Bölüm 426: Güneş Avcısı Geri Adım Atıyor

avatar
1825 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 426: Güneş Avcısı Geri Adım Atıyor


Jiang Chen bu sesin sahibini biliyordu, sesi duyduğunda dudaklarının kenarında bir gülümseme oluşmuştu.

 

Yaşlı Eğitmen Ye Chonglou sonunda üç yıllık kapalı alan yetişiminden çıkmıştı. Yetişimini bitirmiş olması demek artık orijin âlemine geçmiş olması demekti.

 

Üstelik de orijin âlemine geçtikten sonra bu âlemin bütün özelliklerini katı şekilde kavramış olmalıydı, aksi takdirde zaten kendisinin başladığı işi bitirmeme huyu sayesinde yetişimden çıkması imkânsızdı.

 

Ye Chonglou Beş Kanatlı Anka Ejderi sürüyordu, Bin Akbaşlının önüne muhteşem bir kahraman edasıyla konmuştu.

 

Jiang Chen Anka ejderin gururlu yapısını gördüğüne şaşırmıştı. Bu hayvanın yaşlı eğitmenin seviye atlamasından sonra kan soyunu uyandıracağını düşünememişti. Anka Ejder aziz dereceli bir yaratık olmuştu artık!

 

Bu resmen yaşlı eğitmenin kapısını çifte şansın çalması gibi bir şeydi.

 

Fakat elbette Jiang Chen’in şaşkınlığı Bin Akbaşlının şaşkınlığının yanında devede kulak gibi kalırdı.

 

“Chonglou, sen… Sen… Orijin âlemine mi geçtin?” Bin Akbaşlı hem şaşkın hem de heyecanlıydı.

 

“Evet, Ruh Kralı konumunda çok uzun süre harcamıştım zaten.” Ye Chonglou gülerek cevapladı.

 

Bin Akbaşlı oldukça mutluydu: “Seni gerçekten de tebrik etmeliyim. Sonunda benim amaçlarımla aynı amaçlara sahip bir yoldaş var yanımda! Hem de kardeş diye seslenebileceğim bir yoldaş!”

 

Kıymetli Ağaç Topluluğunun en kıdemli kişisi olarak Bin Akbaşlı bazen kendisinin diğer kişilerle iyi iletişim kuramadığını ve yalnız kaldığını hissediyordu. Şimdi Ye Chonglou seviye atladığına göre artık Gök Ağacı Krallığında iki adet orijin âlemi uygulayıcısı var demekti ve bu ikili artık antrenman yapabilirdi.

 

Ye Chonglou her ne kadar geçmişte Kıymetli Ağaç Topluluğundan sinirli şekilde ayrılmış olsa da kalbi hala toplulukla beraber atıyordu, topluluğun önemli meselelerini kendine hala dert ediniyordu.

 

Ye Chonglou hafifçe gülümsedi ve samimi bir ifadeyle Jiang Chen’e baktı.

 

“Küçük dostum, sen kesinlikle kaliteli bir insansın! Ben sadece üç yıllığına kapalı alan yetişimine girdim fakat bu denli kaliteli bir kavrama ile geri çıktım. Güzel… Çok güzel… Genç kişiler böyle olmalı işte! Hiçbir şeyden korkmamalı ve yeteneklerini her alanda maksimum seviyede sergilemeli. Ortamda bir hükümdar olsa bile çekinmemeliler. Hükümdarlar kendilerine karşı çıksa bile bildikleri doğrulardan şaşmamalılar!”

 

Ye Chonglou’nun Jiang Chen’e olan minneti açık şekilde görülebiliyordu.

 

Güneş Avcısı ise bu esnada şaşkındı, göklerden yere konana Ye Chonglou’nun gelişini hayretle izlemişti.

 

Ye Chonglou orijin âlemine mi geçmişti?

 

Bu haber berbat bir haberdi! Bu demek oluyordu ki Kıymetli Ağaç Topluluğunun tarafını tutan bir başka orijin âlemi uygulayıcısı vardı! Mor Güneş Topluluğunun on altı krallıktaki baskınlığı düşünülecek olursa bu gelişme kesinlikle negatif yönlüydü.

 

“Ye Chonglou, sen henüz orijin âlemine yeni geçiş yaptın. Benim karşıma çıkıp hava atabileceğini de nereden çıkardın ha?” Güneş Avcısı hala kibirli konuşuyordu.

 

Ye Chonglou ise her daim eşsiz ve göz kamaştırıcı bir doğaya sahipti. Gök Ağacı Krallığında aktif olmamasının tek sebebi yüksek bir profil sergilemek istememesindendi.

 

İşin aslı, orijin âlemine geçiş isteğinin olmaması onun sosyal aktivitelerle uğraşmasını sağlamıştı.

 

Fakat şimdi, Ye Chonglou nasıl olur da Güneş Avcısının bu alaycı sözlerine karşılık vermeden durabilirdi? Sinsice gülümseyerek konuştu: “Güneş Avcısı, senden daha kibirli bir kişi daha tanımadım ben. Fakat emin ol bugün senin sahip olduğun kibir sana hiçbir fayda sağlamayacak. Eğer savaşmak istiyorsan, bugün kendini üç adet orijin âlemi uygulayıcısının koordine saldırısına hazırlamalısın!”

 

“Üç adet mi? Göremediğim için beni bağışla ama, hangi üç kişiden bahsediyorsun sen?”

 

Anka Ejder Güneş Avcısının konuşmasından sonra kafasını yukarı kaldırdı ve olağanüstü güçte bir çığlık attı.

 

Anka Ejder de artık seviye yükselmişti ve insanların dilini anlayabiliyordu, Güneş Avcısının konuşmasından mutlu olmadığı belli oluyordu.

 

“Hmm?” Güneş Avcısının kaşları çatıldı, bu hayvanın da yetişim seviyesinin insanların orijin âlemine eşdeğer olduğunu daha evvelden fark edememişti.

 

Bu esnada Güneş Avcısının kalbinde olağanüstü güçte bir kıskançlık oluştu, kendisi barındırdığı güce rağmen böylesine kaliteli bir hayvana sahip değildi.

 

Ye Chonglou henüz orijin âlemine yeni geçiş yaptığı halde nasıl olur da böylesine kaliteli bir hayvana sahip olabilirdi?

 

Güneş Avcısının kalbi düzensiz atmaya başlamıştı.

 

Eğer Bin Akbaşlı ile karşı karşıya kalırsa yüzde doksan başarı şansının olduğunu biliyordu, Ye Chonglou ile Bin Akbaşlı koordine olursa hala elinde yüzde elli şansı olduğunun da farkındaydı.

 

Fakat aziz dereceli bir hayvan da bu ikili ile koordine şekilde saldırırsa bu durumda Güneş Avcısının başarı şansı en fazla yüzde otuz olabilirdi.

 

Bu tarzda bir hayvan ölümden korkmazdı, sahibinin tehlikede olduğunu fark ettiği anda çılgınlar gibi saldırır ve rakibi öldürene kadar durmazdı.

 

Güneş Avcısı aslında üç adet orijin âlemi uygulayıcısı ile karşı karşıya olmayı kabul edebilirdi, fakat bu üçlüden bir tanesi bu kuvvetli yaratık olunca işler kökten değişiyordu. Çünkü bu hayvan aniden çılgına dönebilir ve öngörülemez hamleler yapabilirdi.

 

Güç dengesi Ye Chonglou ve hayvanı ortaya çıktığında bir anda taraf değiştirmişti.

 

Güneş Avcısı bu üçlünün toplamından daha güçlü olduğunun farkındaydı fakat güçlü olduğu alan mutlak fiziki güçtü, bu üçlü güçlerini koordine ettikleri zaman mutlak güç artık önemini yitiriyordu, Güneş Avcısı için zafer ışığı görünmüyordu.

 

Mor Güneş Topluluğunun ordusundaki kişiler ise kesinlikle Kıymetli Ağaç Topluluğundaki kişilerden daha güçlüydü, fakat Güneş Avcısı nasıl olur da Jiang Chen gibi bir ölüm makinesini göz ardı edebilirdi?

 

Üstelik Jiang Chen’in yanında şu anda milyon sayılı Kılıç Kuşu ordusu da vardı.

 

Güneş Avcısı ordusunun sırf bu kuşlarla karşı karşıya kaldığında bile dağılacağının farkındaydı, üstelik de bu kuşlar daha evvel görülmedik bir formasyon içerisindeydiler.

 

Güneş Avcısı bunları düşününce eğer bugün savaşa girerse kesinlikle kaybedeceğini anlamıştı.

 

Ye Chonglou’nun gözleri Güneş Avcısının tereddütte olduğunu görünce parladı, kahkaha ile gülerek konuştu: “Güneş Avcısı, eğer canın istiyorsa savaşalım, neden bu kadar endişeye düştün? Sen her daim ateşle oynamayı seven birisi olmuştun. Bakalım bu sefer ateşle oynayınca topluluğun da yanacak mı ha?”

 

Jiang Chen Mor Güneş Topluluğunun üç kıdemlisini öldürmüştü fakat aslında bu kalan kıdemliler göz önüne alınırsa hiçbir şeydi. Geriye kalanların sayısı çok fazlaydı ve başta topluluk başkanı Zixu Zhenren olmak üzere ileri adım atmışlardı.

 

Kıdemliler hafif bir ses tonuyla konuştu: “Ata kişi, böylesine ufak meselelerle uğraşmak büyük planlarımızı tehlikeye atabilir. Bugün onlar hazırlıklı geldiler, eğer savaşırsak Shangyang Krallığı kesinlikle düşecektir ve bizim topluluğumuz da çok büyük zayiat verecektir.”

 

“Ata kişi, şu anda topluluğumuzun yapması gereken elimizde kalmış olan gücü korumak ve uygun zamanı beklemektir. Dikkatsiz şekilde saldırarak topluluğumuzu riske atmamalıyız, buna değmez!”

 

Normal bir zamanda Güneş Avcısına tavsiye verebilecek durumda değildi bu kişiler, fakat durum kesinlikle normal değildi şu anda. Eğer bu durum savaşa ilerlerse, kaybedecek olan taraf kesinlikle Mor Güneş Topluluğu olurdu.

 

Kıdemli yöneticilerin tamamı şu anda Jiang Chen’i hedef almıştı, Güneş Avcısı hariç hiç kimse bu formasyonu kırabilecek güçte değildi.

 

Eğer Güneş Avcısı üç adet orijin âlemi savaşçısıyla ilgilenmeye başlarsa kıdemli yöneticiler Jiang Chen’in eline düşmüş olacaktı.

 

Elbette kıdemli kişiler böyle bir durumun oluşmasını kesinlikle istemezlerdi.

 

Güneş Avcısı hayatı boyunca baskın bir karakter olmuştu, istediği zaman istediği şeyi yapabilen birisiydi, bütün kuralları hiçe sayan bir karaktere sahipti. Fakat bugün kesinlikle tereddüt içerisindeydi.

 

Topluluğun katledilmesi gibi bir riskle karşı karşıya kalınca, Güneş Avcısı gibi baskın karakterli birisi bile en az iki kez düşünmeye mahkum kalıyordu.

 

Mantık, nihayet arzuya üstün gelmişti, Güneş Avcısı önce Bin Akbaşlı ve Ye Chonglou’ya, daha sonra da Jiang Chen’e baktı: “Pislik! Her zaman bu kadar şanslı olabilmek için dua et!”

 

Güneş Avcısının gözlerinden neredeyse öfkeli alevler fışkıracaktı, yüzündeki her detayda ve çizgide öfkenin izi vardı.

 

Jiang Chen kahkaha ile güldü: “Yaşlı Güneş Avcısı, şu anda kinle dolu olduğunun farkındayım. Savaşmak istiyorsun fakat bunu yapmaya gücünün olmadığının sen de farkındasın. Fakat her daim başkalarını aşağılayan bir topluluğun saygın kişilerinden bir tanesi olarak, senin de aşağılanacağın bir günün geleceğini hiç mi düşünmedin?”

 

Eğer ‘öfke ile bakma’ eyleminin öldürme gücü olsaydı şu anda Güneş Avcısının bakışları Jiang Chen’i paramparça edecekti.

 

Göz sanatları ve tekniklerine çalışmamış olması yazıktı.

 

Bin Akbaşlı Güneş Avcısının çekilmeye niyetlendiğini görünce rahatlamıştı.

 

Dürüst olmak gerekirse Bin Akbaşlı Güneş Avcısı gibi çılgın bir adamla savaşmayı mecbur kalmadığı sürece istemezdi. Güneş Avcısının tereddütte olduğunu ve geri çekilme sinyalleri verdiğini görünce konuştu: “Madem durum bu, bugünün sorunları bugün burada kalsın. Güneş Avcısı, umarım büyük resmi düşünerek kinini ve intikam arzunu bir kenara bırakırsın.”

 

Aslında Bin Akbaşlının şu anda yaptığı şey sağır bir kişiyle konuşmak gibiydi, bir hayvana konuşarak öğüt vermekle aynıydı. Güneş Avcısı soğuk bir ifadeyle homurdandı, yüzünde kibirli bir gülümseme vardı ve Bin Akbaşlının sözlerini umursamadığı belli oluyordu.

 

Güneş Avcısının kan kırmızısı gözleri büyüdü: “Ne? Ben buradan ayrıldıktan sonra geceyi de mi burada geçirmeyi planlıyorsun yoksa?”

 

Güneş Avcısı her ne kadar savaşmaktan vaz geçmiş olsa da birliklerini geri çekecek olan ilk kişi olmayı istemiyordu. Sonuçta Shangyang Krallığı onun topluluğunun hakim olduğu bir bölgeydi.

 

Düşman birliklerinin buraya gelişinin cezasız bırakılması zaten kırmızıçizgilerini aşan bir durumdu, bunun üzerine bir de bölgeden çekilen ilk taraf olmak iyice utanılacak bir şey olurdu.

 

“Jiang Chen, bu iyi noktada duralım artık, benimle beraber topluluğa geri dönecek misin?” Bin Akbaşlı gülümseyerek konuşuyordu.

 

Jiang Chen kafasını salladı, Altın Yiyen Fareler çoktan göreve başlamış ve Jiang Zheng ve diğerlerini kurtarmıştı bile. Jiang Chen buraya gelirkenki güttüğü amaçları yerine getirmişti artık.

 

Zaten yaşlı kadın Shuiyue’yi öldürmesi bile yeterli düzeyde tatmin etmişti Jiang Chen’i.

 

Güneş Avcısına gelince, kendisi her ne kadar kibirli ve burnu havada birisi olsa da Jiang Chen’in şu anda bu yaşlı adamı öldürebilecek gücü yoktu.

 

Elbette Jiang Chen’in yerine Ye Chonglou ve Bin Akbaşlı bu işi yapabilirdi fakat Jiang Chen böyle bir şeyi isteyecek kadar yüzsüz birisi değildi.

 

Kafasını sallayarak Bin Akbaşlıya cevap verdi: “Ben Ata kişi Bin Akbaşlının bugünkü yardımları için minnettarım, Ata kişinin söylediği şekilde hareket etmeye gönüllüyüm.”

 

Jiang Chen kendisine karşı bu kadar nazik olan birisini reddetmezdi.

 

Bir süre bekledikten sonra yine gülümseyerek Ye Chonglou’ya döndü: “Baş Usta, ben yine size borçlandım.”

 

Ye Chonglou kahkaha ile güldü: “İyi çocuk! Sen benimle böyle şeyleri konuşma artık, aramızda bunların lafı olmaz!”

 

Yaşlı eğitmen Jiang Chen’e karşı büyük bir minnet içerisindeydi, Jiang Chen’in tavsiyeleri olmasaydı hayatı boyunca orijin âlemine geçemeyeceğinin farkındaydı. Bu durumda zaten Jiang Chen’e bugünkü yardımını da yapamazdı.

 

Ye Chonglou her daim yardıma muhtaç kişilerin yanında olmayı isteyen birisiydi, fakat evvelde orijin âleminde olmadığı için her ne kadar nüfuzlu birisi olsa da dört saygın Ata kişi kadar etkin olamıyordu.

 

Fakat bugünkü gelişi ile beraber aynı zamanda artık kendisinin de dört Ata kişinin arasında yer aldığını, artık saygın orijin âlemi uygulayıcılarının beş kişi olduğunu duyurmuştu.

 

On altı krallığın düzeni bugünden sonra eskisi gibi olmayacaktı. Artık Güneş Avcısı eskisi gibi katı bir güce sahip olamayacaktı.

 

Bunların hepsi ise Jiang Chen’in sayesinde gerçekleşmişti.

 

Güneş Avcısı Ye Chonglou, Bin Akbaşlı ve Jiang Chen’in gülerek ve sohbet ederek uzaklaştığını, Shangyang Krallığını dağılmış şekilde bıraktıklarını görünce kafasını kaldırıp bir çığlık attı. Bu çığlık göklerin dokuz katmanını birden titretmişti.

 

Mor Güneş Topluluğunun müritleri bu çığlık karşısında titredi, kimse Ata kişinin yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu.

 

Ortamdaki herkes Ata kişinin daha evvelden ne kadar baskın birisi olduğunu biliyordu, hayatı boyunca böylesine bir aşağılama ile karşılaşmamış olduğunun farkındaydılar.

 

Güneş Avcısının dişleri gıcırdıyordu: “Jiang Chen, Ye Chonglou ve Kıymetli Ağaç Topluluğu!”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr