Bölüm 405: Kaza Geliyorum Demez

avatar
2221 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 405: Kaza Geliyorum Demez


Mor Güneş Topluluğunun kıdemlileri Long Juxue’nin ölümünden sonra neredeyse isyan çıkaracaklardı.

 

Mor Güneş Topluluğunun tarihi boyunca sahip olamadığı eşsiz bir dâhinin vücudunun ikiye ayrılması gözlerinin önünde yaşanmıştı.

 

Özellikle de Usta Shuiyue büyük bir üzüntü ve öfke içerisindeydi, sinirden neredeyse bayılacak durumdaydı.

 

Usta Shuiyue yıllardır Long Juxue için hiçbir masraftan kaçınmamış, hiçbir şekilde çaba sarf etmekten geri kalmamıştı, kalbinin ve beyninin bütün eforunu Long Juxue’nin gelişimi için harcamıştı. Amacı elbette Long Juxue’yi en gelişmiş, en güçlü, en kaliteli uygulayıcı haline getirmekti.

 

Usta Shuiyue hayatının en büyük çabasını Long Juxue’yi geliştirmek için harcamıştı, bütün idealleri ve hayalleri Long Juxue ile alakalıydı.

 

Long Juxue’nin yirmi beş yaşından evvel orijin âlemine geçeceğini ümit ediyordu, bu şekilde on altı krallığın en tepesine yerleşecekti. Şöhreti bütün diyarlarda duyulacaktı.

 

Söylemek gerekirdi ki bugüne kadar bütün beklentileri bu amaca hizmet edecek yönde gerçekleşmişti. Planladığı şeyi artık gözünün önünde canlandırabilecek duruma gelmişti.

 

Fakat…

 

Jiang Chen’in darbesi Usta Shuiyue’nin planlarını yok etmişti, gerçek dışı bu hayallerini bertaraf etmişti! Bu hayallerden ve planlardan geriye kalan tek şey Long Juxue’nin ikiye ayrılmış vücuduydu.

 

Bütün tatlı hayalleri suya düşmüştü.

 

Bu tatlı hayalleri gerçekleştirebilmek için çok büyük çaba sarf etmişti, bazen insanüstü çabalar sarf ettiği bile olmuştu. Long Juxue’yi korumak adına dördüncü müridi Ye Han’ın sakat kalmasına, üçüncü müridi Hai Tian’ın ölmesine ve birinci müridi Ceng Shi’nin ihanetine şahit olmuştu.

 

Bunların hepsi Long Juxue içindi!

 

Kalbindeki pişmanlığın haddi hesabı yoktu!

 

Güneş Avcısı kendine geldiğinde gözlerinde meraklı bir bakış vardı: “Kim müdahale etti bana? Karşıma çıkacak cesareti var mı ha?”

 

Jiang Chen’in kalbi ise şu anda Long Juxue’yi öldürmüş olmanın verdiği huzurla dolup taşmıştı. Şu anda gardını hiç düşürmüyor ve sürekli hazırda bekliyordu, Güneş Avcısının içinde bulunduğu durumun Jiang Chen’e saldırmasını tetikleyebileceğini biliyordu.

 

Fakat Güneş Avcısı az evvel yaşanan şey sonrasında temkinli davranmayı seçmişti, bağırıp tehdit savuruyordu fakat aslında bir adım daha ileri atabilecek cesareti yoktu.

 

Güneş Avcısını durduran şeyin sadece küçücük bir kozalak parçası olması elbette onun ürpermesine sebep olmuştu.

 

“Jiang Chen, yanıma gel!” Ata Bin Akbaşlı şu anda koruyucu bir tavır içindeydi.

 

Fakat herkes biliyordu ki böyle bir mücadelede bir uygulayıcının rakibini öldürmesi gayet adil bir şeydi.

 

Toplulukların kıdemlileri ne zamandan beri mücadelelere müdahale ediyordu? Eğer durum bu hale geldiyse toplulukların geleceği nasıl parlak olabilirdi?

 

Fakat Ata Güneş Avcısı hala baskın karakterini sergilemeye devam etme çabasındaydı.

 

Fakat formu bilinmeyen, belirsiz bir güç kaynağına sahip bir olayın Güneş Avcısını durdurması iyi olmuştu.

 

Bin Akbaşlı şu anda Güneş Avcısını zerre umursamıyordu. Şu anda tek düşündüğü şey Kıymetli Ağaç Topluluğunun gerçekten de bir hazineye rastladığıydı.

 

Bu dâhiye hiçbir şey olmasına izin vermezdi.

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu için bu nokta tam bir dönüm noktasıydı.

 

Doğuştan gelen potansiyele sahip birini bile öldürebilen bir dâhi!

 

Böylesine bir dâhinin değeri tartışılamazdı!

 

Şu anda Dokuz Aslan bile kıskançlık hissediyordu, fakat bir yandan da askeri Dao konusunu artık tekeline almış olan Mor Güneş Topluluğunun bu kadar büyük bir kayıp yaşamasına da seviniyordu.

 

Artık sadece o topluluk güçlü müritler barındıran bir topluluk değildi.

 

“Daoist Bin Akbaşlı, tebrik ederim.” Saygın Buz Buharının sesi tonunda kıskançlık sezilebiliyordu, fakat tavrını kibar şekilde ortaya koymuş ve hem topluluğu hem de Jiang Chen’i tebrik etmişti.

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu gerçekten de karşılarına çıkan bu şans sayesinde köşeyi dönecekti.

 

Tang Hong’un sesi duyuldu: “Patron! Ata kişinin yanında durmalısın, belki de kaybetmeyi çekemeyenlerden birisi daha sana saldırabilir!”

 

Gerçeği söylemek gerekirse, Mor Güneş Topluluğunun kıdemlileri arasında bunu planlayanlar gerçekten vardı.

 

Fakat içinde bulundukları şartlar ışığında belli oluyordu ki diğer üç topluluk ortak şekilde hareket edebilirdi. Eğer Mor Güneş Topluluğu acele şekilde hareket ederse diğer üç topluluğu karşısına alacaktı.

 

Bu şekilde Mor Güneş Topluluğunun herhangi bir savaştan canlı çıkabilmesi mümkün değildi.

 

Jiang Chen hafifçe güldü ve arenadan ayrıldı.

 

Bu esnada olağanüstü bir sarsıntı daha gerçekleşti, bu sarsıntının büyüklüğü daha önce formasyonun zarar görmesine yol açan sarsıntıdan çok daha büyüktü.

 

Dokuz Aslan bağırdı: “Bu çok kötü! Formasyon sabit değil!”

 

Güneş Avcısının suratındaki öfke ifadesi bu sarsıntıyı hissettiğinde tamamen değişmişti, kaşlarını çatarak bir gökyüzüne bir de Jiang Chen’ baktı, dişlerini gıcırdattı fakat sonunda hamle yapmamaya karar verdi: “Formasyon neredeyse tamamen bozuldu, geri çekilelim!”

 

Diğer topluluklar buna karşı çıkabilecek durumda değildi, herkes biliyorduki formasyonu ayakta tutan ruh enerjisi tükendiğinde Sonsuz Ruh Dağı sonsuza kadar kapalı kalacaktı.

 

Kapandıktan sonra ise buradan çıkmak imkânsız olacaktı.

 

Kalabalık toplandı ve dağdan aşağı inmeye başladı.

 

Fakat Jiang Chen kalabalığı takip etmiyordu.

 

“Patron, sen neden gelmiyorsun?” Tang Hong meraklanmıştı.

 

“Tang Hong, siz devam edin, benim halletmem gereken bir mesele var.”

 

Jiang Chen’in aklına yapması gereken bir şey gelmişti.

 

Tang Hong kafasını sallayarak konuştu: “Patron, sırf burada hapis kalmaktan kaçınmak için seni yalnız bırakacak birisi miyim ben?”

 

Liu Wencai de bu sırada konuşacaktı ki Dokuz Aslan onu kolundan tutarak sürükledi: “Oyalanmayı bırak, benimle gel!”

 

Dokuz Aslan şu anda Liu Wencai’ye en değerli varlığı gibi davranıyordu, nasıl olur da burada kalmasına izin verirdi?

 

Liu Wencai Dokuz Aslanın kolunu kavramasıyla sanki demir bir kelepçe koluna geçirilmiş gibi hissetmişti. İstediği yönde hareket edemiyordu. Dokuz Aslan Liu Wencai’nin bütün söylediklerini duymazdan geliyordu.

 

Bin Akbaşlı da Tang Hong’u durdurmaya çalıştı fakat Demir Long buna engel olmaya çalışıyordu: “Ata kişi, burada kalarak hayatınızı riske atmazsınız! Hadi çıkalım bu dağdan!”

 

Bin Akbaşlı sinirli şekilde bağırdı: “Jiang Chen henüz ayrılmadı, ben neden acele ediyorum sanıyorsun?”

 

Demir Long da sesini yükseltti: “Kıymetli Ağaç Topluluğu Jiang Chen olmadan da ayakta kalabilir, fakat siz olmadan ayakta kalamayız Ata kişi! Sizin yokluğunuzda direkt olarak işgale uğrar ve yok oluruz!”

 

Bin Akbaşlı bu sözleri mantıklı buldu ve acele dağın çıkış yolunu tutarken mırıldandı: “Jiang Chen! Ah Jiang Chen! Dikkatli olmalısın!”

 

Bin Akbaşlı elbette ölümden korktuğu için yapmıyordu bunu, fakat eğer burada kapalı kalırsa Mor Güneş Topluluğunun kesinlikle Kıymetli Ağaç topluluğuna saldıracağından emindi.

 

Xie Tianshu ve Demir Long tek başlarına topluluğu ayakta bile tutamazlardı, bir de başka bir topluluktan gelen saldırıyı nasıl olur da savunabilirlerdi?

 

Bunları düşünen Bin Akbaşlı bir anlık duraksayıp daha sonra acele şekilde dağın çıkışına yöneldi.

 

Ara sıra bakışlarını geriye çevirerek Jiang Chen’i arıyor fakat onu göremiyordu.

 

Tang Hong Jiang Chen’e doğru büyük adımlarla yaklaşırken devasa bir kuvvetin onu ittiğini hissetti.

 

Tang Hong sanki görünmez bir duvara çarpmış gibiydi, vücudu birkaç adım gerileyerek yere düştü.

 

“Bu ne lan? Ben işe yaramaz oldum şimdi! Ölecek miyim ben?” Tang Hong üzgün şekilde iç çekti, ölümünün yakın olduğunu düşünüyordu.

 

Fakat aniden kendisini Sonsuz Ruh Dağının eteklerinde, iki ayağının üzerine düşmüş şekilde buldu. Vücudu hiçbir zarar almamıştı, sanki bir merdiven basamağından atlamış gibi hissediyordu.

 

“Ne… Ne oluyor ya?” Tang Hong tamamen şaşkındı, yüzünde şoka girmiş bir ifade vardı.

 

Bin Akbaşlı ise bu esnada Tang Hong’u gördü: “Tang Hong! Sen geldin mi? Jiang Chen nerede?”

 

Tang Hong ise kederli bir ses tonuyla konuştu: “Ata kişi, bana sormayın, ben kendimin bile nerede olduğunu anlayamadım daha!”

 

Tang Hong bunu söyledikten sonra tekrar dağa doğru yöneldi ve ileri atıldı, bu esnada Bin Akbaşlı onu kolundan kavradı: “Sen ölmek mi istiyorsun? Formasyon kapanmak üzere! Sonsuz Ruh Dağı bir hapishaneye dönüşecek!”

 

“Fakat patron henüz çıkmadı!”

 

“Jiang Chen! Ah Jiang Chen… Umarım bu sefer de öncekiler gibi bir mucize yaratır!” Bin Akbaşlı iç çekerek konuşuyordu.

 

Jiang Chen’in şu an gittiği yönde birisi vardı, Chu Xinghan!

 

Chu Xinghan prensiplerine karşı geleceğine ölmeyi tercih etmişti. Ruh okyanusunu patlatarak Jiang Chen’i öldürmeyi kabul etmemişti, bu durum Jiang Chen’in Chu Xinghan hakkındaki görüşlerinin iyi yönde değişmesine sebep olmuştu.

 

Bu yüzden Chu Xinghan’ı kurtarmak için nilüferi kullanmıştı.

 

Apartmanına hızla giren Jiang Chen Chu Xinghan’ı bir örtü ile kapladı.

 

Formasyonun kapanmasının an meselesi olduğunun farkındaydı, eğer hızını artırmazsa zamanı kalmayacaktı.

 

Fakat aynı zamanda bu durumu garip buluyordu, mantıklı düşünülecek olursa dağın yaklaşık olarak bir buçuk yıl kadar dayanması lazımdı. Bu süre oldukça yeterliydi, aksi takdirde topluluklar seçmelere devam edilmesine izin vermezdi.

 

Sürenin yeteceğini düşünmüş olmalıydılar.

 

Fakat formasyondaki tüm ruh enerjisi tükenmiş görünüyordu. Acaba formasyona başka bir saldırı daha mı olmuştu?

 

Fakat Jiang Chen bunları düşünerek zaman kaybetmek istemedi, şu anda odaklanması gereken tek şey dağdan bir an önce çıkış yapmaktı.

 

Dağdan aşağı inerken dağın çıkışındaki formasyonu görebilmişti, fakat aynı anda formasyonun enerjisi dalgalanmıştı ve kapıyı tutan ruh enerjisi sönmeye başlamıştı.

 

“Bu çok kötü! Formasyon artık etkisini yitiriyor! Kapı yakında kapanacak!”

 

Jiang Chen bunu gördüğüne çok şaşırmıştı, kendisi her ne kadar güçlü olsa da şu anda bütün Sonsuz Ruh Dağı ile mücadele edecek durumda değildi.

 

Bu kapı kapandığında dış dünyadan birisi gelip onu kurtarmadığı sürece sonsuza kadar burada kapalı kalacaktı.

 

Formasyondaki dalgalanmalar bir anda bir gölgeye dönüştü, yayılan ışık kenarlarından sönmeye başladı ve formasyon tamamen yok oldu!

 

Jiang Chen bu esnada hala tepelik bir alandaydı.

 

Bin Akbaşlı dağın girişinin kapandığını görünce sanki bir anda on yıl yaşlanmış gibi hissetti, kapanmış olan formasyona bakarken gözleri keder doluydu, ağlamak istiyordu fakat vücudu gözyaşı bile üretemeyecek derecede kederliydi.

 

Henüz yeni elde ettiği eşsiz bir dâhi böylece ellerinden akıp gitmişti!

 

“Ata kişi, patron hala görünürlerde yok fakat formasyon tamamen kapandı! Patron şimdi nasıl dışarı çıkacak?” Tang Hong endişeliydi, bir sağa bir sola dönen hareketler yapıyordu, yerinde durmakta zorlanıyordu.

 

Demir Long ise bu esnada gür bir sesle konuştu: “İnsani bir çaba bu formasyonun kapanmasını önleyemez! Burada oyalanmanızın amacı yok!”

 

Tang Hong zaten olayın en başından beri gergindi ve üzerinde bir de bu sözleri duyunca delirmiş gibi oldu: “İyi yetenekleri kıskanan piç seni! Sen topluluktaki bütün dâhilerin ölmesini istiyorsun değil mi? Böylelikle senin torunun topluluğun bir numaralı müridi olacak! Senin gibilerin çaba sarf ederek yükselmek yerine başkalarının ayağını kaydırarak yükselmesi ne kadar da acınası!”

 

Demir Long’un ifadesi bu sözler üzerine değişti, Tang Hong’un söyledikleri sanki sırtına saplanmış bir bıçak etkisi yaratmıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr