Bölüm 479: Tehlike Çanları Çalıyor

avatar
1613 6

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 479: Tehlike Çanları Çalıyor


Bu mağaranın derinliğinin sanki sınırı yokmuş gibiydi. Soğuk hava etkisini artırdığında gruptakilerin adımları gittikçe yavaşlamaya başlamıştı. Attıkları adımların yere çarpma sesinden başka bir ses duyulmuyordu.

 

Jiang Chen Mu Gaoqi’ye bir şey göstererek konuştu: “Daoist Gaoqi, bunu al.” Bu eşya Gök Topluluğunun onuncu kademeli müfettişinin Güneş Avcısına verdiği Ruh İncisiydi, Jiang Chen Güneş Avcısını yendiğinde bu Ruh İncisi nilüfer tarafından yutulmuş ve bu şekilde Jiang Chen’in eline geçmişti. Feng Beidou o gün bu kaybı yaşadığına üzülmüş olsa da Ruh İncisini geri istemek onun için utanç verici olduğundan bunu yapmamıştı. Sonuçta bu eşya bir mücadelede kaybedilmişti. Jiang Chen şimdi mağarada birkaç terslik hissettiğinden dolayı Ruh İncisini Mu Gaoqi’ye vermişti, bu şekilde eğer kötü bir olay yaşanırsa onu korumak için dikkatini dağıtmak zorunda kalmayacaktı.

 

Feng Beidou’nun bu eşyası bilge âlemi seviyesinde bir eşyaydı. Mu Gaoqi bu eşyayı eline alır almaz aniden büyük bir enerjinin varlığını hissetmişti. Aniden ortamın soğuk etkisinden de kurtulmuş ve normal sıcaklığına kavuşmuştu.

 

Ortamın soğukluğu gruptakileri iyice etkilemeye başlamıştı, fakat Mu Gaoqi’nin Yang Birleştirme İlaçları sayesinde soğuğun etkisi neredeyse ortadan kalkmıştı.

 

Herkes bu ilaçtan birer tane kullanmıştı ve vücutlarını ele geçiren soğuktan kurtulmuşlardı.

 

Grup ilerlerken aniden önlerinde zar zor fark edilir derecede parlayan bir ışık belirmişti.

 

“İşte orada!” Gao Yi heyecanlı şekilde bağırmıştı: “Bakın! Bu ışıklar lav katmanının başladığına işaret ediyor!”

 

Grup az evvelki yolda sıcaklığın etkisi ile bitap düşmüştü, şimdi tekrar sıcak etkisinde kalacaklarını öğrendiklerinde ise bir nebze üzülmüşlerdi elbette.

 

Jiang Chen’in adımları anında durdu, sanki geri dönecekmiş gibi vücudunu hafifçe oynattı, arkasındaki Yue Pan ise aniden bağırdı: “Geldik mi? Harika!” Konuşmasını bitirince aniden öne doğru yürüdü, sonraki bölgeye giren ilk kişinin kendisi olmasını istiyordu.

 

Jiang Chen’in kalbi öldürme arzusu ile dopdoluydu, az evvel vücudunu geriye dönecek gibi hareket ettirmesinin sebebi Medyumun Zihni yeteneği sayesinde arkasında duran Yue Pan’ın bir tuzak hazırlığında olduğunu ve momentumunu toparlamaya başladığını, neredeyse Jiang Chen’in üzerine atılmak üzere olduğunu fark etmesindendi.

 

Yue Pan niyetini ne kadar iyi saklarsa saklasın, Jiang Chen’in Medyumun Zihni yeteneği sayesinde onu fark etmesi gayet kolaydı. Jiang Chen’in aniden arkaya döner gibi bir hareket yapması ile Yue Pan’ın yakaladığı ritim bozulmuştu, bozuk bir ritimle rakibine saldırmak istemeyen Yue Pan ise anında hamlesinden vaz geçmişti.

 

Fakat Yue Pan iyi bir oyuncuydu, anında hamlesinin yönünü grubun ön tarafına doğru yöneltmiş ve heyecanlı şekilde bağırmıştı, fakat elbette bu hareketler Jiang Chen’i kandıramazdı.

 

Jiang Chen Mu Gaoqi’ye yine bilinçaltından sessiz bir mesaj gönderdi: “Büyük Katedralin müritleri bize karşı kötü niyetler besliyor, dikkatli olmalısın.”

 

Mu Gaoqi hafifçe kafasını salladı, artık bu insanların nasıl karakterler olduğunu iyi anlayabilmişti.

 

İlerideki zayıf ışık sanki bir yol gösterici lamba gibi grubu üzerine çekmişti, özellikle de yeryüzü orijin âlemindeki Yue Pan durmadan ilerliyordu.

 

“Acele etme.” Jiang Chen dikkatli davranma arzusu Mu Gaoqi’yi geri çekmesine sebep olmuştu.

 

Mu Gaoqi cevapladı: “Bu yolu daha önce de yürüdük, burası ile lav bölgesi arasında bir tehlike yok.”

 

“Daha evvel tehlike olmaması şu anda da olmayacağı anlamına gelmez.”

 

İkili kendi arasında konuşurken berbat tonda bir çığlık duyulmuştu.

 

“Kim o?”

 

“Gelen kim?”

 

“Kim?”

 

“Tuzak!”

 

“Bu bir tuzak!”

 

Bir anda çok sayıda bağrışma ve çığlık duyulmaya başladı, ön tarafta bir karmaşa başladığı belli oluyordu. Jiang Chen ön tarafa baktığında dört kişinin çoktan yerde olduğunu görmüştü, iki adet Kara Kuzey Topluluğu müridi, bir adet Üç Yıldız Topluluğu müridi ve bir tane de Kutsal Kılıç Sarayının müridi…

 

Jiang Chen ve Mu Gaoqi geride yürüdüklerinden dolayı ön tarafta sekiz kişi kalmıştı ve bunların dördü yerdeydi.

 

Yue Pan aniden bağırdı: “Orada biri var! Dur!”

 

Yue Pan konuşurken havada bir çıtırdama sesi yankılandı.

 

Çat!

 

Yue Pan aniden kılıcını çekerek üzerlerine gelen bir kundaklı yay okunu havada vurmuş ve kenara savurmuştu. İleri doğru bakıyordu fakat saldırmak için yeterli cesareti toparlayamamıştı. Bu esnada Jiang Chen ve Mu Gaoqi de yetişmişti.

 

Feng Wanjian sinirli şekilde bağırdı: “Mu Gaoqi! Sen bir ilaç ustasısın! Neden oyalanıyorsun? Bu adamların yaralarına baksana!”

 

Mu Gaoqi Feng Wanjian’ın kendisine bağırmasından dolayı biraz streslenmişti fakat yanında Jiang Chen olduğunu hatırlayınca aniden rahatladı.

 

Jiang Chen yerdeki insanlara ve daha sonra Feng Wanjian’a baktı: “Neden bağırıp duruyorsun be? Bu adamlar güçlü zehirlerin etkisi ile yaralandılar, çoktan ölmüşler baksana! Bu saatten sonra tanrılar bile onları kurtaramaz!”

 

Feng Wanjian şaşkındı, kendi topluluğundan birisi de saldırıya uğrayanlar arasındaydı, eğer bu adama bir şey olursa Feng Wanjian bu dakikadan sonra tek başına rekabet etmek zorunda kalacaktı.

 

Üç Yıldız Topluluğundan yere düşen kişi Gao Yi isimli müritti, onun yandaşı ise şanslıydı.

 

“Mu Gaoqi, ölü ya da diri olmaları fark etmez, gel ve durumlarına bak.”

 

Mu Gaoqi kafasını iki yana salladı: “Ben bunu yapmam! Bu zehir oldukça şeytani bir zehir ve eğer yaklaşırsam hepimize bulaşacak. Eğer aranızda ölmekten rahatsız olmayacak birisi varsa gidip bakabilir.”

 

Ortamdakiler bunu duyunca yüz ifadeleri kökten değişti, istemsiz olarak birkaç adım gerilediler, Mu Gaoqi yaptığı hamlede haklıydı, bu adamlar çoktan kendisini gözden çıkarmıştı zaten, eğer Jiang Chen’in hamlesi olmasaydı zaten mağaraya girişi bile söz konusu olmayacaktı.

 

Feng Wanjian bağırarak konuştu: “Zehir mi? Yoksa Gezginler Topluluğunun elemanları mı bunlar?”

 

Devasa Muhitin en güçlü altı topluluğu arasında en kaliteli zehir kullanımı yapan topluluk Gezginler Topluluğuydu. Bundan dolayı herkesin aklına ilk gelen bu kişilerin o topluluktan olduğuydu.

 

Xu Gang hızlı ve heyecanlı şekilde konuştu: “Onların en başta hiç görünmemiş olmalarına şaşırmamalı! Görünüşe göre bizler çok saf davranmışız. Meğer onlar çoktan gelmiş bir de üzerine buraya tuzaklar kurarak bizi beklemişler!”

 

Üç Yıldız Topluluğunun hayatta kalan müridi Xu Gang’a bakarak konuştu: “Xu Gang! Sen aşağılık bir adamsın! Tuzak kurulmuş olan silah sana doğrultulmuştu fakat sen benim küçük kardeşimi bir kalkan olarak kullandın! Ben geri döndüğümde bunu topluluğuma rapor edeceğim! Senin Kutsal Aslan Ailenden bir açıklama bekliyor olacağız!”

 

Xu Gang hafifçe gülümsedi: “Lin Feng, şimdi bunları konuşup meseleyi daha da tatsızlaştırma!”

 

“Hayır! Yaptığın şeyi itiraf et! Suçunu kabullen!”

 

“Buradaki görüş mesafesi çok kısa, Gao Yi’yi bir kalkan olarak kullandığımı gerçekten de gördün mü? Ayrıca, mademki bu tehlikeli mağaraya her beraber girdik, herkes buranın tehlikelerine karşı her daim tetikte olmalı. Ölümü ve yaşamı kendi elimizde tutarız! Eğer sen beni bir kalkan olarak kullanacak güce sahipsen ben şikâyet etmeden ölürüm!” Xu Gang’ın ses tonu bir haydudunki kadar aşağılıktı.

 

Lin Feng’in dili bağlanmış gibiydi, karşısındaki adamın bu kadar utanmaz şekilde konuşmasına verebilecek bir cevap bulamamıştı. Feng Wanjian ise suratında karanlık bir ifade ile bir Xu Gang’a bir de Jiang Chen’e bakıp duruyordu.

 

Bu olaydan sonra grubun dengesinin değiştiği aşikârdı, Kara Kuzey Topluluğunun iki müridi de gitmişti artık, Üç Yıldız Topluluğu ve Kutsal Kılıç Sarayından ise birer kişi kalmıştı. Sadece Büyük Katedral ve Görkemli İlaç Topluluğu tam kadro ile devam edecekti.

 

“Daoist Lin Feng, sen ve ben artık takım arkadaşımız olmadan devam edeceğiz. Görünüşe göre ikimizin bir takım oluşturması akıllıca olur” Feng Wanjian sessizce konuşuyordu: “Bu Xu Gang ve Yue Pan denen adamlar zaten baskın bir kuvvet oluşturdular. Mu Gaoqi zaten fikirsiz bir adam ve onun getirdiği eleman ise oldukça garip bir karakter. En iyisi biz birlik olup bu iki grubu birbirine düşürmeliyiz.”

 

Lin Feng de artık sakinleşmişti, biliyordu ki tek başına kalmışken Büyük Katedralle açık düşmanlık etmek ölümle sonuçlanacaktı, Xu Gang’ı bir kenara bırak, eğer Yue Pan istese zaten Lin Feng’in suratını bir fırça olarak kullanıp yerleri bile temizleyebilirdi. Lin Feng bunları düşününce Feng Wanjian’la bakıştı ve onayladı, bu ikili daha yakın şekilde seyahat etmeye başlamıştı.

 

Yue Pan gülümseyerek konuştu: “Pekâlâ, bizler burada tartışırken gerçek katil hala etrafımızda bir yerlerde dolaşıyor. Görünüşe göre bizim hepimizin birleşerek yaptığı planlar Gezginler Topluluğunun yaptığı planları yenemedi.”

 

Feng Wanjian da kafasını salladı: “En önemli mesele Gezginler Topluluğunun bizden evvel buraya gelmiş ve ortamı kendilerine göre hazırlamış olmaları. Burada ne kadar fazla zaman harcarsak o kadar dezavantajlı oluruz.”

 

İçinde bulundukları durumun böyle olduğunu hepsi de kabullenmişti fakat hiç kimse yine de ön tarafta seyahate devam etmek istememişti, elbette bir tuzak daha olması riskine göz yumamıyorlardı.

 

Yue Pan sesli şekilde konuştu: “Görünüşe göre hiçbiriniz en önde yürümek istemiyorsunuz, bu durumda öncü kişi ben olacağım, fakat şunu söylemeliyim, eğer Ruh Kaynağına aynı anda gidersek öncelik bende olmalı.”

 

Lin Feng bunu kabullenmek istemiyordu: “Neden öyle oluyormuş?”

 

Yue Pan güldü: “Madem kabul etmek istemiyorsun, önden sen git! Bu durumda Ruh Kaynağına ulaştığımızda öncelik sende olsun.”

 

Lin Feng yerde yatan kişilere baktı, zehrin bıraktığı etkiyi görünce kendisini dövseler bile en önde yürüyemeyecek kadar korkmuştu.

 

Xu Gang hafifçe gülümsedi: “Mademki kimse en önde yürümek istemiyor, bu durumda kıdemli kardeş Yue Pan’ın önerisine de karşı çıkmayın.”

 

Gruptaki sayıların değişmesinin bir sonucu olarak Xu Gang’ın baskın karakteri iyice kendini ön plana çıkarmaya başlamıştı.

 

“Görkemli İlaç Sarayı bu konuda ne düşünüyor?” Feng Wanjian bilerek bu soruyu sormuştu, Görkemli İlaç Sarayı ve Yue Pan arasında bir sürtüşme başlatma niyetindeydi.

 

Jiang Chen kayıtsız bir ifadeyle gülümsedi: “Daoist Yue Pan en önde giderek en büyük riski alıyor, bu durumda Ruh Kaynağına gidildiğinde ona öncelik tanımak gayet normal olacaktır. Adil olan budur.”

 

Yue Pan gülerek katıldı: “Bu Daoist mantıklı konuşuyor. Oh, doğru ya, henüz senin ismini öğrenemedim.”

 

“Benim soyadım Chen.” Jiang Chen bunu söylerken Mu Gaoqi’nin kendisine verdiği öğütleri hatırladı, ismini sorarlarsa sahte bir isim vermesini öğütlemişti.

 

“Haha! Daoist Chen neyin yanlış neyin doğru olduğu hususunda oldukça haklı kararlar veriyor. Yue Pan kardeş Chen’e minnettar.” Yue Pan bunları söyledikten sonra tekrar grubun en önüne geçti ve liderliği ele aldı. Xu Gang ise acelesiz şekilde yürüyordu, Büyük Katedralin bu iki müridinin çok uyumlu hareket ettikleri görülebiliyordu. Biri önden yürüyorsa diğeri arkadan yürüyordu, ikisi de birbirlerini en güzel destekleyebilecekleri pozisyonları seçiyorlardı.

 

Grup ilerliyordu ve durum biraz daha sakin bir hal almıştı, gizli saldırılar yaşanmadı, grup kısa sürede lav bölgesine ulaştı. Sanki bir anda bir buz dağının içine atlayıp volkanın içine düşmüş gibiydiler. Ölüm soğukluğundan kavurucu sıcaklığa geçiş yapmışlardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr