 

Yurine sevinçle Yu’nun koluna sarıldı.

 

Nehrin çevresinden dolaşmak zaman alırdı ve ormana girmeleri gerekirdi. Planladıkları vakitte Anderopolis’e ulaşmak için buradaki köprüyü kullanmak zorundaydılar. Vagon hızla ilerlerken Yu köprüyü gördüğünde aniden yavaşladı.

 

Yu: Biliyordum böyle olacağını ama belki bir umut diye gelmiştim.

 

Köprünün üstünde askerler vardı. En azından Yu onların asker olduklarını tahmin ediyordu. Köprüdeki askerler kendilerini fark etmeden önce Yu vagonu sağa çevirdi.

 

Yurine: Ne oluyor?

 

Yu: Köprüde çevirme var, oraya girersek bizi durdurup vagonu ararlar.

 

Ve vagonu aradıklarında içerideki altı bin altını bulacaklardı. Yu’nun o altınların kendisine ait olduğunu kanıtlamasının hiçbir yolu yoktu. Altı bin altın bir insanın ömür boyu çalışsa bile kazanamayacağı kadar fazla bir miktardı ve böyle bir paranın aktarılması gerekse bile krallıklar bunu iki kişi eşliğinde değil yüzlerce asker eşliğinde yapardı.

 

Eğer Yu oraya girerse kesinlikle tutuklanırlardı. Belki Yurine’nin gücüne güvenerek onları yarmayı deneyebilir ya da rüşvet vermeyi deneyebilirdi ama bunları denemek başlarına daha büyük dertler de açabilirdi.

 

Yu: Haritayı çıkartsana.

 

Yurine haritayı açtı ve Yu’nun önüne getirdi. Rüzgar yüzünden haritanın kıvrılmasını engellemek için sıkıca tutuyordu.

 

Yu: Of, yolu daha da uzatmamız gerekecek.

 

Tek sıkıntıları köprüden geçmek değildi. Mora ve İlonya ülkeleri birbirinden tepeler ile ayrılıyordu ve bu tepeler arasındaki geçitlerde gümrük kontrolü yapılıyordu.

 

Altınların açıklamasını gümrükte veremeyecekleri için daha tehlikeli olan, haydut ve vahşi hayvanların bulunduğu yollardan geçmeleri gerekiyordu.

 

Yurine: Burada orman var, yine mi ormana gireceğiz?

 

Yu: Evet, ormandan çıktıktan bir gün sonra tepeler ile nehrin arkasındaki köye ulaşırız. Orada bir gece konaklayacak ve sürekli kuzeye gideceğiz. Mesafe iki haftaya çıkacak, umarım Sivina ve Ana’yı çok fazla endişelendirmeyiz. Onlara bir ay sonra geleceğimizi söylemiştik.

 

Yu, Sivina ve Ana’ya dolandırıcı olduğunu elbette söylememişti ve İlonya’daki büyük soygun ve dolandırıcılık planından da onlara bahsedemez ve onlar varken devasa vurgunu gerçekleştiremezdi.

 

Bu yüzden yeni kardinalin gelişini haber vermeleri ve katedrali yeni kardinale hazırlamaları amacıyla onları önden Anderopolis’e yollamış, kendilerinin halletmeleri gereken işler olduğunu ve bir ay sonra yanlarına geleceklerini söylemişlerdi.

 

Yu: Geceyi ormanda geçirmemiz gerekecek, tekrar nöbetleşmeliyiz.

 

Yurine: Anladım. Yu, bana güvenebilirsin.

 

Ormanda bulundukları süre içerisinde canavarlara ve haydutlara karşı hazırlıklı olmaları gerekiyordu. Eğer ikisi de uyuya kalırlarsa sabah uyandıklarında hoşlarına gitmeyen şeylerle karşılaşabilme ihtimalleri vardı.

 

Şimdiye kadar bir sorun çıkmamış olsa da temkinli olmayı bırakmamak lazımdı. Burası yabancı bir dünyaydı ve Yu arada sırada dönüp kendi götünün bile orada olup olmadığını kontrol etmek zorunda hissediyordu.

 

Yurine: Yu, ormana gireceksek rinolar için boşuna et almış olmaz mıyız? Orada tavşan falan bulup yiyebilirlerdi.

 

Yu: Bunlar ehlileştirilmiş hayvanlar, belki içgüdüleri nedeniyle zorunda kalırlarsa avlanmayı denerler ama şu anda avlanabileceklerini zannetmiyorum. Bir de rinoların ağızlarının kan tadı almaması gerekiyormuş. Eğer kan tadına alışırlarsa aç kaldıklarında insanlara saldırabilme ihtimalleri varmış.

 

Rinolar genelde et ile beslenen canlılardı ve insanlar onları evcilleştirmeden önce avlanıyorlardı. Rinolar hızlı ve güçlü hayvanlar olduğundan kısa sürede çevreye verdikleri zarar artmış ve sayıları çoğalırken insanların malları ve canları zarar görmeye başlamıştı.

 

Artık tavuklarının, koyunlarının, ineklerinin ve atlarının yenmesinden bıkan insanlar sıra kendilerine geldiğinde toplanmış ve rinoları avlamaya başlamıştı. Kalan rinolar ise insanlar tarafından kullanılmak için evcilleştirilmişlerdi.

 

Ama yine de bu hayvanların ataları bir zamanlar insanları avlıyordu. Bu sebeple onları kana alıştırmamakta fayda vardı.

 

Güneş battığında ormanın içinde önlerini görmekte zorlanmaya başladılar. Karanlıkta ormanın içinde daha fazla ilerlemenin tehlikeli olabileceğine karar vererek önlerine çıkan küçük bir akarsuyun yanında durdular.

 

Yu: Derin değil, yarın bunun içinden karşıya geçeriz. Hayvanlar da gece buradan su içebilir.

 

Derinliği kontrol ettikten sonra mumları çıkardı ve vagonun dışında yer alan şamdanlara koydu. Çakmak olarak kullanılan bir mekanizma yardımıyla mumları yakarak etrafın biraz aydınlanmasını sağladı.

 

Sonra çevrede bulduğu çalı çırpıyı bir araya getirerek vagonun önünde iki kamp ateşi yaktı. Birisi çorbayı pişirmek için ve diğeri aldıkları taze eti pişirmek içindi.

 

Yu: Daha önce çorba yaptım ama bu et pişirdiğim ilk sefer, kötü olursa kusura bakma.

 

Yurine’nin tabureleri ve yemek masasını çıkarmasına yardım ettikten sonra Yurine masanın üzerine eşyaları yerleştirdi. İşi bittiğinde oturdu ve Yu’nun yemek hazırlamayı bitirmesi için beklemeye başladı.

 

Yu: Sonunda buldum.

 

Yurine: Neyi buldun?

 

Yu: Makarnayı aldıktan sonra aklıma geldi, bu dünyada eksik olan bir şey vardı ama ne olduğunu bir türlü bulamıyordum. Sonunda neyin eksik olduğunu buldum, bu dünyada yoğurt yok.

 

Makarnayı yoğurtla yemeyi seviyordu ve yoğurtsuz makarna yemek tuhaftı. Bugün yemekte makarna olmasa da yarın ya da ondan sonraki gün makarna sofraya gelecekti ve onu yemek için ne yoğurt, ne ketçap ne de mayonez vardı. Yu Valarfin için bu bir sorundu.

 

Yurine: Yu, yoğurt ne demek?

 

Yu: Beyaz bir şey, soğuk yenmesi gerekiyor. Muzlu ya da çilekli de yapabiliyorsun.

 

Yu’nun en sevdiği kakaoluydu ama burada kakaonun varlığına rastlamamıştı. Yani bir daha kakao göremeyeceğinden yoğurt yapmayı başarsa bile kakaolu yoğurt yiyemezdi.

 

Yu: Ama yoğurt nasıl yapılıyor bilmiyorum ki, hiç merak etmemiştim. Süt ile yapıldığını biliyorum ama sütü nasıl yoğurda dönüştürüyorlar acaba?

 

Yurine: Yu, boş ver şimdi yoğurdu.

 

Yurine oturduğu tabureden kalktı ve etrafına bakınmaya başladı.

 

Yurine: Bir şey hissediyorum.

 

Rüzgar eserek vagonun dışındaki mumları söndürdü. Yu yiyecekleri ateşin üzerinden kaldırdı ve Yurine’ye yaklaştı.

 

Yurine:  PHUEL’LA!

 

Yurine’nin uyarı atışı ormanın içinde ilerledi ve yere çarparak toprağı havaya kaldırdı.

 -------------------------

Bundan sonraki 4 bölümü yazarken bayağı bir sıkılmıştım, okurken siz nasıl sıkılırsınız tahmin edemiyorum şimdiden kusura bakmayın.


Yahu sayın okuyucular, geçen bölüm dedim ki bölüme hiç tıklamayayım bakayım kaç kişi okuyacak. Ne oldu biliyor musunuz? Şimdi ilk kez bölüme girdim baktım 38 okunma almış.

Ulan nasıl 38 okunma alıyor aq. Cilt ikinin sonuna geldiğimde okunma sayısı 7-10-12 falandı onda da benim bölüme düzenlemek için girip tıklamam sayesinde sayı artmıştı. Ne yaptınız direkt ilk iki cildi mi atladınız amk.

Ha diyorum herhalde okuyanlar gir çık yapmıştır, sayfayı aşağı yukarı kaydırmıştır ya da insanların çoğu bu neymiş diye göz atmaya gelmiştir ama yok aq olmaz öyle şey, cilt ikinin son bölümlerini yazarken gelip göz atmayan insan şimdi mi göz atacak. Yani tam 38 kişi olmasa da bir 10-15 kişi vardır herhalde okuyan diyorum.

Şimdi bu bölüme de düzenlemek için dahi olsa girmeyeceğim, o yüzden hatalarla ya da daha sonra "bu böyle miydi lan" dediğiniz şeylerle karşılaşabilirsiniz kusura bakmayın. Ama merak ediyorum kaç kişi okuyacak, bakın sayın okuyucular ve sayın bu neymiş diye bölüme tıklayanlar (biliyorum bu neymiş diye tıklayanlardan aşağıya inip bu kısma bakacak olacaktır, ben öyle yapıyorum çünkü), okumuyorsanız şu birkaç bölüme tıklamayın, okuyanlar da aşağı yukarı ya da gir çık yapmasın kaç kişi okuyor onu hesaplamaya çalışıyorum.

Bir de geçen bölüme girip bi baktım şuku kısmına, aşağıda ifadeler yer alıyor ya orayı kastediyorum, 0 amk. Tek bir insan evladı dahi ifade bırakmamış. Ne bir şuku var ne wow var ne dibim düştü var ne ıslak terlik var. Amk.

Ayıp ediyorsunuz söyleyeyim. Çok ayıp ediyorsunuz yani. Tamam biliyorum insanlar seriyi okumak zorunda değil ama okuyanlara da illa epik novel hesabı açıp bölümü beğenin demiyorum, onu yapsanız da hoş alır ama yani illa bunu yapın demiyorum. Aşağıda ifade bölümü var ya, bir şukudur ıslak terliktir wowdur şunlara basın aq diyorum. Yeter aq, burada 500 sayfa yazı okumuşsunuz bir ifade bırakmaya üşeniyorsunuz. Ayıp ediyorsunuz. 500 sayfa amk 500, bunu okuyacağınıza, buna zaman ayıracağınıza neler neler yapardınız bari zaman ayırmış okumuşsunuz bir destek olun aq yorum zaten hep aynı kişiler (onlara da teşekkür ediyorum eksik olmasınlar) bari ifade göreyim aşağıda diyeyim hee bunu okuyanlar varmış harbiden.

Cidden üşenmeden tüm seriyi okuyup bir ifade bırakmaya üşenen varsa onun hakkında kötü şeyler düşündüğümü belirtmek istiyorum. Daha yazardım da neyse, okuyan varsa da ifade bıraksın bari. Nasıl yaparım bilmiyorum diyorsanız da discorda gelin öğretelim aq. Dellendim.


13.05.2021 - 00:15 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44376 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr