Bölüm 397: Beklenmedik Bir İhanet ve Surat Tokatlama

avatar
1916 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 397: Beklenmedik Bir İhanet ve Surat Tokatlama


“Tang Hong, senin potansiyelin ve gücün açısından düşünürsek, topluluğunda hak ettiğin değeri görmeyen birisin, en çok sana haksızlık yapıldı. Sen sahip olduğun kalp gücüyle ileride orijin âlemine geçiş yapma olasılığı çok yüksek olan birisin. Senin topluluğunun potansiyelini tam anlamıyla dürtememiş olması çok büyük bir yazık olmuş, topluluğun senin vaktini israf etmenden başka hiçbir şeye yaramamış. Sende benim topluluğumdaki Lei Gangyang ile aynı ölçüde bir potansiyel görüyorum, eğer benim topluluğuma katılırsan sana orijin âlemine yükselmen için yüzde atmış-yetmiş oranında garanti veriyorum.”

 

Güneş Avcısı sözlerini dikkatli şekilde seçmişti, öncelikle Kıymetli Ağaç Topluluğundan soğutmuş sonrasında ise kendi topluluğunu överek Tang Hong’u Mor Güneş Topluluğuna yakın hissettirmeye çalışmıştı. En sonunda ise orijin âlemine geçiş için garanti vererek iyice kendisine bağlamaya çalışmıştı.

 

Söylemek gerekirdi ki Güneş Avcısının sözleri oldukça iyi bir hedef seçimi yapmıştı.

 

Güneş Avcısı Tang Hong ile Kıymetli Ağaç Topluluğu arasındaki ince çelişkiyi ve sürtüşmeyi görebilmişti, bu durumu avantaj haline çevirerek konuşmasını yapmıştı.

 

Xie ve Demir aileleri bu toplulukta her daim en üst düzey pozisyonları alarak kaynakları hep kendileri için ayırmışlardı, bu durum elbette iç çatışmaya sebep oluyordu. Ata Bin Akbaşlı ise bu çatışmalara tarafsız kalarak zaman içerisinde otoritesinin bir kısmını yitirmiş ve kendi topluluğunda Güneş Avcısının kendi topluluğunda olduğu kadar sözü geçen birisi olmaktan uzaklaşmıştı.

 

Bin Akbaşlının nazik karakteri kendi topluluğu üzerindeki otoritesinin düşmesine sebep olmuştu, Ata kişinin bile bu iç çatışmalardan uzakta kalması elbette sadece çatışmaların daha da şiddetlenmesinden başka hiçbir şeye yaramamıştı.

 

Güneş Avcısı bu durumu iyi gözlemlemiş ve Tang Hong’un Xie ve Demir ailelerinin çatışmasının tam ortasında kaldığını görebilmişti. Bundan dolayı Kıymetli Ağaç Topluluğundan ayrılmasının Tang Hong için çok daha faydalı olacağı yönünde bir argüman sunmuştu.

 

Söylemek gerekirse Tang Hong bu sözleri duyduğunda biraz aklı çelinmiş gibiydi.

 

“Tang Hong, Kıymetli Ağaç Topluluğunda kalmalısın, ben de o topluluğa gireceğim.” Bilinçaltından bir sessiz mesaj gelmişti.

 

Patron?

 

Tang Hong bu mesajın patronunun bilinçaltından geldiğini fark etti.

 

“Patron Kıymetli Ağaç Topluluğuna mı katılmak istiyor?”

 

Tang Hong bu mesajı aldığında daha fazla tereddüt etmeden konuştu: “Ben kararımı verdim, Kıymetli Ağaç Topluluğunda kalacağım!”

 

Bin Akbaşlının kalbi bu sözlerden sonra rahatladı, az evvel topluluğunun bu dâhiyi kaybedeceğinden korkuyordu.

 

Çünkü az evvel düşündüğünde, Tang Hong’un toplulukta hiçbir şekilde iyi görülmediğini, sürekli dışlandığını fark etmişti.

 

Tang Hong bunları yaşamışken neden topluluğa karşı bir minnet içinde olsundu ki?

 

Bundan dolayı Tang Hong’un kararını duyduğunda Bin Akbaşlı kulaklarına inanamamıştı, şimdi ise bu dâhiyi kendi topluluğunda yetiştirebileceği için mutluydu.

 

Güneş Avcısı da Tang Hong’un kararına inanamamıştı.

 

Az evvel yaptığı konuşma ile yüzde doksan oranında Tang Hong’u bünyesine katabileceğini düşünmüştü. Gözlem yetenekleri sayesinde Tang Hong’un içini bile görebilecek durumdaydı, onun tereddüt içinde olduğunu görebilmişti.

 

Fakat karar aşamasındayken bir anda değişiklik olmuştu, Tang Hong’un suratında bir anda vahşi bir mutluluk görülmüştü, hemen ardından da Kıymetli Ağaç Topluluğunda kalmak istediğini belirtmişti.

 

“Birisi bu adama direktif vermiş olmalı, ama kim? Kim benim planlarımı bertaraf etmeye cüret edebilir?” Güneş Avcısının zihni öfke ile doluydu.

 

Fakat Güneş Avcısı etrafı ne kadar izlediyse de boştu, bu işin arkasındaki kişiyi çözemedi.

 

Tang Hong’un platformdan ayrılmak üzere olduğunu görünce konuştu: “Tang Hong, az evvel sana birisi gizlice bir şey mi söyledi?”

 

Tang Hong gülerek cevapladı: “Bunun seçimimle ne alakası var?”

 

Tang Hong bunu söyledikten sonra platformdan ayrıldı.

 

Güneş Avcısının dâhi kişiyi çalma planı suya düşmüştü, midesi öfke ile doluydu, birazcık daha sinirlense öfkesini kusacaktı. Hamlesini yaptığında başarısız olacağı aklının ucundan bile geçmemişti.

 

Tang Hong’un kararına şaşırmıştı, neredeyse avcunun içine aldığı bir dâhi bir anda kaybolmuştu.

 

Güneş Avcısının aklına bir anda Tang Hong ve Jiang Chen’in yakın ilişkisi geldi, aklına bu düşünce saplandığında bakışlarını Jiang Chen’e çevirdi.

 

Söylemek gerekirdi ki orijin âlemindeki birinin sezgileri çok kuvvetliydi, bu düşünce aklına girdiği anda neredeyse bunun doğruluğundan emin olacaktı.

 

“Fani velet, az evvel Tang Hong’la sen mi konuştun?” Güneş Avcısı bilinçaltından mesaj gönderdi, Tang Hong ve Jiang Chen arasındaki yakın ilişkiden haberdardı. Tang Hong’un Jiang Chen’e patron diye seslendiğini iyi biliyordu.

 

Jiang Chen sakin şekilde cevapladı: “Ne olmuş yani konuştuysam?”

 

Jiang Chen zaten uzun zaman önce Mor Güneş Topluluğuyla açık şekilde düşmanlık ilan etmişti, karşısındaki kişi Güneş Avcısı olsa bile Jiang Chen geri adım atacak birisi değildi.

 

“Güzel… Çok güzel… Bana bak velet! Sen büyük resmi göremeyen bir çocuksun sadece! Benim topluluğuma karşı bir hamle daha yaparsan seni öldürmemem için ortada hiçbir sebep kalmayacak!”

 

“Beni öldürmek mi? Orijin âlemindeki bir Ata kişi fani bir uygulayıcıyı mı öldürecek? Sen uzun süredir yaşadığın için beynin ortadan kaybolmuş herhalde?”

 

Güneş Avcısı bu gizli tartışmaya devam etmek istiyordu fakat platforma bir başkasının çıktığını fark ettiğinde sustu, bu kişi Usta Shuiyue’nin müritlerinden Ceng Shi’ydi.

 

Ceng Shi’nin mantalitesi biraz sarsılmış gibiydi, somurtkan bir surat ifadesiyle çıkmıştı platforma. Gözlerinden ise endişeli olduğu anlaşılabiliyordu. Long Juxue’nin Chu Xinghan’a yaptığı hamle Ceng Shi’de büyük bir iz bırakmıştı.

 

Ceng Shi Mor Güneş Topluluğunun müridi olduğundan ilk konuşma hakkı Güneş Avcısındaydı.

 

“Ceng Shi, sen Shuiyue bölgesinden bir müritsin ve senin potansiyelinin ne kadar üstün olduğunu hepimiz biliyoruz, fakat sende bugün bir terslik var. Biraz dikkatin dağılmış gibisin. Mor Güneş Topluluğu müridi olmanın verdiği gururu ve ihtişamı taşımıyor gibisin. Eper seni şahsi müridim olarak almamı istiyorsan daha büyük bir heves sergilemelisin. Dâhi kişiler topluluklarda sık rastlanır, mesela senin Shuiyue bölgende Long Juxue gibi birisi var. Belliki ondan öğrenecek çok şeyin var. Aksi takdirde benim şahsi müridim olsan bile Lei Gangyang ve Long Juxue ile yarışabilecek ne özelliğin kalır?”

 

Ceng Shi’nin yüzündeki kaslar titriyordu, dinlerken sürekli kafasını sallıyordu ve hiç sesini çıkarmıyordu.

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu ve Devasa Ruh Topluluğu Ceng Shi’ye ilgi duymuyordu. Formalite icabı birkaç sözcük söylediler, Güneş Avcısının sözlerindeki iyi niyet onların sözünde yoktu.

 

Fakat Akan Rüzgar Topluluğunun Ata kişisi buz Buharı Ceng Shi’yi bünyesine katmaya istekli görünüyordu: “Genç adam, senin potansiyelin oldukça etkileyici, senin askeri Dao yolunda izlediğin patika benim topluluğumla örtüşüyor. Benim topluluğum aşırı miktarda yin içerir ve yang’dan yoksundur, bu durum gelişmelidir. En azından ben senin potansiyelin ve gücün konusunda senin ustan olan Shuiyue’den daha anlayışlı davranabilirim.”

 

Söylemek gerekirdi ki bir kadın olmasına rağmen Buz Buharı diğer Ata kişilerden daha hevesli ve açık sözlü davranabiliyordu bazen. Ceng Shi’nin kalbindeki tereddüdü görebilmiş ve onu ikna edebilmek için tatlı sözler kullanmıştı.

 

Ceng Shi kendisini bildiğinden beri Usta Shuiyue’yi tıpkı annesi gibi severdi. Fakat Long Juxue ortaya çıktığından bu yana değerinin azaldığını hissediyordu Ceng Shi.

 

Long Juxue şu anda bile baskın karakterinin sadece bir kısmını gösterdiği halde ustasından her türlü şımartılma hamlesini görüyordu.

 

Bu zamana kadar Long Juxue’ye yapılan bu muamele her daim Ceng Shi’ye yapılmıştı, fakat şimdi Long Juxue’yle rolleri değişmişlerdi.

 

Bunları düşünen Ceng Shi duygusal bir yapıdaydı, stresliydi ve sonunun Chu Xinghan gibi olacağından korkuyordu.

 

Ceng Shi’nin düşünceleri bu noktaya eriştiğinde bakışlarındaki dikkatsiz ifade dağıldı, dişlerini gıcırdatarak konuştu: “Ben… Ben Akan Rüzgar Topluluğuna katılmak istiyorum, lütfen beni kabul edin Ata Buz Buharı.”

 

“Ne?”

 

Güneş Avcısı bu sözleri duyar duymaz ayağa fırlamıştı, sürekli diğer toplulukların dâhilerini çalma girişiminde bulunuyordu fakat hep başarısız oluyordu. Şimdi ise başkalarının dâhilerini çalamadığı gibi kendi dâhisini çaldırmıştı.

 

Üstelik Ceng Shi’nin duruşuna, tavrına ve söylemlerine bakılırsa çalınmasına gerek yoktu zaten, başka bir topluluğa gitmeye gönüllü görünüyordu.

 

Bu durum Güneş Avcısı için olağanüstü bir aşağılanma sebebiydi, kendisi kazanmaya aşık birisiydi. Gözlerinde şu anda inanılmaz bir öfke ışığı vardı, Ceng Shi’yi küle çevirmek isteyen bir bakış vardı suratında.

 

Ceng Shi ise Güneş Avcısı ile göz göze gelmeye cesaret edemedi ve platformdan ayrılmak için hamle yaptı.

 

Ata Buz Buharı her daim dışarıya karşı hassas ve nazik bir izlenim sunmuştu, fakat şimdi Güneş Avcısının Ceng Shi’ye olan agresif bakışlarını görünce aurasını toparlayıp Güneş Avcısının önüne geçirdi ve onun Ceng Shi’ye gönderdiği sert aurayı blokladı: “Daoist Güneş Avcısı, Ceng Shi artık benim müritlerimden birisi, ona bu şekilde bakmamalısın.”

 

Buz Buharı her ne kadar nazik bir karaktere sahip olsa da konu kendi müritleri olunca elbette vahşileşebiliyordu.

 

Ceng Shi henüz Buz Buharının müridi olma konusunda yeniydi, Buz Buharı şimdi onu korumazsa Ceng Shi’nin sadakatini nasıl kazanacaktı?

 

Güneş Avcısının öfkesi artmıştı, ciğerlerine çektiği hava neredeyse göğüs kafesini patlatacaktı, bir Mor Güneş Topluluğu müridinin başka bir topluluğu tercih etmesi Güneş Avcısı için en büyük utanç kaynaklarından bir tanesiydi.

 

Bu esnada Usta Shuiyue’nin suratında da inanmazlık ifadesi vardı, Güneş Avcısının arkasında bir pozisyonda oturuyordu. En eski müridi olan Ceng Shi’nin böyle bir karar verebileceği aklının ucundan bile geçmezdi, sonuçta bu adam ustasına tıpkı annesi gibi saygı duyar ve onu tıpkı annesi gibi severdi. Bunları düşünen Usta Shuiyue tepki vermekten kendisini alıkoyamadı: “Ceng Shi, ben yirmi yıldır seni yetiştiriyorum ve senin bana olan sadakatin bir dağ kadardı. Bana olan minnetini bu şekilde mi ödüyorsun?”

 

Ceng Shi ise biraz kederli hissediyordu kendisini: “Doğru söylüyorsunuz, bana çok iyi davrandınız ve ben sizi tıpkı kendi annem gibi sevip saydım. Fakat Long Juxue müridiniz olduğundan bu yana bizlere insan gibi davranıp davranmadığınızı kendinize sordunuz mu hiç? Bu kalpsiz kahpe için kaç defa gülünç duruma düştüğünüzü düşündünüz mü hiç? Yeryüzü çeyreğindeyken benim şöhretimi bu kadın için hiçe saymadınız mı? Üçüncü kardeş öldü, dördüncü kardeş ise şu anda sakat! Hadi bunları bir kenara bırakalım, göksel çeyrekte yaptığınız hamleler çok daha kötü, ikinci kardeş Chu Xinghan’a karşı davranışlarınızı vicdanınıza sordunuz mu hiç? Ona tıpkı bir köpeğe emir verir gibi gidip ölmesini emrettiniz! Bu kahpe kadın sizin gözlerinizin önünde sizden izin almadan Chu Xinghan’ı öldürmeye çalıştı ve ağzınızı açıp bir kelime etmediniz! Şimdi şunu sormak istiyorum, eğer ben Mor Güneş Topluluğunda kalırsam ileriki zamanlarda benim sonumun da Chu Xinghan gibi olmayacağının garantisini kim verebilir bana? Lei Gangyang’ın bile ileride huzur içinde yaşayabileceğinin garantisini kim verebilir? Bu akrep kalpli Long Juxue ileriki zamanlarda Lei Gangyang’a da aynı şekilde davranmaz mı?”

 

Ceng Shi artık içindekileri tutma huyundan vaz geçmiş, ağzına gelenlerin hepsini dışarı vurmuştu. Üstelik Lei Gangyang’ı da olayların içine sürüklemişti.

 

Lei Gangyang ise ortamdaki herkesin beklentilerinin tam tersi yönünde hareket etti, herkesin beklentisi elbette Lei Gangyang’ın hemen söze girerek Ceng Shi’yi azarlaması yönündeydi. Fakat Lei Gangyang bir sözcük bile söylememişti. Görünüşe göre kendisi böyle sözler söylemek için cesaretini toplayamamıştı fakat bu sözleri söyleyen kişiye de karşı çıkmamıştı.

 

Bu sözlerden sonra ortamda büyük bir sessizlik oluştu.

 

Ceng Shi’nin sözlerinin üzerine herkesin şoka girdiği açıkça görülebiliyordu.

 

Güneş Avcısının ifadesi bile kaskatı bir hal almıştı, her daim topluluğunun katı bir demir sertliğinde olduğu ile övünen adam şimdi duygularını saklayamıyordu. Long Juxue’nin ortaya çıkışıyla böylesine büyük sıkıntıların da beraberinde geleceğini hiç düşünememişti.

 

Usta Shuiyue ise ortamdaki en şaşkın isimdi, son zamanlarda Long Juxue’nin iyiliği için yoldan çıkan hamleler yaptığının kendisi de farkındaydı.

 

En kaliteli müritlerine baktığında şu anda gördüğü tek şey bazılarının ölü, bazılarının sakat, bazılarının ise ihanet içinde olduğuydu.

 

Usta Shuiyue gibi her daim zafer peşinde koşan birisi için bundan daha büyük bir surat tokatlama olamazdı!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44252 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr