Bölüm 419: Formasyonla Yüz Yüze!

avatar
2003 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 419: Formasyonla Yüz Yüze!


Ne kadar da kibirli!

 

Shangyang Krallığındaki herkes bu ses tonunu duyduklarında şok olmuştu. Kapılarına dayanan bu adam konuştuklarının her kelimesinde Shangyang Krallığının hanedanını öldürmekten bahsediyordu. Bu tarz bir konuşma krallıktaki herkesin beynindeki kanın kazanda kaynaması gibi kaynamasına sebep olmuştu.

 

Shangyang Krallığının temsilcisi Wu Hanedanıydı, bu kişilerin Mor Güneş Topluluğu ile aralarındaki bağ çok kuvvetliydi.

 

Şimdi bu bilinmeyen ve tanınmayan adam kapılarına dayanmış Wu Hong’u teslim etmelerini, teslim etmezlerse bütün Wu Hanedanını katledeceğini söylüyordu.

 

Hanedan ailesiyle bu şekilde dalga geçildiği zaman etraftaki asil savaşçıların ve hizmetkârların hepsi dizlerinin üzerine çöküp selam durdular.

 

“Majesteleri, bize sahaya inip savaşmamız için izin verin!”

 

“Majesteleri, lütfen bana birkaç asil uzman alıp gidip bu adamın haddini bildirmeme izin verin!”

 

Söylemek gerekirdi ki Wu Hanedanı Shangyang Krallığı üzerinde katı bir otoriteye sahipti. Astlarının kolay şekilde beyinlerini yıkamışlardı. Shangyang Krallığının dört büyük savaşçısı bile sahaya inip savaşmak için can atıyorlardı.

 

Kral Wu Tan bunu gördüğüne memnun kalmıştı, aynı zamanda askerlerinin bu kadar istekli ve hevesli olmalarına da sevinmişti, astları kesinlikle bu adama sadıktı.

 

Kalabalığın duyguları kullanılabilirdi!

 

Wu Tan yavaşça konuştu: “Kapımıza gelenler arkadaş canlısı veya barış yanlısı değiller. Arkadaşımız olanlar henüz gelmedi, bu adam soylu sarayını kuşatmaya cesaret edebildiyse arkasındaki güç fazla olmalıdır, acaba bu adam…?”

 

“Majesteleri, kim olabilir bu adam?” Dört büyük savaşçı hızlıca sordu.

 

Wu Tan’ın gözlerinde garip bir ışık parıldadı, Wu Hong’a dönerek konuştu: “Küçük Hong, Jiang Klanının acınası elemanları bir şeyler konuştu mu?”

 

Wu Hong kafasını sallayarak reddetti: “Onlar sadece sadık birer aptal. Onlara ne kadar işkence yapsak da bize bir şey söylemediler. Onların aslında gerçekten de Jiang Chen’in bu potansiyelinin kaynağının nereden geldiğini bilmediklerinden şüphelenmeye başladım.”

 

“Jiang Chen mi?” Dört büyük savaşçı bu ismi duyduklarında büyük ölçüde şaşırdılar.

 

Wu Hong’un gözlerinde bir ışık parıldadı: “Soylu babam, kapımıza dayanan bu kişi Jiang Chen olabilir mi?”

 

Wu Tan aniden kafasını iki yana sallayarak reddetti: “İmkânsız! Sonsuz Ruh Dağı Jiang Chen’i kıskacına aldı. Dış dünyadan mühür açılmazsa o adamın oradan çıkması imkânsız!”

 

“O halde Jiang Chen’in takipçilerinden birisi olabilir mi bunlar? Ya da Kıymetli Ağaç Topluluğundan birileri?”

 

“Bu şekilde hayal kurmaya gerek yok, karşımızdaki kişi kim olursa olsun, Shangyang Krallığına gelip bu şekilde düşman bir tavır beslemeleri bu kişilerin Mor Güneş Topluluğunu gücendirdikleri anlamına gelir. Onlar şüphesiz ölecekler!” Wu Tan’ın ifadesi sinsi ve soğuktu.

 

Bakışlarını dört büyük savaşçıya çevirdi: “Dört savaşçı, bu adam Shangyang Krallığının itibarına el uzatıyor. Siz dördünüz bizim krallığımızın en şanlı askerlerisiniz. Şimdi sizin Wu Hanedanının ve Mor Güneş Topluluğunun yükünün bir kısmını omuzlamanızın vakti geldi. Dışarı gidip neler olup bittiğini soruşturmaya gönüllü müsünüz?”

 

Dört büyük savaşçı kendi aralarında bakışarak kafalarını salladı: “Gönüllüyüz!”

 

Dört büyük savaşçının kararlı ifadesi ortamdaki herkesin güvenini artırmıştı. Dört savaşçının hepsi de yemin etmiş ruh âlemi uygulayıcısıydı. Kendileri her ne kadar yedinci seviye ruh âleminde olsalar da savaş kabiliyetleri çok gelişmişti, sekizinci seviye ruh âleminden birisiyle karşılaşsalar bile mücadele edebilecek durumdaydılar.

 

Eğer gelen kişiler Kıymetli Ağaç Topluluğunun en güçlü isimleri değilse bu durumda dört büyük savaşçının yenilmesi gibi bir durum söz konusu olamazdı.

 

Fakat Kıymetli Ağaç Topluluğu her daim çekingen ve düşük profil sergileyen bir kurum olmuştu, şimdi nasıl olur da Shangyang Krallığının kapısına dayanıp böyle tehditler savurabilirlerdi?

 

Ortamdakilerin çoğunluğu bu kişilerin Jiang Chen’in takipçileri olduğunu düşünmüştü, krallığın dört büyük savaşçısının sahaya inmesi ile korkulacak hiçbir şeyin kalmadığını düşünmüşlerdi.

 

Wu Tan kahkaha ile güldü: “Krallığımızın dört savaşçısı bu meseleyle bizzat ilgileniyorsa bizim korkacak neyimiz var? Geli hadi, asil savaşçılarımızın zaferini kutlamaya şimdiden başlayalım!”

 

Tian Shu ellerini iki yana açtı: “Majesteleri, henüz içmeye başlamayalım, bizler işgalcileri katlettikten sonra buraya kısa sürede geliriz, o zaman içelim.”

 

Savaşçılar yüz kişilik bir birlik seçtiler, hepsi ruh âlemi uygulayıcısıydı ve dışarı çıktılar.

 

Wu Tan elini salladı: “Dört büyük savaşçı için bizzat bizler sınır hattını tutacağız.”

 

Kral bizzat hamle yapacağını söyleyince diğerleri de elbette hiçbir şey yapmadan duramazlardı. Asil savaşçılar anında Wu Tan’ı ve oğlu Wu Hong’u koruma altına aldı.

 

Sarayın etrafında otuz metre genişliğinde ve yine otuz metre derinliğinde bir hendek vardı. Sanki bir nehir gibi sarayın etrafını kuşatmıştı.

 

Dört büyük savaşçının hendeği izlerken yüzlerinde kederli bir ifade oluştu.

 

Bu hendek eşit genişlik ve derinliğe sahip gibi görünüyordu, bunun nasıl oluştuğuna dair hiçbir fikirleri yoktu.

 

Ruh âleminin en tepesindeki bir Ruh Kralı bile bu hendeği tek başına vücuda getiremezdi.

 

Acaba bu işgalci orijin âleminden birisi olabilir miydi?

 

Bu esnada dört büyük savaşçı az evvel verdikleri aceleci karardan dolayı biraz pişmanlık yaşamışlardı. Ya karşıdaki kişi orijin âlemindeyse? Dördü birden aynı anda hamle yapsa bile orijin âlemindeki birine karşı ayakta duramazlardı.

 

Fakat şu anda artık kahraman cesareti ile bir karar vermişlerdi ve kendilerini izleyen yüzlerce kişinin bakışları üzerlerindeyken vaz geçemezlerdi.

 

Tian Shu kaşlarının birini havaya kaldırdı ve gökyüzünü izledi: “Sen kim oluyorsun? Buranın sarayın yasaklı kısmı olduğunu bilmiyor musun?”

 

“Bu işle alakası olmayan insanlar ölmek istemiyorsa yoldan çekilsinler.”

 

Gökyüzünden altın renginde bir parıltıyla beraber bu sert emir gelmişti. Bu parıltı Tian Shu’dan sadece bir adım uzakta bir mesafeye konmuştu.

 

Ne kadar da kaliteli bir duruş ve aura! Tian Shu ışığın nereden geldiğini bile zor görmüştü.

 

Hissettiği tek şey gökyüzündeki parıltıdan bir an sonra bu parıltının ayaklarının dibinde bitmiş olmasıydı. Eğer bu kişi Tian Shu’yu öldürmek isteseydi şimdiye Tian Shu ceset haline gelmişti.

 

Yüzündeki şaşkınlık ifadesi paha biçilemezdi, istemsiz olarak birkaç adım gerilemişti. Soğuk terler sırtından aşağı boşalmaya başlamıştı, kıyafetleri anında ıslanmıştı.

 

“Bir kez daha söyleyeceğim! Ben buraya sadece Wu Hanedanı için geldim! Bu işle alakası olmayan insanlar ölmek istemiyorsa yoldan çekilsinler.”

 

Jiang Chen’in sesi gökleri inletecek derecede keskindi, sanki yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün canlılara hükmediyormuş gibi kendinden emindi.

 

Şeytani Altın Gözü geliştirdiğinden beri her hareketi ve söylemi tanrılara yakışır cinsten olmuştu.

 

Jiang Chen bu sözleri konuşurken dört savaşçı sanki üzerlerine gökyüzü çökmüş gibi hissettiler.

 

“Beni dinleyin Wu Hanedanı! On beş dakika! Size sadece on beş dakika vereceğim! Eğer on beş dakika içerisinde Wu Hong’u görmezsem Wu Hanedanı bu dünyadan silinecek!”

 

Bu agresif tavır Wu Hong’un titremesine sebep olmuştu, kendisi aslında istediği her şeyi korkusuzca yapabilen başına buyruk birisiydi. Her türlü kaynağa ve yönteme sahip birisiydi. Jiang Klanının katledilme emrini veren de kendisiydi. Aynı zamanda Şifa Salonunun kontrolünün ele geçirilmesi emrini de Wu Hong vermişti.

 

Fakat ne kadar korkusuz olursa olsun böylesine bir manzara ile karşılaşınca kafatası titremişti. Hayatının tehlikede olduğunu hissedebiliyordu.

 

“Dört savaşçı! Sizleri Mor Güneş Topluluğu yetiştirdi, soylu hanedan ailesi ise size yuva oldu. Şimdi soylu hanedana olan minnet borcunuzu ödeme zamanınızdır!”

 

Wu Tan dört savaşçının biraz tereddütte olduğunu görünce sinirlenmişti. Üstü kapalı şekilde bu adamların korkmamaları gerektiğini söylemişti.

 

Wu Tan zaten Mor Güneş Topluluğunun saygın bir elemanıydı, yetişim seviyesi dört büyük savaşçıdan bile yüksekti. Bundan dolayı kapısına dayanan düşman onu şaşırtmış olsa bile mantıklı düşünebiliyordu. Karşısındaki rakibin oldukça zorlu olduğunun farkındaydı.

 

Fakat tek vücut şeklinde savaşırlarsa birkaç saat dayanabileceklerinin farkındaydı, bu şekilde Mor Güneş Topluluğundan gelecek olan uzmanlar da yetişmiş olurlardı.

 

Dört büyük savaşçı Wu Tan’ın uyarı niteliğindeki konuşmasından sonra kendilerine geldiler. Kralın söylemek istedikleri gayet açıktı. Eğer savaş kapılarındayken geri çekilirlerse daha sonrasında kral bizzat onları yargılayacaktı. Eğer şimdi geri çekilirlerse Mor Güneş Topluluğunun yüzünü de kara çıkartmış olacaklardı. O saatten sonra kralın kendisi bile bu savaşçılara ceza veremezdi, topluluğun ihanet suçundan yargılananları kancasının ucundan bıraktığı hiçbir zaman görülmemişti. Verilecek olan ceza ailelerini bile tehlikeye atabilirdi.

 

Şimdi şaha kalkmış bir kaplanın sırtına bindiklerini ve geri inemeyeceklerini fark etmişlerdi.

 

Göksel ruh âlemine ulaşabilmiş yetişimciler bu seviyeye acımasız bir hayatla gelmişlerdi. Geçmişteki kazançlarını ve kayıplarını göz önünde bulundurduklarında bugün bir hamle yapmadan geri durmanın uygun olmayacağını anlamışlardı.

 

Önce birbirlerine baktılar ve daha sonrasında hendek tarafına doğru bağırdılar.

 

“Hey çılgın adam! Sen Mor Güneş Topluluğunun sorumlu olduğu topraklara gelip düşmanlık ediyorsun, şimdi sana gelip savaşman için meydan okuyorum!”

 

“Evet, kendini bu şekilde saklayarak ne yapmaya çalışıyorsun? Açığa çık ve Mor Güneş Topluluğunun astlarına yüzünü göster!”

 

“Elbette, eğer cesaretin varsa gel de halka açık şekilde adil bir savaş yapalım! Sen nasıl bir adamsın ki böyle numaralar çeviriyorsun?”

 

Dört savaşçı ilerlerken de gerilerken de takım halinde hareket ediyorlardı, koordine bir şekilde savaşmak istedikleri aşikârdı. Hepsi de bu işgalciyle teke tek savaşmak için yetersiz olduklarının farkındaydılar.

 

Gökyüzünde bu esnada keskin bir ıslık duyuldu ve Jiang Chen’in Altın Kanatlı Kılıç Kuşlarından bir tanesi bir anda belirdi.

 

Yerden on metre kadar yukarıdayken dört büyük savaşçıya soğuk bir gülümseme attı, kahkaha ile gülerek konuştu: “Mor Güneş Topluluğu dediğiniz şeyin bir şey ifade etmesi mi gerekiyor?”

 

“Çılgın adam, sen kimsin?”

 

Jiang Chen’in bakışları kayıtsızdı, gülerek Wu Tan’ın olduğu noktaya baktı: “Ben kim miyim? Sizler Doğu Krallığında bir sürü iş çevirdiniz, bunların hepsi benimle alakalı değil miydi? Şimdi çıktım işte karşınıza!”

 

Wu Tan’ın ve Wu Hong’un göğsü sıkıştı, yüzlerindeki ifade kökten değişmişti.

 

Jiang Chen!

 

Bu gerçekten de Jiang Chen’di!

 

Aslında kapılarındaki bu işgalcinin Jiang Chen olduğundan şüphelenmişlerdi fakat onun Sonsuz Ruh Dağında hapsolduğunu bildikleri için bu fikri önemsememişlerdi.

 

Ata kişi Güneş Avcısı bile Jiang Chen’in o dağdan dört Ata kişinin koordine çabası olmadan çıkamayacağını söylemişti.

 

Fakat şimdi Jiang Chen Sonsuz Ruh Dağından çıkmış, üstelik de intikamcı bir duygu ile Shangyang Krallığının kapısına dayanmıştı.

 

Duruşundan ve tavırlarından anlaşıldığı kadarıyla buraya gelirken hiçbir şekilde korku ya da çekingenlik hissetmemişti.

 

Bu esnada Wu Tan’ın kalbinde pişmanlık duygusu had safhadaydı, fakat bu pişmanlığını belli etmemeye çalışıyordu ve yüzündeki ifadeyi kayıtsız tuttu: “Eğer bir şey yapacaksak sonuna kadar yapmalıyız. Jiang Chen ve Mor Güneş Topluluğu arasında uzun zamandır bir kan davası var. Bizim yapmamız gereken tek şey Mor Güneş Topluluğunun uzmanları gelene kadar Jiang Chen’in işgalini savunmak. Topluluğun uzmanları geldiğinde anında Jiang Chen’i susturacaklardır!”

 

Wu Tan bütün Mor Güneş Topluluğunun Jiang Chen’i öldürmek istediğinin farkındaydı. Özellikle de Ata kişi Güneş Avcısı Jiang Chen’in derisini yüzmek için can atıyordu.

 

Bu esnada Wu Hong da sesini yükselterek konuştu: “Dört büyük savaşçı, bu Jiang Chen denen adam Mor Güneş Topluluğunun ölümcül düşmanıdır. Eğer onu bugün öldürürsek Ata kişi bizi cömert şekilde ödüllendirecektir.”

 

Wu Hong hızlı düşünebilen ve astlarını kolay şekilde ikna edebilen birisiydi.

 

Elbette Wu Hong’un sözlerini duyan dört büyük savaşçı Jiang Chen’in Mor Güneş Topluluğu ile olan kan davasını hatırlayınca ödüllere kavuşmak için ekstradan şevke geldiler, önlerinde büyük bir fırsat duruyordu.

 

Eğer Jiang Chen’i öldürürlerse Ata kişi Güneş Avcısını büyük oranda memnun edeceklerinin farkındaydılar, belki de Ata kişi bu savaşçıları terfi edecekti ve savaşçıların şöhreti katlanarak artacaktı.

 

Jiang Chen Long Juxue’yi öldürebilecek kadar güçlü olabilirdi fakat Long Juxue Jiang Chen’le tek başına savaşmıştı, şu anda savaşçılar dört kişiydi. Üstelik bu dört savaşçı koordine şekilde savaşacaktı, Long Juxue’nin gücü bu savaşçılarla ölçüşemezdi bile.

 

Long Juxue Jiang Chen’i idare edememişti, fakat belki de kendileri yapabilirdi!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr