Cilt II - Bölüm 37: Küçük Hanımın Ekibi

avatar
473 4

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt II - Bölüm 37: Küçük Hanımın Ekibi


CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI

BÖLÜM 37: KÜÇÜK HANIMIN EKİBİ

Salery: Saçmalıyorsunuz!

 

Maron: Sesinizi yükseltmek sizi haklı yapmıyor, Bay Bishory.

 

Müdür yardımcısı Maron Martin’in önerisiyle toplanan yönetim kurulu toplantısında Salery, oğlu Sony’ye Anka Lütufunu çalmasında yardım etmekle suçlanıyordu.

 

Onu suçlayan ilk kişi Maron’du ve yönetim kurulunun diğer üyeleri de Maron ile hem fikir olmuştu. Üstelik Sony’nin itirafları da Maron’un eline koz veriyordu.

 

Sony Anka Lütufuna ulaşabilmek için babasını kullandığını itiraf etmiş ama babasının kasıtlı olarak ona yardım etmediğini eklemişti. Yine de bunun bir önemi yoktu, çünkü Salery’nin sorumluluğu Lütufun güvenliğini sağlamaktı.

 

Kayusha: Akademinin müdürü kendisine emanet edilen değerli bir çalışmaya sahip çıkamıyor ve sonucunda çoğumuzun yıllardır üzerinde çalıştığı şeyi kaybediyoruz. Sorumluluk alacak ve hatanızı telafi etmek için bir şey yapacak mısınız?

 

Profesör Kayusha buradaki herkesin hakkında sinirli olduğu konuya parmak bastı. Nana Projesi bir çağ açabilecek kadar değerliydi ve Kayusha gibi uzun yıllardır burada olanlar öğrencilik günlerinden beri bu proje için çalışıyordu.

 

Salery’nin diyecek herhangi sözü yoktu, sessizce yerine oturdu.

 

Maron: Nana Projesini telafi edecek bir şey yapmayacaksanız, müdürlükten alınmanızı oylamak istiyorum.

 

Normal şartlar altında seçilen müdür beş yıl boyunca görevde kalırdı ama özel bir durum oluştuğunda yönetim kurulu toplanarak oylama talep edebilir ve oyların dörtte üçü müdürün görevden alınması yönündeyse müdürün görevine son verilirdi.

 

Akademi tarihinde bu tarzda oylamalar çok fazla görülmemişti. Sadece iki kez suça karışmış müdürlerin dokunulmazlık haklarını almak için yönetim kurulu bu hakkını kullanmıştı.

 

Eğer Rie meselesi ile ilgili yeterince kanıt olsaydı Maron Sony’yi beklemek ve Anka Lütufunu bahane etmek yerine müdürlüğü almak için bunu kullanırdı.

 

Maron’un isteği, yaptıklarını yapma nedeni Salery’nin müdürlükten alınmasının ardından yeni müdür olmak ve sadece müdür onayı ile erişilebilen küçük kütüphaneye erişmekti. Ardından arzusunu gerçekleştirebilirdi.

 

Yürütmeliğe göre bir itiraz gelmezse müdürün görevden alınmasının ardından oylama yapılmaya bile gerek kalmayacak, müdür yardımcısı sonraki seçimlere kadar müdür olacaktı.

 

Domini: Öyleyse oylamayı başlatıyorum. Profesör Salery  Von Bishory’nin müdürlükten alınmasını isteyenler… istemeyenler… oy birliğiyle Profesör Bishory’nin görevden alınmasına karar verilmiştir.

 

Profesör Domini’nin açık oylaması hızlıca ve oy birliğine vararak sonuçlanmıştı. Oylamanın bitmesinin ardından Salery çöktü ve ne yapacağını bilmez bir halde beklemeye başladı.

 

Maron: Eğer bir itirazı olan yoksa yürütmeliğe göre sıradaki seçimlere kadar müdürlük görevini üstlenmem gerekiyor.

 

Kuruldaki hiç kimse buna itiraz etmedi. Maron’un müdürken yaptığı ilk iş Rie meselesini açıklamak ve Salery’yi bir akademi mensubunun ölümünde pay sahibi olmakla suçlayarak oğlunun karşısındaki hücreye atmak olmuştu. Böylece Yu Valarfin’e verdiği sözün yarısını tutmuş oldu.

 

***

 

Lylphia: Evet, dünkü yönetim kurulu toplantısı böyle geçmiş. Orada değildim tabi ama söylenenler bu şekilde.

 

Yurine bir gündür yemek yemiyordu, karnı o kadar acıkmıştı ki yemek yerken dinlemeye odaklanamıyordu.

 

Ama Rie isminin anılmasıyla birlikte kulakları kıpırdadı ve Lylphia’ya anlattıklarını tekrar ettirdi.

 

Yu: Dudun mu? İstersen yemekten sonra gidip Salery’yi sorgularız.

 

Yurine: Evet, Yu. Öyle yapalım.

 

Yüzünde bir buçuk aydır takındığı o kayıtsız ifade yoktu, zaten son zamanlarda aynı ifadeyi taşımak zorlaşmaya başlamıştı ve şimdi o suratı taşımak zorunda olmadığı için mutluydu.

 

Şu anda taşıdığı surat yaşına daha uygundu. Masum ve tatlı bir gülümseme ile birlikte pembe yanaklar ve neşeli bir yüz Yurine’ye en çok yakışan ifadeydi.

 

Yemeğini yediği sırada kuyruğunu neşeli bir şekilde bir sağa bir sola sallıyordu. Yurine, Lylphia’nın yanındaki arkadaşının gözlerinin kuyruğuna takıldığını fark ettiğinde kuyruğunu daha da hızlandırmış, kuyruğunu takip eden kızın başının dönmesini sağlamıştı.

 

Ardından kıkırdayarak sandalyesini Yu’ya biraz daha yaklaştırdı.

 

Yurine: Yu! Bak! Bu benim en sevdiğim, sen de bundan ye.

 

Kendi karnını doyurduktan sonra sıra Yu’nun karnına gelmişti. Masadaki peyniri alıp Yu’nun önüne koydu. Bu Yurine’nin en sevdiği peynirdi, yumuşaktı ve ağızda kolayca eriyordu.

 

Yu: Ben zaten-

 

Yurine’nin kuyruğunu sallayarak büyümüş gözlerle ve kocaman bir gülümsemeyle kendine baktığını görünce onu reddedemedi ve ağzına attı.

 

Yu: Evet, güzelmiş.

 

İkili arasındaki etkileşim hem Lylphia’yı hem de yanındaki arkadaşını güldürmüştü.

 

???: Sizin Redshapel Katilini yakalayan insanlar olduğunuza inanmak zor, daha çok sevimli kardeşler gibisiniz.

 

Yu: Üstün bir zekam olduğu için böyle işler benim için kolaydır, yine de onu yakalayan kişi Sivina’ydı.

 

Kendisini övmeyi ihmal etmezken Sivina’ya hak ettiği krediyi vermişti. Böyle yapıyor olması Yurine’nin gözünde daha da değer kazanmasını sağladı.

 

Yurine: Yu! Bunları da ye.

 

Zeytinleri Yu’nun önüne getirdi ve yemesini beklemeye başladı, yapacak bir şeyi olmayan Yu onları da yedi.

 

Yurine: Yu! Bunları da! Bunları da! Bunları da!

 

Domates, bal, yumurta, ekmek… masada kalan ne varsa Yu’nun midesine gitmişti. Artık midesinde en ufak yer kalmamıştı. İlk kez bu kadar ağır bir kahvaltı yapıyordu ve muhtemelen bu kahvaltı sayesinde gün boyu tok kalacaktı.

 

Yurine kahvaltı sırasında sandalyesini Yu’nun sandalyesi ile birleştirmiş ve kahvaltı bittiğinde elini tutmaya başlamıştı. Lylphia’nın gördüğü Yu ve Yurine ilişkisinde Yu’nun tüm çabaları Yurine’nin soğuk tavrıyla karşılanıyordu.

 

Şu andaysa Yurine Yu’ya yapışmıştı ve bunaltacak derecede ilgi gösteriyordu. Onların bu hale geleceğini tahmin edemezdi.

 

Lylphia: Şu anda tatilde sayılırım yani yapacak bir işim yok. İsterseniz herhangi bir aksilik ihtimaline karşı Salery’yi sorgularken yanınızda durabilirim.

 

Yurine: Bunu Yu’ya asılmak için mi söylüyorsun?

 

Lylphia’nın yüzü kızarırken yanındaki arkadaşı gülmemek için ellerini ağzına götürdü. Yu ise “alışılmadık şeyler değil” tarzında bir ifadeye sahipti.

 

Lylphia: Bunu nereden çıkardın? Sadece yardım etmek istemiştim.

 

Yu: Ona karşı anlayışlı ol, benim gibi zeki, karizmatik, çalışkan, başarılı ve yetenekli bir insanı kıskanması normal.

 

Yurine: Kıskandığımı söylemedim, bunu korumak gibi düşün.

 

Bir kere Yu’nun yanına Lylphia hiç yakışmıyordu. Yurine’ye göre Yu daha güzel birini hak ediyordu.

 

Hem Yurine onun geleceğini halihazırda planlamıştı ve o geleceğe ulaşmaya doğru emin adımlarla ilerlerken önlerine çıkacak küçük fareleri avlamak onun göreviydi.

 

Annesini kurtardıktan sonra Yu’yu yanlarında tutacak bir fikri vardı ve Sharley’yi postaladıktan sonra sonsuza dek mutlu olacaklardı.

 

Yu: Orada bulunman iyi olur, gerçi zaten yalnız sorgulamamıza izin vermezlerdi.

 

Lylphia: Anladım, sen ne yapacaksın?

 

Arkadaşına döndü ve kendileri ile gelip gelmeyeceğini sordu. Lylphia’nın arkadaşı dersi olduğunu söyleyerek yanlarından ayrıldı. Zaten Yu yabancıların işe dahil olmasını istemiyordu.

 

***

 

Tıpkı üst katlara çıkmak gibi alt katlara inmek de yorucuydu. Batı Kulesinin altında bulunan zindanlar o kadar derine yerleştirilmişti ki Yu böylesine bir derinliğe ulaşmanın ancak kazı makineleri ile mümkün olacağını düşünüyordu.

 

Ama fantastik bir dünyada olduğu için kazı makineleri yoktu ve böyle bir derinliğe ulaşabilmelerinin muhtemel sebebi belliydi, büyü.

 

İndikleri esnada merdivenlerde nöbet tutan bir sürü şövalyeye rastladılar. Sıra sıra dizilmişlerdi ve Akademinin diğer bölgelerindeki meslektaşlarına kıyasla çok daha ciddi yüzlere sahiplerdi.

 

Lylphia: Aşağıda gerçekten tehlikeli şeyler de var, o yüzden onları bu kadar ciddi oldukları için yargılamayın lütfen.

 

Lylphia’nın yaptığı bilgilendirmeye göre aşağıya inildikçe karşılaşılan “şeylerin” tehlike seviyesi sürekli artıyordu.

 

Gece uyuduğu binanın altında bu kadar tehlikeli “şeylerin” bulunduğunu öğrendiğinde Yu’nun tüyleri ürperdi. Akademideki çoğu kişinin yatağı buradaydı ve yatakhanelerin altında canavarlar vardı. Artık batı kulesinde ne zaman uykuya dalacak olsa aklı buraya kayacaktı.

 

Neyse ki tehlikeli şeylerin bulunduğu derin seviyelere inmelerine gerek yoktu. Salery ve Sony burada tutulan diğer şeylere karşı daha az tehlikeli suçlular olduklarından dolayı ilk seviyede yer alıyorlardı.

 

Baba ve oğul karşılıklı hücrelere konulmuştu. İki hücrenin içinde de bekleyen şövalyeler vardı. Bu şövalyeler diğer mahkumların hücrelerinde bulunmuyordu, sadece bu iki mahkum için getirilmişlerdi.

 

Çünkü Sony kendine geldikçe intihar etmeyi deniyordu ve Salery’nin de oğlu bunu denerken intihara yeltenmeyeceğinin garantisi yoktu.

 

İki mahkumun ölmesini engellemek için şövalyeler daima yanlarındaydı. Sony birkaç gün içinde başkente gönderilecekti ve Salery de kendi yargılaması bittikten sonra itiraflarına göre başkente gönderilebilirdi.

 

Yu kendilerini bu kadar uğraştıran Sony’ye baktı. Çarmıha bağlanmıştı ve başı aşağıya eğikti. Dilini ısırarak intihar etmesini engellemek için ağzının içine kumaş parçası sokulmuştu.

 

Yu dün Sony’nin hikayesini öğrenmişti.

 

Sony’nin yaptığı her şeyin nedeni sevgiydi. Bir şekilde Nana Projesine rastlamış, bir yolunu bularak Nana ile konuşmaya başlamıştı ve Sony ne zaman konuşmak için gizlice Nana’nın yanına gitse birbirlerine daha fazla bağlanmış ve bu bağ gittikçe güçlenerek aşka dönüşmüştü.

 

Yu bir kuklaya nasıl aşık olunur anlayamıyordu ama işin içinde sevgi olunca hem Sony hem de Nana aralarındaki görmezden gelinemeyecek farkı görmezden gelmeyi başarmışlardı.

 

Sony proje hakkında daha fazla bilgi edindiğinde Nana’nın yaratılış amacını ve kaderini de öğrenmişti, Nana parçalanmak için yaratılmıştı.

 

“Berbat bir kader.”

 

Nana’nın gücü Rie’nin Başak Lütufundan bile üstündü. Başak Lütufu kullanıcının kendisi için ya da bir başkası için yalnızca bir kereliğine tekrar başlama hakkı veriyor, ölümü geri alıyordu.

 

Ama Nana Projesi ile oluşturulmuş Anka Lütufu sayesinde kullanıcının arzusu kadar yeniden başlama hakkı tanınabilir ve ölüm defalarca kez geri alınabilirdi.

 

Yu’nun anladığı kadarıyla Başak Lütufu ve Anka Lütufu farklı prensiplerle çalışıyordu. Anka Lütufu ile canlanan kişinin ölen kişi olup olmadığı belli değildi çünkü Başak Lütufu vücudu yenileyip aynı ruhu tekrar o vücuda koyarken Anka Lütufu bulduğu bedene yeni bir ruh koyuyordu.

 

Yani aynı bedene, aynı anılara, aynı duygulara sahip farklı bir ruh ortaya çıkıyordu.

 

Bu yalnızca insan bedenleri için geçerli olan bir durum değildi, bir kuklaya, bir heykele, bir pelüş oyuncağa ya da Anka Lütufunun uygun gördüğü herhangi bir nesneye ruh verilebilirdi.

 

Projede çalışanlar bu gücü kendileri için kullanmak ve çoğaltmak istiyordu. Bunun için yapmaları gereken şey Nana’yı parçalamaktı, parçalandığı zaman her bir parçası Anka Lütufu görevini görecekti ve parçalar geliştirildiği zaman sınırsız kullanım hakkı kazanabilirlerdi.

 

Sony aşık olduğu kuklayı bekleyen sonu öğrendiğinde hiç zaman kaybetmeden Nana’yı aldı ve beraber Redshapel’e kaçtılar.

 

Kaçtığı yer olarak Redshapel’i seçmesinin birkaç sebebi vardı, birincisi Nana’nın hayat kaynağı Akademide olduğu için fazla uzaklaşırsa Nana’nın yaşamı son bulurdu ve gidebileceği en uzak yer Redshapel ormanlarıydı.

 

İkincisi Redshapel Katili adıyla anılan William Berry’yi çocukluğundan beri tanıyor oluşuydu. Onlar cinayetler başlamadan çok daha önce tanışmış ve arkadaş olmuşlardı.

 

William Berry bir kaçak hayatı yaşadığından kendisine yardım edebileceğini umdu ve karşılaştıklarında William arkadaşı Sony’ye yardım etmeyi kabul etti. Böylece ormanda, toplumdan kaçarak yaşamaya başladılar.

 

Sony, William’a yardım ediyor, onun gidemeyeceği yerlere gidip alışveriş yapıyor ve yiyecek sorunlarını hallediyordu.

 

William ise onları aramaya gelen biri olursa gizlice işlerini bitiriyor ve cesetleri ormanın ücra köşelerinde saklıyordu.

 

Bu ifadeye göre William Berry bilinenden çok daha fazla cinayet işlemişti.

 

Sony’nin gözünden anlatılan hikaye doğruysa eğer, Yu onun haklılık payının olduğunu düşünüyor ve yaşanan olaylar yüzünden üzülüyordu ama o bir katile yardım etmişti, bu yüzden onun masumluğunu savunmayacaktı.

 

Sony ve Nana’nın en başta iyi bir hayata sahip olmalarını dileyebilseydi bunu yapardı, böylece hem Sony masumluğunu korumuş olurdu hem de ikisi de hayatta kalırdı.

 

Ama bu dileğin gerçekleşmesi imkansızdı, bu yüzden Sony’ye daha fazla bakmadan başını Salery’ye çevirdi.

 

Lylphia dışında Yu ve Yurine ile gelen, Maron Martin tarafından yollanmış iki kişi daha vardı.

 

Bunlardan bir tanesi başında yüzünü gizleyen bir maske olan, Salery’nin dürüstlüğünü sağlamak için onlara eşlik eden cellat, diğeri ise celladın açtığı yaraları kapamak için orada bulunan hekimdi.

 

Yu: Maron Martin’in misafirleriyiz, Salery’yi sorgulayabileceğimizi söyledi.

 

Şövalye zindanın kapısını açtı. Aslında hücrelerin başında nöbet tutma işi şövalyelere verilmesi gereken bir görev değildi ama Büyücülük Akademisindeki şövalyeler diğer şövalyelerden farklı, çok amaçlı şövalyelerdi.

 

Hücrenin içinde, Salery’nin kendini öldürmesini engellemek için bekleyen şövalye dışarı çıkarken Yu ve Yurine önde, diğerleri de onun arkasında hücreye girdiler ve Salery’nin önüne geldiler. Salery de oğlu gibi bir çarmıha bağlanmıştı.

 

Onu esir tutmak için böyle bir yöntem seçme sebepleri Salery’nin büyü yapmasını engellemek içindi. Buradaki çarmıhlarda büyü yapılmasını zorlaştıran efsunlar vardı. Bu yüzden büyü kullanabilen tüm mahkumlar böyle çarmıhlara bağlanırdı.

 

Salery gelenleri fark ettiğinde başını hafifçe kaldırdı.

 

Salery: Bunları siz mi planladınız?

 

Yu cevap vermeden önce cellat öne çıktı ve Salery’nin karnına bir yumruk attı. Atılan yumruk o kadar sertti ki Salery’nin ağzından kan fışkırdı.

 

Cellat: Burada soruların mahkumlar tarafından sorulması yasak.

 

Yu ilk başta bu kadar sert bir tepkiye gerek olup olmadığını merak etti ama daha sonra karşılarındaki adamın Rie’nin ölümünde payı olduğunu hatırladı.

 

Henüz Salery bunu itiraf etmemişti ama Yu yanıldığına inanmıyordu. Her şeyden önce Yu’nun yanılması mümkün değildi, bu yüzden birisinin ölümüne sebep olan birine karşı nazik olmaya gerek görmüyordu.

 

Celladın aralarından çekilmesinin ardından Yu öne çıktı ve ilk sorusunu sordu.

 

Yu: Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Salery cevap vermeden önce gözünün ucuyla cellada baktı. Cellat yanında getirdiği çantadan işkence aletleri çıkartıyordu.

 

Çıkarttığı ilk aletlerin boyutu küçüktü ve bunlar parmaklara ya da kafadaki hassas bölgelere zarar vermek için kullanılacaktı.

 

Fakat küçük aletlerin ardından daha büyük aletler geldi. Kemiği kesmek için testereler, kalın şişler, kazıklar, hadım etmek için hazırlanmış aletler.

 

Salery dudağını ısırıp yutkundu ve Yu’nun gözlerine bakıp işkence görmesine izin verip vermeyeceğinden emin olmayı denedi. Yu göz göze geldiklerinde onun korktuğunu anlamıştı.

 

Salery: H-hayır.

 

Yu: Rie’nin ölümünde payın yok mu? Ona haritayı veren sendin.

 

Salery: Hayır.

 

Cellat: Bir de bundan sonra sorun.

 

Cellat bir pense, kıvrımlı uca sahip bir bıçak, çekiç, çivi ve eğ alarak Yu’nun önüne geçti ve Salery’nin sol elinin parmaklarına yöneldi.

 

Yu: Yurine, Lylphia ile beraber dışarı çık lütfen.

 

Onun biraz sonra yaşanacaklara tanık olmasını istemiyordu. Lylphia da sorgulamanın bu şekilde ilerleyeceğini düşünmediği için memnuniyetle dışarı çıkmayı kabul etmişti.

 

Yurine başta Yu’nun elini tutup dışarı çıkmayı reddetse de Yu ile göz göze geldiğinde dışarı çıkmayı kabul etti ve Lylphia ile beraber hücreden ayrılıp haberleri beklemek için Batı Kulesinin zeminine çıktılar.

 

Onlar gittiğinde cellat işkencesine başladı.

 

Yere kanlar damlaya başlarken Salery çığlık atıyordu. Yu yüzündeki dehşet ifadesini saklamak için uğraşırken başını Sony’ye çevirdi, tepkisini merak ediyordu.

 

Sony ise hiç oralı değildi, karşısında babası işkence görüyordu ama başını kaldırmaya bile zahmet etmemişti. Zaten gözleri saçları tarafından kapatıldığı için uyuyup uyumadığı da anlaşılmıyordu.

 

Yu: Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Salery: Hayır!

 

Cellat olumsuz yanıtın gelmesinin ardından işkenceye devam etti ve on dakika sonra Salery’nin baş parmağı parçalanarak yere düştü.

 

Hekim kopan parçaları yerden aldı, yanında getirdiği şişeden döktüğü su ile temizledi ve şifa büyüsü kullanarak tekrar yerine taktı.

 

Yu: Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Salery: Hayır…

 

Bu sefer sesi güçsüz çıkmıştı ama yine de ret cevabıydı. Cellat işkencesine devam etti.

 

Yu gördüğü şeylerden hoşlanmıyordu ve işkence edilen birini izlemek kanını donduruyordu. Yüzündeki dehşet ifadesini gizlemek zaman geçtikçe zorlaşıyor ama kendini onun suçlu olduğunu düşünerek rahatlatmayı deniyordu.

 

Hekim: Sorgulamalarda yalanlarla karşılaşmak beklenmedik değil. Böyle durumlarda yalanları ayıklamak ve saf gerçeğe ulaşmak için bazen baskı yapmamız gerekir. Bu baskı sayesinde kırılma noktasına ulaşırız ve kırılma noktasının ardında sadece gerçekler vardır.

 

Yu: Ya işkencenin bitmesi için sahte bir itiraf yaparsa?

 

Hekim: Görülmedik vakalar değil, yine de elimizde gerçekleri öğrenmek için başka bir yöntem bulunmuyor.

 

Yu: Peki ya yalan söylemiyorsa?

 

Hekim: Eninde sonunda bunu anlayacağız.

 

Yu her ne kadar bu yapılanın doğru olmadığını düşünse de işkenceyi izlemeye devam etti. Eğer gerçekleri öğrenmek için farklı bir yöntem olsaydı zaten onu kullanırlardı, yapacak başka bir şey yoktu.

 

Salery’nin tüm parmakları koptuktan sonra hekim hepsini tek tek yerine taktı ve işkence devam etti. Kulaklar, burun, dişler sökülüp kesildi, Salery işkence boyunca ağlamaya ve çığlık atmaya devam etti.

 

Ve işkence sürerken Yu aynı soruyu tekrarlıyordu.

 

Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Rie’nin ölümünde payın olduğunu kabul ediyor musun?

 

Saatlerce aynı soruyu sormasına rağmen aldığı tek cevap hayırdı. Ama en sonunda, sıra hadım aletine geldiğinde Salery’nin de kırılma noktasına ulaşmış oldular.

 

Salery: EVET! EVET! RİE’NİN ÖLÜMÜNDE PAYIM VAR!

 

---

 

Cellat yerde biriken kanı temizlerken Yu sorgulamaya başladı.

 

Yu: Cinayeti sen mi planladın?

 

Salery: Ben sadece-

 

Cellat başını yaptığı işten kaldırıp Salery’ye bakınca Salery’nin soluğu kesildi ve korkudan gözleri yaşardı.

 

Yu: Devam et.

 

Salery: Ben sadece bana söylenenleri yaptım, cinayeti tasarlayan ben değilim. GERÇEKTEN! GERÇEKTEN!

 

Cellat, Salery’nin sözlerinden emin olmak için ona bir bakış daha attığında Salery ağlamaya başladı, kırklarındaki bir adamı çocuk gibi ağlarken göreceğini hiç düşünmezdi.

 

Yu: Sana kim, ne söyledi?

 

Salery: Vermilia Ailesi, planı onlar yaptı! Yemin ederim ki onlar yaptı, ben sadece ailemi korumaya çalışıyordum!

 

Yu: Vermilia Ailesi kim oluyor?

 

Yu’nun sorusunu Salery değil yanlarındaki hekim cevapladı.

 

Hekim: Vermilia, Dri mevkisinde yer alan bir aile. Mora’daki Huo kolundan gelen kralın akrabalarıydılar. Krallık Huo kolundan Zao koluna geçtiğinde gözden düştüler. Şu anda Huo kolundan bir kralı başa geçirmek isteyen Zodya Dininin yanındalar. Bishory Ailesi ise Vermilia Ailesinin yönettiği topraklarda yer alan küçük bir aile.

 

Bu dünyadaki haritanın ortası ve batısındaki çoğu ülkede soyluları ayırt etmek için aynı ekler kullanılırdı. En üst kademede olanları, yani imparator, kral ve dini liderler ile birlikte onların eşleri “El” eki kullanılarak anılırdı.

 

Prens ve Prensesler için “Zi” eki, dükler onların akrabaları için “Dri” eki ve şövalye aileleri dışında diğer tüm soylular için “Von” eki kullanılırdı.

 

Buradaki tek istisna Rolderhelm’i yöneten Rolder ailesi için geçerliydi. Rolderhelm anayasada prenslik olarak geçiyor ve yöneticisine prens ya da prenses deniyordu. Şu anda ülkeyi yöneten prenses ve onun kocası için “El” eki kullanılıyordu.

 

Yu: Tüm aile toplanıp bir kişiyi nasıl öldüreceklerini mi planladı? Bu işin başını çeken bir kişi olmalı.

 

Salery: Mora’daki Bishory topraklarını yöneten akrabalarıma emri Cecilus Dri Vermilia vermiş, eğer itaat etmezlerse başa geçtiğinde Bishory’leri topraklardan süreceğini söylemiş.

 

Yu: Cecilus Dri Vermilia kim?

 

Salery: Dükün ikinci çocuğu.

 

Hekim Yu’nun bilgisiz olduğunu görünce tekrar söze girdi.

 

Hekim: Ailenin başı çok yaşlı ve ölmek üzere, varisiyse erkek olduğu için Cecilus ama insanlar Cecilus’un başa geçmesini istemiyor çünkü onun hakkında oldukça nahoş söylentiler var. Vermilia Ailesine bağlı kişilerin çoğu Cecilus’un ablası olan Cornelia Dri Vermilia’yı düşes yapmak istiyor. Cornelia küçük kardeşine göre çok daha iyi bir insan ve savaş alanında deneyimli bir komutan. Ama ailenin içindeki muhafazakar kişiler buna karşı olduğundan Vermilia Ailesi yakında bir iç çatışmayla karşılaşacak gibi görünüyor.

 

Yu: Anladım, teşekkür ederim.

 

Bilgilendirmenin ardından Salery’yi sorgulamaya devam etti.

 

Yu: Cecilus ne zaman Mora’daki akrabaların ile iletişime geçti?

 

Salery: Geçen kışın sonunda.


Yurine’nin anlattığına göre buraya Salery’nin söylediği gibi baharın başında gelmişlerdi, yani cinayetten altı ay önce ve bu Salery’nin ifadesi ile uyuşuyordu.

 

Yu: Ama neden? Ağustosun sonunda öldü, onu öldürmek için altı aylık bir plan mı tasarladılar? Neden Mora’dayken ya da geçen altı ay içinde öldürmediler ki?

 

Salery: Bilmiyorum… YEMİN EDERİM BİLMİYORUM! CİDDEN BİLMİYORUM! DOĞRU SÖYLÜYORUM!

 

Cellat dürüstlüğünü kontrol etmek için hadım makasıyla ona yaklaştığında Salery tekrar ağlamaya ve haykırmaya başladı. Yu eli ile cellada durmasını işaret etti.

 

Yu: Cecilus neden onu öldürmek istedi?

 

Salery: Bilmiyorum, sadece bana söyleneni yaptım. Ailem sürülmesin diye yaptım, sadece böyle yaptım.

 

Salery korkudan ağlıyordu, tekrar işkence görmek istemiyor, bu yüzden Yu’nun sözlerine inanmasını umuyordu.

 

Yu: Şimdiye kadar anladıklarımı anlatacağım: Cecilus Dri Vermilia kış sonunda Rie’yi öldürmeye karar veriyor ve bunun için Mora’daki akrabalarına gidiyor. Onlar da Rie’yi sana gönderiyor, bu kısmı doğru anlamışım, değil mi?

 

Salery: Evet.

 

Yu: Ve sen, Rie’yi öldürecek planı hazırlamadın.

 

Salery: Evet.

 

Yu: Planı sana kim iletti?

 

Salery: Cecilus’un kendisi, Rie o kuleye gitmeden bir hafta önce başkentte onunla buluştuk. O zaman planını bana anlattı.

 

Yu: O kuleye neden gitti peki?

 

Salery: Nebula Lütufunu almak için.

 

Yu: Nebula Lütufu ne oluyor?

 

Salery: Üç büyük lütuftan bir tanesi, diğerleri Andromeda ve Soe lütufu.

 

Yu: Rie neden onu almak istedi? Ya da şöyle sorayım, Rie’nin amacı neydi? Onu buraya senin ailen yönlendirdi ama herhalde “Rolderhelm çok iyi biraz da orada takıl,” diyerek getirmemişsinizdir kadını. Onu buraya getirmek için ne dediniz? Her şeyi anlat.

 

Salery hikayeyi anlatmaya başladı.

 

Salery: Benim bildiğim kadarıyla kendini korumak istiyordu. Kimden korunmak istediğini bilmiyorum fakat zarar görmeden peşindeki kişiyi öldürmek istediğini biliyorum. Bunun için de daha güçlü olması gerektiğini söylemişti. Akrabalarım ona Akademiden bahsetmiş ve benim müdürü olduğumu söylemiş, böylece, daha fazla bilgi edinip güçlenmek için buraya geldi.

 

Salery: Buraya geldiğinde ona küçük kütüphaneden bahsettim, orada merak ettiği herhangi bir konu hakkında bilgi bulma ihtimali olduğunu anlattım. Daha sonra da oraya girmek için özel izin alması gerektiğini, ona izin verebilmem için Akademi içinde yükselmek zorunda olduğunu söyledim.

 

Salery: Bunu kabul etti ve Başak Kardinali olarak bir görevi olsa da Büyücülük Akademisine taşındı. Burada onu kontrol etmesi ve önemli şeyleri bize aktarması için yanına Sharley’yi verdim. Usta olmak istiyorsa onu en iyi şekilde eğitmeliydi. Tabi Sharley’nin ona aşık olacağını düşünmemiştim.

 

Salery: Yaz sonundaysa Cecilus geldi ve planını anlattı. Rie’nin Nebula Lütufu ile ilgilendiğini biliyordum ve bu lütufun Sigma Kulesinde bulunduğu ile ilgili Büyücülük Akademisi uzun süredir bilgi sahibiydi. Nebula Lütufunun Sigma’da tutulduğu ile ilgili kayıtları Rie’ye gösterdim. Daha sonra Rolderhelm’in yer altı sistemlerine ait bir harita bulup Rie’ye verdim ve onu Sigma Kulesine gönderdim. Orada yaşanan her şey de önceden hazırlanmıştı. Katiller Sigma Kulesinde onu bekliyordu.

 

Yu: Avcı Goril?

 

Salery: Avcı Goril? Bununla ilgili bir şey bilmiyorum.

 

Salery hikayesini bitirdiğinde Yu hala neden bir kişiyi öldürmek için bu kadar uzun bir plan yaptıklarını sorguluyordu.

 

Yu: O katillerin seçilmesinin özel bir sebebi var mı? Ben anlayamıyorum, Keder, Rie’yi öldürmeyi başarmıştı ama ben Keder’i öldürebildim. Nasıl olur da ben onu öldürebilirken Rie öldüremez?

 

Salery şaşırdı, Yu’yu baştan aşağıya sözdü ve bunu nasıl başardığını anlamaya çalıştı.

 

Salery: Onlar son on beş yıldır yer altı dünyasının en popüler katilleri. İkizler Lütufuna sahip oldukları için belirli bir mesafedeki büyü kullanımını engelleyebiliyor ve insanlar üzerinde yorgunluk, baş ağrısı, zihin bulanıklığı gibi çeşitli etkiler yaratabiliyorlar. Etki mesafe azaldıkça güçleniyor, birkaç kilometrelik alandaki belirgin etki en fazla yorgunluk olurken mesafe kısaldıkça bu etki büyüyü men etmeden tutun düşünmeyi yavaşlatıp göz karartmaya kadar artabilir. Bunlar her insanda görülen etkiler, bu yüzden şimdiye kadar ki tüm görevlerinde başarılı oldular.

 

Yu: Ah, anlıyorum.

 

Yu basit bir mantık kurdu. Keder ve Neşe başkalarının vücutlarında olumsuz etkiler bırakıyor ve büyü yapmalarını engelliyordu. Rie ve Yurine’nin büyü kullanamama sebebi ve Rie’nin yakın dövüşte kaybetme nedeni buydu. Peki bunu nasıl yapıyorlardı ve Yu üzerinde neden işe yaramamıştı?

 

Yu bunun sebebinin sahip olduğu eksiklik olabileceğini düşündü. Eğer İkizler Lütufu insanların çekirdeklerine bağlanıyor ve olumsuz etkileri bu şekilde yaratıyorsa diğer herkes üzerinde işe yarar ama Yu üzerinde işe yaramazdı.

 

Çünkü Yu’nun vücudu bu dünyaya ait değildi, farklı bir dünyada doğmuş ve bu dünyaya geçiş yapmıştı. Böyle olunca da farklı dünyanın standartlarına göre oluşan vücudu bu dünyadaki her canlıda bulunan çekirdeği taşımıyordu.

 

Bir çekirdeği olmadığı için de Keder ve Neşe’nin sahip olduğu İkizler Lütufunun özelliği Yu üzerinde işe yaramadı. Yu şimdi düşünüyordu da belki kılıç eğitimi olsaydı ikisini de öldürebilirdi.

 

Keder’i elinde bir silah yokken öldürmeyi başarmıştı, bunu şövalyelerin onurlu kabul etmeyeceği bir yol ile başarmış olsa da onu öldürmüş ve hayatta kalmıştı.

 

Peki ya Neşe’yi öldürebilir miydi?

 

O kadın az kalsın Yu’yu öldürüyordu. Yu’yu bu kadar ağır bir şekilde yaralayabilmesini sağlayan şey Yu’nun dövüş konusundaki eğitimsizliği miydi?

 

“O zaman Keder ve Neşe bu dünyanın standartlarına göre güçsüz insanlardı.”

 

Yu: Öğrenmek istediklerimi öğrendim, gidebiliriz.

 

***

 

Öğlen yemeğinin ardından kütüphaneye gelmişlerdi. Önce büyük kütüphanede biraz araştırma yapmışlar ama orada aradıklarını bulamayacaklarını düşünerek küçük kütüphaneye geçmişlerdi.

 

Yu: Sence Cecilus neden Rie’yi öldürmek istemiş olabilir?

 

Yurine: Yu, düşünüyorum ama bir sebep bulamıyorum. O velet ile sadece bir kez karşılaştık.

 

Yurine’nin söylediğine göre Cecilus on beş yaşındaydı, Yu bir çocuğun cinayet planlamasına şaşkındı ve onu buna iten sebebin ne olabileceğini bulmaya çalışıyordu.

 

Yurine onunla sadece yeni yılı kutlamak için düzenlenen bir baloda karşılaştıklarını, balodan sonra bir daha görmediklerini söylemişti.

 

Yu: Gerçekten saçma bir sebebi varmış gibi hissediyorum, aklıma herhangi mantıklı bir sebep gelmiyor.

 

Yu cinayetin kral tarafından, din tarafından ya da Rie’nin öldürmek istediği şey tarafından planlanmış olabileceğini düşünmüştü ama bir çocuk neden Rie’yi öldürmek istemiş olabilirdi ki?

 

Yurine: Annemin intikamını da almak istiyorum.

 

Yu: Zamanda geri gittikten sonra mı?

 

Yurine: Hayır, yani o zaman da o piçi öldüreceğiz ama şimdi de öldürmemiz gerekiyor.

 

Bu konuşma dışarıdan duyan birine nasıl gözükürdü acaba? Bir yetişkin ve küçük bir çocuk bir araya gelmiş bir başka çocuğu öldürmek hakkında konuşuyorlardı. Yu on beş yaşında birini öldürmeyi planlamaktan rahatsız olsa da bunu dile getirmedi.

 

“Dur bir dakika, Sharley kaç yaşındaydı?”

 

Yurine: Üstelik biz zamanda geri gitmeyeceğiz, zamanı geri saracağız.

 

“Ne farkı var ki?” diye sorarak bir tartışma başlatmak istemedi ve Yurine’nin söylediği kelimeleri kabullenerek rafların arasında dolaşmaya devam etti.

 

Yu: Benim teorim Keder ve Neşe’nin ayrı özellikler taşıdığı yönünde. Bence Neşe ışık ve rüzgar büyülerini engelleyebiliyor ama Keder engelleyemiyor.

 

“Eğer Yurine’yi durdurmasaydım Rie yaşıyor olacaktı, bana hala kızgın mıdır?”

 

Yurine: Neşe gittiği zaman büyü yapabildiğim için mi böyle söylüyorsun?

 

Yu: Evet, yanımda akıllı bir kız olduğu için memnunum.

 

Yurine aldığı övgünün ardından gülümsedi ve Yu raflardaki kitapların isimlerine bakarken onun elini iki eliyle yakaladı.

 

Yu: Salery büyük lütuflar diye bir şeyden bahsetti. Dediğine göre Rie’nin peşinde olduğu şey Nebula Lütufuymuş, bunların ne olduğu ile ilgili bir fikrin var mı?

 

Yurine: Üç Büyük Lütuf var olan en güçlü lütuflardır. Andromeda, Soe ve Nebula Lütufu. Andromeda Lütufu Zodya Dinini yöneten Andromeda Pontifeksindedir. Büyük Lütufların ardından Yıldız Lütufları gelir, Başak Lütufu ya da Kova Lütufu gibi. Daha sonra da Avcı Lütufu gibi küçük lütuflar vardır.

 

“Bu lütufların hepsini toplayınca ne oluyor acaba?”

 

Yurine: Yu, şimdi Mora’ya gideceğiz, değil mi?

 

Yu: Evet. Ayrıca oraya gitmeden önce Mora’daki erkeklere mektup gönderip kız bacılarını saklamaları gerektiğini söylemeliyiz, çünkü ben geliyorum.

 

“Ve eğer önlemlerimizi almazsak beni gördüklerinde tüm ülkeyi sel basabilir, ben çok yakışıklıyım ya.”

 

Yu narsist bir şekilde gülümserken Yurine tarafından cimciklendi.

 

Yu: Ouw… bana tekrar şiddet uygulayacağını düşünmemiştim.

 

Yurine: Burnun hemen havaya kalkmasın.

 

Yu zaman kavramı, farklı boyutlar, unutulmuş büyüler, maceracıların notları, tanrılar ve bunlar gibi aradıkları şey hakkında en ufak bilgi kırıntısı bile barındırabilecek tüm kitapları bir masanın üzerinde topluyordu.

 

Yu: Bana zamanı geri sarmak için bir yol olduğunu söyledin, bunu nasıl yapacağız anlat bakayım.

 

Yurine: Nasıl mı yapacağız? Bu kısmı sen bulursun diye düşünmüştüm.

 

“Anlıyorum, o kadar muhteşemim ki Yu bir şekilde halleder izlenimi yaratıyorum.”

 

Yu: Peki bunun mümkün olduğu nereden biliyorsun, Rie sana ne anlattı?

 

Yurine: Annemin ustası o çocukken anlatmış. Ustası Natalia kırk sene önce birisiyle birlikte zamanı geri sarmak için mücadele etmiş ve bunu başarmış.

 

Yu: Kim bu birisi?

 

Yurine: Bilmiyorum ama kahramanlar savaşında bulunmuş biri, Tanrıça Rheia’nın safındanmış.

 

Yu: Nasıl başardıklarını biliyor musun?

 

Yurine: Nekoverine denen bir yer varmış, tanrılar bile o yeri bilmez ve orada olanları göremezmiş, evrenden ayrı bir bölgeymiş.

 

Kelimelerin sonunun “-miş” ile bitmesi olayın inandırıcılığını azaltsa da Yu, Yurine’ye inanmayı seçmişti ve ona inanacaktı.

 

Yu: Peki bu Nekoverine nerede?

 

Yurine: Bilmiyorum.

 

Rie ve ustası öldüğüne göre tanrıların bile bilmediği bir yeri nasıl bulabileceklerdi?

 

“Allah’ım, bu hafta kalan tüm şansımı bir yol bulmak için kullanmak istiyorum.”

 

Yurine: Yu, ben annemin anlattığı hikayeye inanıyorum, sen de bana inan.

 

Yu: Sana inanıyorum.

 

Yurine: Yu, ben de sana inanıyorum. Her dediğine inanıyorum.

 

Yu kitapları toplamayı bitirdiğinde küçük kütüphanenin kapısına yöneldi.

 

Yurine: Yu, nereye gidiyorsun?

 

Yu: Tuvalete.

 

Yurine: Yu, ben araştırma yapmaya devam edeceğim.

 

Yu: Tamam.

 

Yurine: Yu, çabuk gel.

 

Yu: Tamam.

 

---

 

♪ I love Yu I love Yu ♪

 

♪ Do Yu love me Yes I do ♪

 

“Bu şarkı nereden geldi aklıma, bir türlü çıkmıyor.”

 

Mırıldanarak tuvalete girdi ve işini görebileceği bir kabin aradı.

 

“Off… kabinlerin hepsi mi kapalı olur.”

 

Yu işini pisuvarda görmek zorundaydı, on tane pisuvar duvar boyu dizilmişti.

 

Pisuvarların en sonuncusuna geçti ve işemeye başladı.

 

Yu işini yaparken tanımadığı bir adam tuvaletin içine girdi, yanına geldi ve o da işemeye başladı.

 

“Bu arkadaşın sıkıntısı ne acaba?”

 

Yu’nun kullandığı dışında tüm pisuvarlar boştu ama gelen adam arada hiç mesafe bırakmadan direkt olarak Yu’nun yanındaki pisuvarı kullanmayı seçmişti.

 

“Onun bunun evladı öyle bir özgüvenle geliyor ki sanki her gün beraber işiyoruz. İşte bu yüzden sevmiyorum şu pisuvarı, bütün ibneler burada toplanıyor.”

 

İkisi de işemeye devam ederken adam başını çevirdi ve Yu’nun yüzüne baktı.

 

???: Sen Yu Valarfin misin?

 

Yu: Evet.

 

???: Redshapel Katilini yakalamışsın diyorlar.

 

Yu: Yaptık bir şeyler.

 

???: Anladım.

 

İşini Yu’dan önce bitirdi ve ellerini yıkayıp tuvaletten çıktı.

 

Yu ellerini yıkarken adamın çıkışını izledi.

 

Yu: Kodumun evladı, bu neydi şimdi?

 

Küçük kütüphaneye girmek için büyük kütüphaneden geçmesi gerekiyordu. Büyük kütüphanenin içindeyse çok fazla kişi vardı. Küçük kütüphanede sadece iki kişi oldukları için Yu kendini daha rahat hissederken burada huzursuz hissediyordu.

 

???: Bay Valarfin.

 

Yu: Hass-

 

Kulağına ismi fısıldandığında çığlık atmak üzereydi ki kütüphanede olduğunu hatırlayıp kendini son anda durdurmayı başardı.

 

Lylphia: Korkuttuğum için özür dilerim.

 

Yu: Ne korkması, saçmalama.

 

Az önceki ibnenin arkasından geldiğini zannetmişti, arkasına mukayyet olması gerekiyordu.

 

Lylphia: Gelin.

 

Yu’yu kütüphanenin arka taraflarında kalan kısımlara götürdü, insanların bulunmadığı ücra bir köşede durdu.

 

“Hayda… ne oluyor lan? Yok artık, burada mı? Hehe… benim gibi birini bulunca beklemek istemiyor demek ki- ama dur! Yok ya, yok, yok… Yapmam ben. Bir kere Lylphia prensiplerime aykırı. Yüzünün güzel olduğunu reddetmiyorum ama göğüs-boy çok orantısız, olmaz. Pekala, yapmayacağım. Hem benim bir kızım var, bir baba olarak saygınlığım olmalı. Böyle şeyler yapamam, olamaz! Evet, kararlılığım en üst seviyede. Lylphia’yı reddediyorum.”

 

Lylphia: Hastalığınız ile ilgili bir şeyler bulmayı denedim.

 

Yu: Ah…

 

Yu şaşırdığında Lylphia ne olduğunu anlamak için ona baktı, Yu devam etmesini söyleyince anlatmaya başladı.

 

Lylphia: Fazla bir şey bulamadım ama burada beyindeki rahatsızlıklarla ilgili birkaç kitap var. İçerisinde şimdiye dek görülmüş hastalıklar ile birlikte ilaç tarifleri yazıyor, belki işinize yarar.

 

Yu: Teşekkür ederim Lylphia, ben de böyle bir şey arayacaktım.

 

Lylphia: Rica ederim.

 

Lylphia ile ayaküstü bir sohbet gerçekleştirdikten sonra küçük kütüphaneye girdi. Herkes Yu gibi aniden ortaya çıkan birinin öylece oraya girebilmesine şaşkındı.

 

Yurine: Yu, seni aptal. Sana çabuk gel demiştim.

 

Yu: Özür dilerim.

 

Yurine: Tamam, bu seferlik seni affediyorum.

 

Yurine o geldiğinde yanına koşmuş ve tekrar elini tutmuştu.

 

“Bundan sonra elim çok meşgul olacak gibi.”

 

Maron: Benim yanımda olmaktan bu kadar mı rahatsızdın? Kendi köşemde oturuyordum sadece.

 

Maron Martin masalardan birinde oturmuş kitap okuyordu. Yu’nun gördüğü kadarıyla masanın üstüne tıbbi kitaplar dizilmişti.

 

Yu: Sorun değilse, merak ediyorum, neden buraya erişmek istiyordunuz?

 

Maron Yu’ya baktı ve derin bir nefes aldı.

 

Maron: Parmağımdaki yüzüğü fark etmiş miydin?

 

Yu: Evet.

 

Yu gözünü rahatsız etmeyen hemen her insanı süzer ve üzerindekileri incelerdi.

 

Maron: Anladığın gibi evliyim ve karımı da seviyorum ama son altı aydır işler iyi gitmiyor. Yanlış anlama, karımı sevdiğim gibi o da beni seviyor ve beraber olmaktan mutluyuz. Ama yakalandığı hastalık yüzünden yataktan dışarı çıkamıyor ve bu da benim canımı yakıyor, Bay Valarfin. Onu iyileştirmek için bir sürü yöntem denedim ama hep başarısız oldum ve geriye sadece küçük kütüphanede bulabileceğim şeyler kaldı. Burada onu iyileştirebilecek bir yol bulmayı umuyorum. Eğer Salery buraya girmeme izin verseydi belki bu kadar uğraşmak zorunda kalmadan çok daha önce karımı iyileştirmiş olacaktım.

 

Yu: Umarım karınız en kısa sürede iyileşir.

 

Maron’un yalnızca güç elde etmek için küçük kütüphaneye ulaşmak istediğini düşünmüştü, şimdiyse yanıldığını gördü.

 

Onun için gerçekten üzülmüş ve gerçekten iyiliğini dilemişti. Yu bugün pek çok şeyin sevgi yüzünden yaşandığını fark ediyordu.

 

Salery cinayete yardımcı oldu çünkü ailesini seviyordu,

 

Sony, Nana’yı kaçırdı çünkü onu seviyordu,

 

Sharley delirdi çünkü Rie’yi seviyordu,

 

Maron küçük kütüphaneye erişmek istedi çünkü karısını seviyordu,

 

Ve Yu zamanı geri sarmak için Yurine’ye yardım etmeyi kabul etti çünkü o da Yurine’yi seviyordu.

 

“Rie’nin ölümünü isteyen kişi de bunu sevgi yüzünden mi yaptı? Hiç zannetmesem de…”

 

Aldığı kitapları okumak için masanın başına geçti ve ilk kitabı okurken günlüğüne notlar almaya başladı. Bu sırada Yurine de Yu’nun kucağına oturmuş ve onun okuduğu sayfaları okumaya başlamıştı.

 

---

 

Maron gittiğinde Yurine ayağa kalktı ve rafların arasına doğru yürüyüp iki saniyede kayboldu. Birkaç saniye sonraysa elinde bir kitapla geri geldi.

 

Yurine: Yu, Maron varken bunu göstermek istemedim.

 

Yurine kitabı Yu’nun önüne koydu ve içini açtı, içinde katlanmış birkaç kağıt vardı.

 

Yurine: Senin yazına benziyor, belki okuyabilirsin diye düşündüm. Yu, okuyabilir misin?

 

Yu eline kağıtları aldı ve sıraya dizdi, kelimeler Latin alfabesi kullanılarak yazılmıştı.

 

Yu: Bu nasıl olur?

 

Yu şaşkınlığını gizleyemiyordu, Yurine zıpladı ve heyecanla konuştu.

 

Yurine: Yu! Yu! Okuyabilir misin?

 

Yurine Yu’nun kucağına otururken Yu yazılanları okumaya başladı.

 

Yu: Bunu yazma sebebim vicdanımı rahatlatmak fakat hikayem herkese ya da herhangi birine anlatabileceğim bir hikaye değil. Yine de başka kimsenin bilmeyecek oluşu da beni rahatsız ediyor. Bu yüzden, en azından bir kişinin okuyabilmesini diliyorum, özel birinin okuyabilmesini diliyorum. Çünkü beni bir başkasının anlayabileceğinden emin değilim. Okuyacak kişiyi uyarmalıyım, bunlar hem bu dünyanın hem de var olan her bir dünyanın arkasında yatanları barındıran kelimeler, yaşanan her şeyin anlamsız olduğunu düşünebilir ve boşluğa düşebilirsin. Bunu bilerek oku…

 

Yu kağıtta yazılanları okumayı bitirdiğinde Yurine ile birbirlerine bakıyorlardı.

 

Yu: Yurine, Rie baya güzel kadındı ya.

 

***

 

Birkaç gün sonra Sivina uyanmıştı. Sivina’nın uyandığını öğrendiğinde Yurine banyodaydı ve Yu kitap okumaktan sıkılmıştı. Bu yüzden o ikisi ile konuşup daha önceden Yurine ile kararlaştırdıkları işi ayarlamanın iyi olacağını düşündü.

 

Yu: Rahatsız etmiyorumdur umarım.

 

Sivina: Hayır, içeri gelin.

 

Sivina uyanmasına rağmen vücudunu hareket ettirmekte zorlanıyordu, bu sebeple Ana ona yemek yemesinde yardımcı oluyordu. Hekimlere göre şifa büyüsü sayesinde kısa sürede vücudu eski formuna kavuşacaktı.

 

Yu: Bir an önce yataktan kalkmalısın, eminim Redshapel halkı şükranlarını sunmak için seni bekliyordur.

 

Sivina beş yıldır kimsenin yapamadığını yapmış ve Redshapel Katilini öldürerek insanların korku içinde yataklarına gittiği döneme son vermişti. Bu kesinlikle kutlanması gereken bir başarıydı.

 

Sivina: Bunu tek başıma yapmadım, sizin sayenizde başardık.

 

Yu: Biliyorum, rica ederim.

 

Yu övgü almaktan hoşlanan biriydi, gülümserken iki kıza yaklaştı.

 

Yu: Ana, sen nasılsın?

 

Ana: İyiyim, teşekkürler.

 

Yu: Merak ettiğim bir şey var, o gece o tünelin içinden çıkan rüzgar büyüsünü gönderen sen miydin?

 

Ana Yu’nun bunu nasıl gördüğünü merak etmişti.

 

Ana: Evet.

 

Yu: Az kalsın ölüyordum, rüzgarın üzerime doğru geldiğini görünce aman tanrım dedim.

 

Yu bunu gülerek söylemişti ama Ana utandı ve hata yaptığını düşünerek özür diledi.

 

Yu: Hayır, hayır. Özür dilemene gerek yok, muhtemelen bu büyüyü göndermeseydin kesin olarak ölmüş olurdum ve Yurine’nin başına ne gelirdi bilemiyorum. Büyünü kullanarak hayatımızı kurtardın, teşekkür ederim.

 

Ana: İşe yaradığına sevindim.

 

Ana’nın yüzüne tatlı bir gülümseme yerleşmişti.

 

Yu: Konuyu uzatmak istemiyorum, size bir teklifim var. İş arıyor musunuz?

 

Sivina ve Ana bir süre birbirine baktıktan sonra Yu’ya döndü.

 

Sivina: Ne işi?

 

Yu: Başak Kardinaline hizmet edecek elemanlar arıyorum, maaş konusunda gönlünüz rahat olsun ve yol, yemek ve barınma hizmetleri için ücret ödemeniz gerekmeyecek.

 

İkisi de şaşkındı, Yu’dan böyle bir teklif duymayı hiç beklemiyorlardı.

 

Yu: Bence Başak Kardinaline hizmet etmek bir şövalye için maceracılıktan daha uygun bir iş. Ana da kardinal hazretleri tarafından şövalye ilan edilebilir, harika bir kariyerin başlangıcı gibi gözükmüyor mu?

 

Sivina: Başak Kardinali diye bir şey olduğunu bilmiyordum, bununla kimi kastediyorsunuz?

 

Yu: Kimi olacak, önceki kardinalin kızını tabi ki de, Yurine’yi.

 

Ana: Bir kardinalin kızı mı? Yurine böyle önemli biri mi?

 

Yu: Dürüst olacağım, Başak Kilisesi ve Başak Kardinalliği çok da önemli değil, zaten önemli olsaydı bunu duymuş olurdunuz. Ama bu şimdilik böyle, güvenilir yoldaşlar ile birlikte kiliseyi güçlendirebileceğimize ve Mora’yı değiştirebileceğimize inanıyorum.

 

Ana: Ne düşünüyorsun?

 

Sivina: Ana…

 

Aklındakileri söylemek konusunda kararsız hissediyor gibiydi.

 

Sivina: Bence bu bir şövalye için daha uygun bir iş. Ama sen istemiyorsan eğer-

 

Ana, Yu’ya verdiği gülümsemeden daha sıcak bir gülümsemeyi Sivina’ya verdi.

 

Ana: Bunu istiyorsan kabul ediyorum.

 

Yu: Harika, yirmi bir Ekim’de Rolderhelm’den ayrılacağız. O zamana dek bir tatil yaparsınız, daha önce de dediğim gibi, Sony görevinin ödülünü istemiyorum ve Redshapel Katilini yakalamanın ödülünü de siz alabilirsiniz. Elli altındı sanırım.

 

Sivina: Siz de çalıştınız, bunu sizin sayenizde başarmışken-

 

Yu: Sivina, işçinin kazandığı parayı işverene verdiği nerede görülmüş? Üstelik bu görev Yurine ve benim hayalimize hizmet ettiğinden sizi kullanmış sayılırız, hizmetlerinizin karşılığı olarak görevin ödülünü hak ettiniz.

 

Ana: Teşekkürler.

 

Yu: Maaş konusunu Sivina kendine geldiğinde konuşuruz, umarım en kısa sürede forma kavuşursun.

 

Yu odadan çıkmadan önce arkasını döndü.

 

Yu: Bu arada başkentten mektup geldi, iyileştiğiniz zaman oraya gideceğiz ve prensesin kendisi tarafından ödüllendirileceğiz.

 

İki kız bunu duyunca şaşkınlıklarına şaşkınlık kattı, prensesin kendisi tarafından ödüllendirilmek müthiş bir durumdu.

 

Yu onları Küçük Hanımının ekibe kattıktan sonra odada bıraktı ve şu anda banyosunu bitirmiş olması muhtemel Yurine’yi alıp kahvaltı yapmak için kendi odasına yöneldi.

-------------------------

Bölüm 5643 kelime, atlamadan sonuna kadar okuyan varsa bordo berelidir :d

Ayrıca yazdıktan sonra en çok sevdiğim bölüm bir önceki, yani otuz altıncı bölüm olmuştu fakat o bölüme hiç ilgi gelmedi. Üzüldüm, moralim bozuldu, incindim, kırıldım, hayal kırıklığına uğradım ve bunu belirtmek istedim :(


13.04.2021 - 18:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44377 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr