Bölüm 255: Büyüleyici Nilüfer Çiçeği Etkisini Gösteriyor

avatar
2713 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 255: Büyüleyici Nilüfer Çiçeği Etkisini Gösteriyor


“Yoldaş Fare, bunların hepsini bir hamlede öldürebilecek misin?”

 

Fare Kral iç çekti: “Biz Altın Yiyen Farelerin en zayıf yönü uçamıyor olmamızdır. Kanatlarımızı geliştiremediğimiz sürece savaş yeteneklerimiz kısıtlı. Eğer kaçıp dağılmazlarsa onların hepsini alt edebilirim, ama kaçmaya başlarlarsa iş sıkıntı demektir. Özellikle de Zhou Yi denen adam, o adam oldukça hızlı.”

 

“O halde seni gizli tutmalıyız. Yine de bazılarını tuzağa düşürüp düşüremeyeceğin yönünde fırsat kolla.”

 

“Hehe! En favori hedefim elbette Liu Chengfeng! Genç usta Chen, dürüst konuşalım, sizin Ateş Buz’un Büyüleyici Nilüfer Çiçeği silahınız böle tuzaklar için birebir. Şu anki seviyenizle dört adet filize yön verebiliyorsunuz ve bu filizlerin her biri ikinci seviyedeki bir ruh âlemi uygulayıcısını alt edebilecek güçte. Genç usta Chen, Nilüfer Çiçeğinin tahrip gücü çok fazla. Tahmin ediyorum ki Mor Güneş Topluluğunun birçok elemanı uygun bir hedef olabilir. Bazıları ateş yeteneklerini bazıları ise buz yeteneklerini geliştirmiş durumdalar. Eğer bu insanları Nilüfer çiçeği ile yutarsanız, onların içindeki ruh enerjisi çiçeği besler ve gelişmesini sağlar.”

 

Fare Kralın önerisi Jiang Chen’in aklına yatmıştı.

 

Luo Huang’ın adamlarının çoğu ateş yetenekleri üzerine pratik yapmışken Yu Jie’nin adamlarının çoğu buz teknikleri üzerine pratik yapmıştı.

 

Jiang Chen bu meseleyi zaten önceki karşılaşmalarından biliyordu.

 

“Pekâlâ yoldaş Fare, planımız hazır. Sen uygun bir fırsat yakaladığın anda saldırıp birilerini mideye indir, fakat unutma, kendini göstermemelisin. Henüz kendini ortaya çıkarmak için uygun bir vakit değil.”

 

Fare Kral zaten korkak bir varlıktı, Jiang Chen’in uyarısı olmasa bile kendisini ortaya çıkarmaktan çekiniyordu. Zaten Altın Yiyen Farelerin temel özelliği buydu, kendilerini göstermeden ortalıkta dolaşmak ve gizlice hedefe yaklaşmak. Ellerindeki avantaj her ne kadar büyük olursa olsun, yine de gizli şekilde saldırma planı yapıyorlardı hep.

 

Luo Huang, Zhou Yi ve Liu Chengfeng dağlık vadiye doğru yoldaydılar.

 

Yandaşlarını da aynı şekilde onlarla beraber dağlık alana yönelmişlerdi.

 

Jiang Chen dikkatli şekilde toprağın altında nilüferlerin filizlerini biçimlendirmeye başlamıştı.

 

İlk hedefi Yu Jie’ydi.

 

Önceki karşılaşmalarında bu eleman havalı ve kibirli davranmıştı Jiang Chen’e karşı. Jiang Chen bu adam hakkında negatif düşüncelere sahipti.

 

Eğer bu eleman olmasaydı Long Juxue’yi uzun zaman önce öldürmüştü zaten.

 

“Bu eleman sadece ikinci seviyede ruh âlemi uygulayıcısı. Onun eğitim seviyesi düşük, ilk önce onu alt etmeliyim! Nilüfer! Takip et onu!”

 

Aslında bu elemanı öldürmek zor değildi, asıl zor olan zamanlamayı çok iyi ayarlayıp başkalarına fark ettirmeden öldürebilmekti.

 

Jiang Chen Zephyr’in Kulağını kullanarak Yu Jie’nin adımlarındaki ritmi dinledi.

 

“İşte fırsat! Nilüfer! Saldır!”

 

Yu Jie var gücüyle ileri doğru koşarken bir anda altındaki toprağın kaydığını hissetti, daha yerde ne olup bittiğine bile bakamadan kuvvetli bir güç onu aşağı çekmeye başladı.

 

Yer altından devasa bir taç yaprak yükselip Yu Jie’yi içine aldı.

 

Flap! Flap! Flap!

 

Buzlu Filiz işini bitirir bitirmez tekrar toprağa döndü.

 

Her şey bir saniye içerisinde gerçekleşmişti ve hiçbir iz kalmamıştı ortalıkta.

 

Birincisi tamam!

 

Jiang Chen bu durumdan memnundu, hemen ikinci hedefi olan              Xiao Yu’yu gözleriyle taradı. Xiao Yu’yu da aynı şekilde kolayca yuttu. Zaten bu elemanla Yu Jie’nin gücü neredeyse eşitti.

 

Zhou Yi’nin grubu kalabalık olduğundan, Xiao Yu’nun kaybolduğunu kimse fark etmemişti. Zaten onun iyiliğini düşünen tek kişi Liu Chengfeng’di.

 

Xiao Yu’dan sonra iki adet daha ateşli filiz toprağın altında saldırıya hazırlandı ve Mor Güneş müritlerinden ikisini hedef seçti.

 

Bu iki mürit Luo Huang’ın küçük kardeşleriydi ve ikisi de yaklaşık olarak Yu Jie ile aynı güçteydi.

 

Fakat bu müritler akıllıydı ve birbirlerinden ayrılmıyorlardı.

 

“O halde şu ikisine saldıralım!” Jiang Chen seri şekilde saldırılar peşindeydi.

 

Jiang Chen bu elemanların da adımlarının ritimlerini dinledi ve çevredeki şartları gözlemledi.

 

İki adet ateş filizi topraktan yükselip bu iki elemanı şimşek hızında yer altına çekti.

 

Filizlerin üzerindeki taç yapraklar rakibini bir kere içine alınca, düşmanın oradan çıkma imkânı yoktu artık!

 

Jiang Chen nilüfer çiçeği yeteneğine tam olarak hakim olmasa da, bu yetenek kendi başına bile çok güçlüydü.

 

Taç yapraklar kapanırken Yu Jie çıkmaya çalışıyordu, boğulmaya başlamıştı.

 

Yu Jie’nin içinde bulunduğu ortam karanlık ve sımsıkıydı. Ne bir şey görebiliyor ne de tek bir kasını oynatabiliyordu.

 

Sadece nefes almaya çalışıyordu, fakat onu da beceremiyordu.

 

Birkaç hamle yaptıktan sonra artık fark etmişti ki bir buzlu nilüfer filizi tarafından yutulmuştu.

 

Filizlerden bazıları vücuduna saplanmış vaziyetteydi, tek bir kasını dahi oynatamıyordu.

 

“Ne? Bu nedir böyle?” Yu Jie paniklemişti. Eliyle kılıcına uzanmaya çalıştı, bu esnada kuvvetli bir darbe ile eli vücudundan ayrıldı.

 

Bir su damlası gibi, sağ eli önce yukarı fırlamış, sonra da havada süzülmüştü.

 

“Ah!!!” Yu Jie acıdan çığlık atmıştı.

 

Hayatında böyle garip bir saldırıya uğramamıştı.

 

“Çığlık at! Bağır hadi! Bağır! Senin çığlıkların benim kulağıma müzik gibi geliyor Yu Jie!” Güçlü bir ses yankılanmıştı.

 

“Kimsin sen? Kim var orada?” Yu Jie’nin alnından hem acının hem de yorgunluğun etkisiyle ter akıyordu.

 

“Kim olduğumu tahmin edemez misin yani?” Jiang Chen karanlıkta hafifçe gülümsüyordu.

 

“Kimsin? Kimsin sen? Bak kardeşim, kim olduğun fark etmez. Sana yalvarıyorum kurtar beni! Bu şeytani şey tarafından yutuldum ben! Yardım et bana!”

 

Yu Jie bir anda karanlığın içinde bir surat silueti seçti.

 

“Sen! Sen Jiang Chen’sin!” Yu Jie’nin dişleri birbirine kenetlenmişti.

 

“Hmm, hafızan etkileyici!” Jiang Chen sinsi bir gülümseme ile rakibine yaklaştı: “Acıtıyor değil mi?”

 

Yu Jie’nin kafasından terler şelale gibi akıyordu: “Jiang Chen! Sen! Sen burada ne yapıyorsun?”

 

Jiang Chen’in yüz ifadesi değişti: “Ben burada ne mi yapıyorum? Asıl bu soruyu benim sana sormam gerek! Sen burada ne yapıyorsun? Benim Altın Kanatlı Kılıç Kuşlarıma göz koyarsınız ha? O sürtük Long Juxue’nin iyiliği için benim yoldaşlarımı alıkoyarsınız ha?”

 

“Ben… Ben… Jiang Chen! Burada bir yanlış anlaşılma var! Benim seninle bir problemim yok ki! Ben sadece ustamın emirlerini uyguladım! Eğer gitmeme izin verirsen, yemin ederim ki senin köpeğin olurum! Senin gösterdiğin noktaya gidip istediğin kişiye saldırırım! Köpeğin olarak, kimi ısırmamı istersen onu ısırırım!”

 

Jiang Chen duraksadı.

 

Neredeyse yanlış kişiyi yakaladığını düşünecekti.

 

Daha yakından baktı, bu kişi kesinlikle Yu Jie’ydi.

 

Normal Yu Jie kendisini üstün görür, hava atar, karşısındakini aşağılardı.

 

Fakat şu anda Yu Jie’nin sesi yalvaran bir tonda çıkıyordu.

 

Jiang Chen bu duruma şaşırmıştı, iç çekerek konuştu: “Yu Jie, ben topluluk müritlerinin zorba, ahlaksız, zalim davranışlarını gördüm. Fakat cesur şekilde ölümü kabullenmeyip yalvaran ve ikiyüzlülük yapanı ilk defa görüyorum. Sen bugün bana bir ders verdin, topluluk müritlerinin böylesine ikiyüzlü de olabileceğini gösterdin. Merak ediyorum da, bu topluluklar daha ne kadar varlıklarını sürdürebilecekler acaba?”

 

Yu Jie suratı asık şekilde cevapladı: “Topluluk müritleri de insan sonuçta ve insanlar ölümden korkarlar! Jiang Chen, benim gitmeme izin verirsen istediğin her şeyi yaparım. Benim şu anda küçük kız kardeş Long Juxue ile ilişkim çok ilerlemiş durumda. Ondan nefret ettiğini biliyorum. Onu topluluk sınırlarından ayrılması üzerine ikna edebilir ve senin tuzağına düşürebilirim, ne dersin? Long Juxue bir sürtük olabilir ama o hala bir bakire! Eğer ilgileniyorsan, önce ona sahip olup sonra öldürebilirsin! İstediğini yapabilirsin! Sen de biliyorsun, ben senin için kullanışlı birisi olabilirim!”

 

Jiang Chen gülümsedi, topluluk müritlerinin aşağılık kişiler olduğunu biliyordu ama bu kadar alçalabileceklerini düşünmemişti.

 

Bu elemanın geçmişte ne kadar kibirli birisi olduğu gerçeği tekrar aklına geldi.

 

Jiang Chen bir kaşını havaya kaldırarak konuştu: “Yu Jie, beni hayal kırıklığına uğrattın! Keşke daha önceki karşılaşmamızda olduğun gibi birisi olsaydın. Sen geçen seferki karşılaşmamızda gök ile yer arasında kimsenin beni kurtaramayacağını söylemiştin. Aynı zamanda beni öldürmek için sadece bir tek parmağının hareketine ihtiyaç duyduğunu da söylemiştin. Şimdi ben de sana aynı sözleri mi söylemeliyim? Geçen sefer kaç tane Altın Kanatlı Kılıç Kuşunu katlettiğini hatırlıyor musun? O zamanlar ikinci seviye ruh âlemi uygulayıcısı olduğun için bana hava atıyordun, şimdi ise bana merhamet için yalvarıyorsun!”

 

Yu Jie’nin kalbinde soğuk bir fırtına kopmuştu ve bütün vücuduna dağılmıştı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44239 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr