Cilt II - Bölüm 34: Anka Lütufu

avatar
449 4

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt II - Bölüm 34: Anka Lütufu


CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI

BÖLÜM 34: ANKA LÜTUFU

Yu: Allahın belası adam, kovalama artık!

 

Yurine: Bu manyak nasıl koşabiliyor, saçmalık!

 

Yu: Onun bunun evladı yorulmuyor da!

 

Sharley onların peşini bir türlü bırakmıyor, Yu kucağındaki Yurine ile birlikte hayatının en hızlı koşusunu yapıyordu.

 

Yurine konsantrasyonunu Sharley’nin yaptığı saldırıları engellemeye verdiği için artık Yu’ya şifa büyüsü uygulamıyordu.

 

Yorgun ve şifa büyüsünün desteğini alamayan Yu için koşmak çok zordu, her an dengesini kaybederek yere düşebilir ve kendilerini kovalayan gözü dönmüş deli tarafından öldürülebilirlerdi.

 

Bu da Yu’nun yorgunluğu görmezden gelmesini ve canı için hiç durmadan koşmasını sağlıyordu. Yu ölürse daha sonra Yurine’ye ne olacağı da belirsiz olduğundan Yu’nun tek endişesi ölmek değil aynı zamanda Yurine’nin sağlığıydı.

 

Yu: Bu ne lan?

 

Yurine: Ne oldu?

 

Henüz kasabanın içindelerdi ve ormana girmemişlerdi. Yine de ormanın içinde yükselen devasa yapı kasabanın herhangi bir yerinden fark edilebilirdi.

 

Alevlerden oluşan bir kubbe saniyeler içerisinde doğmuş ve geceyi aydınlatarak karanlığı yok etmişti.

 

Yurine: Sana ne oldu dedim!

 

Yu: Ormanda bir şeyler oluyor.

 

“Lylphia’nın işi mi?”

 

Tanıdığı tek ateş büyücüsü oydu, eğer rakipleri düşündüğünden daha tehlikeli değilse bunun Lylphia’nın işi olması gerekiyordu. Yani en azından rakiplerinin işi olacağına Lylphia’nın işi olması daha iyi olurdu.

 

Tabi onun işiyse ve böyle büyük bir büyü yaptıysa bunun anlamı rakiplerinin de hafife alınamayacak kadar güçlü olduğuydu.

 

Yu: İkiye karşı üç kişiler, alırlar herhalde.

 

Yurine: Ormanda ne oluyor?

 

Yurine göremezken Sharley’nin saldırılarını kolayca savuşturamazdı, bu yüzden arkasını dönmesi gerekiyordu ve Yurine arkalarını korurken önlerini görme işi Yu’daydı.

 

Yu: Yangın gibi bir şey ama tam yangın da değil- YURİNE!

 

Başının yanından hızlıca geçen kristal bir kılıçla birlikte az kalsın Yu’nun ödü patlıyordu, korkuyla Yurine’nin adını haykırdı.

 

Yu: Ne yapıyorsun?

 

Yurine: Bize isabet etmeyecek diye bıraktım, sen merak etme kontrol bende.

 

Yu: Az önce de kontrol sendeydi.

 

Yurine: Bana bak insan!

 

Kasabada Sharley’ye karşı kaybettiği büyü savaşının anılması Yurine’yi sinirlendirmiş ve azarlar bir tonda konuşurken hafifçe Yu’nun boynunu sıkmıştı.

 

Yu: Ee sana baktım kedi, söyle.

 

Yurine: Çeneni kapa ve koş.

 

Aldığı talimatla birlikte ormanın içine girdi ve Lylphia ile diğerlerinin orada olduğunu ve onlar gelene kadar düşmanlarını etkisiz hale getireceğini umarak ateş kubbesine doğru koştu.

 

Ağaçlar sık olduğundan Sharley’nin de nişan alması zorlaşmış gibiydi, bazı saldırıları Yurine tarafından savunulmaya gerek kalmadan ağaçların üstüne isabet ediyor, çarptığı ağaçları parçalıyordu.

 

Yu: Bu adamın manaya ihtiyacı yok mu? Nasıl sürekli büyü yapabiliyor?

 

Yurine: Bilmiyorum.

 

Yu: Annenin çırağı değil miydi, nasıl bilmiyorsun? O öğretmiştir belki.

 

Yurine: Annem arak büyücüsü ben değilim, Sharley’ye ne öğretti bilmiyorum.

 

“Of, senin annen…”

 

Yu: Ah! Ne yapıyorsun?

 

Yurine: Kötü bir şey düşündüğünü hissettim.

 

Yu: Bu deliyi çırak alırken ne düşünüyordu diyecektim.

 

Yurine Yu’nun iki kulağını da tutup çekmişti. Kızaran ve acıyan kulaklarını ovuşturmak istiyordu ama bunun için zaman olmadığından canlarını kurtarmak için koşmaya devam etti.

 

Yu: Kaç dakika oldu artık yeter bırak peşimizi!

 

İlerledikçe karşılarına çalılar, çukurlar, çamur birikintileri ve yere düşmüş ağaçlar çıkıyordu. Yu hepsinin üzerinden atlarken ateş kubbesine gittikçe yaklaşıyorlardı.

 

Vücudu berbat bir durumdaydı, koşmak için kendini o kadar zorlamıştı ki kalp krizi dahi geçirebilirdi. Yurine’den arada sırada şifa büyüsüyle destek olmasını istemek iyi bir fikir olabilirdi.

 

Yurine: Hass-

 

Yu farkında değildi ama Yurine üzerlerine gelen kristal kayayı son anda durdurmayı başarmıştı. Sharley hemen ardından kristal kılıçlar göndermiş, birkaç tanesi Yu’nun yanından geçerken Yurine kendilerine çarpma ihtimali olanları farklı yönlere göndermişti.

 

Yu: Kızımın kaba konuşmasını istemiyorum.

 

Yurine: Ben senin kızın falan değilim!

 

Yu: En azından herif diğerleri gibi hızlı koşmuyor.

 

Onları kovalayan kişi bir saat önce Yu’ya fark atarak mesafeyi açan kızlar gibi hızlı koşsaydı Yu bu kadar ilerleyemeden yakalanmış olurdu.

 

Sharley hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken mana ve enerjiye sahip olmasına rağmen en azından Yu’dan yavaş koşuyor olması durumu Yu için biraz daha iyi bir hale getiriyordu. Hatta Yu yorgun olmasaydı Sharley’ye fark atabilir ve onu arkasında bırakabilirdi.

 

Sharley: Kaçmayı bırak! Dur ve dövüş!

 

Yu: Yumruk yumruğa mı yoksa büyü var mı?

 

Kasabadaki toprak duvardan sonra onları kovalamaya başladığından beri ilk defa konuşmuştu. Yu böyle insanları anlamakta zorlanıyordu, harbiden kendisinin durup dövüşeceğini mi beklemişti?

 

Bir kere Sharley büyü kullanırken Yu tamamen ortalama fiziksel kuvvete sahipti. Yu dursa ve Sharley onu kolayca öldürse bu onu harika biri mi yapacaktı?

 

“Eline büyü alan erkek kesiliyor başımıza.”

 

Yu’nun alaylı bir şekilde sorduğu soruya Sharley’den cevap gelmemişti.

 

Artık hedefleri olan ateş kubbesine varmış sayılırlardı, ağaçların arasından kubbenin duvarlarını görebiliyorlardı ama Yu koşarken önüne bakmakta zorlanıyordu, çünkü kubbe çok parlaktı.

 

Kubbeye yaklaştıkça ısı artıyor ve her adımlarında daha da katlanılmaz bir hal alıyordu. Yu gidecek başka bir yer bilmediğinden orada Lylphia ve diğerleri ile karşılaşma umuduyla koşmaya devam ediyordu.

 

Bir anda kubbe zeminden yükselmeye başladı, devasa bir top halini alarak havada toplandı ve yükseldi. Yükselirken tüm ormanı ve muhtemelen tüm kasabayı güneş misali aydınlatıyordu. Yu parlaklık seviyesi yüzünden bakmakta zorlansa da gözlerini yükselen ateş topundan alamıyordu.

 

Ateş topu havada kısa bir süre asılı kaldıktan sonra hızlıca söndü ve ortamdaki aydınlık seviyesi azalırken önlerinde bir hareketlilik belirdi.

 

Yurine: Bir şey hissediyorum.

 

Yurine’nin başının üstünde yer alan kedi kulakları sevimli bir şekilde titremişti.

 

Yu: Ben görüyorum!

 

Ateş kubbesinin kaybolmasından sonra yanan bir alanın içinde duran tüneli gördü. Daha sonra o tünelin içinden rüzgarla birlikte dumanlar çıktı ve kendilerine doğru hızlı ve güçlü bir şekilde önlerindeki her şeyi süpürerek gelmeye başladı.

 

Yu: ANANISKM!

 

Üzerlerine gelen rüzgar Yu’ya çarptı ve Yu kucağındaki Yurine ile birlikte arkalarındaki Sharley’ye uçtu.

 

Yu ve Yurine, Sharley’ye çarptıklarında kısa bir süre yuvarlandılar. Yurine yuvarlanmakta olan iki erkekten ayrılıp bir ağaca çarparken Yu ve Sharley yuvarlanmaya devam etti.

 

Onlar da bir ağaca çarpıp durduklarında Sharley Yu’nun üzerinde kalmıştı.

 

Yu: Siktir git lan!

 

Yu hızlı toparlanmak konusunda kendine güveniyordu. Burada da Sharley’den hızlı toparlanmıştı, Sharley henüz ne olduğunu anlamadan onu omuzlarından tuttu ve dönerek Sharley’nin üstüne geldi.

 

Eğer düşünürse, ayağa kalkıp kaçmayı denerse ya da Sharley’ye bir saniye bile kazandıracak herhangi bir şey yaparsa Sharley hiç beklemeden oluşturacağı kılıç ile Yu’yu öldürürdü.

 

Bu yüzden yapabileceği tek şeyi yaptı, tüm gücünü verdiği yumruğunu Sharley’nin gözüne indirdi.

 

Amacı hiç durmadan Sharley’yi yumruklamaktı ama attığı ilk yumruk Sharley’nin yüzünü çökertmiş ve Yu’nun yumruğu Sharley’nin beynine inerken parçalanan kemik elini kesmişti.

 

Yu: Ne oluyor lan?

 

Yu şaşkınlıkla Sharley’nin üzerinden kalktı. O sırada Yurine telaşlı bir şekilde koşarak Yu’nun yanına geldi ve onu korumak için önüne geçti.

 

Fakat gördüğü manzara Yu gibi onu da şaşırtmıştı. Sharley’nin yüzü içeri doğru çökmüştü. Böyle bir şeyi istese bile zihninde canlandıramazdı, özellikle böyle bir şeyin Yu tarafından gerçekleştirilmesini düşünmezdi bile. Hayal edebileceğinin ötesinde bir görüntüydü.

 

Yu da Yurine gibi şaşkındı. Ona yumruk atmadan hemen önce zihninde canlanan senaryo ikisinden biri ölene kadar boğuşacakları ve en iyi ihtimalle Yu’nun ağır yaralı bir şekilde sağ kurtulacağı şeklindeydi.

 

Yanındaki Yurine’ye güvenerek Sharley’nin yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek amacıyla eğildi ve sol elinin tersini onun göğsüne koydu.

 

Yu: Hadi ya, kill bizde kaldı, kalbi atmıyor.

 

Yurine: Niye kötü bir şeymiş gibi söyledin, bizi öldürmek istemiyor muydu zaten?

 

Yu: Yurine, bu piçin isminde Von falan var, soylu bu herif. Zaten polis bizi listeye almış, mahkemelik de olmuşuz. Bir de soylu birini, özellikle arkası sağlam olan birini öldürdük diye adımız mı çıksın? Başımıza iş mi alalım? Hapislerde mi çürüyelim?

 

Olayın inanılmazlığını hızlıca geçen Yu endişelerini dile getirdi ve kendilerini savuran fırtınanın geldiği yöne baktı.

 

Ateş kubbesi artık orada olmasa da zemin yanmaya devam ediyordu.

 

Yu: Şunun cesedini ateşe atalım ve delilleri imha edelim.

 

Yurine: Tamam.

 

Yurine de Yu’nun haklılık payı olduğunu düşünerek teklifi kabul etti. Sharley’yi götürmek için onun vücuduna döndüler ama bir sorun vardı, ikisi de onu ateşe kadar götürmekte isteksizdi.

 

Yu: Ya ben bunu taşımak istemiyorum, çok iğrenç.

 

Yurine: Saçmalamasana, ben mi taşıyacağım? Benim asil vücudum bu şeyle temas etmemeli.

 

Yu: Leş gibi kokuyor bu, taşıyamam.

 

Yurine: Sen öldürdün sen taşı.

 

Yu: Öldürme falan yok, onu unut. Az önceki sahne hiç yaşanmadı gibi davranıyoruz.

 

Yurine: O bizi kovaladığı esnada görmüşlerdir ki.

 

Yu: Sorarlarsa kurt kaptı falan deriz, boş ver. Neyse yapacak bir şey yok. Ama bana şifa büyüsü yap, düşüp bayılacağım şimdi.

 

Yu gecelik olarak kullandığı kısa kollu kıyafeti çıkardı ve üzerinde sadece Sigma kulesindeyken saplanan şişler yüzünden yırtılmış ve daha sonra Yu tarafından dikilmiş atlet kaldı.

 

Ardından kıyafeti sol eline geçirerek Sharley’nin bacağını tuttu ve onu sürüklemek için kaldırdı.

 

Yurine: Yok artık!?

 

Yu, Sharley’nin bacağını kaldırıp yürüdüğü esnada Sharley’nin bacağı vücudundan ayrılmıştı.

 

Yu ve Yurine ağzı açık bir şekilde bacağa bakıyordu.

 

Yu: Power up falan mı aldım ben?

 

Elindeki bacağa bakarken bunu düşünmeden edemezdi, hiç beklemediği bir anda power up almıştı. Sonunda paralel dünya macerası eğlenceli bir hal almaya başlayacaktı… derken Yu’nun elindeki bacak parçalara ayrıldı.

 

Yu: Alsam şaşardım zaten.

 

Sharley’nin yerde kalan vücudu da aynı şekilde parçalandı ve geriye et, sargı bezleri ve üzerine kıyafet diye geçirdiği birkaç kumaş parçası kaldı.

 

Yu: Bu neydi şimdi?

 

Yurine: Bizle dalga mı geçiyor biri anlamadım ki.

 

Yu: Neyse, dediğim gibi bu olay hiç yaşanmadı gibi davranıyoruz. Şu yerde kalan sargı bezlerini falan da toplayıp yaktık mı iş bitecek ve şu beladan kurtulmuş olacağız. Kapiş?

 

Yurine: K-kapiş.

 

Yu kıyafetini ve ayağını kullanarak derisi ile temas etmeden yerde kalan kalıntıları topladı. Bu esnada Sharley’nin vücudundan geri kalan parçalar mor kristallere dönüşüp tozlaşmıştı.

 

Yu: Umarım ileride de işler iyi gidiyordur.

 

Yu sol eli ile tişörtü ve içindeki parçaları taşırken sağ eli Yurine tarafından tutulmuştu. Yu’nun yüzünde egosunun tavan yaptığı sıralarda ortaya çıkan kendini beğenmiş gülümsemesi belirdi.

 

Yu: Nasıl tek attım ama?

 

Kendisi de duruma şaşkındı, bu dünyada herhangi birine tek atabileceğini hiç düşünmemişti.

 

Yu: Sen bir kere beni kim sanıyordun ki? Ben Yu Valarfin’im, gelmiş ve gelecek en muhteşem adamım.

 

Yurine sessizce Yu’nun kendine dizdiği övgüleri dinlemeye başladı. Her gün bunları duymaya alışmıştı fakat şu an farklı olan bir şeyler vardı. Şu anda Yu diğer seferlere göre daha şevkli konuşuyordu.

 

Yu: Siz kasabada dövüştüğünüz esnada ben sen heves ettiğin için aranıza girmemiştim. Yoksa beni biliyorsun, ben tam bir iş bitirici adamım. Orada Sharley benim de sinirlerimi bozmuştu, senin yanında artistlik taslamalar falan. Gidip indirecektim tek yumrukta ama işte sen heves etmişsin, hevesini bozmak istemedim. Hem senin için de deneyim olmuş olurdu böylece. Eğer işler kötü gitseydi ben zaten olaya dahil olup o piçi yerin dibine sokacaktım.

Hem benden de başka ne beklenirdi ki? Ne yani, bir de dayak mı yiyecektim? Cidden böyle mi düşündün sen? Saçmalama lütfen, benim için kolaydı. Aslında bir ara düşündüm, acaba avans mı versem diye. Sonuçta Sharley benim yanımda kim köpek? Daha güçlüyüm, daha zekiyim, daha yakışıklıyım, daha karizmatiğim, kızlar bana hasta, her konuda ondan daha iyiyim. Ona avans verecektim ki adil bir mücadele olsun, bak fark ettiysen yorgun oluşumu avanstan saymıyorum. Yorgun olmasaydım zaten elimi kaldırmama bile gerek kalmazdı, üflemem yeterdi.

Ya vallahi bunlar dayak arıyorlar, zorla kendilerini öldürtüyorlar. Sen niye gelip zorluyorsun ki? Kaç git ananın babanın yanına, hayırlı evlat ol, endişelenmişlerdir. Bir gör onları, ellerini öp, özür dile ama nerde… İlla ki orospu çocuklu yapacak, illa ki. Bunların kanında var ya, bunlar dayıdan yeğene nesil herhalde.

Ama nasıl gördü ebesinin şeyini. Zorlamayacaksın abicim, ismin Yu Valarfin değilse, benim binde birim kadar bile muhteşem değilsen zorlamayacaksın. Neden diye sorarsan ben zorlasam yaparım, sor neden diye? Neden, çünkü ben Yu Valarfin’im. Ama herkes ben değil, ben olmayan insanlar pes etmesini bilmeli. Zaten benimle karşılaşıp kazanacağını zannetmesi hata, yok neymiş efendim asla pes etme, never give up falan filan. Asla pes etme tarzı laflar ben ve benim en az binde birim kadar muhteşem olan insanlar için söylenmiş laflar. Benim gibi biri değilsen pes edeceksin, ben değilsen başaramazsın.

Neyse, senin anlayacağın böyle işte, sen ne düşünüyorsun? Ben çok muhteşemim, harikayım, süperim, hayallerin ötesinde bir adamım, sence de öyle değil mi?

 

Yu kendini övdüğü konuşmasını bitirdikten sonra derin bir nefes aldı, Yurine’nin de onunla birlikte nefes alıp verdiğini gördü.

 

Yu: Ne oldu ya?

 

Yurine: Ben dinlerken yoruldum, sen konuşurken yorulmadın mı?

 

Yu yaptığı uzun konuşmanın ardından övgü alamayınca dudaklarının uçlarını aşağı kıvırarak üzgün surat yaptı.

 

Yu: Niye ağabeyciğini övmüyorsun? Bizi beladan kurtardım.

 

Yurine: Aferin, benim için çalışmaya devam et.

 

Yu: Ağabeyciğin olduğumu kabul ediyorsun demek ki, bu da bir gelişmedir.

 

Yurine canını yakmak için Yu’nun elini sıktı. Duygularının ortaya çıkartılmasından rahatsız oluyordu.

 

Yanan alana gelene dek Yurine şifa büyüsü uygulayarak hem Yu’nun elindeki kesikleri iyileştirdi hem de vücudundaki yorgunluğu azaltarak bedenini yenilemeyi denedi. Yu şifa büyüsünün ardından kendini daha iyi hissediyordu. Kalan tek sorun bastıran uykuydu.

 

Alevlerin ortasındaki tünelin içinde kimseyi göremediklerinde yanan alanın çevresinden dolanmaya başladılar. Yu elindeki kıyafeti ateşin içine attı, tekrar yıkansa bile o kıyafeti bir daha giymezdi.

 

Sonbahardaydılar ve Yu’nun üstünde sadece atlet kalmıştı ama ateş sayesinde üşümek gibi bir problem yaşamıyordu. Yanan alanın çevresinden dolandılar ve biri yaralı, biri hırpalanmış iki telaşlı kızın bir adamın başında dikildiğini gördüler.

 

Lylphia, Yu ve Yurine’yi fark ettiğinde yüzünde bir umut oluştu ve gelmeleri için onlara bağırdı. Hatta bağırmakla yetinmeyip yanlarına koştu, Yurine’yi kolundan yakaladı ve yerde yatmakta olan adama götürdü.

 

Yurine Yu’nun elini bırakmadığı için o da onunla birlikte sürüklenmiş ve yerdeki adamın yanına getirilmişti.

 

Lylphia: İyileştir! İyileştir onu!

 

Normalde kendisine emir kipiyle konuşulması Yurine’nin müsaade etmeyeceği bir şeydi ama şu anda istisnai durumda olduklarından sustu ve adama eğildi.

 

Yurine: Çok geç, o artık yaşamıyor.

 

Lylphia tükenmiş bir ifade ile kendini yere saldı.

 

Yu: Kim ki bu?

 

Vücudu yanmıştı. Yanan kıyafetinden geriye kalanlar bedenine yapışmışken saçları da yok olmuştu. Yu ona bakmak için gözünü kısıyordu.

 

Ana: Sony.

 

Yu: Hadi ya…

 

Yurine: Ne demek bu Sony? Görevi nasıl tamamlayacağız o zaman?

 

Yurine’nin Sony görevini yapma sebebi annesini geri getirmekti. Eğer Sony ölür ve görevi başaramazlarsa annesini geri alma amacı da zarar görecekti.

 

Yurine bunu fark ettiğinde gözyaşlarına hakim olamadı, Yu’ya dönüp onu belinden yakaladı ve sarsmaya başladı.

 

Yurine: O zaman ne yapacağız? Bize onu geri getir demedi mi? Nasıl yapacağız? Söylesene! Ne yapacağız? Söylesene, söylesene, söylesene!

 

Yu: Tamam sakin ol, hala şansımız var. Eğer lütufu bulursak görevi tamamlayabiliriz.

 

Yurine’yi sakinleştirmek için onu tuttu ve kendine çekti. Yurine ağlamaya devam ediyordu.

 

Yurine: Onu nasıl bulacaksın ki? Öldüyse yerini söyleyemez, onu bul! Lütfen bul! ANNEMİ GERİ GETİR!

 

Yurine Yu’nun beline sarıp ağlarken Yu dudağını ısırdı. Tutamayacağı bir söz vermek istemiyordu ama Yurine’nin ağladığını görmek kalbini acıtıyordu.

 

Yu: Ben-

 

Yu duygularına hakim olamayıp söz vermek üzereydi ki Ana oturduğu yerden fırladı ve Yu’nun omuzlarını tutup onu sarsmaya başladı.

 

Ana: Sivina da hala gelmedi! Lütfen onu aramaya gidelim!

 

Yu: Neredeydi?

 

Ana: Katilin peşinden gitmişti-

 

Ana cümlesine devam edecekti ama işittiği büyüleyici bir ses susmasını sağladı.

 

???: Sony!

 

Yurine ağlamaya devam ederken kollarını Yu’dan ayırmadan başını çevirip gelen yöne baktı. Hiçbiri gözlerine inanamıyordu, gelen şey bir kuklaydı.

 

Tahtadan yapılmış vücudu parlıyordu, mücevherden yapılmış mavi gözlerinde ifade gözükmüyor ama ipekten örülmüş pembe saçları rüzgarda savruluyordu. Onun vücudunun tahta olduğu anlaşılsa da hareketleri mekanik değildi ve sanki canlıymış gibi koşuyordu.

 

Kukla yanlarına gelip Sony’yi kucağına alırken herkesin soluğu kesilmişti. Ortamdaki kimseden çıt çıkmıyor, kimse ne olup bittiğini anlayamıyordu.

 

Kukla: Sony! Sony! Sony!

 

Onlar kuklayı seyretmeye devam ederken kukla Sony’nin adını haykırmaya devam etti. Kuklanın sesindeki acıyı Yu yüreğinde hissetti.

 

“Abla! Abla!”

 

Eğer dökebilseydi kukla da gözyaşı dökerdi ama kuklanın gözünden yaş akmasa da onun dökemediği yaş Yu’nun gözünden geldi.

 

Aslında ağlamayı kendine yediremeyerek gözyaşlarını saklamak için uğraşırdı ama öyle bir durumdaydı ki hareket edemiyordu.

 

Diğerlerine bakmadığı için göremese bile Yurine, Ana ve Lylphia da ağlıyordu.

 

Kukla: Sony!

 

Kuklanın tahtadan ağzı Sony’nin yanmış dudaklarına değdi. Kukla onu öperken üzerlerinde ışıktan bir şekil oluşuyordu.

 

Şekil tamamlandığında ortaya alevlerin içinden yükselen bir anka kuşu figürü çıktı. Figürün altından yayılan ışık zemine indi ve kukla ile Sony’nin vücudunu kapladı, figürün üstünden çıkan ışık ise yıldızlara kadar yükseldi.

 

Yurine: Lütuf.

 

Yurine olayın büyüsünden sıyrılmayı başarıp konuşabilen ilk kişi olmuştu.

 

Işık incelip kaybolduğunda kukla ve Sony’nin vücudu tekrar gözüktü. Sony’nin vücudu tamamen yenilenmişti, hiçbir yanık yoktu. Sony öksürürken kuklanın tahtadan yüzüne bir gülümseme yerleşti.

 

Sony: Nana…

 

Hayata yeni dönmüş olmasına rağmen neşeli değildi. Sony kederliydi. Onun sesine acı hakimdi ve gözlerine de yaş.

 

Kukla bir eli ile Sony’ye sarılırken diğer eli ile kalbini hissetmek için göğsüne dokunuyordu. Önce göğsüne değen eli koptu, sonra o elin bağlı olduğu kol. Ardından diğer kolu da koptu ve onu bacaklarından ayrılan bedeni takip etti. En sonunda da kafası gövdesini terk etti.

 

Sony: NANA!

 

Kuklanın parçalarını eli ile toplamayı denedi ama sonucu başarısızlıktı. Sadece Nana ismini haykırırken etrafındakileri umursamıyordu bile. Nana’yı geri getiremeyeceğini anladığında elinde ışıktan bir hançer oluşturdu ve göğsüne sapladı.

 

Yu: Yurine, ölmesine izin verme!

 

Yurine onu hayatta tutabilmek için koştu ve kalan tüm manasını şifa büyüsüne harcadı.

-------------------------

09.04.2021 - 23:55






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44375 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr