Bölüm 418: Shangyang Krallığını Kuşatmak

avatar
1974 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 418: Shangyang Krallığını Kuşatmak


Şifa Salonundakiler on beş dakika içerisinde kemiklerine kadar öğütülmüştü, tek bir kemik parçası bile kalmamıştı ortamda.

 

Jiang Chen bu sefer ciddi manada kışkırtılmıştı.

 

Katliam!

 

Bu yaşananlar artık çizgiyi aşmıştı. Jiang Chen her ne kadar duygusal açıdan Jiang Ailesine bağlı olan birisi olmasa da böylesine bir katliamın karşısında kesinlikle tepkisiz kalamazdı.

 

Shangyang Krallığı kesinlikle on altı krallık ittifakındaki elit krallıklardan birisiydi. Mor Güneş Topluluğunun desteğini arkalarına aldıklarından dolayı bu topluluğun saldırı stilini de benimsemişlerdi. Tıpkı bu topluluk gibi baskın ve agresif bir tavır sergiliyordu.

 

Shangyang Krallığının kralı olan Wu Tan isimli kişi Mor Güneş Topluluğunun kıdemli yaşlılarından birisiydi ve topluluğun içinde büyük bir istihbarat ağı vardı.

 

Kral Wu Tan etkileyici bir krallık inşa etmişti ve oğlu olan Wu Hong da tam bir gelişme ve şöhret ihtirasıyla yanıp tutuşuyordu.

 

Wu Hong yarım yıl önce Mor Güneş Topluluğunu ziyaret etmişti ve müritlerle bağlantı kurmak için yüklü miktarda para ödemişti. Bu şekilde seçmelere katılan kişilerden Jiang Chen’in durumunu öğrenmişti. Elde ettiği bu bilgiler bu adamın şöhret elde etme hırsını tetiklemişti.

 

Jiang Chen Doğu Krallığından yükselmiş fani bir uygulayıcıydı fakat seçmelerin başından sonuna kadar eşsiz bir performans sergilemiş ve Gök Anka yaratılışa sahip Long Juxue’yi ortadan ikiye ayırmıştı.

 

Jiang Chen’in mirası nasıldı? Bu gücü nereden buluyordu?

 

Mor Güneş Topluluğu sınırlarında bu soruların cevabını merak etmeyen kimse yoktu.

 

Jiang Chen’in Sonsuz Ruh Dağından çıkamayacağı yönündeki genel görüş sayesinde Mor Güneş Topluluğundaki kişiler onun ailesinin mirasını ele geçirmek için saldırı planı yapmışlardı. Jiang Ailesinin nasıl bir geçmişe ve mirasa sahip olduğunu görmek istemişlerdi.

 

Wu Hong aslında bu olayların arasında sadece bir kuklaydı, tıpkı feda edilmek istenen bir piyon görevi görmüştü.

 

Fakat Mor Güneş Topluluğunun yüksek kademelerinden büyük vaatler almıştı.

 

Jiang Klanının fertleri Shangyang Krallığının zindanlarında son nefeslerini alıp veriyorlardı. Görünüşe göre uzun süreli işkenceler bu kişilerin dayanıklılığını kırmıştı.

 

Aralarında özellikle önem arz eden birisi vardı, Jiang Ailesinin en yaşlı ferdi olan Yaşlı Xi. Ağzının etrafından kanlar fışkırırken zorlukla konuştu: “Sizler hırsız köpeklersiniz! Eğer cesaretiniz varsa beni öldürün! Benim ağzımdan bir kelime bile alamayacaksınız!”

 

Yaşlı Xi’nin yanında orta yaşlı birisi daha vardı, Jiang Zheng. Kendisine yapılan bütün bu işkencelerden sonra insan formuna uzak bir hal almıştı.

 

Jiang Zheng bit yetişimci olmasa da sonuçta sert yapılı birisiydi. Aradan geçen günlerde bu adamın üzerinde her türlü işkence yöntemi denenmişti, bilinen bütün işkence yöntemleri en az bir defa bu adam üzerinde denenmişti fakat hala konuşmayı reddediyordu: “Yaşlı Xi, korkma! Neler olduğunu öğrendiği anda genç usta gelip bizi kurtaracaktır!”

 

“Sizi kurtarmak mı?” Hanedanlık kıyafetlerini giymiş birisi soğuk bir ifadeyle gülüyordu: “Olaylar bu hale geldikten sonra bile bu kadar rahat konuşabiliyor musunuz? Jiang Chen Sonsuz Ruh Dağında kapalı kaldı! Dünya üzerinde onu kurtarabilecek kimse yok!”

 

“Saçmalık!” Jiang Zheng bağırarak konuştu: “Ailemin genç ustası tanrılar tarafından kutsanmış birisidir! Gökler üzerine çökse bile buna dayanabilecek birisidir! Ufak bir dağ dediğin nedir ki?”

 

Jiang Zheng aslında konuşmanın kendisine bir avantaj sağlamadığının farkındaydı fakat konu Jiang Chen olduğundan dolayı susmayı kendisine yediremiyordu.

 

Üniformalı adam gülümsedi ve elindeki kırbacı Jiang Zheng’in çenesine doğru yöneltti: “Sen asil bir hizmetkârsın, fakat aptal bir sadakate sahipsin. Sen eğer işbirliği yapıp Jiang Chen hakkındaki sorularıma güzelce cevap verirsen Shangyang Krallığında büyük zenginlikler elde edeceğine emin olabilirsin. Ne dersin, senin Doğu Krallığındaki küçük servetinden daha değerli değil mi bu söylediklerim?”

 

Jiang Zheng yine bağırarak konuştu: “Ben her ne kadar çok işe yarar birisi olmasam da Doğu Krallığı benim evim, ben Jiang Ailesinde doğdum ve Jiang Ailesinin sadık bir ferdi olarak öleceğim! Senin s*kik Shangyang Krallığın kimin umurunda? Eğer benim ailemin genç ustasını gücendirirsen senin ülkeni elinin bir hareketiyle yıkar geçer!”

 

Üniformalı adam sinirlenmişti, elindeki kırbacı kaldırıp defalarca Jiang Zheng’e indirdi.

 

“Yeter bu kadar! Onu kırbaçlamaya devam edersen ölecek!”

 

Kenarda oturan genç bir adam bir anda konuşmuştu. Piton derisinden yapılmış bir cüppe giyiyordu, bu kişi Shangyang Krallığının veliaht prensi Wu Hong’du.

 

Wu Hong hafifçe gülümsedi, Yaşlı Xi’nin ve Jiang Zheng’in kırılması zor olan çetin cevizlerden olduğunu artık fark edebilmişti.

 

Bir başka Jiang Ailesi yaşlısının yanına yürüdü: “Yaşlı kişi, senin Jiang Ailesindeki pozisyonunun orta seviyelerde olduğunu görebiliyorum. Sen şu anda ölümle yüz yüze gelmiş birisin, neden işbirliği yapmıyoruz? Hadi anlat bana, Jiang Chen nasıl bir mirasa sahipti? Bir fikrin var mı?”

 

Yaşlı kişi şaşırmıştı, tereddütte görünüyordu.

 

Jiang Chen’in nasıl bir miras elde ettiğini kendisi de bilmiyordu. Bildiği tek şey onun Doğu Krallığının kralı tarafından dövüldükten sonra bir anda parladığıydı.

 

“Prens Wu Hong, işbirliği yapmak istemediğimden değil, fakat şunu söylemeliyim ki Jiang Chen’in bizlerle ilişkisi zaten en baştan beri orta seviyedeydi. Ona güvendiğimiz her konuda bizim yüzümüzü güldürdü. Jiang Zheng hariç aramızdan hiç kimse onunla iyi bir ilişkiye sahip değildi. Dediğim gibi, Jiang Chen aramızdan kimseyle yakın değildi, majesteleri, siz gerçekten yanlış kişileri sorguluyorsunuz. Eğer Jiang Chen’le yakın olsaydık neden onunla Gök Ağacı Krallığına gitmedik? Jiang Feng ve Jiang Chen memleketlerinden ayrılmadan evvel bizi sürdüler.”

 

Bu yaşlı kişi başına bir felaket gelmesinden korktuğu için biraz daha gevşek bir dille konuşuyordu.

 

Wu Hong bu yaşlı kişinin söylediklerini duyunca homurdandı: “Yani, söylediklerinden anladığım kadarıyla Jiang Chen hakkında hiçbir şey bilmiyorsun?”

 

“Kesinlikle.”

 

“Mademki bir bilgin yok, bu durumda sen işe yaramaz bir çöpsün demektir. Seni burada tutmanın bir anlamı yoktur.” Wu Hong aniden kılıcını çekti ve yaşlı adamın kellesini vücudundan ayırdı.

 

Wu Hong sert bakışlarını Yaşlı Xi’ye ve Jiang Zheng’e çevirdi: “Benim sabrımın da bir sınırı var. Bugün son gününüz. Eğer sizden bir bilgi elde edemezsem sizler de bu yaşlı adama katılacaksınız.”

 

Jiang Zheng çirkin bir ifade takınarak gülmeye başladı: “O halde öldür bizi! Neden konuşuyoruz ki? Benim genç ustam er ya da geç seni bulacak! Benim genç ustamın düşmanı olmak ölüme meydan okumak demektir! Wu ailesinin fertleri geçmişe dönüp bir baksın! Long Ailesine bir baksınlar!”

 

Üniformalı adam bu tutsağın prensle nasıl konuştuğunu duyunca şaşırmıştı. Elindeki kırbacı kaldırdı ve bir darbe daha vurmak için yaklaştı.

 

Wu Hong elini kaldırdı ve adamı durdurdu: “Bir kişi kendi tabutunu görene kadar öleceği için gözyaşı dökmez. Biz bunları konuşturamıyor olsak da topluluktaki kişilerin esirleri konuşturmak için kendilerine has yöntemleri var. Topluluk müritlerinin buraya gelmesi an meselesidir.”

 

Wu Hong tam da konuşmasını bitirmişti ki Shangyang Krallığının semalarında uzun bir ıslık duyuldu.

 

Bu ıslık bir yıldırım etkisi yaratmıştı, sürekliliği etkileyiciydi, etkisini hiç yitirmeden uzun süre yankılanmıştı. Tıpkı bir tsunami dalgası gibi güçlüydü. Birkaç saniye içerisinde Shangyang Krallığının üzerine kara bulutlar çökmüştü.

 

“Wu Hong, çık dışarı!”

 

Gürültülü bir ses göklerden yere iniyordu.

 

Wu Hong şaşkındı, neler olduğunu anlayamamıştı: “Benim ismimi bu şekilde saygısızca anmaya cesaret eden kim? Hem de benim kendi krallığımda! Neler oluyor?”

 

Bu esnada saray sınırları içerisinde kral metresiyle beraber yatağında gönlünü eğlendiriyordu. Yatağın kenarında hizmetçiler sıralanmıştı, hepsi de birbirinden güzeldi. Ellerini vücutlarının kenarında birleştirmişlerdi hiçbiri kıpırdamıyordu. Görünüşe göre bunu yapmaya uzun zamandır alışıktılar ve kendilerine verilen emirle anında yatağa gelmeye hazırdılar.

 

Bu ani kükreme Kral Wu Tan’ın şaşırmasına sebep olmuştu, yanında duran güzel kadını kenara itti.

 

“Neler oluyor?”

 

Gardiyanların hepsi dışarıda olanları görmüş olmalıydı, hepsi bağırıyordu: “Kralı koruyun! Kralı koruyun!”

 

Wu Tan gönül eğlendirmesine daha fazla devam etmek istemedi, yatağından çıkıp üzerine kıyafetlerini giydi, dışarı çıktı.

 

“Majesteleri.”

 

“Dışarı bağıran kim?” Wu Tan bu ulusun hükümdarıydı, otoritesinin sarsılmasını önlemek için tavrını koruyarak şaşırdığını belli etmiyordu.

 

Kısa süre içerisinde dışarıdan bir gardiyan gelerek rapor verdi: “Majesteleri, dairesel bir yapılanma krallığın etrafını kuşattı.”

 

“Majesteleri, gökyüzünde sayısız küçük noktalar görünüyor. Onların ne olduğunu bilmiyoruz ve gökyüzünün ve güneşin görünüşünü engelleyecek kadar çok sayıdalar.”

 

“Majesteleri, asil uzmanlar çemberi yarmak için mücadele ettiler fakat hepsi de öldü!”

 

Wu Tan gelen bilgileri duydukça daha fazla panikliyordu. Shangyang Krallığına gelip böyle hamleler yapacak kadar çok cesur kim olabilirdi?

 

Gelen kişiler Shangyang Krallığın gücendirmenin Mor Güneş Topluluğunu gücendirmekle aynı olduğunu bilmiyorlar mıydı?

 

“Asil uzmanlara haber verin, üç şubeyi de çağırın ve savunma için hazırlık yapın.”

 

Tıpkı Kıymetli Ağaç Topluluğunun dört büyük bölgesi gibi Mor Güneş Topluluğunun da üç büyük şubesi vardı.

 

Bu üç şube direkt olarak asil hanedanın kontrolü altındaydı, Gök Ağacı Krallığında böyle bir sistem yoktu.

 

Wu Tan emirlerini verdikten sonra panik durumunu atlatmıştı.

 

“Veliaht Prens nerede?” Wu Tan savunma planları için emirlerini verdikten sonra bunu sordu.

 

“Veliaht Prens zindanlarda ve esirleri sorgulamakla meşgul.”

 

Wu Tan ellerini iki yana ayırdı: “Onu derhal buraya çağırın ve oluşan karmaşıklığın ilerlemesini önlemek için uğraşalım.”

 

Wu Tan kapısına dayanan kişilerin arkadaş canlısı olmadığının farkındaydı, üstelik arkadaş canlısı olan müritler henüz gelmemişti. Oğlunun güvenliğini düşündüğü için onun zindanlardan geri çağrılmasını istemişti.

 

Veliaht Prens Wu Hong kısa süre içerisinde babası Wu Tan’ı görmeye geldi.

 

“Asil baba! Neler oluyor böyle? Duyduğuma göre saray kuşatma altına alınmış!” Wu Hong heyecanlı şekilde sormuştu.

 

“Neden bu kadar panik yapıyorsun? Shangyang Krallığı bin yıldır on altı krallık içerisinde en baskın ve güçlü krallık olmuştur. Daha evvel başımıza neler geldi neler, bizim atlatmadığımız bir bela var mıydı ki? Mor Güneş Topluluğunun desteklediği bir krallığa gelip de düşmanlık beslemeye çalışanlar kesinlikle ölümle yüzleşiyor demektir!”

 

Wu Tan’ın kibri çoktu, Gök Ağacı Krallığının kralından farklıydı. Sonuçta kendisi zaten Mor Güneş Topluluğunun onurlu, kıdemli ve yaşlı bir üyesiydi. Bundan dolayı kendi krallığındaki otoritesi Gök Ağacı Krallığının kralının otoritesinin çok daha üzerindeydi.

 

Asil uzmanlar kısa sürede kralın çağrısına cevap vererek toplanmışlardı.

 

On altı krallığın en güçlüsü olan bu uzmanların hepsi de ruh âlemindeydi. Bu kişilerin kıdemli liderleri ise yeryüzü ruh âlemindeydi.

 

Shangyang Krallığı her ne kadar ye Chonglou gibi bir Koruyucu Ruh Kralına sahip olmasa da dört adet büyük savaşçıya sahipti; Tian Shu, De Qi, Lei Feng ve Cheng Yun. Bu dört kişi ise göksel ruh âlemindeydi!

 

Bu dört büyük savaşçı genellikle gözden uzak yerlerde inziva halinde olurlardı.

 

Fakat elbette sarayın kuşatma altında olduğunu duyduklarında açığa çıkmışlardı.

 

“Majesteleri, endişelenmenize gerek yok, Mor Güneş Topluluğu ile çoktan irtibata geçtik ve onlar yakın zamanda burada olacaklardır.” Dört büyük savaşçının lideri Tian Shu bir adım ileri çıkarak rapor vermişti.

 

“Majesteleri, Shangyang Krallığının huzurunu bozmaya cesaret eden bu deli adam da kim? Bizler kralımızın omuzlarındaki yükü hafifletmek isteriz ve bu düşmanın kim olduğunu öğrenmek isteriz.” Bu konuşan kişi ise De Qi’ydi.

 

“Ben de bunu istiyorum.” Lei Feng de bir adım ileri çıkmıştı.

 

“Bu durumda ben de gitmeliyim.” Cheng Yun duygusuz şekilde gülümsüyordu.

 

Bu esnada gökyüzünü yıldırım gibi bir ses doldurdu.

 

“Sözlerimi iyi dinleyin! Wu hanedanı! Her hatanın bir sebebi vardır ve her borcun bir ödeyeni vardır! On beş dakika içerisinde Wu Hong’u teslim edin ve uzlaşma için bir fırsatınız olsun! Eğer şartları kabul etmezseniz Wu Klanı onlara ait bir tavuk bile kalmayana kadar kesilip katledilecektir.”

 

Jiang Chen’in yükselen öfkesi göklere erişip burada adeta bir yıldırıma dönüşmüş ve Shangyang Krallığının üzerine çökmüştü.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr