Bölüm 256: Nilüfer Gelişiyor ve Hızlanıyor

avatar
2635 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 256: Nilüfer Gelişiyor ve Hızlanıyor


Yu Jie hayatı boyunca barındırdığı güçle hava atmıştı, Jiang Chen ile son karşılaşmalarını hiçbir zaman unutmamıştı.

 

Jiang Chen ile karşı karşıya geldikleri o gün, Long Juxue’nin gözüne girebilmek için Jiang Chen’i çaresiz durumlara sürüklemişti. Ne kadar güçlü olduğunu ispatlamak ve herkese göstermek için Jiang Chen’i hem sözleriyle hem de hareketleriyle aşağılamıştı.

 

Bunun yanında birçok sayıda Kılıç Kuşunu da öldürmüştü.

 

Kendisi bile bu meseleleri unutmamışken Jiang Chen nasıl unutabilirdi?

 

Jiang Chen en azından kendisine ölümüne sadık olan Kılıç Kuşlarının hatırına Yu Jie’yi asla affedemezdi.

 

Ayrıca şimdi Yu Jie diğer topluluk müritleriyle beraber Kılıç Kuşlarına bir başka saldırının peşindeydi.

 

Jiang Chen’in sevdiklerine kılıç çekmek demek Jiang Chen’e karşı kılıç çekmek demekti!

 

“Jiang Chen, beni dinle lütfen! Tamam, ikimizin de tarafı belli. Benim başka bir seçeneğim yoktu çünkü Long Juxue’nin tarafındaydım. Eğer beni şimdi öldürürsen, bu durumda Long Juxue hala yaşamaya devam edecek demektir. Eğer beni öldürmezsen işine yarabilirim! İlk olarak benim gibi sadık bir köpeğin olacak! Ayrıca sana Long Juxue’yi öldürmende de yardımcı olabilirim!”

 

“Sadık köpek mi? Sen mi?”

 

“Evet, eğer bana inanmıyorsan hem göklere hem de yeryüzüne yemin ederim!”

 

“Sana inanmadığımdan değil, fakat senin bana sadık bir köpek olmak için yeterli olmadığından! Bana Long Juxue’yi öldürmekte yardım etmekten bahsetme! Ben o sürtüğü öldüreceğime zaten eminim! Neden senin yardımına ihtiyaç duyayım ki?”

 

Jiang Chen Yu Jie’nin saçmalıklarından bıkmıştı.

 

Nilüfere eri verdi ve Yu Jie’yi tamamen sindirdi.

 

Bu esnada nilüfer diğerlerini de sindirmişti.

 

Söylemek gerekirdi ki, nilüferin tahrip gücü çok büyüktü. Dört adet ruh âlemi uygulayıcısını bir anda öldürüp sindirmişti.

 

Bu sindirilen kişilerin ruh enerjileri Jiang Chen’e transfer olmuştu ve Jiang Chen’in ruh okyanusuna karışmıştı.

 

Buz’un Alevli Kalbi bu olay sonucunda oldukça gelişmişti.

 

Dört adet ruh âlemi uygulayıcısının ruh özünü sindirmek nilüferin hızlıca büyümesine sebep olmuştu.

 

“Bu gelişmeden sonra, tahminlerime göre altı adet filiz şekillendirebilirim. Hatta belki de daha fazla! Görünüşe göre kendi ruh okyanusumun da gelişmesi lazım. Aksi takdirde filiz sayısını artırmak zorlaşacaktır.”

 

Jiang Chen Nilüferin geliştiğini hissettiğinde mutlu olmuştu: “Belki de bu gelişme benim ruh âleminin üçüncü seviyesine geçmemi sağlayabilir. Ayrıca az önce toplulukların büyük seçmelerinden bahsedildiğini duydum, acaba bu konu ne ile alakalı?”

 

Eğer bu seçmeler sadece topluluğa mürit seçme meselesi ise Jiang Chen’in ilgisini çekmezdi elbette. Fakat Zhou Yi’nin konuştuklarını duymuştu, topluluğun dâhi kişilerinin bile bu seçmelere katılacağını duymuştu.

 

Bu da demek oluyordu ki bu seferki seçmeler basit seçmeler değildi.

 

Büyük seçmelerin yüz yılda bir yapılmasının bir sebebi olmalıydı. Jiang Chen her ne kadar topluluklara girme konusunda çok hevesli olmasa da, eğer askeri Dao’da hızlı ilerlemek istiyorsa, topluluğa girmenin büyük avantaj sağladığını da biliyordu.

 

Sonuç olarak topluluklar, kaynakları geniş yerlerdi.

 

Elbette şahsi olarak da gelişen kişiler vardı, fakat bu kişiler eğer topluluk bünyesinde gelişim göstermiş olsalar, şu anki hallerinden çok daha üstün olurlardı.

 

“Yoldaş Fare, nasıl gidiyor?”

 

Jiang Chen Nilüfer Çiçeği yeteneğini kullanmayı bırakmıştı.

 

“Genç usta Chen, bana gerçekten de teşekkür etmen gerekiyor. Nefret ettiğin herkesi yuttum! Hehe! Eğer seni kızdırmaya devam ederse Kadim Demir’den de birkaç ısırık alabilirim!”

 

“Liu Chengfeng’i de mi yuttun?”

 

“Evet, midemde olur kendisi! Fakat Luo Huang denen adam için yeterli güce sahip değilim. O adam çok güçlü birisi. Onu sindirebilmem için ruh âleminden çıkıp aziz âlemine geçmem gerekebilir.”

 

Kan soyunu geliştirmek zordu elbette, fakat Fare Kralın kendi seviyesi normal olarak gelişebiliyordu.

 

Fare Kralın şu anki seviyesi Ye Chonglou ile eşit sayılırdı. Ye Chonglou kadar çok tecrübe sahibi olmasa da, onunla aynı güçte sayılırdı.

 

Aziz seviyeli bir ruh hayvanı demek, orijin âlemindeki bir uygulayıcı demekti!

 

On altı krallığın sınırları içinde aziz dereceli bir ruh hayvanı yoktu!

 

Sadece Dan Fei ve Jiang Chen’in Labirent Âleminden getirdikleri ruh hayvanları bu potansiyele sahipti fakat onların bahsedilen bu seviyeye ulaşmaları için çok eğitilmeleri gerekiyordu.

 

“Burada oyalanmanın bir anlamı yok yoldaş Fare, hadi gidelim!”

 

“Derhal ustam!”

 

Dağlık vadiye gelince, Zhou Yi ve Luo Huang’ın birbirleriyle olan atışmaları, Kılıç Kuşlarının kaçması için bir fırsat doğurmuştu.

 

Panik sonucu oluşan birkaç yaralanmalar dışında, Kılıç Kuşlarının çoğu vadiden kaçmışlardı.

 

Zaten bu hayvanların hızı oldukça yüksekti, vadiden çıktıktan sonrası rahattı onlar için.

 

Luo Huang kılıcını çekmişti, vadinin ağzına geldiğinde kılıcını savurdu, bütün gökyüzü bu kılıcın rengine bürünmüştü.

 

Zhou Yi rakibi olan Luo Huang ile direkt bir savaşa girmediği için mutluydu. Savuşturma kabiliyeti yüksekti, rakibinin yeşil ışınları kendisini her ne kadar takip etmiş olsa da, zarar verememişti.

 

“Zhou Yi! Demek benim planlarımı bozmaya cesaret edersin ha?” Luo Huang öfkeli konuşuyordu.

 

Zhou Yi bu adamla dövüşmesi gerektiğini biliyordu fakat hala gücünü toparlayamamıştı. Sadece kaçamak hamlelerle rakibini yoklamakla yetiniyordu.

 

Bu ikisinin savaşmasının tek nedeni gurur meselesiydi.

 

Kılıç Kuşları çoktan kaçmıştı. Bu noktadan sonra Kılıç Kuşlarını yakalamak imkânsızdı.

 

Bu durumda bu ikilinin savaş sebebi sadece egolarını tatmin etmek olacaktı.

 

“Luo Huang, eğer benimle dövüşmek istersen dövüşürüz. Fakat gördüğün gibi ganimet falan kalmadı ortada. İkimizin savaşmasının bir amacı kalmadı!”

 

“Zhou Yi, eğer sen bu işe karışmasaydın böyle olmayacaktı!”

 

“Kes sesini! Eğer dövüşmekte ısrarcıysan sana istediğin gibi dayak atabilirim!”

 

Bu sırada Mor Güneş Topluluğunun müritlerinden birisi acele ile yaklaşıp konuştu: “Kıdemli Kardeş Luo, Kıdemli Kardeşler He ve Zhao ayrıca Shuiyue muhitinden Yu Jie kayıplar!”

 

“Ne dedin sen?”

 

Bu sırada Kıymetli Ağaç Topluluğunun müritlerinden birisi de yaklaştı ve konuştu: “Kıdemli Kardeş Zhou, Liu Chengfeng ve onun müridi olan Xiao Yu kayıp!”

 

Zhou Yi bu esnada tam rakiplerinin kayıp olduğuna sevinmek üzereydi fakat hevesi kursağında kalmıştı: “Liu Chengfeng ve Xiao Yu kayıp mı? Acaba arkada kalmış olabilirler mi?”

 

Mürit acı dolu ifadeyle konuştu: “Biz Liu Chengfeng’i ön tarafa doğru hızla hücum ederken gördük. Sizin sadece bir adım arkanızdaydı. Şimdi herkes burada toplanmış vaziyette fakat onlar kayıp! Xiao Yu için de aynısı geçerli, bizimle aynı hizada saldırıya geçmişti fakat kendisi de kayıp! Biz tam da Tian Shao ve o kadını ele geçirmek için saldırıyorduk ki… Kim bilebilirdi ki böyle olacağını!”

 

Zhou Yi hem şaşırmış hem de sinirlenmişti. Xiao Yu ile ilk defa tanışıyordu ve çok kötü bir izlenime sahip olmuştu. Xiao Yu her ne kadar kendi sarayında dâhi sayılsa da, toplulukta sadece sıradan birisinin seviyesindeydi.

 

Fakat Liu Chengfeng’in yeri ayrıydı, onurlu ustası bu adama saray başkişisi olduğu için fazlasıyla değer veriyordu.

 

Liu Chengfeng dördüncü seviyeli ruh âlemi uygulayıcısıydı, yani yeryüzü seviyeli. Nasıl bir anda kaybolabilirdi ki?

 

Liu Chengfeng gibi birisi bile bu vadide birdenbire ortadan kayboluyorsa Zhou Yi de tehlikede demekti.

 

Bu esnada Luo Huang da kalan askerlerine bakarak kederlenmişti.

 

“Kıdemli Kardeş Luo, vadiye doğru hızla ilerlerken mecburen formasyonumuzu bozduk. Aslında formasyonumuz bozulmuş olsa bile herkes birbirine yardım edebilecek mesafede duruyordu fakat yine de arkadaşlarımızı kaybettik.”

 

“Onlar kaybolmadan önce ses bile çıkarmadılar mı? Çığlık falan da mı duymadınız? Ne duruyorsunuz? Dağılın ve onları aramaya başlayın!”

 

Luo Huang’ın Zhou Yi ile savaşma isteği de geçmişti artık. Kıymetli Ağaç Topluluğundan birilerinin de kaybolmuş olması iyi bir şeydi.

 

Zaten eğer iki taraftan da insanlar kaybolmuş olmasaydı, mutlaka taraflardan birisi diğerinden şüphelenirdi.

 

Askerler etrafı aradığı halde ipucu bulamamışlardı henüz.

 

Mantıklı düşünülecek olursa, kaybolan insanların eğitim seviyesi göz önünde bulundurulursa en azından bir mücadele izine rastlamak gerekirdi.

 

Eğer iz bırakamamış olsalar bile, en azından yardım çığlığı atmış olmalıydılar.

 

Fakat Zhou Yi ve Luo Huang da dahil olmak üzere, ortamdaki hiç kimse yardım çığlığı falan duymamıştı.

 

Gruptaki kişilerden bazıları bu kaybolan kişilerin savaştan korkarak geri dönüp kaçtıklarını bile düşünmüştü.

 

Herkesin aklında değişik sorular vardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr