Bölüm 433: Baskın Kibir, Dokuz Mücadele Anlaşması

avatar
2001 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 433: Baskın Kibir, Dokuz Mücadele Anlaşması


Güneş Avcısının sözleri, Akan Rüzgâr Topluluğu ve Devasa Ruh Topluluğunu başlangıçta şaşkınlıktan titremesine sebep oldu ve aniden kıymetli ağaç topluluğunun tarafında yer aldılar. Çünkü ortamdaki herkesin içine korkunç bir his doğmuştu.

 

“Yaşlı canavar Güneş Avcısı, herhalde aklını kaçırdın! Kuralları sen mi koyuyorsun? Sen kim olduğunu zannediyorsun? On altı krallık ittifakında kararları vermek senin topluluğunun haddine değil!” Dokuz Aslan çabuk sinirlenen biri olduğu için mevcut durumdan dolayı bağırarak küfür etmeye başladı.

 

Güneş Avcısı konuşmaya başladı: “Yaşlı Dokuz Aslan, sizin gibi kuyunun dibindeki kurbağalar büyük resmi göremeyecek kadar kördür. On altı krallık ittifakının kaderinde değişim var. Eğer bu değişimi kabullenmezsek, bizi bekleyen tek şey yok olmaktır.”

 

Aniden Güneş Avcısının arkasındaki mavi kıyafetli adam bir adım ileri atılarak elini kaldırdı ve Güneş Avcısının sonraki sözlerini engelledi.

 

Bu adam Dokuz Güneşli Gök Topluluğu’nun elçisiydi. Mavi cüppesi, onun diğer üç gri cüppeli adamdan üstün olduğunu çok net bir şekilde gösteriyordu.

 

Bu adamın derin bakışları, ortamdakilere yüzlerine vuran soğuk bir rüzgârı anımsatıyordu.

 

“Herkes beni dinlesin! Kendimi tanıtmama izin verin. Benim adım Zuo Lan, Dokuz Güneşli Gök Topluluğunun dördüncü kademeli müfettişiyim. Güneş Avcısı benim topluluğum tarafından On altı krallık ittifakı için seçilmiş temsilcidir.”

 

Dokuz Güneşli Gök Topluluğu? Dördüncü Kademeli Müfettiş?

 

Ortamdaki herkes afallamıştı. Neler oluyordu?  Bunu daha önce duymamışlardı. Dokuz Güneşli Gök Topluluğu da neydi? Müfettiş de neydi?

 

Bin Akbaşlı, Dokuz Aslan ve Buz Buharı karşılıklı bakıştılar. Birbirlerinin gözlerinde şaşkınlık gördüler. Ye Chonglou birçok yeri gezmiş olmasına rağmen, Devasa Muhiti hiçbir zaman terk etmemişti. Devasa Muhiti gezerken Dokuz Güneşli Gök Topluluğu hakkında hiçbir şey duymamıştı.

 

Zuo Lan, karşısındaki orijin âlemi yetişimcilerinin şaşkın bakışlarını gördüğünde kibirli bir şekilde gülümsedi. Karşısındaki kişilerin kuyunun dibindeki bir grup acınası kurbağalar olduğunu düşünmüştü.

 

Güneş Avcısı Zuo Lan’a yaklaştı ve yüzünde özür diler gibi bir gülümseme ile konuştu: ”Efendi Zuo Lan, bu şarlatanlar uzun süredir her şeye kayıtsızdı. Gök Topluluğu’nun yüceliğini nereden bilecekler? Yaz böcekleri kışın ne olduğunu nasıl bilebilir? Böyle insanlar iyi muameleden anlamazlar. Bu değersiz alçaklar sadece dayaktan anlarlar.”

 

Zuo Lan’nın arkasındaki güç oldukça etkileyiciydi. On altı krallığı Güneş Avcısı kadar iyi tanımıyordu.

 

Zuo Lan, Gök Topluluğunun otoritesini kullanarak ortamdakilerin gözünü korkutmayı planlamıştı.

 

Fakat Güneş Avcısı, Zuo Lan’ın ortamdakileri fiziki bir müdahale ile hatta gerektiğinde birkaç tanesini öldürerek teslim olmaya zorlamasını istiyordu.

 

Bin Akbaşlı ve Dokuz Aslan, Güneş Avcısının küstah konuşmasını duyunca nefretle hiddetlendiler. Güneş Avcısının küstahlığı zaten gülünç bir dereceydi, koyun sürüsüne kurt getirdiği yetmiyormuş gibi bunun üzerine bir de ihanet dolu sözler söylüyordu.

 

Ancak Zuo Lan’ın aurası ve gücü fark edilebilir bir şekilde Ata kişilerden daha üstündü.

 

Zuo Lan’ın güçlü duruşu, konuşmasını bile gerektirmiyordu.

 

“Hadi dürüstçe konuşalım. Biz on altı krallık ittifakını kendi tarafımıza çektik. Mor Güneş Topluluğunun temelini kullanarak Mor Işık Bölgesi’ni oluşturduk. Güneş Avcısı geçici olarak Bölge Ustası rütbesinde. Bugünden itibaren on altı krallık ittifakı diye bir şey yok, dolayısıyla dört büyük topluluk devre dışı kaldı. Bundan sonra burada sadece Mor Işık Bölgesi olacak ve siz ona itaat edeceksiniz. Eğer yaşamak istiyorsanız bunu kabul edeceksiniz!”

 

Zuo Lan Gök Topluluğundandı ve doğal olarak topluluğun aurasını ve yüceliğini bedeninde barındırıyordu. Sözleri topluluğun sözleriydi ve sorgulanamazdı.

 

“Şimdi bunu kabul etmeyenler ileriye bir adım atsın ve konuşsun!”

 

Zuo Lan aniden bir adım ileriye atıldı ve aurasını yaydı. Dördüncü seviyeli orijin âlemi uygulayıcısının aurası gökyüzünü doldurdu ve diğer orijin âlemi uygulayıcılarının yüz ifadesini bir anda değiştirdi.

 

Zuo Lan’a yakın olan ruh âlemi yetişimcileri bir an nefeslerinin daraldığını hissetti, sanki üzerlerine binlerce tonluk yük binmiş gibiydi. Yüzleri kızardı ve aniden patlayacak gibi gözüküyorlardı.

 

“Orijin gücünü dışarıya salıyor, aurası yeryüzü kadar devasa, bu yeryüzü dereceli orijin âlemi.” Ye Chonglou sessizce iç çekti ve mırıldandı: ”Elinin bir hamlesi ile beni havaya uçurmasına şaşırmamak lazım.”

 

Normalde ortamdaki en güçlü kişi üçüncü seviye orijin âleminin tepesindeki Güneş Avcısıydı.

 

Bin Akbaşlı ve Dokuz Aslan üçüncü seviye orijin âlemindeydi ve Buz Buharı ise ikinci seviye orijin âleminin zirvesindeydi. Ye Chonglou ise orijin âlemine henüz yeni geçmişti.

 

Kaçıncı seviye oldukları fark etmiyordu, sonuç olarak hepsi düşük seviyeli orijin âlemindelerdi.

 

Ve bu Gök Topluluğu’nun elçisi yeryüzü orijin âlemindendi.

 

Her ne kadar aralarında bir seviye fark olsa da aralarındaki güç farkı dağlar kadardı.

 

Özellikle de Zuo Lan’ın Dokuz Güneşli Gök Topluluğu gibi bir yerden gelmiş olduğu gerçeği, onun on altı krallıktaki orijin âlemi uygulayıcılarından çok daha avantajlı olmasını sağlıyordu.

 

Zuo Lan’ın duruşu, karşı çıkanları bastırmak için fiziksel güç kullanmaktan çekinmeyeceğini apaçık bir şekilde gösteriyordu.

 

Onun söylediklerini kabul etmeyenler bir adım ileri çıkabilirdi, duruşundan bu mesajı verdiği belli oluyordu.

 

Zuo Lan kayıtsız bakışlarını orijin âlemindeki Ata kişilere çevirdi, gülümseyerek konuştu: “Ben yeryüzü orijin âlemindeyim ve eğer sizi bastırmak için gücümü kullanırsam, size kaba kuvvet kullandığımı düşünecek ve sonuçları kabul etmeyeceksiniz.”

 

Zuo Lan bunları söyledikten sonra yavaşça parmağını kaldırdı ve gri cüppeli adamları gösterdi: “Bu üçlü benim astlarım, ayrıca onlar da Gök Topluluğu’nun müfettişleridir. Onların yetişim seviyeleri henüz orijin âlemine geçmedi fakat bilin ki bu kişiler Gök Topluluğu’nun en zayıf kişileri.”

 

Zuo Lan bakışlarını yavaşça diğer üç topluluğun ruh âlemi uygulayıcılarına çevirdi: “Ruh âlemine karşı ruh âlemi, aranızdan istediğiniz kişiyi temsilci olarak seçin. Benim adamlarımdan herhangi birini yenebilirseniz, yaptığım teklifte pazarlık şansı kazanabilirsiniz. Eğer kimse kazanamazsa, uysal bir şekilde itaat edin. Unutmayın, bu zamana kadar birini öldürmemiş olmam, bundan sonra öldürmeyeceğim anlamına gelmiyor.”

 

Ruh âlemine karşı ruh âleminin eşleşmesi, adaletsiz bir teklif değildi aslında.

 

Eğer üç topluluk Zuo Lan gibi yeryüzü orijin âleminde olan birisiyle karşılaşmanın adil olmadığını düşünüyorsa bu durumda herkes biliyordu ki üç topluluğun bir sürü ruh âlemi uzmanı vardı. Hatta aralarında Ruh Kralı olanlar bile vardı.

 

Orijin âlemi yetişimcileri birbirlerine baktı, hepsi kalplerinde biraz baskı hissediyordu. Durum gayet açıktı, bu adamlar buraya sadece Kıymetli Ağaç Topluluğu için gelmemişti.

 

Bu adamların buraya geliş amacı ortamdaki herkesi kapsıyordu.

 

Dokuz Güneşli Gök Topluluğu’nun ne olduğunu bilmemelerine rağmen, boyun eğerek topluluklarının onuru gömmek istemedikleri aşikârdı. Lanet olası Mor Işık Bölgesi’nin bir parçası olmak ve Güneş Avcısının astı olmak istemiyorlardı.

 

Bu durum üç büyük topluluk için devasa bir aşağılamaydı. Güneş Avcısının tarafına katılacaklarına ölmeyi tercih ederlerdi.

 

Üç büyük topluluk biranda güçlü bir ittifak oluşturmuştu.

 

Fakat karşıdakilerin duruşuna bakılırsa üç büyük topluluğun ittifak oluşturması hiç de umurlarında değildi. Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar, bu yeni gelen grup kazanacağını düşünüyordu.

 

İster orijin âlemine karşı orijin âlemi olsun, ister ruh âlemine karşı ruh âlemi olsun seçme hakkı üç büyük topluluktaydı.

 

Ya savaşacaklardı ya da boyun eğeceklerdi.

 

Önlerinde sadece iki seçenek vardı.

 

Eğer kabul ederlerse, topluluklarının mirasını sonsuza kadar kaybedeceklerdi ve Güneş Avcısına hizmet edeceklerdi.

 

Eğer savaşıp kaybederlerse, ast olma kaderinden kaçmak onlar için imkânsız olacaktı.

 

Fakat, askeri Dao dünyasında dövüşmeyenler korkak sayılırdı. Düşman ne kadar güçlü ve korkutucu olursa olsun, bir kişinin kendi kaderini belirlemesinin tek yolu sahaya çıkmaktı.

 

“Mürit Tang Hong dövüşmek istiyor.” Tang Hong uzun zamandır bir kavga arzusundaydı.

 

Tang Hong elindeki büyük kemik parçası ile ileriye koştuğunda, büyük bedeni adeta yeryüzünü sarstı. Bu kemik parçası, Jiang Chen’in verdiği Kızıl Kabuklu Alevli Kertenkelenin ejder soyundan gelen kemiğiydi.

 

Güneş Avcısı bu kemik parçasını görünce şaşırdı. Bu kemik parçası oldukça tanıdık geliyordu.

 

Tang Hong elindeki kemik parçasını kaldırdı: ”Hanginiz benim rakibim?”

 

Göğsünde yıldız desenleri çizilmiş olan gri cüppeli adam alaycı bir şekilde homurdandı: “Senin gibi bir aptal savaşmak isteyerek ne yaptığını zannediyor? Hemen buradan defol!”

 

Gri cüppeli adam bunu söyledikten sonra ileri çıktı ve Tang Hong’a bir yumruk savurdu.

 

Bu kişi en düşük rütbeli bir kişiydi ve Gök Topluluğu elçilerinin en zayıfıydı. Fakat attığı yumruk, rüzgâr ve yıldırımın birleşimi gibiydi. Yumruğunun zayıf olmadığı aşikârdı ve dokuzuncu seviye ruh âleminden geldiği belliydi.

 

Bu yumruğun gücü dağları düzleştirip okyanusları ters çevirecek düzeydeydi. Tang Hong gibi göksel ruh âlemine henüz geçiş yapamamış birisi bu yumruk karşısında nasıl dayanabilirdi?

 

“Bu çok kötü!”

 

“Tang Hong acele et ve geri çekil!”

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu tarafındaki kişiler şaşkın bir şekilde Tang Hong’u uyardılar.

 

“Hahaha, seni aşırı özgüvenli aptal!” Mor Güneş Topluluğu tarafından ise alaycı ve aşağılayıcı sesler geliyordu.

 

“Bu Tang Hong tam bir geri zekâlı! Yeryüzü ruh âlemindeki basit bir uygulayıcı nasıl da kendisini dalga malzemesi yapıyor. Baksanıza!”

 

“Bu yumruk onu yarı ölü hale getirecek!”

 

Tang Hong aniden elindeki kemik parçasını yere vurdu ve vücudundaki bütün enerjiyi toparladı, bağırarak konuştu: ”Bloklamalıyım, bloklamalıyım!”

 

Bam!

 

Kemikten gelen güçlü aura yumruğun aurasına çarptı. Tang Hong geriye uçarken kırmızı bir ışık parladı. Adımlarını tekrar toparlayana kadar birkaç metre geriledi.

 

“Hmm” Gri cüppeli adam şaşırmışa benziyordu. Birinci seviye orijin âlemindeki birisi bile bu hamleyi karşılamakta yetersiz kalırdı. Bu aptal vahşi ise sadece yeryüzü ruh âlemindendi ve yumruğun aurasını büyük oranda karşılayabilmişti. Bu çok ilginçti.

 

“İlk seferinde çok şanslıydın velet. Sonraki darbem ile seni öldüreceğim!”

 

Tang Hong’un kanı damarlarında çok hızlı dolaşıyordu. Her ne kadar ciddi yaralanmamış olsa da, aldığı darbeden sonra gücünü toplamakta zorlanıyordu.

 

Bin Akbaşlı kollarını sıvadı ve gri cüppeli adamın yumruğunun yarattığı güç dalgasının önüne geçti: ”Bu maçta geri çekiliyoruz.”

 

Bin Akbaşlı Jiang Chen’den sonra en çok Tang Hong’a değer veriyordu. Ayrıca Tang Hong’un yetişim seviyesinin rakibine göre çok düşük olduğunun farkındaydı. Bu kavga karşılıklı bir dövüş değil, tek taraflı bir dayak olacaktı.

 

Bin Akbaşlı Tang Hong’un bu darbeden kaçınabilmesinin sebebinin elindeki garip kemik parçası olduğunu düşünmüştü.

 

Zou Lan hafifçe gülümseyerek: “Size sadece dokuz karşılaşma hakkı veriyorum. Benim burada üç tane astım var ve her biri üç defa savaşacak. Eğer herhangi biriniz eşit seviyedeki bir eşleşmeyi kazanırsa benimle pazarlık yapma şansınız olacak. Eğer bir tanesini bile kazanamıyorsanız, çöpsünüz demektir. Çöpler çöplüğünü bilmelidir ve uysal bir şekilde boyun eğmelidir. Durumu zorlaştırmayın. Eğer inatçılığa devam ederseniz, üç büyük topluluğu bu dünyadan silmekte tereddüt etmem.”

 

Zuo Lan’ın baskınlığı, Güneş Avcısınınkinden farklıydı.

 

Güneş Avcısı kendini ifade etmek için kaba sözler söylüyordu. Hatta bazen karşısındaki kişileri korkutmakta başarısız olurdu.

 

Fakat Zuo Lan’ın barındırdığı baskın karakter onun doğal bir özelliğiydi. Adeta başkalarının kalbini korku içinde attırmak için doğmuştu.

 

Dokuz maçtan birini bile kazanırlarsa pazarlık yapma hakkını kazanacaklardı.

 

Eğer kazanamazlarsa, üç büyük topluluğu bekleyen kader diğerlerinin piyonu olmak ve bütün miraslarını kaybetmekti.

 

Karşıdakiler her ne kadar zalim olsa da, sonuçta üç büyük topluluğa bir şans veriyorlardı.

 

Eğer bir maçı bile kazanamıyorlarsa, şartları konuşmak için ne hakları vardı ki?






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr