SOTR 44: Prenses Bana Rüşvet Mi Teklif Ediyorsun?

avatar
8478 8

Sovereign of the Three Realms - SOTR 44: Prenses Bana Rüşvet Mi Teklif Ediyorsun?


 

Çeviren: Clubmetropolitan  Düzenleyen: Asile

 

“Laftan anlayan bir müşteri demek?” Jiang Chen’in sivri dilli kişiliği Prenses Gouyu’u görünce hemen tekrar açığa çıktı. “Görünüşe göre bana inanmaya başlamışsın. Birkaç gün öncesine göre durumun baya iyi. Bu hızda sen on birinci meridyen gerçek qi seviyesine bir ayda ulaşacaksın. Önceden tebrik edeyim seni.”

 

Jiang Chen’in ses tonu kayıtsızdı, sanki on birinci meridyen gerçek qi seviyesine ulaşmak yemek yemek yada uyumak kadar sıradan bir olaydı da çok fazla çabalamanın anlamı yokmuş gibiydi.

 

Prenses Gouyu aslında Jiang Chen’in gelip kendisine birkaç kelime iltifat etmesini o kadar çok ümit etmişti ki.Ya... kendisinin “usta, mükemmel, ayrı, başka, özel, güzel” olduğunu anlatan bir kaç kelime kullanamaz mıydı şu sözlerin yerine?

 

Ama trajik bir şekilde fark etti ki karşısındaki bu genç, kadınların iltifat edilmeye ihtiyacı olduğunu bilmiyordu.

 

Jiang Chen Prenses Gouyu’nun gözlerini ayırmadan kendisini izlediğini fark ettiğinde yorgun bir şekilde gülümsedi “Şimdi Prenses neden bana ihtiyacının olduğunu söyle? Son birkaç günde baya yoruldum. Söyleyeceğin başka bir şey yoksa eve gidip uyuyacağım.”

 

Prenses Gouyu, Chen’in bu tavrına hem öfkelenmiş hemde bu tavırdan hoşlanmıştı.

 

“Jiang Chen, tavırlarından anladığım kadarıyla babanın durumu iyi değil mi?”

 

Jiang Chen göz kırptı. “Ona kötü bir şey olmasını mı istersin?”

 

“Tabiki de hayır,” Prenses Gouyu’un dolgun dudakları öfkelenince kızarmıştı ve hızlı hareket ediyordu. “Ben senin için o kadar kalpsiz ve iğrenç biri miyim?”

 

“Tamam tamam. Şu an ikimiz de aynı saftayız. Şimdi dilimi tutacağım, senin hem olumlu hemde olumsuz yanlarını görmeye çalışıyorum, öyle değil mi? Pekala sana bir sorum var. Her gün düklüğümüze gelip beni soracak ve sonra da bana ihtiyacın olduğunu söyleyecek ne çeşit bir işin var?”

 

Prenses Gouyu karşısındaki bu adamla nasıl baş edeceğine akıl sır erdiremedi. Dürüst olmaya karar verip derin bir nefes aldı. “Tabii ki seni sormaya gelmemin bir sebebi vardı. Peşimden gel lütfen.”

 

“Nereye? Beni gizli yerlere götürüp tecavüz etmeyeceksin değil mi?” Jiang Chen’in yüzünde endişeli bir ifade belirmişti.

 

“Pantolonunu sıyır!!! Başka seninle ne yapabilirim ki ?” Prenses Gouyu neredeyse suratına tokat atmıştı.

// Bende Chen’in günahını alacaktım; Prensesciğim neler dökülüyor o asil dilinden?

 

“Çüşşşş, nasıl azgın bir karısın sen ya, bir de tipe bak.. top gibi görünüyorsun… uzaktan gören lezbiyen zanneder seni?!”

 

Prenses Gouyu afallayıp kaldı. Eğer bakışlar bir insanı öldürebilse o saniyeye kadar Jiang Chen en az on defa ölmüştü.

 

Prenses Gouyu’yu koridor boyunca takip etti. İkili, ağır silahlarla donanmış muhafızların koruduğu bir depoya geldiler.

 

Prenses Gouyu’yu görünce hepsi saygıyla selamladılar.

 

“Jiang Chen, arkamdan içeri gir.”

 

Jiang Chen diğerleri de görsün diye Prenses Gouyu’yu kendisini takip eden uysal bir çocuk bakışı attı. Burası aslında büyük bir hazinelikti.

 

Altın, gümüş ve diğer mücevherler içeride küçük bir dağ oluşturmuştu. Tüm değerli mücevherler ve hazineler çift taraflı raflara dizilmişti.

 

Sence bunlar ne Chen?” diye Prenses Gouyu sordu.

 

“Bu saçma değil mi? Kör müyüm ben.” Jiang Chen şak diye cevap verdi.

 

“Bunların hepsi Du Ruhai’nin evinden toplandı. Bir kuruşuna bile el sürülmedi, gördüğün gibi…”

 

“Ah? Şu memur köpek, çok dişli çıkmadı mı?” Jiang Chen Du Ruhai’nin mallarının yağma edildiğini duyduğunda lanet okumaya başladı. “Demek ki başkentte böyle köpeklerin maaşı baya yüksek oluyor. İyi ya bende başkente taşınıp memur olayım. Düklükte artık para yok. Savaş, savaş, kan, ter…. lanet olsun tekrar savaş; bir de en sonunda yediğin haltları gizlemen gerekiyor. Du Ruhai gibi sıradan bir dangalak nasıl bu kadar servet edinebiliyor! Bana söyler misin beni buraya getirmendeki amacın neydi? Bana rüşvet mi teklif ediyorsun? Eğer öyleyse sen kazandın. Hadi şunları topla da eve götüreyim.”

 

Prenses Gouyu karşısındakinin bu denli ciddiyetsiz olmasından hoşlanmıştı, dudaklarına yayılan gülümsemeye engel olamadı.

 

Prenses bir anda, böyle lanet olasıca bir kişi rolüne bürünmenin çok rahatlatıcı olduğunu fark etti. Şu adam her fırsat bulduğunda edepsiz şakalar yapıyordu ama iyi niyeti ona daima utangaç bir hava katıyordu.

 

“Jiang Chen, Kral bana senin buradan istediğini alabileceğini söyledi.”

 

“Sen ciddi ciddi rüşvet veriyorsun.. tamam beni bu şekilde kandırabilirsin.”Jiang Chen Prenses’in onu buraya başka bir niyetle getirdiğini düşünüyordu.

 

“Tamamını istemezsin değil mi ?” Prenses Gouyu’nun göz bebekleri büyüdü.

 

“Bu altınları alacak olsam bile işi gücü para olan bu memurların diline düşmek istemem. Ben bu serveti senin için harcamayı düşünüyorum.” Jiang Chen neşeli bir kahkaha atarak cümlesini tamamladı.“Yanlış hatırlamıyorsam Jinshan Düklüğünde sel felaketi olmuştu ve oranın halkı sıkıntılı zamanlar geçiriyordu. On haneden dokuzu evsiz kalmıştı. Eğer el konulan bu mallar onların ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılırsa bir nebze olsun rahatlarlar belki, yaptığım ufak bir yardım bile sayılmaz aslında. Ama en önemli mesele, hanenizin sahibi böyle bir şey yapmamıza izin verir mi?”

 

“Sen.. sen ciddi misin?” Prenses Gouyu Jiang Chen’den bu sözleri duymayı hiç beklememişti. Bu hareketiyle Jiang Chen’i daha iyi anlamıştı.

 

Jiang Chen’in yüzü donuklaştı “Sence doğal bir felaketin milyonlarca mağdurunun hayatları konusunda şaka yapabilir miyim?”

 

Jiang Chen’in huşu içinde söylediği bu sözler nefesini keserken Prenses Gouyu bir an zaman ve mekan kavramından uzaklaştı. Etrafı bulanıklaştı. Sonunda badem gözlerini kırptı ve kendine geldi “Peki abim adına ben karar vereceğim. Yanlış hatırlamıyorsam Jinshan ve sizin düklüğünüzün çok eskiye dayanan bir dostluğu vardı değil mi?”

 

“Muhtaç olanın yardımına koşmak çok hayırsever bir davranıştır. Hem bu Kraliyet Ailesinin de faydasına olur. Eğer böyle bir zamanda yardım etmeyeceksek dost aileler olmamızın ne anlamı kalır?”

 

Jiang Chen’in bu çıkışı Prenses Gouyu’nun yüzünü domates gibi kızartmıştı. Gouyu da lafının uygun olmadığını ve uyarılması gerektiğini hissetmişti.

 

Bir süre sessizlikten sonra Prenses konuyu değiştirmek için sordu “Jiang Chen, Du Ruhai ilahi silahları toplama konusunda çok hırslıydı. Bunlar sıradan silahlar değil neden birkaç tanesini almıyorsun?”

 

“Oh? Kesinlikle burada kibar olmayacağım.” Jiang Chen eğilmedi ve silahların olduğu raflara gitti.

 

Bu dünyevi silahlara “İlahi” silah demek biraz abartılıydı aslında.

 

Jiang Chen raflara hızlıca göz attı. Bunların çoğu çerçöptü. Sadece birkaç tanesi bakılmaya değerdi.

 

Jiang Chen’in bakışları üç metre uzunluğundaki bir kılıca takıldı. Bu kılıç bir ejderhanın uçurumda gizlenmesi gibi kınında gizlenmişti. Dışarıdan bakıldığında değersiz duruyordu, göz alıcı bir parıltısı da yoktu.

 

Ama Jiang Chen’in milyonlarca yıllık anıları bu sade görünümlü kılıcın gizli vahşi güçler taşıdığını söylüyordu.

 

Eğer bir şey dünyevi görünümünü çirkin göstermeye çalışıyorsa bu kendisini kirli ellerden korumaya çalıştığı içindir.

 

Eğer bir şey boka batmış gibi mütevazilikte dip yapmışsa bu da artık abartı olurdu.

 

“İşte bu!”

 

Jiang Chen kılıcı görür görmez almaya karar verdi. Dikkat çekmemeye çalıştığı zaman hafif uyuşuk davranırdı. Ama kendini ön plana çıkarmak istediği zaman bu çocuk arsız, utanmaz, lafını esirgemez bir dahi oluyordu.

 

Kılıcın da Jiang Chen’in de karakteri aynı bu şekildeydi aslında.

 

Karakterlerinin bu denli uyumlu olması çok hoş bir tesadüftü.

 

Prenses Gouyu Jiang Chen’in çok keskin ve parlak bir hançeri görmezden gelip tamamen sıradan bir kılıca bakışlarını yoğunlaştırmasına şaşırmıştı.

 

“Jiang Chen, bu Altın Kristal Kaplamalı bir parça ve savaş aleti tasarlarken çok kullanışlı bir malzeme. Niye bunu beğenmedin?” Prenses Gouyu tavsiye vermek istedi ama sonra dilini ısırdı.

 

Eğer Jiang Chen sadece bir kılıç alırsa vermiş olduğu bu ödül Jiang Chen’in kendisine yaptığı yardım karşısında oldukça sönük kalırdı.

 

“Oh? Sadece şunu almayı düşünüyorum. Tamam bunu alacağım. Ama sadece bu kılıcı alacağım, geçici olarak, çünkü silahlara pek gereksinim duymuyorum.” Jiang Chen bir an durdu ve bir şeyler düşündü, kelimeleri değişmeye başlamıştı.“Gizli Ejderha Denemeleri başlamak üzere, bu yüzden biraz pratik yapmam gerekiyor. Senin başkentte geniş bir ağın var değil mi? Bana bu malzemeden uçan hançerler işlememe yardım edebilir misin.”

 

“Uçan hançerler işlemek mi?” Prenses Gouyu bu kadar kaliteli bir malzemenin ilahi silahların rafine edilmesinde kullanılması gerektiğini düşünüyordu. Bu malzemeyi uçan hançer gibi ufak tefek bir silah yapımında kullanmak münasip olmazdı.

 

“Evet, malzemenin miktarına bakarsak dokuz on tane uçan hançer işleyebilirsin bundan.” Jiang Chen bu tarz şeyleri savurgan bir şekilde harcarken en ufak bir tereddüt bile etmezdi. Bir kere Jiang Chen’in uçan hançeri olmak bu Altın Kristal Kaplamalı malzeme için bir onurdu.

ÇN:Chen Bey, biraz abartmıyor musunuz ????

 

Prenses, Jiang Chen’in ne kadar kararlı olduğunu görünce doğal olarak bir parça Altın Kaplamalı Kristal’in akıbeti için ısrar etmedi. Başını salladı “Birkaç gün içinde senin için hazır edeceğim.”

 

“Mm. Çok sevimli ve kibar olmak güzel oluyor, değil mi?” Jiang Chen’in ses tonu küçük bir kıza öğüt verir gibi çıkmıştı.

 

Prenses Gouyu Jiang Chen’e karşı koymaya güç yetiremedi ve bakışlarını Chen’in gözleriyle buluşturdu. Aniden bazı şeyleri tekrar aklına getirdi. “Evet ya, Jiang Chen Hap Kralı Bahçesinin birkaç gün sonra bir sergisi olacak. Bu da kulağıma gelen haberler arasında. Hap Kralı Bahçesi çok hırslı ve Şifa Salonunun fişini çekecek gibi. Jiang Hanedanlığının Şifa Salonuyla büyük bir ittifakı var. Hap Kralı Bahçesine karşı gardını almanı tavsiye ederim.”

 

“Heh heh, bende bunu duydum. Kulağa ilginç geliyor.” Jiang Chen’in yüzünde ani ve zararsız bir gülümseme oluştu, bu olayların hiçbirisi umurunda değildi.

 

Dikkatsizce ellerini savurdu. “Başka bir şey yoksa ben eve döneyim.”

//Nereye ya daha karpuz kesecektik.

 

Prenses Gouyu Jiang Chen’in sözlerini umursamamasına gerçekten sinirlenmişti. Ama aniden fikrini değiştirdi. Bu çocuk zaten hep böyle değil miydi?

 

En son Yükselen Ejder Malikanesindeyken de çok ilgisiz değil miydi?

 

Ya sonuç ne oldu? Bai Zhanyun bir yumrukta şapa oturmuştu, şu karşısındaki uysal ve yumuşak başlı Chen o gece sanki bambaşka birisi değil miydi ?

 

Acaba bu çocuğun günlerdir gizlenmesinin sebebi gizli gizli bir komplo tertipliyor olması mıydı? Prenses Gouyu Jiang Chen’le ne kadar fazla vakit geçirirse davranışlarını anlaması o kadar kolaylaşıyordu.

 

Bu çocuk masum ve zararsız gülücükler saçarken kim bilir kafasında ne tilkiler dönüyordu.

 

Böyle düşününce Prenses, Hap Kralı Bahçesine karşı hiç şansı olmamasına rağmen yine de  Chen’in başarılı olacağını umuyordu.

 

Ama Chen hep beklenmedik şaşırtıcı şeyler yapıyordu belki yeni numaralarıyla bu işin de üstesinden gelirdi.

 

Jiang Chen’in ayrılmaya niyetlendiğini görünce Prenses çabucak bir şeyleri hatırladı. “Ahh evet Jiang Chen, bu defa başkentteki işler cidden karışık. Komutan Tiandu, Jiang Hanedanlığı Malikanesine senin emrinde çalışması için en iyi adamlarından birkaçını yolladı. En azından böylelikle ihtiyaç duyduğun bir anda asker kıtlığı yaşamazsın.”

 

“Söyle, yarın gelsinler.” Jiang Chen düzensizce elini salladı, ”BİRİSİ” olmanın avantajını kullanıyordu ama hala bir başkası gibi davranıyordu. “En baştan söyleyeyim bana kuru dal gibi olanları yollama, iyi olsalar bile işime yaramayacaksa reddederim bilmiş ol.”

 

Prenses Gouyu gerçekten ayağındaki ayakkabısını çıkarıp şu çocuğun poposunda vura vura parçalamak istedi. Ona karşı kibar davranıyordu; adamlarını yollamıştı, hediyeler takdim etmişti… Hediyeyi alıp götürmek dışında neden, en ufak bir güzel harekette bulunmazdı ki?

 

“Afacan, bu çocuk tam bir afacan.” Prenses yumuşak birkaç kelimeyle Chen’i azarlarken dudaklarını büzdü, gülümsemesi belli oluyordu.

 

Prenses son birkaç günde kalbinde yeşerenlerden sonra istese bile Chen’e kızamıyordu.

 

Çünkü qisini yatıştırmak için Chen’in kendisine yaşattıkları oldukça faydalıydı. Ruh ilacı tedavisinin yanı sıra Prenses içindeki şeytanların gözle görülür bir hızda dağıldığını ve yok olduğunu hissedebiliyordu.

 

Önceki tecrübelerine kıyasla vücudundaki gerçek qi, yavaşça orijinal vahşi halini terk edip kontrol edilebilen bir hal almıştı.

 

Tüm o kaybolan özgüveni, gururu ve inancı tekrar yerine gelmişti.

 

Tüm bunları yaparken en önemli şey ise savaş daosunun gerçek anlamının doğal yollardan tekrar ortaya çıkmasıydı.

 

On birinci meridyen gerçek qi…

 

Prensesin gözleri çok yoğun bir tutkuyla kaplandığında yıldızlar kadar parlaktı.

ÇN: Çevirilerimi beğenerek beni daha fazla çeviri yapmak konusunda gaza getiren okuyuculara teşekkür ederim.Bölümlerin keyfini çıkarın…..

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr