Bölüm 438: Yeryüzü Orijin Âleminin Aurası

avatar
1838 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 438: Yeryüzü Orijin Âleminin Aurası


Zuo Lan’ın ani teklifi beklenmedik olsa da zamanlaması oldukça stratejikti. Mor Güneş Topluluğu da dahil olmak üzere bütün topluluklar şaşırmıştı.

 

Üç büyük topluluk açık şekilde endişelenmeye başlamıştı, Jiang Chen’in Zuo Lan’ın teklifini kabul etme olasılığının olduğunu düşünüyorlardı. Zuo Lan henüz bir vaat vermiş olmasa da sonuçta kendisi yeryüzü orijin âlemindeydi, arkasındaki güç ise olağanüstü derecedeydi. Kıymetli Ağaç topluluğundaki herkesin toplamından daha güçlüydü.

 

Zaten işin aslı düşünüldüğünde Jiang Chen Kıymetli Ağaç Topluluğu ile sadece sözlü bir anlaşma yapmıştı. Henüz karşılama törenini bile bitirememişlerdi. Jiang Chen neden kendisini Kıymetli Ağaç Topluluğuna bağlı hissetsindi ki?

 

Güç meselesi düşünüldüğünde Zuo Lan’ın yanında olmak Jiang Chen için çok daha avantajlı olmaz mıydı?

 

Üç büyük topluluğun endişeleri gayet anlaşılabilir durumdaydı. Sonuçta iki topluluk arasında seçim yapmak gerekiyorsa mantıklı olan seçim güçlü olanı, yani Gök Topluluğunu seçmekti.

 

Eğer Jiang Chen Gök Topluluğunu seçerse Kıymetli Ağaç Topluluğunun sahip olduğu son koz kartı da elinden kaybolacaktı. Zuo Lan’ın merhametine kalacaklardı.

 

Eğer Zuo Lan’ın tarafına katılmayı kabul etmezlerse bu durumda ölecekler ya da köle olacaklardı.

 

Üç büyük topluluk endişeliydi ve Mor Güneş Topluluğu ise kıskançlıktan çatlayacak durumdaydı.

 

Mor Güneş Topluluğu ile Jiang Chen arasında derin bir kan davası vardı, Jiang Chen eğer Gök Topluluğuna katılmayı kabul ederse bu durumda arkasındaki güç de müthiş derecede artacak ve Mor Güneş Topluluğu hiçbir zaman intikamını kovalayamayacaktı.

 

Güneş Avcısı bir kobra yılanının ifadesini taşıyordu, dişlerini öfke ile gıcırdatıyordu. Fakat Zuo Lan bu teklifi yapan kişi olduğuna göre, Güneş Avcısının şu anda konuşmaya hakkı yoktu.

 

Ortamdaki atmosfer oldukça garipti.

 

Bütün gözler Jiang Chen’in üzerindeydi. Herkes onun vereceği kararı merak ediyordu.

 

Jiang Chen’in dudaklarında bir gülümsem belirdi, vereceği cevabın dalga geçer nitelikte olacağı belli olmaya başlamıştı.

 

Zuo Lan ise bu gülümsemenin arkasındaki anlamı çözmüştü ve ses tonunu sertleştirerek konuştu: “Jiang Chen, bu senin son şansın, senin doğduğun yer oldukça küçük ve zayıf bir bölge. Eğer sana sunduğum bu fırsatı değerlendiremezsen kaderinde güçsüz kalmaya mahkum olacaksın. Üstelik bilmen gerekir ki Gök Topluluğunun elçisini reddetmenin sonu ölümdür.”

 

“Gök Topluluğu mu?”

 

Jiang Chen hayatı boyunca ‘gök’ kelimesine ekstra hassas olmuştu, bunun yanında ‘dâhi’ kelimesinden de nefret etmeye başlamıştı.

 

Zuo Lan’ın kendisinin Gök Topluluğundan olduğunu söylemesi Jiang Chen’i elbette rahatsız etmişti.

 

‘Gök’ kelimesi Jiang Chen’in önceki hayatında doğduğunda elde ettiği bir unvandı ve onun için bu unvan eşsiz bir onur kaynağıydı. Zuo Lan’ın bu serseri görünüşüne bakılırsa, onun geldiği topluluk da tıpkı bu adam gibi serseri karakterli olmalıydı, nasıl olur da kendilerini ‘gök’ şeklinde tanıtırlardı?

 

Kendilerine ‘gök’ unvanını vermeleri bir yana, bunu gelip de Kutsal İmparatorun Oğlunun karşısında dile getirmeleri ayrı bir hakaretti.

 

Zuo Lan elbette düşünmeden söylediği bu sözlerin Jiang Chen’in kırmızı çizgilerini aştığını bilemezdi.

 

“Zuo Lan, sen üstünmüşsün gibi konuşma! Sen aynada kendine dönüp bir bakmalısın. Burası Kıymetli Ağaç Topluluğu bölgesidir, fakat siz gelmiş burası kendi bölgenizmiş gibi davranıyorsunuz. Sizler çıldırmış kuduz köpekler gibisiniz!” Jiang Chen gülümseyerek konuşuyordu: “Unutma, kendi kaderimin sorumlusu sadece benim! Ben kendi kaderimde sırf sen istediğin için değişiklik yapmam, özellikle de Gök Topluluğu mudur nedir öyle bir şey için kesinlikle kaderimi değiştirmem. İster Gök Topluluğu ister yeraltı topluluğu olsun, sen bu topluluğun içinde olduğun sürece ben o topluluğa katılmaktan utanırım!”

 

Üç büyük topluluğum elemanları bu sözler karşısında hem şaşırmış hem de sevinmişti, alkışlayıp tezahürat edenler bile olmuştu.

 

Jiang Chen açık şekilde Zuo Lan’ın teklifini reddetmişti, kendisinin Kıymetli Ağaç Topluluğunun bir üyesi olduğunu açık şekilde belli etmişti.

 

Ata kişiler birbirlerine memnun şekilde bakıştılar. Ye Chonglou ise kafasını hafif şekilde sallıyordu, Jiang Chen’in bu kararına hayran kalmıştı.

 

Mor Güneş Topluluğu tarafından bir alkış ya da sevinme sesi gelmemesine rağmen asıl rahatlayan taraf onlar olmuştu aslında.

 

Güneş Avcısı bu esnada içten içe gülüyordu: “Bu alçak Jiang Chen genç ve toy bir çocuk, yeryüzünün ve göklerin kudretini kavrayamıyor. Hayatı boyunca yakalayabileceği bir fırsatı tepti. Güzel… Bu şekilde Gök Topluluğu benim düşüncelerim doğrultusunda hareket edecek ve ileride onu öldürecektir. Bu çocuk Zuo Lan’ı gücendirdi, geriye kalan hayatı çok kısa olacaktır.”

 

Zuo Lan’ın suratı hevesini kaybetmişti, Jiang Chen’in sözleri ummadığı şekildeydi.

 

Yaptığı teklifler ve tehditlerin doğrultusunda Jiang Chen’in Gök Topluluğuna katılacağına kesin gözüyle bakmıştı.

 

Jiang Chen ise onu reddetmekle kalmamış, üzerine bir de dalga geçercesine konuşmuştu. Kendisini vahşi kuduz köpek olarak nitelendirmiş ve Zuo Lan ile aynı toplulukta olmaktan utanacağını söylemişti.

 

Zuo Lan Gök Topluluğundandı ve topluluğunun böylesine aşağılanması hiç hoşuna gitmemişti elbette.

 

Donuk bir ifadeyle konuştu: “Çocuk, sen benim teklifimi reddediyorsan bir de baskı ile neler yapabileceğimi görmelisin o halde. Gök Topluluğu ile dalga geçmek senin klanının yok oluşu ile sonuçlanacak. Jiang Chen, kaderine boyun eğ!”

 

Zuo Lan konuşmasını bitirdikten sonra aurasını toparladı, artık ipleri eline almanın vaktinin geldiğini düşünmüştü.

 

“Dur!” Ata kişi Bin Akbaşlı bu esnada tepkisiz kalamazdı, Jiang Chen duruşunu açık şekilde göstermişken Ata kişilerin tepkisiz kalması olağan dışıydı.

 

“Elçi Zuo Lan, Jiang Chen dokuz mücadele anlaşmasının iki maçını kazandı bile. Siz demiştiniz ki eğer bir mücadeleyi bile kazanırsak…”

 

Zuo Lan kahkaha atarak söze girdi: “Ben eğer bir mücadeleyi bile kazanırsanız, benimle pazarlık etme şansınız olacak demiştim. Pazarlık için şartlarımı Jiang Chen’e sundum ve o reddetti. O reddettiğine göre sizlerin de artık pazarlık şansınız kalmadı demektir.”

 

Bin Akbaşlının buna verebilecek bir cevabı yoktu. Karşısındaki yalan söylemiyordu, gerçekten de ilk başta vadettiği şey sadece pazarlıktı.

 

Zuo Lan’ın bakışları delici bir hal almıştı: “Bundan sonra, Kıymetli Ağaç Topluluğu, Devasa Ruh Topluluğu ve Akan Rüzgar Topluluğu diye bir şey yok! Teslim olmak isteyenler bana gelsin, bunu kabul etmeyenler ise ölecek! Elinize sadece bir defa geçecek bir şans bu! Şu anda söylediklerimi kabul edecek olanlar Gök Topluluğunun koruması altına girecekler ve kabul etmeyenler ise istisna olmaksızın katledilecekler.”

 

Dokuz Aslan sinirliydi: “Zuo Lan, bizim üç büyük topluluğumuzun bütün elit müritleri burada, gerçekten de ölümüne savaşmak mı istiyorsun?”

 

“Ölümüne savaşmak mı? Sen kendini ne kadar da büyütüyorsun öyle? Sizi öldürmek için neden kendi hayatımı riske atayım? Üstelik, senin yeryüzü orijin âlemi uygulayıcısı olan birinin karşısında böyle konuşmaya ne hakkın var?”

 

Zuo Lan konuşmasını bitirdiği anda ileri doğru atıldı, bir hayalet gibi fark ettirmeden hamle başlatmıştı ve Dokuz Aslanı hedef almıştı.

 

Dokuz Aslan bu momentumla direkt karşılaşacak cesarete sahip değildi. Birkaç adım geri atarak elleriyle hayati organlarını korudu, topluluğunun hazinesi olan ruh hayvanı mor ışıklar yayarak bu esnada Dokuz Aslanın boynunun etrafını korumaya çalıştı. Bu esnada Dokuz Aslan avuç içlerini dışarı döndürdü ve ileri doğrulttu, vücudundaki orijin âlemi qi’sini dışa aktarıyordu.

 

Dokuz Aslan kesinlikle Zuo Lan’ın saldırısını hafife alamazdı.

 

Fakat Dokuz Aslanın savunma gücü ne kadar güçlü olsa da, Zuo Lan’ın saldırısı da bir o kadar güçlüydü.

 

Zuo Lan kaşla göz arasında bir anda Dokuz Aslanın yanında bitmişti.

 

Dokuz Aslan avuçlarını kendini korumak için ileri yöneltmişti, bu hamlesinde başarılı olduğu söylenebilirdi.

 

Ardından Zuo Lan’ın yumruğunu iki eliyle karşıladı, vücudundaki mor ışık genişledi ve yok oldu. Dokuz Aslan bu yumruğun etkisiyle birkaç metre geriye fırlamıştı.

 

Eğer boynundaki kolyeye benzeyen mor ışık yayan varlığın koruması olmasaydı Dokuz Aslan şimdiye ceset olmuştu büyük ihtimalle.

 

Diğer Ata kişiler bu esnada Dokuz Aslanın etrafına toplandı ve onu Zuo Lan’dan korumaya çalıştı.

 

Bin Akbaşlı hafifçe sordu: “Dokuz Aslan, nasılsın?”

 

Dokuz Aslanın kanı vücudunda dengesiz dolaşıyordu, bu yumruğun etkisini direkt olarak ruh okyanusunda hissetmişti. Sakinliğini korumak için biraz süre geçirdi.

 

“Hoo!”

 

Dokuz Aslan pis kokulu bir nefes verdi, ruh okyanusunu bu şekilde temizleyebilmişti.

 

“Ne kadar da güçlü bir yumruktu bu!” Gözlerinde endişeli bakışlarla diğer Ata kişilerle konuştu: “Herkes dikkatli olsun, bu haydudun boks aurası çok güçlü. Bizim bildiğimiz dördüncü seviye orijin âleminden çok farklı.”

 

Ata kişiler bunu duyunca endişelendi.

 

Açık konuşmak gerekirse dördüncü seviyenin bu kadar güçlü olabileceğini tahmin edememişlerdi, fakat bu Zuo Lan denen adam Gök Topluluğundan geliyordu ve ardında gizemli teknikler ve yetenekler barındırıyordu.

 

Gök Topluluğu belliki temelleri on binlerce kat daha sağlam atılmış bir topluluktu, Kıymetli Ağaç Topluluğunun başa çıkabileceği bir şey değildi.

 

Bundan dolayı Zuo Lan’ın içinde bulunduğu dördüncü seviye Ata kişilerin bildiği dördüncü seviyeden çok daha üstündü.

 

Jiang Chen ise tepkisiz kalamazdı, Ye Chonglou’nun yanında dikildi ve konuştu: “Elçi Zuo Lan, savaş bir kez başlayınca onu durdurmak çok zordur. Ölümüne savaşmak istediğine emin misin?”

 

“Daha kaç defa söyleyeceğim? Ölümüne savaşmak da ne demek? Bu sadece sizin hayaliniz! Ben, Zuo Lan, eğer sizi öldürmek istersem bu benim için birkaç köpeği öldürmekten daha zahmetli bir iş olmaz.”

 

Zuo Lan bunu söyledikten sonra bakışlarını üç büyük topluluğun müritlerine çevirdi: “Sizlerin hala beş nefeslik vakti var, bu süre içerisinde teslim olmayanlar istisna olmaksızın öldürülecek!”

 

“Dört!”

 

“Üç!”

 

“İki!”

 

“Bir”

 

Zuo Lan’ın bakışları donuktu, insani bir duygu beslemiyor gibiydi.

 

Bire kadar saydığında suratında karanlık bir ifadeyle konuştu: “Şaşırtıcı! Kesinlikle şaşırtıcı! Üç topluluğun bu kadar inatçı olabileceğini düşünmemiştim. Görünüşe göre ölümle birebir karşılaşmadığınız sürece bu inadınızdan vaz geçmeyeceksiniz. Öyle olsun madem, hepinizi mezara yollayacağım!”

 

Konuşmasını bitirince aurasını yaydı, bu aura sonsuz okyanuslar ve devasa dağlar gibiydi.

 

Yeryüzü seviyeli orijin âleminin aurası yeryüzünü sarmaya başlamıştı, örümcek ağına benzer çatlaklar toprakta gözükmeye başlamıştı.

 

“Ne kadar güçlü bir aura!”

 

“Bu çok kötü, gözlerimi bile açamıyorum!”

 

“Kulak zarlarım patlayacak!”

 

“Lanet olsun bu da ne böyle!”

 

Üç topluluğun düşük yetişimli uygulayıcılarının hepsi mahvolmuş durumdaydı.

 

Zuo Lan tam sapık zihniyetli birisiydi. Bu kişilerin ağlama sesinden zevk alıyor gibiydi. Acı çığlıklar arttıkça Zuo Lan’ın suratındaki sinsi gülümseme de artıyordu.

 

“Bu yolu kendiniz seçtiniz aptallar! Kaderinizle yüzleşin!”

 

Zuo Lan aurasının şiddetini gittikçe artırıyordu.

 

Tam bu esnada…

 

Bir telli çalgının sesi duyulmaya başladı…

 

Bum!

 

Bum!

 

Bir tsunami edasıyla uzaklardan gelen bu sesin şiddeti olağanüstüydü.

 

Sanki bir kaya parçasının içinden saniyeler içinde biten ot gibiydi.

 

Tıngırtı sesleri!!!

 

Bu sesin şiddeti gittikçe artıyordu, bir yağmur gibiydi, fakat düşen yağmur damlalar halinde değil de, her bir damla sanki bir tsunami gibiydi!

 

Bu ses bir guzhen’e aitti.

 

ÇN; Guzhen: Telli bir çalgı aleti. (Bizdeki Kanun enstrümanına benziyor.)

 

Birkaç nefes alıp vermelik sürede uzaklardan başlayan bu ses, kısa sürede şiddetini artırmış ve kulak zarlarını delici bir niteliğe kavuşmuştu.

 

Bir süre sonra ortamdaki bütün ses dalgalarını kontrol altına aldığı yetmezmiş gibi rüzgarı ve yeryüzündeki tozları da kontrol altına almıştı.

 

Zuo Lan’ın aurası bu ses dalgalarıyla bir anda kontrol altına alınmıştı, bu sesin kaynağı hala belirsizdi.

 

Kısa süre sonra bu ses dalgaları birer bıçak şeklini almıştı ve Zuo Lan’a doğru hücum etmeye başlamıştı.

 

Vınnn!

 

Vınnn!

 

Aniden, Zuo Lan’ın bütün aurası bu ses dalgaları ile yıkıldı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr