Bölüm 425: Orijin Âleminin Çıkmaz Karşılaşması

avatar
1792 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 425: Orijin Âleminin Çıkmaz Karşılaşması


“Herkes saldırsın, bütün gücünüzle saldırın! Öldürün onu!”

 

Güneş Avcısı en önde saldırıyordu, elindeki geniş ağızlı palayı yine havaya kaldırmıştı, momentumunu toparlıyordu.

 

“Parlayan Erimiş Güneş! İleri!”

 

Geniş ağızlı pala yere doğru savrulduğunda kırmızı renkli bir ışık huzmesi neredeyse on bin metre karelik bir alana yayılmıştı, en yoğun olduğu doğrultu ise elbette formasyonun merkeziydi.

 

Yoğun enerji halkaları bu saldırının etrafında bir koruma çemberi gibi yayılıyordu, bu enerji dalgalarından yayılan ısı enerjisi olağanüstüydü.

 

Bu saldırının barındırdığı kuvvet vahşi bir orman yangını gibiydi.

 

Kılıç Kuşları bu saldırının fiziki aşamasını elbette karşılayabilecek durumdaydı, fakat ortaya çıkan ısının yükselttiği ortam sıcaklığı sayesinde tüyleri yanacaktı. Ortaya çıkan bu ısı gökyüzündeki her şeyi küle çevirebilecek güçteydi.

 

Jiang Chen bu saldırının barındırdığı kuvveti görünce şaşırmıştı.

 

“Güneş Avcısının böylesine haşmetli bir kuvvete sahip olduğunu kim düşünürdü?”

 

Jiang Chen şu anda rakip topluluğun kıdemlilerini öldürme planı için yeterli zamanının olmadığını fark etmişti. Anında dikkatini nilüferin dallarını kontrol etmeye odakladı ve buz özlü nilüfer dallarını üzerlerine gelen sıcak dalgalara karşı koruma sağlaması için yönlendirdi.

 

Az evvel Usta Shuiyue’nin buz rünü özünü de absorbe etmiş olan nilüfer dalları şimdi çok daha fazla kuvvet sahibiydi, performanslarının en üst düzeyindeydiler.

 

Buz katmanları formasyonun etrafına koruma oluşturmaya devam ediyordu.

 

“Hah! Acınası bir numara, yıkıl!”

 

Güneş Avcısının hevesi kırılmamıştı, hala elindeki palayı sallıyor ve sıcak hava dalgalarını gönderiyordu.

 

Çıt! Çat! Çıt! Çıtır!

 

Nilüfer dallarının oluşturduğu buz katmanlarından çıtırdama sesleri yükseliyordu.

 

Nilüfer dallarının güçlü bir buz özüne sahip olması iyi bir şeydi, bu dallardan birkaç tanesi ardı ardına sıralandığı zaman olağanüstü derecede mukavim bir katman meydana geliyordu. Sürekli olarak ileri atılıyor ve sıcak hava dalgalarının önünü kesiyorlardı.

 

Bu sıcak hava dalgası güçlüydü, fakat buz özlü nilüfer dallarını anında kırabilecek güçte değildi.

 

Jiang Chen bu sıcak hava dalgasının kendi gücünden daha fazla olduğunun farkındaydı, eğer bütün gücüyle formasyona vurmasına müsaade ederse formasyonu kırabileceğini biliyordu. Sayısız Kılıç Kuşu bu şekilde yaralanabilir ve ölebilirdi.

 

Jiang Chen elbette böyle bir şeyin olmasını istemezdi, bundan dolayı nilüferi aktif etmiş ve sıcak dalganın gücünü bir nebze olsun kırmıştı, sıcak dalganın arkasındaki güç zayıflayınca elbette formasyona vurduğu darbenin şiddeti de azalacaktı.

 

Güneş Avcısı Jiang Chen’in bu kadar zorlayıcı olacağını tahmin edememişti, soğuk bir ifadeyle homurdandı ve palasını sağa sola savurmaya başladı, buzlu nilüfer dallarını sürekli olarak doğruyordu.

 

Fakat elbette nilüferin en güçlü kabiliyetlerinden birisi sürekli olarak kendisini hızlı şekilde yenileyebiliyor olmasıydı, Alev’in Buzlu Kalbi yaşamını sürdürdüğü müddetçe nilüferin dalları sonsuza kadar yenilenebilirdi.

 

Güneş Avcısı yirmi-otuz kadar nilüfer dalını kestiğinde bu dalların yenileri tekrardan ortaya çıkmıştı.

 

Güneş Avcısı bununla uğraşırken yavaşça etrafı nilüfer dalları tarafından sarılmıştı.

 

Nilüfer dalları aslında her ne kadar Güneş Avcısı için gerçek bir tehdit olmasa da sonuçta saldırılarının momentumunu önemli ölçüde azaltıyorlardı.

 

Bu durum Kılıç Kuşlarının yeterli zamanı elde ederek ikinci bir savunma katmanı oluşturmasına olanak sağlamıştı.

 

Yüzlerce Kılıç Kuşu ahenk içindeydi, formasyonu canlı tutmak için sistemli şekilde çalışıyorlar ve sayısız pençelerini sallayarak rüzgar akımı oluşturuyorlardı, oluşturdukları bu akımı ise Güneş Avcısına doğru yönlendirmişlerdi.

 

Güneş Avcısı bu esnada müthiş derecede sinirliydi, Jiang Chen tarafından böyle yakalanacağını düşünememişti.

 

Kafasını havaya kaldırarak bağırdı ve elindeki geniş ağızlı palayı savurdu, havaya zıplamıştı ve nilüfer dallarından kurtulmuştu.

 

“Dağılın!”

 

Güneş Avcısı hamlesine devam etti, momentumunu kullanarak üzerine gelen hava akımını dağıtmayı hedefliyordu.

 

Bum! Bum!

 

Kılıç Kuşlarının saldırısı anında bozulmuştu.

 

Güneş Avcısının bakışları tek bir noktada odaklıydı, Jiang Chen’in üzerinde! İçinde bulunduğu korku verici durum onun daha da katı bir tavır almasına sebep olmuştu. Biliyordu ki bir grubu def etmek için öncelikle lideri alt etmek lazımdı. Jiang Chen’i yok etmek şu anda en mantıklı hamle olacaktı. Neden bu vahşi kuşlarla ve kıvrak nilüfer dallarıyla vakit kaybediyordu ki?

 

Jiang Chen öldükten sonra Güneş Avcısının işi çok daha kolay olacaktı.

 

Jiang Chen Güneş Avcısının ne kadar hızlı ve sonunu düşünmeden hareket ederek nilüferin dallarından kurtulduğunu görünce şaşırmıştı.

 

Jiang Chen’in tepesi atmıştı, Manyetik Dağın bir kısmını ortaya çıkardı.

 

Güneş Avcısı o kadar baskındı ki nilüfer dalları bile onu durdurmakta başarısız olmuştu. Jiang Chen eğer Altın Yiyen Fareleri Güneş Avcısının üzerine gönderseydi bu sadece fareleri ölüme göndermek olurdu.

 

Jiang Chen’in şu anda yapması gereken şey son koz kartını da kullanmaktı.

 

Jiang Chen her ne kadar Manyetik Dağı tamamıyla aktif etme konusunda kendisine güvenmiyor olsa da, bu hamlenin vücuduna vereceği yaraları göz ardı ederse, karşısındaki yaşlı haydut kişinin dikkatini bir alığına dağıtabilirdi.

 

Fakat Jiang Chen’in Manyetik Dağı aktif edebilme şansı yüzde elliydi.

 

“Pekâlâ o hâlde!” Jiang Chen’in kalbi şu anda durgun ve sakindi, tamamıyla kararlıydı.

 

Mademki savaşmayı seçmişti, bu durumda ölene kadar savaşacaktı.

 

Bu esnada gökyüzünde turkuaz renkli bir siluet belirdi, bu siluet elini salladı ve yine turkuaz renkli bir hava akımı oluşturdu, bu hava akımı Güneş Avcısının eşsiz saldırısının önüne geçmişti.

 

“Yaşlı Güneş Avcısı, bu kadarı yeterli!”

 

Bu turkuaz renkli siluet Ata kişi Bin Akbaşlıydı.

 

Bin Akbaşlının yetiştiğini gören Jiang Chen elini çevirdi ve Manyetik Dağı aktif etmekten vaz geçti. Bu esnada Bin Akbaşlının ve Jiang Chen’in gözden kaçırdığı bir şey vardı, Küçük Huang Jiang Chen’in arkasındaydı ve o da bir adım geri gitmişti.

 

Küçük Huang’ın orada olduğunu Gouyu dışında kimse fark edememişti.

 

Savaş devam ederken Gouyu var gücüyle hızlanmış ve Jiang Chen’e yaklaşmıştı, onunla beraber ölmeyi göze almıştı.

 

Gouyu Küçük Huang’ın bir ışık huzmesi şeklinde hızlıca hareket edip bir anda genç ustanın yanında belirebileceğini düşünememişti.

 

Gouyu Küçük Huang’ın bunu nasıl yaptığını görememişti.

 

Üstelik Gouyu bir anlığına bir şeyleri yanlış gördüğünü düşünmüştü, çünkü Küçük Huang’ın hızı inanılmazdı ve bir anda ortaya çıkmıştı.

 

Fakat küçük Huang Bin Akbaşlının yetiştiğini görünce varlığını bir anda geri çekmişti, bundan dolayı Gouyu yanlış gördüğünü düşünmüştü, Gouyu şaşkındı, gözlerinin olayları yanlış gördüğünü düşündü.

 

Acaba nazik ve tatlı Küçük Huang aslında büyük bir güce mi sahipti?

 

“Yok artık, yanlış görmüş olmalıyım.” Gouyu kendisini ikna etmeye çalışıyordu. Küçük Huang’ın yaşı sadece genç ustası kadardı. Dış görünüşü ise oldukça narin ve kırılgandı. Küçük Huang’a hangi gözle bakılırsa bakılsın askeri Dao konusunda yetenekli olduğu düşünülmezdi.

 

Güneş Avcısının saldırısı Bin Akbaşlı tarafından durdurulmuştu, Güneş Avcısının kan kırmızısı gözleri genişledi: “Bin Akbaşlı, sen benim bölgeme gelip böyle canının istediği gibi davranabileceğini mi sanıyorsun?”

 

Bin Akbaşlı kahkaha ile gülerek cevapladı: “Jiang Chen benim Kıymetli Ağaç Topluluğumun bir elemanıdır ve ben de bu bahsettiğim topluluğun Ata kişisiyim, doğal olarak onu korumak benim görevimdir. Güneş Avcısı, ne dersin, bugünkü olayları arkamızda bırakalım, unutalım gitsin ha?”

 

“Bugün yaşananları unutalım mı?” Güneş Avcısının suratında paha biçilemez bir öfke vardı: “Jiang Chen Shangyang Krallığının soylularını bir kasap gibi doğradı ve benim topluluğumun kıdemli yaşlılarını öldürdü, bunun üzerine sen bu yaşananları unutmamı mı teklif ediyorsun? Bin Akbaşlı, sen yaşlandıkça bunamaktasın herhalde! Nasıl olur da benim bu yaşananları unutmamı teklif edersin?”

 

Bin Akbaşlı kaşlarını hafifçe çattı: “Güneş Avcısı, on altı krallık ittifakı zor zamanlar yaşıyor ve sen seçmeler başlamadan evvel oldukça farkındalık sahibi birisi gibi konuşuyordun. Şimdi seçmelerde birkaç değişiklik yaşandığı ve olaylar senin istediğin yönde gitmedi diye anlaşmamızı bozdun ve defalarca benim müritlerime haksızlık ettin. Sen Jiang Chen’in Shangyang Krallığının soylularını öldürdüğünü söylüyorsun, tamam bu doğru ama bu kavgayı ilk kimin başlattığını neden söylemiyorsun? Shangyang Krallığı Doğu Krallığını işgal etti ve Jiang Klanını katletti ve Şifa Salonunu ele geçirdi, bunları bilmiyor musun?”

 

Bin Akbaşlı aslında Güneş Avcısının mantıklı konuşularak ikna edilebilecek birisi olmadığını biliyordu fakat yine de karakteri gereği önce rakibine haksız olduğunu anlatmak istemişti.

 

“Jiang Klanı mı? Şifa Salonu mu? Bahsettiğin bu karınca değerindeki insanlar benim topluluğumun kıdemli kişileri ile eşdeğer mi sanıyorsun? Bin Akbaşlı, şu lanet çeneni kapat be! Eğer sen bu lanet Jiang Chen’i korumak istiyorsan o hâlde sana da bir ders vermem gerekecek demektir.”

 

“Bana ders mi vereceksin? Güneş Avcısı, senin ne kadar kibirli birisi olduğunu biliyorum, fakat sen artık kibirlilikte yeni bir seviyeye ulaştın!”

 

“Haha! Ne olmuş yani? Ne yapabilirsin ki? Sen kişisel güç bakımından her daim benden altta oldun, senin topluluğunun dövüş kabiliyeti her daim benim topluluğumun dövüş kabiliyetinin yarısı kadar olabildi. Neden kibir sahibi olmayayım ki?”

 

Güneş Avcısı bunları söyledikten sonra palasını Jiang Chen’e doğrulttu: “Pislik herif! Bugün göklerden tanrılar bile inse seni kurtaramayacak!”

 

Jiang Chen hafifçe gülerek konuştu: “Sonunda Mor Güneş Topluluğu müritlerinin neden hep ağız dalaşı yapma peşinde olduğunu anladım. Bütün müritler bu özelliğini senden almış, Long Juxue, Shuiyue ve bahsettiğin şu salak kıdemliler! Hepsi de benim karşıma çıktığında senin söylediklerinin aynısını söyledi ve baksana, hepsi de şu anda ölü! Fakat hayatta olan kişi gördüğün gibi benim!”

 

Jiang Chen artık savaşın kaçınılmaz olduğunu fark etmişti ve orta yol bulmak için çene çalmayacaktı.

 

Madem söndürülemeyecek bir yangın başlamıştı, bu durumda Jiang Chen bu yangını söndürmeye uğraşmak yerine yangının yönünü rakibe çevirecekti.

 

Elbette Jiang Chen’in bu sözleri Güneş Avcısını daha fazla sinirlendirmekten başka bir işe yaramadı.

 

“Geber pislik!”

 

Bin Akbaşlı bu esnada eliyle bir kavrama hareketi yaptı ve elinde ahşap malzemeden bir çubuğa benzer bir eşya belirdi: “Güneş Avcısı, ikimiz de orijin âlemindeyiz, sence hayatlarımızı riske atarak bu savaşa devam etmeli miyiz?”

 

“Hayatlarımızı riske atmak mı? Sen benim hayatımın savaş alanında en önde olacak kadar değersiz olacağını mı düşünüyorsun? Eğer sen bir çekirgenin bir aslanla savaşması gibi savaşmak istiyorsan seni öldürmekten çekinmem!”

 

Güneş Avcısı şu anda kibirli konuşuyordu çünkü bunu yapabilecek güce sahipti. Her daim dört Ata kişi arasında en güçlüsü Güneş Avcısı olmuştu.

 

Bin Akbaşlı da aslında Güneş Avcısı ile savaştığında kaybedecek taraf olacağının farkındaydı.

 

Aralarında her ne kadar kıl kadar ince bir fark olsa da iki adet orijin âlemi savaşçısının kapışmasında küçük güç farkları bile çok etkiliydi.

 

Fakat olaylar bu kadar ilerlemişken Bin Akbaşlının artık geri çekilme niyeti yoktu, yüzünde hafif bir gülümsem ile konuştu: “Güneş Avcısı, ben topluluğumun Ata kişisi olarak sorumluluklarımdan vaz geçemem, elbette müritlerimi koruyacağım. Benle savaştığında zafer kazanabilirsin, fakat emin ol senin bu savaştan yara almadan kurtulman imkânsız olacak. Sen yaralandığında ise Mor Güneş Topluluğu işgale açık hale gelecek!”

 

“Sen beni tehdit mi ediyorsun? Kendini bu kadar büyütme! Neden öncelikle kendi değerini ölmüyorsun ha?”

 

Bin Akbaşlının yüz ifadesi hafifçe değişti.

 

Tam da bu esnada göklerde başka bir ses daha yankılandı: “Eğer Daoist Bin Akbaşlının gücünün yetersiz olduğunu düşünüyorsan, benim gücümle koordine olduğunu düşünsene bir de!”

 

Bu sesin sahibi kahkaha ile gülerek yaklaşıyordu, uzaklardan yankılanmıştı sesi.

 

Bu gelen kişinin aurası başka bir orijin âlemi uygulayıcısının geldiğine işaretti!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr