Bölüm 440: Kızıl Şafağın Kıymetli Ağacının Mirası

avatar
2089 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 440: Kızıl Şafağın Kıymetli Ağacının Mirası


“Jiang Chen, az evvelki müzik notalarını sen de duydun mu?” Ye Chonglou direkt olarak Jiang Chen’e sormuştu.

 

Baş Usta artık kendisine garip gelen bir şey yaşadığında direkt olarak Jiang Chen’e danışmayı huy edinmişti.

 

Jiang Chen bunu reddetmedi ve kafasını salladı: “Duydum, Zuo Lan bu seslerden korkmuş görünüyordu?”

 

Ye Chonglou iç çekti: “O ses çok uzaklardan gelmesine rağmen anlık olarak Zuo Lan’ın aurasını dağıtacak güçteydi. Bu müziği yapan kişinin yetişim seviyesi kesinlikle Zuo Lan’dan çok daha üstündü.”

 

Zuo Lan yeryüzü orijin âlemindeydi. Onun aurası dört Ata kişinin toplam aurasından bile daha güçlüydü.

 

Fakat yine de böylesine güçlü ve gururlu bir karakter bu müzik notalarının karşısında korkmuş ve kaçmıştı.

 

Söylemek gerekirdi ki el elden üstündür lafı tam da bu durumlar için söylenmişti. Güçlü ve zayıf arasındaki fark askeri Dao konusunda kendini her daim belli ediyordu.

 

“Jiang Chen, sen bu müzik enstrümanının nereden geldiğini biliyor musun?”

 

Jiang Chen kafasını iki yana salladı: “Ben de sizin kadar şaşkınım. Belki de Kıymetli Ağaç Topluluğunda bir uzman kişi saklı olarak yetişim yapıyordur, belki de inzivaya çekilmiş bir Ata kişi daha vardır?”

 

Jiang Chen’in aklında bir fikir vardı ama bunu henüz kendisi de doğrulayamamıştı. Bundan dolayı bu şüphesini dile getirmiyordu.

 

Karşılama töreni Zuo Lan ve yanındakiler sayesinde bozulmuştu.

 

Tören şu anda her ne kadar devam ediyor olsa da ortamdakilerin yüz ifadeleri değişmişti artık. Gök Topluluğundan Zuo Lan’ın gelişi ve Güneş Avcısının ihaneti sebebiyle kimsenin yüz ifadesi eskisi gibi mutlu değildi. Bu durum üç büyük topluluğun üzerine müthiş bir baskı kurmuştu.

 

Zuo Lan ve diğerleri şimdilik geri çekilmiş olsalar da henüz bu meselenin üstünün kapanmadığı görülebiliyordu. Zuo Lan’ın temsil ettiği Gök Topluluğu eğer kendisi gibi kibir dolu bir yerse, bu meselenin peşini kesinlikle bırakmayacaklardı.

 

Bundan dolayı ileri tarihlerde belanın kapılarını çalacağı kesindi.

 

Bin Akbaşlı Kızıl Şafağın yeşil meyvesini Jiang Chen’e hediye etmişti, bu şekilde hem ortamdakilerin hem de kendisinin minnettarlığını gösterebilirdi.

 

Yeşil meyve sadece üç yüz yılda bir defa geliyordu. Kırmızı meyvenin çok daha etkili olanıydı bu.

 

Eğer ruh âlemindeki birisi bu meyveyi kullanırsa üst üste seviye yükselebilirdi.

 

Yeşil meyvelerin oluşumu aslında şansa da bağlıydı, üç yüz yılda bir oluşan bu meyveler, kırmızı meyvelerin olgunlaşması ile oluşuyordu ve bunun yaşanma şansı yüzde elliydi.

 

Yani Kıymetli Ağaç Topluluğunun elinde on adet kırmızı meyve varsa bunların yeşil meyveye dönüşme durumu en fazla beş tane olabilirdi.

 

Elbette mor meyvenin oluşum şansı çok daha düşüktü.

 

Altı yüz yıllık bir sürecin sonunda sadece bir ya da iki tane, bazen de üç tane mor meyve oluşurdu.

 

Üç adet mor meyveye erişmek demek müthiş bir şans yakalamış olmak demekti.

 

Bin Akbaşlı Kıymetli Ağaç Topluluğunun en yaşlı kişisiydi ve kendisi dört yüz yaşında bile değildi.

 

Kıymetli Ağaç Topluluğunun başına geçtiğinden beri henüz mor renkli meyve elde edememişti.

 

Mor renkli bir meyvenin orijin âlemindeki bir uygulayıcının sürekli olarak hızlı gelişmesine sebep olabileceği söyleniyordu.

 

Bundan dolayı Bin Akbaşlı yıllardır mor renkli meyveyi elde edebilmek için uğraşıp duruyordu ve bunun için dua ediyordu. Uzun zamandır orijin âleminin üçüncü seviyesinde takılı kalmıştı ve seviye yükselmek onun için büyük bir arzuydu.

 

Bundan dolayı mor meyvenin meydana gelmesini her şeyden çok istiyordu.

 

Söylemek gerekirdi ki Kıymetli Ağaç Topluluğunun en kıymetli hazinesi şu anda yeşil meyveydi ve Bin Akbaşlının bunu Jiang Chen’e vermiş olması Jiang Chen’e ne kadar çok değer verdiğini kanıtlayan bir hamleydi.

 

Ye Chonglou bile Bin Akbaşlıdan böylesine kaliteli bir hediye almamıştı.

 

“Jiang Chen, bu yeşil meyve senin kayıtsız şartsız bir şekilde ruh âleminde iki seviye birden yükselmeni sağlayacaktır. Senin şu anki seviyen göz önünde bulundurulursa, bu meyve senin orijin âlemine geçişini sağlayabilir.” Ye Chonglou tebriklerini sunmak için ileri çıkıp konuşmuştu.

 

Kesinlikle kıskançlık yapmıyordu, ister yeşil ister kırmızı meyve olsun, kendisinin bu meyvelerden Jiang Chen kadar fazla yararlanamayacağının farkındaydı, aralarındaki en büyük potansiyele sahip kişi olarak bu meyveleri Jiang Chen’in kullanması en mantıklı karardı elbette.

 

Ye Chonglou için asıl kullanışlı olacak olan meyve elbette mor renkli meyveydi.

 

Fakat maalesef Ata kişi Bin Akbaşlı bile mor renkli meyveye sahip değildi.

 

Jiang Chen her ne kadar yeşil meyveye ihtiyaç duyan birisi olmasa da yine de bu hediyeyi reddetmedi. Sonuçta Kıymetli Ağaç Topluluğuna katılmasının sebebi onun kaynaklarını kullanmak istemesiydi.

 

Ata kişi Bin Akbaşlı Jiang Chen’e bu hediyeyi vermesinin sebebi olarak onun Wu Chen’i ve Gu Xiong’u alt etmesi olduğunu söylemişti.

 

Jiang Chen’in kendisi de bunu hak ettiğini düşünüyordu.

 

Diğer iki topluluğun elemanları Zuo Lan’ın töreni mahvetmesinin üzerine artık evlerine dönmek istiyorlardı.

 

Bu düşman kişilerin tekrar buraya dönüp bela olmasından korkanlar da vardı aralarında.

 

Bundan dolayı karşılama töreni tamamlandığında diğer topluluklar artık evlerine dönme niyetinde olduklarını söylediler. Bin Akbaşlı onlara kalmaları için ısrar ettiyse de hepsi de evlerine dönmekte ısrar ettiler.

 

“Daoist dostlar, Gök Topluluğunun arkasındaki gücü bilmiyorum, fakat emin olduğum bir şey var ki o da bu adamların oldukça güçlü olduğu. Aksi takdirde Güneş Avcısının karakteri düşünüldüğünde bu adamların sancağı altına girmeyi kolay kolay kabul etmezdi. Güneş Avcısı bile Mor Güneş Topluluğunun mirasına ihanet etmekte bu kadar hevesli davrandıysa bu demek oluyor ki Gök Topluluğunun ihtirası oldukça geniştir. Bizim üç topluluğumuz onların gözünde güzel bir yemden başka bir şey değil. Bizi ele geçirene kadar vaz geçmeden bu planlarına devam edeceklerdir. Bugünden sonra üç büyük topluluk daha sık görüşmeli ve iyi bir irtibat kurmalıdır. Birbirimize yardım etmeliyiz. Onların bizi teker teker avlamasına müsaade edemeyiz.”

 

Güneş Avcısı her ne kadar diğer Ata kişilerden farklı olsa da yine de kendisi de topluluğunun mirasına büyük ölçüde önem veren birisiydi. Kendisi de kendi topluluğunun bir başka topluluk tarafından yutulmasını ve isminin Mor Işık Bölgesi olarak değiştirilmesini istemezdi.

 

Güneş Avcısı kendisine vaat edilen Bölge Ustası unvanını benimsemiş olmalıydı.

 

Fakat sonuçta Bölge Ustası denilen şey sadece Gök Topluluğunun bir bölgesinin başı olmaktı. Mor Güneş Topluluğu ismini Mor Işık Bölgesi olarak değiştirir ve Güneş Avcısı da Bölge Ustası unvanını alırsa bu durumda üç topluluğun Güneş Avcısı tarafından yutulması an meselesiydi.

 

Ya Gök Topluluğu Kızıl Şafağın Kıymetli Ağacını kendine hedef olarak belirlerse ne olacaktı? Kendileri de dizlerinin üzerine çöküp bu kaderi kabul mü edecekti?

 

Dokuz Aslan Bin Akbaşlının hatırlatıcı konuşmasını duyunca kafasını salladı: “Daoist Bin Akbaşlı doğruları söylüyor. Biz üç topluluk olarak aynı noktada birleşmeliyiz. Biz aynı ağacın dalları gibiyiz ve kökten birbirimize bağlı kalmalıyız. Aksi takdirde hepimiz Gök Topluluğu tarafından teker teker yutuluruz.”

 

Buz Buharı da iç çekerek konuştu: “Çok acele kararlar almadan ilerleyelim. Eğer küçük güçte bir elçi bile bu kadar baskın bir şekilde üzerimize gelebiliyorsa sonraki gönderecekleri kişinin gücünü hangimiz hesaplayabiliriz? Bizim üç topluluğumuz bu insanların gözünde bir et parçasından başka bir şey değil. Eğer direnmeye devam edersek başarısız olacağımızdan büyük ölçüde korkuyorum.”

 

Bu sözler moral bozucu nitelikteydi. Buz Buharı’nın toplulukların geleceği konusunda biraz kötümser düşündüğü barizdi.

 

Dokuz Aslan sinirli şekilde konuştu: “Biz direnişimizde başarılı olamasak bile en azından Güneş Avcısının köpeği olmamış oluruz! Göklerin altında yenilmez diyebileceğimiz bir topluluk yoktur, toplulukların ayakta durmasını sağlayan şey sahip oldukları mirastır. Eğer onlar kaba kuvvet kullanmak istiyorlarsa bu durumda karşılarında dimdik durmalıyız bizler! Topluluklarımızın mirası kökten yok olmadığı sürece küllerimizden tekrar doğup eski halimize geri dönebiliriz! Fakat şimdi pes edecek nitelikte planlar yaparsak işte o zaman mirasımızı hiçe saymış oluruz ve asıl o zaman yok olmaya mahkum kalırız! İşte o zaman topluluklarımız gerçekten yıkılmış olur!”

 

Miras meselesi sadece maddi miras değildi elbette, topluluğun mirası manevi bir kavramdı. Eğer pes ederlerse bu durumda ruhlarını teslim etmiş olacaklardı.

 

Ruhlarını teslim ettiklerinde ise temelleri olmadığı için gerekirse bir milyon tane elemanları olsun, yine de işe yaramazlardı.

 

Örnek olarak, Gök Topluluğunun elçisi bu üç topluluğu Mor Işık Bölgesinin Ustası olan Güneş Avcısının sancağı altında toplamak istiyordu. Bunu kabul etmek demek Güneş Avcısının astı olmayı kabul etmek demekti, kendi temellerine zıt düşen bir hareketti elbette bu.

 

Bu durum Dokuz Aslanın kesinlikle kabul edemeyeceği bir şeydi.

 

Jiang Chen ise bu esnada Dokuz Aslanın kahramanca konuşmasını takdir ediyordu. Buz Buharı ise onun aksine olayları çok net göremiyordu.

 

Mesele topluluğun mirası olduğunda, topluluk ruhunu sonraki nesillere aktarabilmek bazen teknikler ve kaynakları aktarabilmekten daha önemli olabiliyordu. Eğer bir topluluğun ruhu sağlam temellerle kuşatılmışsa, bu durumda sadece bir müritleri bile kalmış olsa küllerinden tekrar doğabilirdi.

 

Jiang Chen önceki hayatında birçok devasa gücün yükselişine ve alçalışına şahit olmuştu. Toplulukların maddi mirasları yerinde olmasına rağmen çökmelerine de şahit olmuştu.

 

Bu neden olmuştu?

 

Çünkü bu topluluklar sadece yapacakları kârı düşünerek hareket etmişlerdi. Müritlerinin canlarını feda edebilecekleri manevi bir mirasları yoktu!

 

Dokuz Aslan iç çekerek Jiang Chen’e yaklaştı ve omzunu sıvazladı: “Jiang Chen, eğer sen benim Devasa Ruh Topluluğumun bir müridi olsaydın, bu durumda Gök Topluluğunun elçisinin bütün konuşmalarını göz ardı ederdim. Sen böyle kaliteli şekilde yetişim yapmaya devam et. İnanıyorum ki sen o meşhur Gök Topluluğunu bir gün gelecek yok edeceksin! Haha!”

 

Dokuz Aslanın güçlü bir karakter olduğu belliydi, az evvel Gök Topluluğundan müthiş bir baskı yemiş olmasına rağmen şu anda gülebiliyordu.

 

Jiang Chen de gülümseyerek cevapladı: “Kardeşim Liu Wencai de olağanüstü bir potansiyele sahiptir. Tahminlerime göre gün gelecek ve Liu Wencai topluluğun bütün sorumluluğunu yüklenebilecek bir konuma gelecek.”

 

“Pekâlâ, senin bu sözlerinden sonra kesinlikle Liu Wencai’nin yetişimine çok daha fazla önem vereceğim.”

 

Liu Wencai bu esnada Dokuz Aslanın arkasında duruyordu, Jiang Chen’e minnet dolu bakışlar atıyordu.

 

Tang Hong, Jiang Chen ve Liu Wencai birbirlerine elveda ederek ayrıldılar.

 

“Kendinize iyi bakın!”

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu misafirlerini gönderdikten sonra sakinleşmişti.

 

Eğer Zuo Lan törene gelmeseydi şu anda Kıymetli Ağaç Topluluğu bir Ata kişi ve bir de eşsiz dâhi kazandığı için mutluluktan havalara uçuyor olurdu.

 

Kıymetli Ağaç Topluluğunun bütün orta ve yüksek kıdemli yöneticileri Kıymetli Ağacın etrafında toplanmıştı.

 

Bin Akbaşlı yüksek sesle konuştu: “Herkes dinlesin, şu anda ilk defa Kızıl Şafağın Kıymetli Ağacının bulunduğu bahçe herkes için açık durumda. Size söylemek istiyorum ki bu ağaç sayesinde bizim topluluğumuz uzun yıllar boyunca mirasını sonraki nesillere aktarabildi. Eğer mirasımızı kaybedersek en kıymetlimizi kaybetmiş oluruz. Çocuklarınız, torunlarınız ve müritleriniz bu ağacın meyvesinden bir daha hiç faydalanamaz. Şimdi söyleyin bana, bu harikulade mirasın bir parçası mı olmak istiyorsunuz yoksa Gök Topluluğuna katılıp onların kölesi mi olmak istiyorsunuz?”

 

“Biz Kıymetli Ağaç Topluluğunun bünyesinde yaşamayı ve ölmeyi istiyoruz!”

 

Ortamdaki herkes tek bir ağızdan konuşmuştu.

 

Bu Kıymetli Ağaç topluluktakilerin mirasıydı, gözbebeğiydi, ruh kıvılcımıydı, onların inanç dolu kalplerini maneviyatla dolduran varlıktı.

 

Bazen olur da kendi içlerinde kavga edebilirler, tartışabilirlerdi, fakat kesinlikle bu ağaca saygısızlık etmezlerdi.

 

Müritlerin hepsi bu ağacın meyvesinden yararlanamayabiliyordu, fakat sonuçta topluluklar, kuralları olan kurumlardı. Eğer yeterli derecede performans sergilerlerse, bu ağacın meyvesinden elbette yararlanabilirlerdi.

 

Bu ağaç topluluktaki herkesin ortak hakkının bulunduğu bir ağaçtı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44236 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr