Cilt II - Bölüm 10: Göreve Giriş

avatar
523 4

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt II - Bölüm 10: Göreve Giriş


CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI

BÖLÜM 10: GÖREVE GİRİŞ

Yu, Maron Martin ile anlaşmış ve grubuyla beraber Redshapel’e giden bir araç bulmak için Urta’ya dönmüştü.


Farklı bir şoförün kullandığı bir at arabası bulduklarında kalkış saati gelmeden önce dün gece olan olayla ilgili bir şeyler öğrenebilmek amacıyla meydandaki kahvehaneye gitmiş ve kahveciye ormandan çıkan bir şeyler olup olmadığını sormuştu.


Sorduğu kişi aynı zamanda gelen sesleri duyduktan sonra haber verdikleri kişiydi. Bu yüzden bilgiyi ondan almanın doğru olacağını düşünüyordu.


???: Evlere yakın bir alanda parçalanmış iki ceset bulduk. Cesetler tanınamaz hale getirilse de köyde olması gereken iki kişi kayıp olduğu için kim olduklarını tahmin edebiliyoruz.


Onları kurtaramamış olmak Yurine’nin moralini bozmuştu. Yu ise ölenler için üzülse de hala verdiği karardan pişman değildi. Ölenler tehlikenin içine yürüyen insanlardı ve başlarına gelenleri önceden öngörmüş olmaları gerekiyordu.


Böyle olmasa dahi, belki de çok iyi bir amaçla o gün orada bulunsalar dahi, Yu yine de vicdan azabı duymaz ve keşke demezdi.


Kahveci iki kişinin tanınamaz hale getirildiğini söylemişti. Yurine güçlü biri olmasına rağmen insan vücutlarını bu hale sokan bir yaratığın gücü de hafife alınmamalıydı. Ayrıca gücünün hafife alınmaması gerektiğinin bir başka kanıtı olarak o gece duydukları seslerdeki dehşet oranı da vardı.


Dehşet verici, tehlikeli bir kişi ya da canavar, Yu’nun tanımadığı insanları kurtarmak amacıyla hayatını tehlikeye atarak uğraşmak isteyeceği bir şey değildi.


Yu Valarfin bir kahraman değildi ve bir kahraman olmaya da çalışmıyordu. Ve eğer bu Yurine'nin hayatını tehlikeye atacağı anlamına geliyorsa onun da kahramancılık oynamasına izin vermeyecekti.


Dün gece ona söylediği sözlerin hala arkasındaydı. Başkalarının ölmesi, Yu ve Yurine’nin ölmesinden daha iyiydi.


Eğer hayatta kalacağı anlamına geliyorsa ve ölen kişi de Yurine değilse, kimin öldüğünü umursamazdı. Yaşlı bir adam, genç bir adam, yaşlı bir kadın, genç bir kadın, hatta bir çocuk. Yu hayatta kalacaksa herhangi birini feda ederdi.


Tabi ki de bunu kabullenmesi kolay değildi. Kendi hayatı için başkalarını feda etmek, kendi hayatının diğerlerinden daha değerli olduğunu düşünmek kibirli ve bencil bir hareketti. Yine de kaç kişi tanımadığı birisini kurtarmak için kendini feda ederdi?


“Ben bir..."


En nihayetinde bu dünyada da kendi dünyasında da eline bir silah alıp savaş meydanına “bir şeyleri korumak amacıyla” giden kişi muharebe başladığında uğruna savaştığı şeyleri değil kendi canını düşünüyor olmalıydı.


Yu ancak filmlerdeki savaşçıların ölüm anlarında uğruna savaştıkları şey yüzünden mutlu bir ölüm gerçekleştirdiklerine inanırdı.


Ölüm hiçbir şekilde güzel değildi ve güçlü bağlar olmadıkça, kimse kabullenmek istemezdi. Yu Valarfin böyle düşünüyordu.


Ama Yu Valarfin bile, ölümü göze alacak bağlar geliştirebilmişti. Belki kaçınılmaz ölüm anında verdiği karardan pişman olacak olsa bile o ana uğruna gözü kapalı girebileceği insanlara sahip olmuştu. O insanlar ondan alınsa dahi, bir zamanlar canından çok değer verdiği şeylere sahipti.


Bu sebepten ötürü, her ne kadar soyut kavramlar* uğruna ölmeyi anlamakta zorlansa da ölümü göze alan insanlarla empati yapmayı deniyordu.


Yapabiliyor değildi, sadece deniyordu. Ayrıca, o bile şu anda birisi uğruna ölümü göze alabileceğini düşünüyordu. Her ne kadar ölmek istemese de, Yurine’yi seviyordu ve onun yaşayacağı anlamına gelirse ölümü göze alabilirdi.


“Sanırım, böyle. Tanıdığın biri uğruna ölmek tanımadığın biri uğruna ölmekten farklı.”


Olanları öğrenmelerinin ardından daha fazla vakit kaybetmeden at arabasına bindiler ve sürücü harekete geçene kadar sessizce beklediler.


Arabanın sürücüsü Redshapel kasabasına yaklaştıklarını söylediğinde akşam olmuştu. Arabanın içinde beş kişiydiler.


Yolculardan iki tanesi Urta’dan beraber çıktıkları tanımadığı insanlardı. Bir tanesi kafasını Yu’nun omzuna dayamış şekilde uyuyan kedi kulaklı, beyaz saçlı çocuk Yurine’ydi ve onu bu şekilde görmek Yu’nun içini ısıtmıştı.


Kendileriyle yolculuk eden son kişiyse Maron’un yardım etmesi amacıyla Yu’nun yanına verdiği Lylphia’ydı.


Tanıştıkları ilk zamankinden farklı bir kıyafet giyiyordu. Boynundan gümüş bir zincir ile bağlanmış açık mavi pelerinin altında denizci subayların üniformalarına benzeyen beyaz bir kıyafet giymişti ve üniformanın göğüs kısmında büyücülük akademisinin logosu bulunuyordu.


Ayrıca serçe parmağına beyaz bir kurdele bağlamıştı.


Yu: O kurdele ne için?


Lylphia: Adettendir, bir işe niyetlendiğinde parmağına kurdele bağlar ve başarana kadar çıkarmazsın.


Yu: İlginç bir adetmiş, yaşlı insanların bir şeyleri hatırlamak için aynısını yaptığını duymuştum.


Lylphia: Evet, benim dedemde ara sıra yapıyordu. Fakat bu farklı, eğer kurdele serçe parmağına bağlandıysa bir görevin var demektir. Eğer yüzük parmağına bağlandıysa da bu görevin romantik bir boyutta olduğuna işaret eder. Genelde kadınlar yüzük parmaklarına bir kurdele bağlarlar ki erkekler kendilerinden uzak dursun.


Yu: İlginç bir bilgiymiş.


Yu’nun yaşadığı yerde profillerinde resmi olmayan fakat kız ismine sahip olduğu için taciz mesajları alan pek çok kadın vardı. Rolderhelm’de böyle bir ülke izlenimi görmemişti ve insanlar bu seviyedeki bir çağda genelde ergenliklerinde evlendikleri içinde böyle olayların daha az görüleceğine inanıyordu.


Ama böyle bir yönteme başvurulduysa Yu’nun kendi çağına kıyasla çok daha fazla taciz olayı ile karşılaşılıyor olabilirdi.


Yu: Yurine, geldik.


Nazik bir sesle omzunda uyuyan küçük kıza seslendi. Bulundukları pozisyonu bozmak Yu’nun hoşuna gitmese de artık onu uyandırmalıydı.


Yu: Uyumak için omzumu kullanan Yurine şimdiye kadar gördüğüm en tatlı Yurine.


Yu: Huee!


Yüzü kızaran tatlı kılıç perisi hızla kendini Yu’dan uzaklaştırdı.


Yurine: Ben uyurken benden bu şekilde yararlanıyor musun? Sen en kötüsüsün, pislik!


Yu: Sevgi dolu kalbimi incitiyorsun.


Yurine: Böyle şeyler söyleme!


Yurine’nin abartılı tepkisini bir gülümseme ile karşıladı. Onu bu kadar utanırken gördüğü ilk seferdi. Yanaklarının elma gibi kızarışı Yu’nun içinde o yanakları sıkma isteği yaratmıştı.


Yurine: Bu düşük yaşam biçiminin neden bizimle geldiğini açıkla.


Yu: Uzun bir açıklaması yok, eğer birisini yem olarak kullanmamız gerekirse diye var.


“Hmm hmm” diyerek kafasını salladıktan sonra Lylphia’ya küçümseyici bir bakış attı.


Yurine: Sharley’nin dişi versiyonu yani, o herifte yem olmaktan başka işe yaramazdı.


Sharley’nin, bir şekilde işe yaradığı bir an vardı. Yani, bu an ölümüne sebep olmuştu o yüzden Yu’nun işine yaradığı bir an vardı denmesi daha doğru olurdu. O an da avcı gorile yem olarak Rie’nin Sigma Kulesinden daha önce ölmesini engellemiş oluşuydu.


Ardından da savaşma fırsatı bulan Rie’nin yıkıcı hamlesi sayesinde Yu Yurine ile tanışmıştı ve maceraları başlamıştı.


Böylece yem olarak Yu’nun işine yarayan bir senaryo yaratsa da ölülerin arkasından konuşmak hoş değildi.


Yu: Ölülerin arkasından böyle konuşmamalısın.


Lylphia: En azından sizi duyamayacağım bir yerde konuşsaydınız.


Kollarını göğüslerinin üzerinde birleştirip somurttu. Yu ise Yurine’yi bilgilendirmeye başladı.


Yu: Maron’un söylediğine göre ateş büyüsü kullanabiliyormuş, savaşmamız gerekirse bizim yerimize o savaşır.


Lylphia: Bu kulağa yem olmaktan daha iyi geliyor. Ama…


Yurine: Ama ateş büyüsün canının istediği gibi kullanamaz.


Yu: Neden?


Yurine’nin rüzgar ve ışık büyülerini kullanmasındaki tek engel manaydı. Kendisinde bol miktarda mana olduğunu söylese de şifa büyüsü kullandığında manası hızla tükeniyordu.


Bunun sebebiyse şifa büyüsünün en işe yarar büyü türü olmasına rağmen aynı zamanda en verimsiz büyü türü olmasıydı.


Lylphia: Ateş büyüsünü nefsi müdafaa dışında canlılar üzerinde kullanmak yasak, hatta savaş sırasında kullanımı bile savaş suçu kabul ediliyor. Gerçi büyüyü kullanan taraf kazanırsa ortada bir suç kalmıyor ama böyle işte.


Yu: Neden böyle bir şey var ki?


Yurine rüzgar büyüsünü üç defa gönlünce kullanmıştı. İlk seferi Sigma Kulesinde Keder’e vurmak için ve düşüşlerini yavaşlatmak içindi. İkinci seferi Marino Swann’ı kurtarmak için ve son seferi ise bir şövalye ile Salery’yi geriye itmek içindi.


Ama diğer büyü türlerinin aksine ateş büyüsünün neden yasak olduğu ile alakalı anlaşılabilir bir neden vardı.


Lylphia: Çünkü yanarak ölmek hoş bir şey değil. Diğer büyü türlerini kullanarak bir insanı kısa sürede öldürebilirsiniz, bu sebeple savaşlarda kullanılması yasaldır. Ama ateş büyüsü, güçlü bir büyücü anında birini küle dönüştürebilecek dahi olsa, insanı kolayca öldürmez. Kanı kaynayana kadar yakar ve ölümü dakikalar belki saatler sürer.


Ölümün herhangi bir hali hoş değildi fakat… aklına Sigma Kulesi geliyordu, eğer kuleden çıkamasalardı yanarak öleceklerdi, tıpkı Sharley gibi. Yanarak ölmektense başka bir seçeneği fazla düşünmeden kabul ederdi.


“Acaba o an neler düşündü?”


Yanarak ölmek, intihar için bir yol seçen insanların en son seçeceği ölüm türlerinden biri olurdu. Hatta pek çok insan yanarak ölmektense berbat bir hayatı yaşamayı tercih ederdi.


Korkunç olan bir diğer şeyse ölmeme ihtimaliydi. Tüm vücudun yanabilirdi ve tüm kalbinle ölmeyi arzulayabilirdin ama ölmeme ihtimali her zaman oradaydı. Ve iyileştirilemeyecek yanık yaralarıyla, deforme olmuş bir vücutla yaşamak Yu için ölümün kendisinden daha korkunçtu.


Yurine: Tek işe yarar yönü büyü gücü ve o konuda bile sıkıntıları var, tam bir yük.


Lylphia: HEY! HALA DUYABİLİYORUM.


Lylphia ateş büyüsü hakkında daha fazla açıklama yaparken at arabası yavaşlamaya başladı ve en sonunda da durdu. Şoför aşağıya inip yolculara kapıyı açtı. Herkes çıktıktan sonra Yu çıkarak etrafa kısaca göz attı.


Yu: Redshapel geceleri daha da iç karartıcı bir yer oluyormuş. Burada yaşamak istemezdim.


Ay ışığı bile bu kasabayı güzelleştiremezdi. Zaten gotik tarzda inşa edildiği için gri-karanlık bir havası olan yerleşim yeri üzerine düşen gece ile birlikte insanın hoşlanmayacağı hisler yaratıyordu.


Yurine: Ne yapacağız?


Yu: Geceleri dışarısı tehlikeli olur, önce bir han bulup yemek yer sonra da uyuruz. Yarın sabah tüm günü bizim işi halletmek için harcayacağız.


Bizim iş derken kastettiği şey mektupların dağıtılacağı binaların ayarlanmasıydı.


Yu: Bu sırada Lylphia da Sony ve çaldığı lütufun izini araştırır. Ertesi günün sabahında Rolderhelm’e döneriz.


Lylphia: Neden geri dönüyorsunuz? Tüm iş bana yükleniyormuş gibi hissediyorum.


Yu: Yapmamız gereken şeyler var. Birkaç gün içinde Rolderhelm’den döneriz, o zamana dek bir şeyler bul. Geri döndüğümüzde de elde ettiğin bilgiler üzerinden araştırmamıza devam ederiz.


Lylphia: Tek başıma nasıl araştıracağım ki? Ne yapmam gerektiğini bile bilmiyorum.


Yu: Ne bileyim maceracılar loncası falan yok mu burada, onlara sor. Ya da insanlarla konuş, üzerindeki üniforma nedeni ile saygı duyarlar belki. Yük olmaktan fazlasını yapmanı bekliyorum.


Lylphia: Bu yük kelimesi hiç hoşuma gitmiyor.


Yu: Hadi gidelim, Yurine.


Lylphia ile tartışmayı bırakarak kalacakları bir yer bulmak için sokakları gezmeye başladılar. Geceyi geçirecekleri ucuz bir han bulduklarında iki kişilik bir oda tuttular. Lylphia da Yu ve Yurine’nin tuttuğu odanın yanındaki odayı tuttu. Yemeklerini yedikten sonra da odalarına çekildiler.


Yurine: Neler olduğunu anlat.


Yurine yatağın üzerine oturdu ve Yu'dan bir açıklama talep etti.


Yu: Söylediğim gibi, Maron Martin bizden Sony Von Bishory’yi bulup Büyücülük Akademisine getirmemizi istedi.


Yurine: Neden?


Yu: Şu anki müdürü dövdüğün için ne artık onu sorgulayabiliriz ne de o bizim kütüphaneye erişmemize izin verir. Fakat Sony’yi bulup akademiye götürürsek bir sebepten ötürü yeni müdür Maron olacak ve o da anlaşmamıza göre kütüphaneye erişme izniyle birlikte Salery’yi sorgulama hakkını da verecek.


Yurine: Ya çoktan öldüyse?


Yu: O zaman çaldığı lütufu bulmamız gerekecek.


Yurine: Ya lütufu bulamazsak?


Yu: O zaman anneni geri getiremeyiz.


Yurine konuşmalarının ardından yutkundu ve sırtını Yu’ya dönüp battaniyeyi başının üzerine çekti.


Yu: Yanımda yatmak istemediğine emin misin? Kötü rüyalar görüp korkarsan sarılacağın birisi olmaz orada.


Yurine: Yat uyu, insan.


Yu’nun kışkırtmasını soğuk bir şekilde geçiştiren Yurine başka bir şey söylemedi. Yu da ardından odayı aydınlatan ay ışığını engellemek için pencerenin perdesini çekti ve yatıp uyudu.


***


Yu: Tüylü.


Avucunda hissettiği uzun ve yumuşak cismi bu şekilde tanımladı. İpeksi tüyler elinin içinde hoş bir his yaratıyordu. Gözlerini açtığında yanında yatan kedi kulaklı bir çocuğu gördü.


Yurine’nin uyumak için yanına gelişi onu mutlu etmişti. Aynı zamanda Yurine ilk kez yüzünü Yu’ya dönerek yatıyordu. Fakat bu güzel anda onu rahatsız eden bir şey vardı.


Yu: Neden yatak ıslak?


Yataktan çıkıp kendi üzerine de bulaşan ıslaklığa baktı. Yurine’nin kıyafetleriyse gece yatmadan önce giydiklerinden daha farklı ama yine de ıslaktı.


Yu: Yurine, altına mı işedin? Kime diyorum, uyan.


Göz kapaklarını yukarı kaldırdığında gözleri Yu’nun gözleri ile buluştu.


Yu: Altına mı işedin?


Hızlıca yatakta doğruldu ve ıslanmış altını kapatmak için battaniyeyi üzerine çekti. Kızaran yüzünü saklamak içinse kafasını yastığa gömdü ve ağlamaya başladı. Yu ilk kez Yurine’yi bu kadar çocuksu bir tavır sergilerken görüyordu.


Yurine: APTAL İNSAN! SENİN YÜZÜNDEN OLDU, KÖTÜ RÜYA GÖRECEKSİN DEDİN DİYE! İKİ HAFTADIR OLMUYORDU! İĞRENÇ, PİSLİK!


Yu: Birden bire… neyse, iki haftadır olmuyordu mu dedin? Daha önce…


Eskiden de mi bu olay yaşanıyordu?


Yurine: KAPAT ŞU ÇENENİ!


Kızılacak bir durum olsa da Yu, Yurine’nin üç yaşında olduğunu tekrar kendisine hatırlattı. Üç yaşındaki bir çocuk için anlaşılabilir bir durumdu.


Yu: Tamam da, o yatak niye ıslak?


İşte bu tuhaf olan kısımdı.


Önce kendi yatağını ıslatmış ardından ıslak yatağın üzerinde uyuyamayacağından kıyafetlerini değiştirip Yu’nun yanına gelmişti. Fakat orayı da ıslatmıştı.


Yu’nun yanına gelme sebebi sevgiden değil de zorunluluktan olduğu için Yu biraz incinmişti ama odağını ağlayan Yurine’yi sakinleştirmeye verdi.


Yu: Yeter, ağlama artık.


Ama ağlayan çocuklar nasıl sakinleştiriliyordu ki? Pek çok çocukla etkileşime geçse de bunun cevabını öğrenememişti. Kendisi ağlarken ablalarının ona sarılması yeterli geliyordu. Ama Yurine’nin bir sarılmayı kabul edeceğini zannetmiyordu.


Yurine’yi sakinleştirmek için yatağın kuru olan tarafına oturdu.


Yu: Kabus mu gördün?


Yurine: Hayır.


Yu: HA? Öyleyse neden suçu bana attın ki?


Yurine cevap vermeden oturmaya devam etti.


Yu: Bak, o kadar da abartılacak bir şey değil. Ben de sekiz ya da dokuz yaşıma kadar altıma işiyordum.


Ve pek çok kez bu yüzden dayak yemişti. Ama Yu Yurine’ye karşı kendisine davranılandan çok daha kibar davranacaktı.


Yurine: Sen aptal bir insan olduğun içindir. O yaşıma kadar altıma yapacak değildim.


Yu: Tamam o zaman. Senden daha kötü durumda olanlar olduğunu düşün ve bu yüzden rahatla. Çabuk ol, bugün çok işimiz var.


“Benden beteri de var,” cümlesi çoğu zaman rahatlatıcı bir etki yaratıyordu. Kendilerinden daha aşağıda yer alan kişiler olduğunu öğrenmek insanları çoğu zaman tatmin ederdi.


Utandırıcı bir sırrı Yurine’yi rahatlatmak için açığa çıkarması Yu’nun hoşuna gitmese de ağlamasını durdurmak için bu tekniği kullanmak aklına gelen ilk şeydi.


Yu: Bu arada, bu bir sır. Kimseye söylemeyeceksin.


Yurine: Hmmhmm… Sakın ben yataktayken altına işemek gibi bir şey yapma yeter, insan.


Yu: Diyene bak.


Ucuz olması için ve gerek olacağını düşünmedikleri için küveti olmayan bir oda tutmuşlardı. Bu yüzden toplu banyoyu kullanmak zorunda kaldılar. Neyse ki Yu’nun ıslaklığı fark ettiği vakit güneş yeni doğuyordu, bu yüzden de banyoda kimse yoktu.


En azından erkekler banyosu için bu geçerliydi, Lylphia’nın Yurine’ye eşlik ettiği tarafın ne durumda olduğunu bilmiyordu.


Kahvaltılarından sonra Lylphia araştırma yapmak için onlardan ayrıldı ve Yu ve Yurine de ellerindeki deftere notlar alarak şehri dolaşmaya ve mektupların dağıtılacağı binaları not almaya başladılar.


Rolderhelm’deki her binaya bir numara verildiğinden işlem çok daha kolaydı. Tüm kasabayı gezmeleri bir gün almış ve ertesi sabah Lylphia’yı burada bırakarak başkente dönmüşlerdi.

-------------------------

Bölümün ilk kısmında Yu'nun düşüncelerini iyi aktaramadığımı hissediyorum. (*) ile işaretlediğim soyut kavramlardan kastı adalet, ülke, bağımsızlık gibi meseleler. 

Ayrıca bunların kurgusal bir karakterin düşünceleri olduğunu söyleyeyim, bakarsın bir yerden bana linç falan gelir .d

Geçen bölümlerde çok fazla yazım hatası gördüğümden bu bölüm biraz daha özen gösterdim. Hala düzeltilmemiş hatalarım varsa özür dilerim.

Bölümü okuduğunuz için teşekkürler, umarım hoşunuza gitmiştir. Ve eğer hoşunuza gittiyse lütfen bir yorumu çok görmeyin, yorum almak gerçekten motive edici.

Ayrıca aldığım bir tavsiyeden sonra okumanın kolaylaşması için paragraflar arasına daha fazla boşluk koydum. Bu şekilde iyi olmuş mu söylerseniz sevinirim.

26.02.2021 - 18:20






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44375 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr